Metin-Kemal Kahraman kardeşler, 30. sanat yıllarını Bostancı Gösteri Merkezinde Miraz Müzik Topluluğuyla verecekleri ortak konserle kutlayacak. Kemal Kahraman, “Yaptığımız bütün çalışma süreçlerinde öğrendiğimize göre en önemli tezimiz şudur; sözün hafızası, yazının hafızasından daha duru ve derindir. Bu anlamda da özellikle kültür tarihi ya da dinler tarihi bağlamında bir kere de sözlü hafızanın perspektifinden yazıya bakılması gerektiğini söylüyoruz” diyor.
Kardeşler olarak 1993’te Deniz Koydum Adı ile ilk albüm çalışmanınız süreci nasıl oldu?
Metin’in 6-7 yıllık Grup Yorum pratiği vardı. 1991’de ayrılmıştı. Ben o zaman cezaevindeydim. Metin sık sık kaldığım cezaevlerine ziyarete gelirdi. Bu görüşlerde biz hep müzik konuşuyorduk. Ben de yeni şarkılar için sözler yazıyordum, bazı bestelerim şarkılar yapmıştım. 1991’in Mayıs’ında cezaevinde çıktığımda birikmiş şarkılarımız vardı. Böylece albüm yapma sürecine girdik.
Albümleriniz yayımlandıkları dönemin Türkiye’sinin siyasal atmosferine dair mesajların güçlü olan çalışmalar ağırlıkta. Bunun nedenini nasıl açıklarsanız?
Doğrusu Dersimliliğimiz; Aleviliğimiz dolayısıyla zaten genetik bir politik angajmanımız vardı; yani aileden, çevreden devraldığımız bir solculuk angajmanımız vardı. Bizzat içinde olduğumuz, yaşadığımız, mağduru olduğumuz durumlar… Bence sanat üstünde yeşerdiği toprağın kültürel hafızasına dayanarak şimdinin gerçekliğine dokunabildiği oranda sahici ve kalıcı olabilir.
Peki müzik yapmaya başladığınız dönemi ile günümüzü kıyaslayacak olursanız özetle neler söylersiniz?
Gittikçe katmerleşen bir kültürel yoksullaşma görüyorum; kendi gerçekliğini yapay ve sanal bir aynada arayan, dolayısla gittikçe sahicilikten uzaklaşan bir olma süreci görüyorum. Bir zulüm süreci yaşanıyor aslında. Gericilik hayatın hemen her alanında baskın bir duruma geldi. Bütün muhalefet neredeyse çökertildi. Muhalefet kendisi bile gericiliğin referanslarıyla, sembolleriyle hareket eder hale geldi. Şiir çürüdü, şarkılar çürüdü, romanlar çürüdü… O anlamda bence çok büyük bir çöküş yaşanıyor. Türkiye toplumu kültürel hafıza olarak gittikçe daha çürümüş bir düzenin kontrolünde… 1990’lardan bugüne gittikçe katmerleşen bir süreç olarak en sığ ve en zorba ideolojik angajman olarak dincilik ve milliyetçik hayatın bütün alanlarını ele geçirdi ve çürüttü.
Son yıllarda çokça festival ve konser yasakları söz konusu. Sizin de defalarca konserleriniz yasaklandı. Yaşanan bu yasaklama kararını nasıl yorumlamak gerekir?
Devlet bütün kurumsallığını yitirdi; padişahlık düzenine geçildi. Her zaman zaten muhalliflere karşı bir keyfiyet vardı ama hiçbir zaman bu kadar fütursuzluk görülmemişti; 12 Eylül sürecinde bile… Kendi koyduğu gerici normlara, kanunlara bile uymayan bir devlet var artık. Birçok şehre gittiğimizde valiliğe ya da kaymakamlıklara bağlı salonlar bize her zaman kapalı. Mesela İstanbul’da sadece bir Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde bir de Şişli Cemil Candaş Kültür Merkezinde konser verebiliyorduk. Kadıköy’deki Halk Eğitim Merkezi salonu bize kapatıldı. Neden; mesela 30 yaşlarında işgüzar bir kaymakam geliyor. Bakıyor kendisine bağlı bir salonda Metin & Kemal konseri var; Google üzerinden aratıyor; kim bunlar? Alevi, solcu, Dersimli Zaza… ooo, daha ne olsun; terörist… Keyfi bir şekilde “terörist” vesaire diye nitelendirip yasaklıyor. İddianameyi kendisi yazıyor, hakim olarak kendisi hükmü veriyor, gardiyan olarak kendisi hükmü uyguluyor; bu kadar basit. Bu durum Muş yasağı için de en son Van konseri yasağı için de geçerli… Böylesi bir keyfiyet düzeni.
Mesela en son sayın Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, HDP ve ESP yöneticilerine verilen cezalar da bu keyfiyet zulmünün en inanılması güç zirvesi olmuştur.
Müzikal yolculuğunuzda enstrumantal ağırlıklı Ferfercir albümünüzün özel bir yeri oldu…
Diğer albümlerde de enstrümantal çalışmalar vardı. Ama Ferfercir albümü ev ortamında uzun zamana yayılan bir çalışma sürecinin olgunlaştırdığı bir albümdü. Ve doğrusu bizim de tamam tarif edemediğimiz bir sebeple diğer albümlerimizden daha etkili oldu.
Çeverê Hazaru (Binler Kapısı), Saé Moru (Şahmaran) albümleriniz aynı zamanda birer arşivlik çalışmalar, diğer yandan devam eden Dersim sözlü halk kültürüne ilişkin çalışmalarınız da sürüyor. Hem bu çalışmalar hem de sözlü kültür çalışmalarınız yaşadığımız coğrafya için ne ifade ediyor? Böyle çalışmaları neden yapmak istediniz?
Bu çalışmalar kim olduğumuza dair aidiyet referanslarımız açısında Türkiye sosyalizasyon ortamında okullar, devlet kurumları, medya organları vs ile zorla dayatılan ideolojik yalanlardan kurtulup derin ve sahici bir kültür hafızayla buluşmamızı sağladı. Yani biz çalışırken, derlemerler yaparken bu toprakların en sahici öğrenme kaynaklarıyla buluşmuş olduk.
Sümbülteber albümü adıyla şimdiye kadar dijital altı şarkınız dijital platformlarda paylaştınız. Bu çalışmayla ilgili neler söylersiniz?
Pandemi süreciyle birlikte başladı bu çalışma. Önceki albümlerimizde yer almamış bazı şarkılarımız vardı. Ayrıca yeni bestelenmiş şarkılarımız da vardı. Bunları pandemi sürecinde kaydetmek imkanı bulduk.
Müzikal yolculuğunuza başlarken, politik mesajları güçlü albümler yaptınız, şimdi ise ağırlıklı olarak mistik ya da mitolojik eserlerden oluşan çalışmalarınız söz konusu. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Biraz önce de söylediğim gibi her çalışma bizim için de bir öğrenme süreci oluyor. Sözlü kültüre bakışımız çok değişti. Hep söylendiği gibi yazının çok büyük bir medeniyet nimeti olmadığını öğrenmiş olduk. Yazının aslında tarihte en önemli manipülasyon enstrümanı olduğunu, özellikle de hegemonya merkezinin elinde onun istediğini kaydeden bir enstrüman olduğunu öğrenmiş olduk. Dolayısıyla yazı eksenli bir tarih yazıcılığının çok sorunlu olduğunu bu 30 yıllık araştırma, derleme süreci, özellikle de Dersim sözlü hafızası çalışmalarıyla öğrenmiş olduk. Mesela Alevilik hakkında yaklaşık 100 yıllık akademik çalışma var; fakat bunlar hep yazı, yazılı belge ya da kurumsal hafıza temelli okumalar olmuştur; Aleviliğin sözlü geleneği üzerinden bir okuma olmamıştır. Dolayısıyla da Alevilik hep İslamdan, Hristiyanlıktan, Yahudilikten etkilenmiş eklektik bir yapı olarak görülmüştü. Kimse sözün hafızasından yazıya bakmaya tenezzül etmemiştir. Tabii Yahudiliğin 5000 yıllık, Hristiyanlığın 2000 yıllık, Müslümanlığın 1500 yıllık bir tarihi, yazılı kutsal kitabı vardır; devletler, imparatorluklar üzerinden bir kurumsal birikimi vardır. Bugün Sünnilik Ortodoks İslam gibi görülür. Sanki “İslam” kavramı dahil, Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Selmanı Farisi, Ana Fadima, 12 imamlar vs. bütün bunlar sanki ilk kez tarihsel İslam’la birlikte çıkmış. Oysa Muhammed adı tarihsel Muhammed’den, Ali adı tarihsel Ali’den, Hasan, Hüseyin, Fatma, Selmanı Farisi isimleri tarihsel kişiliklerden önce vardı ve tam da bu kavramların sözlük anlamları neyi söylüyorsa onu söyleyen bir manada dinler tarihinde vardı. Alevilik de Hakk Yolu adıyla bütün bu kurumsal, yazılı dinlerden önce vardı. Bizim bütün bu çalışma süreçlerinde öğrendiğimiz en önemli tezimiz şudur; sözün hafızası yazının hafızasından daha duru ve derindir. Bu anlamda da özellikle kültür tarihi ya da dinler tarihi bağlamında bir kere de sözlü hafızadan yazıya bakılması gerektiğini söylüyoruz. Eğer bir değişiklik varsa çalışmalarımızda bu öğrenme sürecinin yansımasıdır.
1938 Dersim Katliamının, Dersim müziğine etkisine dair sormak istiyorum. Katliam öncesi ve sonrasında Dersim müziğine dair neler söylersiniz?
Dersim kültüründe müzik sadece eğlence vs. gibi işlevsellikle görülmez. Zaten sözlü kültür olmanın gerektirdiği bir şey olarak müzik aslında önemli bir hafıza taşıyıcısı ve kurucusudur. O anlamda ‘38 öncesine kadar bütün toplum hafızasını müzikli ve şiirsel tekstler üzerinde aktarmıştır. Nitekim bizim Çeveré Hazaru, Saé Moru, Ax de Vaji gibi albümlerde yapmaya çalıştığımız budur. Yani mesela Maviş Güneşer’le birlikte çalıştığımız Ax de Vaji, son 100 yıllık Dersim politik tarihini ağıtlar üzerinden okumaya çalışmaktır. Yani bizim kuşağımıza geldiğimizde de bu gelenek zamane arayışlarla değişerek, yenilenerek de olsa devam etmektedir. Bakın biz de dahil Dersim müzisyenlerinin hemen hepsi kendi gerçekliliklerini müzikle aktarmaya devam ediyorlar. Yani mesela hiçbirimiz ‘38 yaşamış kuşaklardan değiliz, sadece yaşlılardan dinlemişiz fakat sanki yaşamışız gibi 38 katliamına dair besteler yapıyoruz. O anlamda bence Dersim kültürünün, Zazacanın kendini yeniden kurmasında müziğin çok önemli bir fonksiyonu olmuştur.
Dersim’de 12 Eylül askeri darbesi, sonrasında 1994’lerde köy boşaltmalar ve şimdi ise barajlar yapıldı, yapılmak isteniyor. Hem doğasına hem de insanına yönelik tahribat yaratan gelişmeler bitmiyor. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz müzik bağlamıyla?
Biz ‘90’larda, özellikle köy boşaltmalar, yakmalar vesaire ile gittikçe nüfus kaybeden bir sürecin içerisindeydi Dersim coğrafyası. En son kalan yaşlılar vs. de köylerden, mezarlardan şehirlere, hatta yurtdışına kaçmak zorunda kaldılar. Dersim kültürü aslında temelde bir dağ kültürüdür. Mezralar, köyler üzerine kurulu bir kültürdür. O anlamda dediğiniz gibi 90’larda köy boşaltmalarla birlikte en son hayat alanlarını da kaybetmiştir. Yani bugün Dersim kültüründen bir değer olduğunu ve yaşaması gerektiğini söylemek istiyorsak yeniden mezra kültürüne dönmemiz, Dersim’de köy hayatını yeniden canlandırmamız gerekir.
22 yıl yurt dışına yaşamak zorunda kaldınız. Bu sizin için ne ifade etti?
Bu 22 yıl aslında bizim tam da gençlik yıllarımızdır. Hayata dair kendi dilimize, kültürümüze dair sorularla dolu olduğumuz bir dönemdir. Yurtdışı bizim için kendi ülkenden, sevdiklerinden, ailenden uzak geçirilmiş bir süreç olarak mağduriyetler yaşatsa da bir taraftan da kendi gerçekliğine, kendi kültürel hafızına yeniden dokunabilme imkanı olarak yaşanmıştır; bu anlamında çok verimli bir süreç olmuştur.
Sağlık durumuzla ilgili bilgi verir misiniz?
En son bildiğiniz gibi akciğer kanserini tedavisi tamamlanmıştı; hem kemoterapi ve hem de ameliyat olarak… Fakat sonra işte bir de beyinde yeniden tümör oluştu. Bununla ilgili de hem ameliyat oldum ve hem de ışın tedavisi gördüm. Bu yılın başından beridir de yeniden kemo ve immünoterapi ilaçları almaya başladım. Bu süreç 2 yıl sürecek; yani 2026 yılı başına kadar üç haftada bir bu ilaçları almaya devam edeceğim. Bu altı ay boyunca konserlere çıkamadım. Ama bundan sonraki konserlere çıkacağım.
Dersim Belediyesi’nde başlatılan nöbete katılan yurttaşlar, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diyerek irade gaspına…
Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında olduğu…
Dersim Belediyesi'nde başlatılan nöbet eyleminde eşbaşkanlar, kararın kayyım hazırlığı olduğunu belirterek mücadele çağrısı yaptı. Dersim'de…
Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e 6 yıl 3'er ay…
Elâzığ’da 32 yaşındaki Burcu Demir’i 8 Şubat’ta katleden Uzman Çavuş Murat Coşansel’in yargılandığı davanın 4.…
Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 15. Bölge Müdürlüğüne bağlı Tunceli Şubesi ekipleri, il genelinde…