Asil Benler

Tezeneye Değen Milliyetçilik, Söze Bulaşan İnkar ve Kürt Aleviliği

Erdal Erzincan’ın “Alevilerin ibadet dili Türkçedir” yönünde ki sözleri ile başlayan tartışmalar sürüyor. Bu sözlerin Kürt sorununa demokratik çözüm bulma arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde söylenmesi haklı olarak “neden şimdi?” sorusunu akla getirmekle beraber, sonrasında oluşan gündem ve tartışmaların da Alevi toplumu için ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu güçlü bir şekilde tekrardan gün yüzüne çıktı. Bu konuda en önemli ölçüt ise Alevi edep-erkânı çerçevesinde kalabilmek. Kürt Alevi toplumunun tarihsel gerçekliğiyle dile getirilen eleştirilerin Erdal Erzincan tarafından “ırkçılık, Kürtçülük vb.” tanımlarla değerlendirilmesi ne kadar kabul edilebilir değilse, Erdal Erzincan’a yönelik sarf edilen küfür ve hakaretler de kabul edilebilir değildir.

Bu tartışma şöyle bir gerçeği bir kez daha görünür kıldı; Aleviliğin değil ama, Alevilerin bir milliyetçilik sorunu var. Aleviliğin değil ama, Alevilerin içsel olarak bir Kürt sorunu var!

Ulusal sorunların mevzu bahis edildiği hemen her yerde Alevi öğretisinin en temel değerlerinden biri olan “72 millete bir bakarız” deyimi haklı olarak devreye girer. Doğru olanı da bu, çünkü Alevilik milliyetçiliklere kapısını baştan kapatan ve cümle varlığı Hakk bütünselliği içerisinde gören bir inançtır. Bu doğru, ama “Aleviyim” diyenler için bu ilke geçerliliğini ne kadar sürdürüyor sorusu cevaplandırılmayı bekleyen bir yerde duruyor.

Öncelikle tekçi Alevilik okumalarının sonucu olarak dile gelen Erdal Erzincan’ın sözlerinin tarihsel hakikatle asla uyuşmadığını dile getirerek söze başlamak bir mecburiyet. Alevilik “ırkların değil, Kırkların yoludur.” Belirleyici olan Yolun Birliği ve Süreklerin Binbirliğidir. Birçok etnisiteye mensup toplumsal kesimler bu yola ikrar vermiş ve değer yaratmıştır. Örneğin Aleviliğin temel inanç, ritüel ve muhabbet kavramları büyük oranda Kürtçe lehçelerinden, daha sonra Farsça ve Arapça’dan oluşmaktadır. Pir, dem, cem, civat, gulbang, tembur, dar, tarik, çark-ı pervaz gibi kavramlar bunlardan yalnızca bazıları. Kavramlar oluş zamanının mana ve tarihselliğini taşır.

Bugün ismine Alevilik dediğimiz inanç toplumsallığının tarih içerisinde ki izleği net bir şekilde Aryen kökenli ve Mezepotamyalıdır. Hewreman ve Kirmanşah gibi bölgelerde yaşayan Yarsan, Ehli Heq gibi topluluklar bu gerçeğin izlerini güçlü bir şekilde günümüzde de yansıtır. Alevi inancının Türk boylarının Anadolu’ya gelme sürecinden çok daha arkaik olan tarihsel bir süreci vardır. Aleviliğe en son ikrar veren etnisitenin Türkmenler olduğunu söylemek bu açıdan abartı olmayacaktır.

Dolayısıyla Erdal Erzincan’ın “yolu Türkmenler kurmuş, şekillendirmiş sonradan diğer halklara yayılmış..” yönünde ki izahları tarihsel gerçeklerle kökten uyumsuzdur. Bu verilerin yanında Türk üst tabakasının İslam Halifeliği ile kurduğu askeri ittifaka rağmen, Türkmen topluluklarının Alevi yoluna ikrar verip, halk ozanlığı ve hak mücadelesi bağlamında asla göz ardı edilemeyecek önemde büyük değerler yaratan bir tarihsel gerçekliği de vardır.

Meselemiz Aleviliği etnisitelerin sınırlarına hapsetmek değildir. Alevilik günün sonunda itikadi açıdan çeşitli halkların benimseyerek sürdürdüğü bir Hakk Yoludur. Fakat günümüz koşullarında uluslar çağını(temkinli kullanarak) yaşadığımız gerçekliğiyle de yeniden yorumlanması gereken boyutları vardır. Evet Kürt Alevi de vardır, Türk, Arap, Arnavut vb Alevilerde vardır. Alevilik bir inançtır ve her etnisite bu inancın temel direği olan Yol felsefesini esas alarak kendi kültürel anlam ve dil dünyası ile bütünleştirebilir. Sorun burada başlıyor. Kürt, inkar koşullarında Kürt olarak yaşayamadığı gibi, aynı şekilde Kürt olarak Alevi inancını yaşamasına da müdahale gelişiyorsa, bu durumu kabullenmemek Hak olandır. Hak olanı söylemek ise Alevice bir duruştur. Bu açıdan yürütülen tartışmaları dikkatle takip etmekle beraber söz kurmak ve katkı sunmakta önemli olmakta.

Kürt Aleviliğinin; özgün bir sürek olarak Rêya Heq süreğinin, asimilasyon bağlamında yaşadığı büyük darbeleri öncelikle sadece Cumhuriyet dönemiyle başlatmak gerçeğin önemli bir boyutunu gözden kaçırmayı beraberinde getirir. Bir köşe yazısında tarih konusunu enine boyuna işlemenin imkansızlığına rağmen bazı önemli noktalara kısaca değinmekte fayda var.

Öncelikle neden Kürtçe kayıtlar az?

Bu geleneğin darbelenme sürecinin tarihi bir hayli eskidir. Devletçi uygarlığın Nehak bir düzen olarak ortaya çıkışından, semavî dinlerle karşılaşmasına ve oradan devamla günümüze dek işleyen bir süreç söz konusu. Daha yakın bir zamandan örnek verecek olursak, iktidar İslam’ının yayılmacılığıyla başlayan saldırılar bu geleneğe büyük zararlar vermiştir. Toplumsal bellek bu durumu şiir yoluyla dile getirilmiştir. Aslı Kürtçe olan dizelerde bu yayılmacılık, “Hürmüzgahlar viran oldu, ateşler söndü. Büyük büyükler saklandılar. Sitemkar Araplar, her tarafı harab ettiler. Hatta Şehrizor’a yerleştiler. Kadınları, kızları esir götürdüler. Azad erkekleri kana boyadılar. Zerdeşt’in ayini sahipsiz kaldı. Hürmüz kimseye yardım etmedi.” denilerek işlenir. Bu dizelerde dile gelen feryad, günümüz ifadesiyle Aleviliğin Kurdî belleğinin tarihsel köklerine yönelik geliştirilen müdahalelerin kapsamını genişletir. Kütüphaneler yakılmış ve gathalar/gotinler yok edilmiştir..

Devam eden süreçte Kürtlerin yaşam alanlarında kurulan Bizans, Arap, Fars, Türk imparatorluk ve devletlerinin saray ve devlet dili şeklinde resmi açıdan egemen kılınan dilleri kullandığı, bu durumunda Kürtçeyi gölgelediği, birçok Kürtçe üretimin kayıtlara geçirilmediği ve belli oranda Kürt aydın ve ozanlarının da anadilleri yerine bu dillerde üretimde bulunmayı tercih ettiği bir gerçek. Ehmedê Xanî’nin henüz daha 17.yy da bu konuda eleştirileri ve sitemleri mevcuttur. Aynı durumun benzeri Osmanlı imparatorluğunun elit sınıfları içinde geçerli. Edebiyat dili olarak Farsçayı kullandıkları biliniyor.

Doğal olarak Kürt gerçekliğinin genel durumunun özelde Kürt Aleviliğine yansımaması düşünülemez. Bu yüzden başlangıç olarak, oluşmuş dil hegemonyası karşısında gelişen konumlanmaları doğru değerlendirmek gerekir. Bugün yürütülen tartışmalarda kayıt ve belge isteyenlerin, meseleye devlet dışı toplum gerçeği ile yaklaşmaları meselenin özünüm önemli oranda anlaşılmasını sağlayacak bir veridir. Doğal toplumsal normlarla yaşamaya devam eden halklar kayıt ve belgeden çok SÖZ oluştururlar. Bu kutsal kitap kültündense, sözü ve nefesi esas alan Alevilikle de gayet uyumludur.

Öte yandan Rêya Heq coğrafyası, özellikle 15. ve 16. Yüzyıllarda Safevi devletinin Batı’ya yayılma, Osmanlı devletinin ise tersinden Doğu’ya yayılma politikalarının ana hedefi haline gelmiş bir coğrafya olmuştur. Her iki devlet de günümüzdeki ifadesiyle emperyal hülyalarını gerçekleştirmek adına Rêya Heq toplumu ile çeşitli düzeylerde temas etmiştir. Osmanlı devleti denetimine aldığı Bektaşi dergahı aracılığıyla, Safevi devletinin ise Erdebil ocağının yarattığı manevi gücün etkisiyle kıskaçlarına alarak kendi tarafgilliğine çekmek istediği bir toplumdan bahsediyoruz. En bilinen örnekler olarak Şah İsmail’in Alevi ocaklarına davet göndererek Erzincan’da gerçekleştirdiği kurultay ve Bektaşi postnişinlerinin bir Osmanlı politikası dahilinde Rêya Heq ocaklarıyla temas etme girişimleri gösterilebilir.

Bu süreçlerin bugün Alevi olarak tanımladığımız toplulukları birkaç kez böldüğü ve binbir sürek olarak ifade bulan çeşitliliğinde dilde, ritüelde ve yola dair herşey de darbe yediğini unutmamak lazım. Osmanlı ve Safevilerden alınan resmi kabuller, Bektaşiliği ve Erdebil ocağını güç dengesinin göreceliliği ile ortodoks konuma çekti. Bu konumlanma deyişlerden ritüellere kadar birçok içeriği sistematik olarak tekleştirmeye doğru sürükledi. Dönemin ozan geleneğinin daha çok bu iki merkezi esas alarak üretimde bulunduğunu unutmayalım. Şah ve Hünkar kültü bu dönemin dizelerinde baskın vurgular olarak sürekli öne çıkar.

İki imparatorluğun arasında kalarak adeta çarmıha gerilen Rêya Heq toplumu, hayatta kalabilmek adına kimi zaman Bektaşilik ve Erdebil merkezleri arasında meşruluk oluşturma arayışlarına yöneldi. Dersim merkezli kimi ocakların Bektaşiliğe bağlı olduklarını dile getirmelerinin alt yapısında böylesi bir gerçeklik vardır. Tüm bu süreçler içerisinde Rêya Heq süreği özellikle dağ kültü ve etno-dinsel bir sentez olarak inşa ettiği toplumsal kimliği sayesinde yok edilemedi, fakat büyük etkilenmeler yaşadı.

Halen Rêya Heq coğrafyasından, örneğin Dersim’in dağ köylerinden birinden Türkiye metropollerine gelen orta yaş üstü herhangi bir insanın “bizim köylerimizde yapılan cemlerde 12 hizmet yoktu, biz bu ritüelleri görmedik, bilmiyoruz” dediğini duyarız. Fakat merkezileşen Bektaşilik ve Erdebil ocağı ile erken dönemde temas eden ovalık bölgelerde bu ve benzeri ritüeller çok daha önceleri kullanılır hale gelmiştir. Dolayısıyla İmam Cafer Buyruğunun en çok Safevi-Osmanlı savaşlarının olduğu bu dönemde ocakzadelere dağıtıldığını hatırlayarak; mürşidlik ilişkisi yaratmaktan, secere düzenlemeleri ve erkânnamelere kadar birçok boyutun Bektaşilik ve Erdebil ocağının ikili kıskacı altında yeniden üretilerek tek tipleştirilmek istendiği asla atlanamayacak önemli bir ayrıntı olarak öne çıkmaktadır.

Her ne kadar Bektaşilik ve Erdebil ocağı etrafında gelişen inanç ve tarikat biçimlerine ne düzeyde Alevilik, bu merkezlerde konuşulan, deyişlerle ifadeye gelen dilin ne ölçüde Türkçe olduğu tartışmalı bir konu olsa da; iki merkezin Alevi-Kızılbaş süreklerini, Pir ve Ozanlarını etkisine aldığı bir gerçek. Bu etkilenmeye rağmen, kendi inancını “İtîqata Kirmancîye”(Kirmanç-Kürt ülkesinin itikatı) olarak tanımlayan ve kendi anadili ile cem bağlamaya, erkân yürütmeye ve jiyarlarla(ziyaret) çevrelediği doğaya Xızır’ın dili olarak nitelendirdiği Kürtçe lehçeleri ile dua etmeye ısrarla devam eden Raa/Rêya Heq süreğinin kendini özgün bir varoluş olarak koruyabildiği ise daha büyük bir gerçek. Raa/Rêya Heq süreğinin etno-dinsel bütünlüğü bu toplumsal sentezlemede mevcut ve bu süreklilik içerisinde tartışmasız bir hakikattir. 1960’lara kadar Kürtçe lehçelerinin dışında herhangi başka bir dil bileni çok az olan bir toplumun, kendi dilleri dışında başka bir dille ibadet ettiklerini varsaymak en hafif deyimle işin doğasına aykırı olur.

Yeni Tanrısallığın Ayetlerinden: “Kürt Yoktur, Alevilik Türklük İnancıdır”

Nietzsche’nin modernite döneminin toplumsal alt-üst oluşlarını çözümlerken vardığı çoklu sonuçlardan bir tanesi de “Tanrının öldüğüydü!” Bu cenaze ilanını fırsat bilen ulus devlet panteonu işe kendi tanrısallığını ilan ederek başladı. “Ölen tanrısallığın” teklik ifadelerinden feyz alan ulus devlet tanrısı, yeni “ol” buyruklarıyla toplumsal çeşitlilikleri yok eden tekçilikler dayattı. Türkiye koşullarında Türk-İslam ve Hanefi olmayan halklar ve inançlar bu buyruklara varoluşsal halleriyle uymadıkları için ağır bedeller ödediler.

Halkların ve inançların katliam süreçleri ile ödedikleri büyük bedeller, devamında yerini uzun döneme tekabül eden asimilasyon politikalarına bıraktı. Konumuzla bağlantılı olarak; ulus devlet tanrısı, resmi ideoloji üreten tapınaklarında yaratılan tezleri ileri sürerek “Kürt yoktur” diye buyuruyordu. Mehmed Uzun’un ifadesiyle “(..) ve bu bay Kürt yoktur diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?”

Kürt halkına yönelik geliştirilen inkar ve asimilasyon politikaları hayatın her alanına sirayet ettiği gibi, devletin Aleviliği tarif ve tariş etme biçimlerine de keskin bir şekilde girdi. Alevilik genel açıdan “sapkın inanç” olarak görülüp İslamcı politikalar ekseninde eritilmek istenirken, ulusal boyutta ise Türklüğe kazandıran faydacı bir alanda tutulmak istendi. Bizzat devlet politikası ve teşviğiyle Baha Said ve Hasan Reşit Tankut’tan, Fuat Köprülü, M.Şerif Fırat, Rıza Zelyut ve Yusuf Hallaçoğlu’na kadar uzanan bir yığın yazınsal ve sözel üretimle ‘Aleviliğin bir Türklük inancı olduğuna ve Kürt’ten asla Alevi olunamayacağına’ dair inkar külliyatı oluşturuldu.

İlk elden önsel Aleviliğin Mezopotamya menşeili arkaik düşünsel zemini görünmez kılınarak her şeyi ile Anadolululaştırılır. Daha sonra Anadolu uygarlığının binlerce yıllık tarihsel birikimine, henüz bu topraklarda geliş aşaması itibariyle yeni sayılabilecek Türklüğün damgası vurulur. Kürt dili ve lehçelerinden oluşan Alevi inancının kavramlar seti öncelikle cılız vurgularla Farsçaya havale edilir ve daha sonra Türkçe’nin her nasıl yapılıyorsa her şeyi patentine alan asimilasyon ağına takılır. Kürt Alevilerin Rêya Heq, Yarsan, Kakai, Ehli Haq gibi sürekleri asla bahse konu yapılmaz. Aleviliğin tarihsel süreç içerisinde geçirdiği yeniden inşa süreçlerinin en belirleyici öncülerinden olan Ebu’l Vefa el-Kurdi’nin Kürt kimliği görünmez kılınır. Bava Tahir-i Uryan’dan Sey Qaji ve Alişer’e dek uzanan geniş edebi saha gözlerden uzak tutulur. Prof.Dr.Kadri Yıldırım yaptığı araştırmalar sonucunda 8. ve 9.yy’ları tarihleyerek “Kürt edebiyatı, Alevi bir edebiyat olarak doğdu” belirlemesiyle beraber 15 Kürt kadın şairin isimlerini belgeleriyle açıklaması üzerinde durulacak değerde dahi görülmez. Ama “7 Ulu Ozan” gibi tanımlamalar toplumsal tarihe uyumsuz olsa da baskın tanım olarak kabule zorlanır.

Bülent Ecevit’in vefatından sonra kendi özel kasasında bazı raporlar ortaya çıkar. Bu raporlar Maraş katliamının nasıl planlandığına dair bilgiler sunduğu gibi, aynı zamanda başka bir gerçekliği de belgeler. 1960 darbesi sonrasında hazırlanan bir istihbarat belgesi, Kürt Alevilerin asimilasyonunun önemine ve aşık ve ozanlarının Türkçe deyiş söylemeye zorlanmaları ve teşvikine dair bazı stratejik önermelerde bulunur. Bu raporun hazırlandığı dönemle paralel olarak Türkçe deyişlere radyolarda yer verilmeye başlanır. (2)

Öte yandan Kürt Alevilerin ikrar bağlılığı kurduğu ocakların merkezi olan Dersim’de büyük bir katliam yaşandığı ve oluşan tüm trajedilerin yanında bu ocakların tüm üretimlerinin de hedeflendiği unutulmamalıdır. Dersim’i kültürel ve inançsal olarak kesintiye uğratan katliam süreci, geçmişte oluşan hinterland gerçeği içerisinde yeni merkezler oluşturma arayışı yaratmıştır. Örneğin Elbistan’a bağlı Kantarma köyü bu merkezlerden biridir. Sinemilli Pirlerinin ikamet ettiği bu alan hakikatçi geleneğin çekim merkezi olan bir yer olarak öne çıkar. Mahsuni’den Arif Sağ’a kadar birçok kişi felsefik olduğu kadar beste ve söz bulma açısından da buradan beslenir. Fakat Sinemilli Pirlerinin Kürtçe deyişleri baskı, yasak ve inkar politikalarının huzurunda gün yüzüne çıkarılmaz.

Kürt Alevi toplumunun inkar, asimilasyon ve katliam süreçleri sonucunda bastırılan kültürel varlığı, kendisini iki kez gizleyerek yaşamak zorunda bulur. Bir Alevi olduğu için, iki Kürt olduğu için. Firik Dede ve babasının Dersimli Kirmanç cemaatleri arasında cem bağladığı için defalarca sürgün ve ceza hukukuna tabii tutulmasının hazin hikayesi bu konuda öğreticidir.

Alevi Halk Ozanlığı

Alevilerin sazla olan ilişkisi kadimden bu yana birbirini sürekli olarak besleyen dinamik bir bağ oluşturmuştur. Bu bağ, değiştirilemez ve sorgulanamaz kabulünden katı dinsel dogmalar oluşturan kutsal kitaplar geleneğinin aksine; tasavvufi ve batıni açıdan akışkan bir düzlem yaratıp, yeni toplumsal koşulların yeni yorumlarına kavuşarak Aleviliğin bilgi felsefesini her daim tekrardan üretmiştir. Bu gerçeklik sazı “telli Kur’an” olarak nitelendirmeyi beraberinde getirmiştir. Saza eşlik eden nefes, deyiş, beyit ve klamlar Aleviliğin donuk bir akıl olarak kalmasını engellemekle beraber, aynı zamanda dünyayı, kozmogoniyi, teolojiyi ve toplumu yorumlama gücü yaratıp, devamında kuşak aktarımını sağlayan bir köprü rolü de oynamıştır.

Alevi ozan geleneği ifade edilen bu rolün en güçlü ifadesi olarak açığa çıkmış ve bir bedelgah nişanesi olarak günümüze kadar kendini taşımıştır. Ozan geleneği verili düzenin yarattığı bilgi tahakkümlerinin her daim karşısında durmuş, hakkı olanı almaya yönelik gelişen toplumsal mücadelelerden yana taraf olmuş ve sanatsal ve felsefik açıdan üretimleri ile organik aydın olarak konumlanmıştır. Pir Sultan Abdal ve Nesimi’nin dile getirdikleri her kelamda ifade bulan kendi olmaktan vazgeçmektense serden vazgeçme yönünde ki iradi tutum bu açıdan Ozan geleneğinin en temel ölçülerinden biridir. Ozan geleneği padişahın, kralın, başkanın veya herhangi bir devletlünün kulağına göre değil, HAKK’tan gelen kelâmların temsil yüküyle nefeslerini üretmiştir.

Bu geleneği devam ettirme iddaası kuşkusuz kişiye sorumluluklar yüklemektedir. Verili bilgiyi sorgulamak, üzerine resmi mühürler vurularak yürürlüğe konulan anlatıları şüpheyle karşılamak ve tüm bu çerçevenin dışında hakikati başka yerde aramak bu sorumluluklardan en önde gelenidir. Yukarıda dile getirildiği gibi, kutsal yazınların aksine saz ve sözün ikrarıyla yürüyen kültürel damar bunu zorunlu kılmaktadır.

Dönemlerine göre “maskeli tanrılar ve örtük krallar çağının” despotizmine karşı söz ve eylem hattını sanatı yetkin bir şekilde kullanarak kuran Ozan geleneği, yeni maskesiz ulus devlet tanrılarının buyruklarına karşı da sorgulayıcı ve itiraz eden alanlara dair davetiye çıkarır. Burada aranan nitelik güzel saz çalma ve güzel sesten çok daha ötedir.

Sonuç olarak;

Resmi ideolojinin çarpıtılmış ve tamamıyla Türk uluslaşmasının yedeğine indirgenmiş bir Alevilik yaratmak için neler yaptığını az çok işlemeye çalıştık. Koçgiri ve Dersim’den başlayarak devam eden katliam süreçlerini toplumsal yansımaları ile işlemekte tüm bu argümanları daha da somutlaştıracaktır. Dersim katliamında ocak evlatlarının ya sürgün edildiği ya da birçoğunun katledildiği, Sekasur’da 24 ocak evladının yakıldığı ve devamında sonuç olarak ocak sisteminin onarılması çok zor olan darbeler yediği unutulmamalıdır. Deyim yerindeyse tarihsel olarak nefes almasına dahi izin verilmeyen bir toplumu, bugün kayıtlı eserleri çok az diye teori alanlarının konforlu minderlerine yaslanarak değerlendirme konusu yapmak en naif değimle beyaz adam gamsızlığı olur.

Tüm bu sürecin üzerine egemen eliyle inşa edilen çarpıtılmış ve uluslaştırılmış Aleviliği olduğu gibi kabul ederek, “gelenek böyle” diye izah etmek ise baştan Alevi vicdanından uzaklaşmak olacaktır.

Alevilerin bir milliyetçilik ve bir Kürt sorunu var diye başladık sözlerimize. Solun, ekoloji, emek ve kadın mücadelesinin, Müslümanların, demokrasinin ve benzer tüm kulvarların içsel boyutuna sızan Kürt inkarına dayalı sorunsallık Aleviler içerisinde de mevcuttur. Bu durum konuşulmaktan sürekli olarak çekinilen bir durumdur. Adı konulduğu an tıpkı güncelde Erdal Erzincan’ın yaptığı gibi “72 millete bir bakarız” argümanı örtü olarak kullanılır.

Bugün Erdal Erzincan ve Sabahat Akkiraz şahsında yukarıda aktarılan tüm asimilasyon ve inkar politikalarına dayalı tarihsel arka plan atlanarak, ulus devlet tanrısallığının ayetleri farklı formlara büründürülerek hatmedildi. “Alevilerin ibadet dili Türkçedir, Yol’u Türkmenler kurdu diğer halklara yayıldı, Yedi Ulu Ozan Türk’tür” vb gibi vurgular bir anda haklı itirazlarla karşılaştı ve gündem oldu.

Elbette mesele iki kişiden ibaret bir sorun değil. Baha Saidlerden bu yana atılan tohumlar meyve veriyor. Bir Türklük paradigması eşliğinde resmi tarih oluşturulmuş. Kürt, Kürtlüğüyle Alevi de olamıyor. Artık Kürt sorununu sadece dışsal bir olay olarak değil, içsel boyutlarıyla da tartışmak kaçınılmaz olmuştur. Böylesi bir zihin dünyası dıştan dayatılan normlarla Aleviler içerisinde inşa edildi.

Kürt Alevi tanımlamasının geçtiği her yerde tarihte olumsuz pratiklerle anılan birkaç Kürt şahısın ismi yüksek sesle dile getirilerek, “bunlar Kürt’tü, Alevi’den Kürt olmaz” argümanları işlenir her daim. Meseleyi bu kurgudan ele almak kadar basit bir şey yok tabi ki. Örneğin bu kurgu hiçbir zaman tarihte ki bütün Alevi katliamlarının emrini verenlerin, bizzat Alevileri kuyulara atanların, Madımak’ta diri diri yakanların etnik kökenini hiç tartışmaya dahi açmaz. Yine de bu kurguya düşmemek önemli..

Alevilerin Türk milliyetçiliğinin ağına takılması sadece Kürtlere yönelik inkar üretmedi. Aynı şekilde Arap Alevileri de payını aldı. En çok cenaze erkânlarında açığa çıkan karşıtlık, yoğun bir şekilde Arapçaya yöneltildi. İslamcı öğe ve sembolleri erkânlarında olmaması gerektiğini haklı olarak dile getirmek isteyenler, çoğunlukla milliyetçi ufkun gözleri körelten zehriyle Arap karşıtlığı yapar bir pozisyona düştüler. Sonra devamı geldi, “erkânlarımız Arapça değil, Alevice olmalı.” Peki Arap Alevilerin erkânları? Bir ön kabul olarak her yerde Alevice diye tanımlanan lisan bir anda Türkçeyle eşitlenir oldu.

Kürt inkarının saldırganlığı daha üst boyutlara varır. Kürt Aleviler olarak kendini tanıtanların, Kürtçe konuşanların, aslında asimile olmuş Türkmenler olduğu yazılır, çizilir. Kürtlerin hangi tarihte yaşadıkları coğrafya da egemen olduğu ve kendi dilini başka halklara zorla dayattığını ise açıklama ihtiyacı dahi duymazlar. Bu söylem tıkandığı vakit Kürt Aleviler bir anda takkiye yapmış Ermeniler oluverir. Herşey olurlar ama bir türlü Kürt olamazlar.

Evet, bu söylemler sadece birkaç kişinin öznel düşünceleri değil, bir sistemin yaydığı ve birçoklarının inandığı bir yerde duruyor. Bu milliyetçilik Kürtçe, Arapça, Arnavutça konuşan Alevileri, Alevi olarak saymamakta ve bu toplumların değerlerinin Alevilikle yan yana geldiği her yerde tahammülsüzce davranmaktadır.

“72 millete bir bakıyoruz” sözü Alevi değerlerinden uzaklaştırılarak, ulus devletçi kodların alanına çekilmiş ve “bakan ama bir görmeyen” düzleme indirgenmiştir. Yani “bakmak” ama devamında kendisini biricik görmek gibi bir anlayış. Dil, din, ırk fark etmeksizin herkes yasalar önünde eşittir dedikten sonra, vatandaşlık bağı olan herkesi Türklük potasında gören yaklaşımının başka bir versiyonu.

Bu yüzden Aleviliğe yönelik asimilasyonu egemen din dayatmaları üzerinden okumak kadar, ulus devletçi kodlar üzerinden ele almak da kaçınılmazdır. Aleviliği savunmak için, zaman kaybetmeksizin yeniden Alevi olmak gerekiyor..

Bknz:

Dersim Gazetesi

Recent Posts

Serweşîyê-Sersaxî-Başsağlığı

Serba merdayîna lacê dedê îdarekarê komela ma Sabri Aslanî Mustafa Xıroli rê ramete wazenimi. Mıstafa…

8 saat ago

Meclis komisyonu 2 Ekim’de hukuk örgütlerini dinleyecek

‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ 2 Ekim’de yapacağı 13’üncü toplantısında hukuk örgütlerini dinleyecek Kürt…

1 gün ago

Aleviler İçin Uydurulan “Yedi Ulu Ozan” Bağlamında, Osmanlıdan Maaş Alan Fuzûlî

1990’lı yılların başlarından itibaren Alevi ve Bektaşi toplumunun örgütlenmesiyle birlikte bir çok yazılı kaynak da…

1 gün ago

Cağ Kebabı Tarifi ve Et Seçimi

Cağ kebabı, Erzurum’un yöresel ve meşhur lezzetlerinden biridir. İnce dilimlenmiş kuzu etinin özel şişlerde pişirilmesiyle…

4 gün ago

Bir saatlik yürüyüşle kaç kalori yakılır?

Fiziksel aktivitenin en kolay ve en erişilebilir şekillerinden biri olan yürüyüş, kalori yakımı için de…

4 gün ago

Amedspor’a Kürtçe göğüs sponsoru cezası

Amedspor,daha önce TFF'nin onayladığı göğüs sponsorunda yazan Kürtçe "Koma me bona we", "Grubumuz sizin için"…

4 gün ago