Alevilerin, özellikle de Dersim Alevilerinin Türklüğü konusu Horasan’la ilintilendirilerek bir şekilde toplumsal bir kabul yaratılmaya çalışıldı hep. İttihatçı ideologların mimarisini kurduğu ve çeşitli biçimlerde taze tutularak güncellenen bu tezin alıcılarının olmadığı da söylenemez elbette. En son Munzur Üniversitesi’nde yapılan ve bu konuda devletin ideolojik bagajının çeşitli boyutlarıyla sergilendiği sempozyum da İttihatçılıktan bugüne uzayan bir sürekliliğin yansıması olarak eleştirildi. Horasan-Alevilik ilişkisinin dayanaklarını, sebeplerini Dersim ve Alevilik konusunda önemli çalışmaları bulunan Dr. Yalçın Çakmak’la konuştuk.
-Horasan-Dersim, Horasan-Alevilik ilişkisine dair çokça şey söyleniyor. Sizin de Alevilik üzerine çalışmalarınızı biliyoruz. Bu konudaki tartışmanın kaynağı nedir, siz ne düşünüyorsunuz?
Horasan, Alevi kaynaklarında geçiyor mu? Evet, genellikle belirli evliya ve erenlerden bahsedilirken. Mesela bunlardan ilki, Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Yine Baba İlyas-ı Horasani’yi de zikredebiliriz. Ayrıca Horasan nisbelerine sahip başka kişiler de söz konusu. Fakat bu, bütün Kızılbaş-Alevi ya da Bektaşi topluluklarını nitelemez. Diğer bir ifadeyle, mevcut vurgu sadece söz konusu Horasan lakaplarıyla anılan bu kişilere özgüdür. Ama Horasan’ın bütün bu topluluklara mal edilmesi başka bir şey ki o da İslam coğrafyasında tasavvufun doğuş süreciyle alakalı. Çünkü tasavvuf, başlangıçta Bağdat merkezli doğup sonradan İran ve Orta Asya taraflarına doğru gelişiyor. Tam da bu noktada, özellikle Horasan’daki mistik Melametiyye anlayışını bünyesine dahil etti. “Horasan Melametiyyesi” olarak bilinen ekolü. Bu buluşma, her iki taraf açısından da yeni bir mistik tecrübenin harmanlanarak, oluşmasını beraberinde getirdi.
İşte Aleviliğin beslendiği kaynaklar arasında da bu “Horasan Melametiyyesi”nin önemli bir rolü var. Yani Horasan öyle ya da böyle bir şekilde Alevilik içerisinde bu vesile ile yer edindi. Dikkatinizi çekerim, bu bütün Alevilerin fiziken Horasan’dan gelişlerini niteleyen bir vurgu değil ama. Daha çok orada doğan Melametiyye anlayışına bağlılığı imleyen bir şey. Yine bu o bölgeden bireysel olarak gelmiş dervişlerin olmadığı anlamına da gelmiyor. Fakat biz Kızılbaş-Alevi kaynaklarında büyük bir kitlesel nüfus hareketi olarak Horasan’dan gelinmiş olduğuna dair bir şey görmeyiz. Ama işte birtakım saiklerle bu vurgunun kendisi söz konusu inançlar içerisine girmiş bulunmakta. Bunun da daha çok Alevilerin tazimde bulunduğu eren, evliya ve elbette Melametiyye anlayışı üzerinden kendilerini Horasan’a bağlamalarıyla yakın bir ilişkisi var. Ayrıca bu da bir kere de olmuş bitmiş bir şey değil. Yüzyıllar boyunca tekrar edilegelen bir anlatının, âdeta toplumsal bir mühendislikle bir anda tüm toplumun geldiği ya da kökeninin bağlandığı yerin referansına dönüştürüldüğünü görüyoruz. casino
Bir ulus inşa etme gayesi
– Bu tartışmaların özellikle Dersim’le ilişkilendirilmesinin sebebi nedir peki?
Bu işin hikâyesi aslında 19. yüzyıla kadar bir şekilde devam etti. Bunu hem genelde Alevilik özelde de Dersim bağlamında söyleyebiliriz. Ama özellikle 20. yüzyıldan itibaren İttihat ve Terakki, inşa ettiği Türkçülük anlayışıyla, Türklerin en eski inançları nedir diyerek bir millet yahut ulus inşa etmeye girişti. Şamanizm ve Gök Tanrı gibi Türklerin Orta Asya’daki inançlarıyla Alevilik ve Bektaşilik arasında bir ilişki, rabıta kuruldu. Tam da bu noktada Aleviler içerisinde zaten mevcut olan Horasan anlatısı da ters-düz edilerek burası da tamamen bir “Türk yurdu” gibiymiş gösterildi. Tüm bunların başını Baha Said, Yusuf Ziya Yörükan ve elbette ki Türk tarihçiliği açısından da önemli bir sima olan Fuat Köprülü çekti. Köprülü, Ziya Gökalp’ten etkilenen bir Türkçü olarak Alevilik içerisindeki Türkçü anlatının da endokrine edilmesinin baş mimarlarından. Böylece, bugün sıklıkla denk geldiğimiz “Ahmet Yesevi” ve “Horasan” gibi anlatıların da daha fazla ön plana getirilerek ama daha çok da belirli bir doğrultuda toplumun bunlara inanmasının sağlanması süreci başlatılmış oldu. Oysaki bilimsel araştırmalarla bunların artık pek bir kıymetinin kalmadığı gün yüzüne çıkarılmış bulunmaktadır. Bilimsellik elbette nitelikli olmayı bünyesinde barındırır ama bilim insanı kisvesinde birçok kişi hâlâ resmî ideolojinin bir aparatı olarak bu gerçeği görmekte ayak direyip toplumu da bu yönüyle maniple ediyorlar. Çünkü toplumda unvan üzerinden hâlâ “Bunu diyen bir profesör, doçent ya da üniversite hocası, yalan mı söyleyecek.” gibi yanlış bir algı var. Aksini iddia eden ise “şucu, bucu” denilerek görmezden geliniyor, fişleniyor. Dolayısıyla, birçok kez yalanın yahut resmî ideolojinin tam da buradan hareketle yayıldığını görüyoruz. Bunu söylerken elbette ki diğer meslektaşlarımı tenzih ediyorum.
– İttihatçılar ve ardılları bunu niye yaptılar? Bu tezin açmazı nedir?
Çünkü yeni bir ideoloji yaratma ihtiyacı içerisindeydiler. O nedenle Horasan ve Alevilik bir anda Türklükle özdeşleştirildi. Anadolu’ya gelen toplulukların hepsi Horasan’dan gelmiş gibi bir algı oluşturuldu veya bu yönde eskiden beridir yerleşmiş olan kanı kullanılıp yaygınlaştırıldı. Aleviler nezdinde öyle ya da böyle fenomenolojik olarak bir şekilde inanca absorbe edilen Horasan’ın değerini göz ardı etmiyoruz elbette. Ama farklı yönleriyle detaylandırdığımız zaman ortada hâlâ çözüme kavuşturulması gereken sorular var. Mesela Alevi toplumu hâlâ çok homojenmiş gibi gösteriliyor ya da buna inanılıyor. Oysaki Alevilerin yazılı kaynaklarında bile iki katmandan bahsedilir: Taliplik ve onun üstündeki pirlik ya da mürşitlik. Üstelik bu katmanların birbirine karışmamasına da özellikle dikkat gösterilir. Tabii bu sadece Alevilik de değil diğer birtakım farklı inançlar için de geçerli (Ezidilik gibi mesela). Bunun satır aralarını okuduğunuzda bile dinî yahut inançsal anlamda Aleviliği meydana getiren toplumsal katmanların farklılığına vurguyu görürsünüz. Oysaki Türkçü ideoloji 20. yüzyıldan günümüze kadar Aleviliği sürekli Türklükle özdeş kılıp öyle hareket etti. İşte Horasan da bu anlamda dayanak yapılmaya çalışılıyor. Evet, doğru ya da yanlış Hacı Bektaş Horasan’dan geldi diye bu bütün Alevilerin de oradan geldiği manasına mı geliyor? Hadi diyelim pirler Horasan’dan geldi. Fakat bu bütün Alevilerin kökenlerinin orası olduğu manasına mı gelir? Gelmez elbette. Üstelik Hacı Bektaş Anadolu’ya geldiğinde burada zaten Aleviliğin öncülleri arasında yer alan simalar olarak Rum Erenleri bulunuyordu. Hatta aralarında başlangıçta bir rekabet yaşandığını bizzat Velayetname’de anlatır.
Ezcümle, Aleviler içerisinde “Horasan’dan geldiklerine dair bir vurgu” var mı? Var. Fakat bu fiziki bir gelişten ziyade oradaki Melametiyye anlayışına vurguyla başlayıp zaman içerisinde oradan gelindiğine inanılmış ve şimdi de öyle sunulmaktadır. Garip olan da bunu bizzat itiraf edenin yine Fuat Köprülü olması! Bence Aleviliği sadece Türklük üzerinden okuyanlar da Köprülü’nün bu itirafının farkında değil. Çünkü tüm dertleri “Aleviler üzerinde bir toplum mühendisliği” yapmak.
– Alevilerin Horasan’dan geldiğini söyleyenler tezleriyle bilimsel yaklaşım arasındaki mesafeyi biraz daha açar mısınız? Bahsettiğiniz gibi “siyasi” saiklerle mi hareket ediyorlar?
“Tarihsel kaynaklarınız var mı?” diyoruz; “Ama Aleviler bunu söylüyor.” diyorlar. Tamam söylüyor ama biz bu söylemin hangi argümanlar üzerinden nasıl ters yüz edildiğini de biliyoruz. Horasan’ın Alevilerin içerisinde böyle bir yaygın anlatısı var mı? Vardır. Şüphesiz ki toplumların bellekleri, inançları önemlidir ve bu tarihçiler için de ampirik bilgidir. Tarihçi bu ampirik bilgi üzerinden tarihin laboratuvarında onun doğruluk ya da yanlışlığına dair bir okumaya yani serüvene çıkar. Bir yanıyla işi, bu serüven boyunca anladıklarını topluma anlatmaktır. Yanılamaz mı? Elbette yanılabilir. Üstelik bunu kabul etmek de işinin bir erdemi olmalı. Bile isteye gerçeği çarpıtıyorsa o bir tarihçi değildir. Fakat Blumenberg’in de ifade ettiği üzere “hatırlamanın saf bir gerçekliği yoktur.” Bu toplumlar için özellikle geçerli. Üstelik böylesine bir durumda devreye zoraki dış aktörler de girdiğinde gerçeğin tersi yönde kırılma durumları da çok olası ki bugün gördüğümüz de tam olarak buna tekabül ediyor.
Horasan gerçeği ve resmî ideoloji
– Nasıl bir sonuç çıkıyor peki sizin çalışmalarınızda?
Kaynaklar bize Horasan’dan Anadolu’ya gerçekleşen ve üstelik de kitlesel yönlü göçlere dair bir şey söylemiyor. Yani böyle bir şey görünmüyor. Ama diyorlar ki “İşte Horasan anlatısı var. Aleviler buna inanıyor.” Doğrudur. Fakat bu her inanılan şeyin tarihte de mutlak olarak öyle olduğu manasına gelmez. Bundan herkesin her inandığı, üstelik birbirilerinin zıttı da olsa doğrudur manası da çıkar. Bir kez daha söyleyecek olursak, ortada bilhassa İttihatçılar ve yine bu gelenekten beslenerek günümüze değin gelenlerin çarpıttığı bir Horasan gerçeği var. Bu tıpkı yakın bir tarihe kadar bazı Dersimlilerin, 38’de bizzat ölüm fermanlarını verenlerin aslında onların kurtarıcılarıymış gibi sunulmasına benziyor. Malumunuz o dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a dair bazı yerel anlatılar onu âdeta “Beyaz atlı bir kurtarıcı”ymış gibi sunmaktadır. Şöyle söylenir: “Bizi tam öldürüyorlardı ki uzaktan Fevzi Çakmak beyaz atı ve bayrağıyla çıkıp hepimizi kurtardı!” Gerçek böyle mi? Elbette ki değil. Ama ne yazık ki insanlar buna inandırıldılar ya da inanıyor gibi gözükmelerinin koşulları zoraki de olsa yaratıldı. Peki sonrasında ne oldu? Tertelenin muhatabı olan insanların dilinden ifade bulan anlatı sonraki kuşaklarca doğruymuş gibi kabul edildi. Benzer bir durum birçok açıdan Aleviliğe dair bazı boyutlar için de geçerlidir. Yani insanların her ne sebeple olursa olsun gerçekleştirdikleri “takiye” doğruymuş gibi üstelik bizzat o toplulukların mensuplarınca kabul görebildi. Yinelersek, “Bir toplum şuna inanıyor, bunu anlatıyor, doğru budur diyor.” diye, mutlak doğru da odur diyemeyiz.
– “Horasan’dan geldik” söylemi bahsettiğiniz gibi bir “ulus inşası” ile ilişkilendirilebilir belki ama halkın bu yönlü söylemi kabul etmesini nasıl değerlendirmek gerekiyor? Bir de Dersim’den bildiğimiz bazı aşiretlerin Horasan’daki varlığını nasıl açıklayabiliriz?
İlk olarak şunu ifade edeyim: Resmî ideologlar ile halkı karıştırmamak yani bir tutmamak lazım. İlkinin niyeti belli, halk ise buna böyle inanmış… Bakın, Türklerin Anadolu’ya gelme hikâyeleri hep Malazgirt ile ilintilendirilir. Şüphesiz ki bunun gerçeklik payı var. Ama direkt burayla başladı demek bana göre çok iddialı. Çünkü topluluklar tarih boyunca sürekli bir hareketlilik ve etkileşim hâlinde oldular. Bunu mümkün kılan birçok dinamik var. Ama tarihi ‘özcü’ okuyanlar bunu sürekli ıskalıyor ya da diğer türlüsü işlerine gelmiyor. Dersim bağlamında konuşursak: Ne Türklerin ne de yine Dersim’de yaşayanların Horasan’dan buraya kitlesel göçlerle topluluklar hâlinde geldiklerine dair elimizde hiçbir done yok. Bu iddiada bulunanlar da mevcut anlatıyı tekrar edip duruyorlar. Yahu kardeşim siz bu bölgedeki aşiretlerin tarihsel rolleri ve hareketlerine dair hiçbir çalışma yapmamışsınız. Kimin burada meskûn olduğu, kimin olmadığı, kimin ne zaman geldiği, kimin daha eski olduğunu dahi bilmiyorsunuz ama kalkıp sanki bölge tamamen homojenmiş ya da Orta Asya veya Horasan’dan kopyalanıp buraya da yapıştırılmış gibi beylik laflar ediyorsunuz. Böyle bir şey olamaz, size inanmak isteyenlere tekrar etmek dışında bir karşılığı yoktur bunun. Bilimsel değildir. Bugün Dersim’deki bazı aşiretler en azından tarihsel belgelerden bildiğimiz kadarıyla zaten buraya sonradan geldi. Bunu ya da onlar buraya gelmeden önce burada kimlerin yaşadığını bilmeden ancak havanda su döver durursunuz. Ama bazen “Acaba yanlışı sürekli tekrar ederek, doğrunun bilinmesini geciktirmek” gibi bir misyonu mu rol edindiler diye düşünmüyor değilim.
Horasan’dan Dersim’e gerçekleşen bir kitlesel göçe dair belge yok. Buna karşılık, Dersim tarihi içerisinde de yer alan bazı aşiretlerin Horasan’da neden bulunduklarına baktığımızda ise bunun da Dersim’den Horasan’a gerçekleştirildiğini biliyoruz. İlki, Şah İsmail döneminde bölgeden Tebriz’e göçlerle oldu. Akabinde 16. yüzyılın sonunda Şah Abbas zamanında Horasan’a yerleştirilen Dersim aşiretleri de söz konusudur. Zaferan, Keyvan yahut Gevan gibi. İfade ettiğim gibi bunlar da önce Azerbaycan, sonrasında Özbek saldırılarını durdurmaları için âdeta bir bend olmak mantığı ile buraya yerleştirildi.
– Böylesi tartışmalarda anlatılara dayanan sözlü tarih ya da toplum belleğinin yerine dair yaklaşımı biraz daha netleştirebilir miyiz? Hepten görmezden gelinebilir mi?
İfade ettiğim gibi toplumların sözlü tarihi yahut belleği elbette önemlidir. Ama bunun da belirli bir sistematik ve tutarlılık içerisinde incelenmesi gerekiyor. Yoksa eline bir ses kaydı cihazı alıp gidip her kaydettiğinize doğru budur diyemezsiniz. Üstelik bu, yüzyıllarca öncesine tekabül eden bir durumsa. Baksanıza yakın gelecekte yaşanan hadiseler bile kurban aleyhine ve fail lehine nasıl karartılıyor. O nedenle ben tarihçiyim, elbette belgeye önem veririm. Önem vermek demek belgenin her dediği doğrudur manasına da gelmez. Belge fetişizminin ne denli marazlı olduğunu sanırım tarihçiden iyi bilemezler. Çünkü kusura kalınmasın ama zaten “belgenin anlattıkları kadar anlatmadıkları yahut kimin elinden çıktığını” idrak edecek kadar bir formasyonumuz olduğu gibi, bunu öğrencilerimize de öğretiyoruz. Oysaki bazıları sanki bizim bundan haberdar olmadığımız ve kendileri gerçeğin sırrına vakıflarmış gibi beylik laflar ediyorlar. Tabii buna da sadece tebessümle yaklaşıyoruz. Sonuç olarak altını bir kez daha kalın harflerle çizecek olursak: Dersim bölgesindeki insanların Horasan’dan geldiklerine dair ne ellerindeki secerelerde ne de başka kaynaklarda bir malumat söz konusu değildir. Zaten genel olarak da ne secerelerin ne de iclas belgelerinin böyle bir bilgi sunmak gibi niyetlerinin olmadığı gibi bunlar da eğer yine Dersim bağlamında konuşacak olursak genellenemeyecek hususlardır.
Horasan kimin yurdu!
– Peki, Horasan’dan geldiklerini farz edersek nasıl bir durumla karşılaşmış oluruz?
Elbette farz edebiliriz. Ama Horasan’a gidip saha çalışması yapanların yazdıkları ve aktardıklarından aslında Horasan’ın da bir ‘Türk yurdu’ olmadığını görüyoruz. Homojen anlamda bir Türklük nüfusunun Horasan’a hâkim olmadığını yazıyor ve söylüyorlar. Aksini iddia edenlerin ise böyle bir saha çalışması yaptıklarına tanık olmadım doğrusu. Bunların çoğuna amiyane tabiriyle “Horasan haritada neresidir?” diye sorsanız yerini dahi bilemez. Düşünebiliyor musunuz bir tanesi Alamut’un da Horasan’da yer aldığını iddia edecek kadar absürd ama cüretkâr şeyler söylüyor. Çünkü bilmiyor ve derdi de bu değil aslında. Gayeleri sırf popülizmden beslenerek, toplumun duygularına oynamak. Tarihsel Horasan neresi, sınırları neydi? Bilmiyorlar. Burasını da Edirne ve Yozgat gibi alelade bir şehir sanıyorlar. Oysaki bahsettiğimiz alan Fars dili ve kültürünün güçlü etkisinde olan geniş bir mıntıka. Semerkand, Buhara da var içinde. Bugün İran’a sınır diğer devletlerden bazı yerler de içerisinde. Yani sadece günümüzdeki İran Horasanı’ndan ibaret değil. Herat, Nişabur, Belh, Merv merkezleri arasında. Tus’ta Firdevsi gibi güçlü bir şair ve Belh’te de Mevlana’yı çıkarmış. Ne konuşuyor bunlar: Farsça!
Yine tarihsel Horasan’a baktığımızda burada Farsi nüfus esas olmak üzere Kürtler, Beluçlar, Moğollar vs. birçok topluluk da yaşadı ve hâlen de yaşıyorlar. Ha geçmişte de bugün de Horasan’da Türkler var mıdır? Vardır. Bölgeye gelişleri 11. yüzyıl olarak biliniyor mu? Biliniyor. Ama araştırmaların bize gösterdiği kesin bir şey var ki Horasan’da Türkler kadar Kürtler de yaşıyor. Hatta bazıları Kürt nüfusun daha fazla olduğuna işaret ediyor. Horasan’daki iki grubun şimdiki inançsal boyutuna baktığımızda, Kürtlerin Şiilik odaklı kendine özgü bir anlayışa, Türklerin ise aslında Sünni olduklarını görüyoruz. Türkler için tarihte bunun aksinin söz konusu olduğu da düşünülebilir mi? Elbette. O zaman şöyle bir yorum çıkıyor. Ya öncesinde Şii ya da benzeri bir inanca sahip buradaki Türkler Sünnileşti ve oradan kopup Anadolu’ya gelenler de tekrar eski inançlarına döndüler ya da zaten böyle fiziksel bir bağ hiç söz konusu olmadı. Bana mantıklı gelen ikincisi. Ama ne yazık ki mesele bilimsellikten ziyade siyasete tahvil edildiği için bunun etkisinde kalanlar da çoğu defa aklı selim yaklaşamıyorlar. Bu vesile ile altını kalın bir şekilde çizerek ifade etmek isterim ki “Tarihsel Horasan bir Türk yurdu değildir!”.
Farsilik de yok sayılıyor!
Bence meselenin Türkiye’de bugün ideolojik olarak ön plana getirilmesinde yani Horasan’ın Türklük ile özdeş kılınmasının bir yanı da Kürtlerin de Horasan tarihi içerisinde yerlerinin olduklarını artık yüksek sesle dile getirmeleridir. Mesela Selim Temo bu anlamda kıymetli işler yaptı ve yapıyor da. Uzun yıllara dayanan yerinde gözlem ve araştırmalarla Horasan’ın Kürt tarihini ve diğer türlü de ifade edersek Kürt tarihinde Horasan’ın yerini ortaya koydu. İşte bunun ön plana gelmesi belirli kesimleri özellikle rahatsız ediyor. Diğer yandan, koca Horasan mirasının sadece Türk etnisitesi ile açıklanması akıllara durgunluk veren bir karartma idi. Hadi Kürtlere karşı tutumu anlıyoruz da yahu burası Fars dili ve kültürü ile yoğrulmuş bir toprak. Farsiliği nasıl görmezden gelebiliyorsunuz? İddia ettiğiniz üzere Anadolu’ya gelenlerin Türk yerine Farsi olmasını neden düşünemiyorsunuz? Mevlana kimdi mesela? Türklere pek iyi gözle bakmadığını biliyoruz.
Ayrıca hadi Türklerin (Buna Alevi Türkler de dâhil.) Horasan’dan gelen Türkler olduğunu bir anlık kabul edelim. Peki anadili Kürtçe olan Alevilerin dilinin Türkçeden ise Farsçaya olan yakınlığını nasıl görmezden gelebiliyorsunuz. Buradan devam edersek, peki anladık Kürtlükleri belirli çevrelerde alerji oluşturuyor. Bu durumda Horasan’ın Farsi tarihini ve diller arasındaki bağı neden görülmeyip, en azından doğru ya da yanlış “Yahu bu Kürt Aleviler de aslında Farsidir.” diyecek bir anlayış bile gösterilmiyor! Ama niyet belli: Alevi isen Türk’sün anlayışı. Ne yazık ki gerçek öyle olmuyor…
Bunun tabii bir de tarihçilik boyutu var. İşinin onuruna layık olmak isteyen tarihçilerin görevi ve sorumlulukları çok büyük. Çünkü ortada adeta tarihin, Hobsbawm’ın da ifade ettiği gibi, sadece yalan değil yalandan çok anakronik olarak istismar edilmesinden başlayarak bunun da hem toplum hem de siyasetteki kötü bir kullanımı söz konusu. İşte tarihçi bunlarla karşı karşıya. O nedenle hem bugünde olanları hem de bunun geçmişteki karşılığını yahut doğru-yanlışlığını anlamaya çalışmak zorunda.
Sonrasında da elbette anladığını anlatmak gibi asli bir görevi var. O nedenle Hobsbawm’dan hareketle söylersek, tarihi âdeta bir hammadde olarak görüp, ideolojik olarak istismar eden milliyetçi ve köktencilerin elinden kurtarmaya çalışıyoruz. Çünkü bunlar için esas olan tarihin kendisinden ziyade, yalan da olsa onu icat etmektir. Buna karşı durmak zor mu? Kesinlikle zor. Ama tarihçilik tam da buradan başlıyor ve bu yüzden var.
– Bu tartışmalar daha epeyce sürecek gibi. Bu konularla ilişkili yeni bir çalışmanız var mı?
Bu meseleye dair hâlihazırda sürdürdüğüm bir çalışmam var. Okumalarımı yapıyorum ve yurt dışında saygın bir dergide de yayınlatacağım.
“Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli” mi!?
– 16-17 Ekim’de Munzur Üniversitesi’nde “Anadolunun Horasan’ı Tunceli” başlıklı bir sempozyum yapıldı. Henüz sempozyuma sunulan bildiriler yayımlanmadı ancak tartışmalar, sizin söylediğinizin tam tersi bir sonuca varılacağına işaret ediyor. Siz bu sempozyumu nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Bahsettiğiniz sempozyum çalıştığım üniversitenin de dahil olduğu bir etkinlikti. Tabii tartışmalarda özellikle bazı kurumların daha ön planda olduğunu ve daha çok da onlara karşı bir tepki oluştuğunu gördük. Zira üniversiteler elbette sempozyum ve konferans gibi etkinlikler yapar. Kimse bir şey demez de. Fakat benim kişisel olarak ne tebliğ sunmak ne de izleyici olarak katılmak gibi bir isteğim oldu. Açıkçası beni cezbetmedi. Diğer hususları da elbette kamuoyunun takdirine sunuyorum. Gördüğüm kadarıyla farklı yönleriyle epey tartışma ve tepkilere neden oldu. Bir taraf değişik bir saikle hareket ediyor, diğer taraf ise buna tepki gösteriyor. Mesela “Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli” söylemini hangi vurguyla söylüyorsunuz? Eğer bugün Horasan bölgesindeki Şii Kürt nüfusu ile Dersim’deki Kürt Kızılbaş inancı arasında bir rabıta kuruyorsanız amenna! Ama sanırım niyet ve sorun da bundan ziyade başında da ifade ettiğim gibi Horasan’ın Türki bir kurgu ekseniyle vurgulanması yahut muarızlarınca da öyle düşünülmesiyle alakalı. Bunu yapanlar acaba “Horasan’da Kürtler var, bunlar Şiiler. O zaman Dersimliler de Kızılbaş ve Kürt ve biz de aslında buna bir vurgu yapıyoruz.” mu demek istediler? Niyet ve görünenler öyle olmadığını gösteriyor. Ayrıca Horasan’ın hâlihazırdaki demografisinden bu anlamda haberdar olup-olmadıklarına dair net bir bilgi de yok. Fakat tepkilerden anladığımız kadarıyla insanlar aksini düşünüp şöyle dediler: “Sizler yıllardır bizlere olduğumuz gibi değil de sürekli görmek istediğiniz renkte ve biçimde bir gömlek giydirmek istiyorsunuz. Bizim Türk olduğumuzu söylüyor ve Horasan’ı da bu yönüyle araçsallaştırıyorsunuz. Ama bunu kabul etmiyoruz!”
Dolayısıyla bu anlamda benim ne düşünüp-düşünmediğimden ziyade insanların neden böyle düşündüklerini ön plana getirip, bunun üzerine kafa yormak gerekiyor. O nedenle daha önce tepki çekmiş bir hususun her ne şekilde olursa olsun yeniden tartışmaya açılması yahut niyet böyle olmasa da öyle düşünülmesine bile istemeyerek de olsa vesilede bulunulmasının sonuçlarını iyi hesap etmek gerekiyor. Tavsiyem ve arzum Dersim gibi bir yerde çoğulculuğa ve çeşitliliğe özellikle saygı gösterilerek ve elbette ki her şeyden önemlisi böyle etkinlikler yapılacaksa bilimsel nitelikten de taviz vermeden, kapsayıcı olunması yönünde. Gerisi siyasilerin bildiği bir husus olup, muhatabı da sorumlulukları da kendilerinedir elbette.
Söyleşi: Orhan Kurul
Kaynak: Dilop Dergisi
Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in katledilmesine ilişkin Dêrsim’de yapılan açıklamada, “Nazım ve Cihan her…
ÖZLEM ÖZTÜRK Asgari ücret tartışmaları henüz sonlanmadı. Kıt kanaat ücretlerle evlerini geçindirmeye çalışan kadınlara, asgari…
Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in Suriye'nin Halep ilinin 90 kilometre doğusunda, Fırat Nehri üzerinde yer alan Teşrin Barajı ile Sirîn…
Yaşadığımız coğrafya adeta katliamlar coğrafyasıdır. Kadim toprakların kültürel, inançsal, etnik zenginliğine karşın coğrafyamızda egemenler her…
ÖZLEM ÖZTÜRK Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu (EHESS) Profesörü Hamit Bozarslan, Suriye'deki son gelişmeleri değerlendirdi.…
Öyle başı boş, deli dolu olmayacaksın Ulu orta, bölük pörçük dolaşmayacaksın Paldır küldür, dünyayı…