Türkiye’de, kendinden olmayanı, farklı olanı düşmanlaştırma, ötekileştirme, iktidarların algı operasyonları sonucu toplumsal dokuları deforme edecek biçimde zerk edilmiş. Atasözlerine, deyimlere, şiirlere, şarkılara, öykü ve romanlara hatta masallara bile, azınlık uluslara mensup insanları aşağılayan, küçük düşüren, ince ve kaba mesajlar yerleştirilmiştir. Aynı dini inanca sahip oldukları halde Kürtler, Araplar, Acemler ve Lazlar da yüzyıllar boyu bu ayrımcılığın nesnesi olmaktan kurtulamamışlardır.
Hem farklı bir ulustan, hem de farklı dini inanca sahip olmak ise kanlı gömleği giymek olarak algılandı. Dini azınlıklara mensup insanlara “kâfir, gâvur” gibi tanımlamalar, yapılan en hafif hakaretler olarak karşımıza çıkar.
Osmanlı tarihi boyunca azınlık ulus mensuplarına (aynı dini inancı paylaşanlar ümmet kategorisine alındığından, azınlıklardan sayılmazdı) resmi, aleni ve ayrımcılık uygulanırdı. Örneğin onlara ayrı bir vergi sistemi konur, çeşitli kamusal haklardan yararlanmaları engellenir, mahkemelerde farklı bir muameleye tabi tutulurlardı. Buna karşılık askerlik gibi Müslüman erkekler için zorunlu kimi yükümlülüklerden muaf tutulurlardı.
17.yy’dan sonra hızla çöküş sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu, çöküşünü durdurabilmek maksadıyla 18.yy’dan itibaren çareyi reformlara ve açılım politikalarına sarılmakta aradı. Bu arayışlar sonucunda yüzünü Batıya dönen Osmanlı gayr-i Müslim azınlıklara uyguladığı ayrımcı politikalarını esnetmek zorunda kaldı.
1789 Fransız Devrimi’nin etkisiyle ulusal bağımsızlık mücadeleleri yaygınlaşınca, Balkanlardaki Hristiyan uluslarda Osmanlıdan bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Bu kopuşlarla birlikte, yüzyıllardan beri ötekileştirilen halklara dönük kin ve nefret aleni bir öteki düşmanlığına döndü. Özellikle de Rum vatandaş- lara mensup insanlara türlü yakıştırmalar yapılarak bu insanlar alenen aşağılanır.
1915 yılında Ermeni halkına uygulanan jenosit ve tehcir bu yüzyılı lekeleyen, kirleten en büyük felaketlerden, katastrofilerden biridir. ‘Halife’ adına yayımlanan saçma sapan fetvalarla binlerce yıldır tüm ötekileştiren politikalara rağmen iç içe kardeşçe yaşayan halklar birbirlerine kırdırılır, düşmanlaştırılırlar.
Benzer şekilde Süryani, Keldani uluslarına mensup insanlar da adına Seyfo (kılıç) denilen çok kanlı katliam ve soykırımlardan geçirildiler
Tüm bu yapılanların hedefi zanaatkâr, tüccar ve sanatçı olan bu halkların zenginliklerine el koymak, faşist bir ulus devlet inşasına giden yolda toplumu tek tipleştirerek homojenize etmektir.
İmparatorluğun kokuşmuş bakiyesi üzerinde üstten bir dönüşümle, saltanattan cumhuriyete evirildiğinde devlet, gayr-i Müslümlerin durumunda hiçbir iyileşme ve düzeltme yapmadı.
Jenosit, katliam ve kırımların dehşetengiz çemberini bir türlü yaramayan Rum, Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi ve bugün belki artık adlarını bile hatırlayamadığımız farklı topluluklar çareyi dünyanın dört bir yanına savrularak göç etmekte buldular. Diaspora gerçekliği soykırımların ispatı olarak, yaşadığımız medeniyetler sofrasına sürülmüş bir lekedir maalesef
Kim Kılıç Artığı?
Kılıç artığı Müslümanlarca ele geçirilen bir ülkede yaşamları bağışlanmış olan insanlara denilse de, Türkiye’de azınlıklardan geriye kalanlara yapılan yakıştırma da kılıç artığı tanımıdır. Doğrusu soykırım ya da diasporadan kalanlar demek olur. Hayatta kalanlar bağışlananlar değil, bir şekil hayatta kalmayı başaranlardı. Bu bir avuç insan da sistematik bir baskı ve ötekileştirme siyaseti altında yaşam savaşı verdiler. Oysa Türkiye onlarında vatanıydı.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 1940 yılında çıkardığı bir yasayla gayr-i Müslüm yurttaşlarını “varlık vergisi” adı altında vahşi ve talancı bir vergilendirmeye tabi tutarak soyup soğana çevirir. Bu yolla esnaf ve sermayedarlar iflas ettirilerek ağır bir borç yükümlülüğü altına sokulur. Tüm mal varlıklarına el konulduğu halde hala borçlu gözüken insanlar Erzurum’daki Aşkale çalışma kamplarında köle gibi çalıştırılarak bedenen de tasfiye sürecine alınır.
6-7 Eylül 1955’te ise daha sonra en yetkili ağızların gururlanarak itiraf ettikleri bir Gladio operasyonuyla günümüz DAİŞ çetelerine taş çıkartır bir vahşet örneği sergilenmiştir. Sokaklara salınan çete güruhları marifetiyle, başta İstanbul olmak üzere belli yerlerdeki Rum ve diğer gayr-i Müslim insanların evleri, işyerleri basılır. İnsanlar katledilir, kadınlara tecavüz edilir, evler, iş yerleri yağmalanır, talan edilir.
Günümüz Türkiye’sinde gayr-i Müslüm azınlıklardan geriye çok az insan kaldı. Soykırımların üzerinden yüz yılı aşkın süre geçse de Türk Gladio’su hala tek tipleştirme operasyonunu başaramadığını düşündüğünden olacak ki bu halklara hala sistemli yok etme politikası uygulanmaktadır. Sistemli toplumsal baskıyı bir tarafta bıraksak bile Trabzon’da Rahip Santoro ve İstanbul’un göbeğinde sevgili Hrant’ın güpegündüz katledilmesi anılan zihniyetin icraatlarına sadece bir-iki örnektir.
Geçmişten günümüze azınlık halklara, Kürtlere, Alevilere uygulanan vahşet, katliam, soykırım bugünde karanlık güçlerin taşeronu konumundaki DAİŞ çeteleri tarafından çapulcu Moğol sürüleri gibi istila ettikleri tüm yerlerdeki Hristiyan ve Ezidi halklarına mensup insanları katlediyor, kadınları köle pazarlarında satışa sunuyor ve daha burada sıralamak istemediğimiz değişik icraatlar da alçaklıkta, bayağılıkta sınır tanımıyor. DAİŞ zihniyeti ülkemizde de daha da canlanarak faalleşiyor. Tüm farklı inanç grupları ve cinsel kimlikler fiili bir faşist tehdit altında yeni yıkım ve kırımlarla yüz yüze. Özellikle de kadınlar nereden yürüyeceğine, nasıl giyineceğine kadar tamamen bu çapulcu zihniyetin insafına ve keyfi anlayışına terk edilmek istenmektedir.
Peki, böylesi zorlu bir ortamda zaten ağır bir ötekileştirme politikasının objeleri haline getirilmeye çalışılan gayr-i Müslim azınlıklara mensup insanlarda yeni “fetih” hareketinin yansımaları nasıl olacak?
Tekçi zihniyet, tek tekli teranelerle Kürtlere karşı her türlü baskıyı uygularken ve Kürtler bunun karşısında direnirken, aynı zihniyetin faşist uygulamaları diğer etnik ve dinsel grupları tedirgin etmiyor mu? Yine soykırım ve göçe mi zorlanacak bu insanlar? Boyun mu eğilecek, kabul mü görülecek?
Asla… Olması gereken tekçi, ırkçı, faşist zihniyetlere karşı gelerek direnme ve başkaldırı kültürünü uygulamak ve halklar arası eşitliği benimsemektir.
Dersim Belediyesi’nde başlatılan nöbete katılan yurttaşlar, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diyerek irade gaspına…
Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında olduğu…
Dersim Belediyesi'nde başlatılan nöbet eyleminde eşbaşkanlar, kararın kayyım hazırlığı olduğunu belirterek mücadele çağrısı yaptı. Dersim'de…
Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e 6 yıl 3'er ay…
Elâzığ’da 32 yaşındaki Burcu Demir’i 8 Şubat’ta katleden Uzman Çavuş Murat Coşansel’in yargılandığı davanın 4.…
Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 15. Bölge Müdürlüğüne bağlı Tunceli Şubesi ekipleri, il genelinde…