Depremin fay hattındaki, canların bağlama hattı üzerine

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

6 Şubat tarihinde Maraş merkezli gerçekleşen deprem sonrasında ortaya çıkan acı gerçekler, toplumun tüm katmanlarında derin izler bıraktı. Kendi çabasıyla enkaz altında kurtulanlar, yaralı çıkarılanlar ve ölüme ansızın yakalananların hikayeleri artık silinmezcesine hafızalarımıza kazındı.

Bu konudaki duygularımızı ne kadar yazsak, kelimelerin o kadar kifayetsiz kalacağını biliyoruz. Bir diğer özel konu ise bu depremin yarattığı fay hattının coğrafi konumu, enkazın altında kameralara yansıyan sazlar (bağlama), adeta zihinlerimizin akordunu bozdu.

Çok ilginçtir! Bilmem dikkat ettiniz mi? Bu depremin fay hattı, aynı zamanda saz (bağlama) çalan Canların yaşadığı coğrafi hatta işaret etmektedir. Yani yoğun bir Alevi nüfusunun da bu fay hattı üzerinde yaşadığı ve dolayısıyla bu tufanda etkilendiği görülmektedir. Zira bir çok evin enkazı altında açığa çıkan bağlamalar (saz), bu hakikati bize anlatmaktadır.

Deprem fay hattında yaşayan ve sazlarına nefes veren canlar; “Cahildim dünyanın rengine kandım, hayale aldandım boşuna yandım, seni ilelebet benimsin sandım..” diyen bozkırın tezenesi Neşet Babanın (1938-2012); bu hazin ezgisini, kim bilir kaç defa terennüm ettiler. Belki de o gece bile, bu zelzeleye tutulmadan önce, kim bilir kaç hanede bu sözler dile geldi? Kim bilir!

                                                                                                                                                     Deprem fay hattı

Ben bu makalemde “depremin fay hattı” ile “bağlamanın fay hattı” üzerinde kısaca bir ironi yapmak istiyorum. Dahası sizleri; deprem fay hattının üzerinde ortaya çıkan enkazın altında kalan saz < tembur < bağlama ile alakalı tarihsel bir gezintiye götürmek istiyorum. Bunu da; Alevi filozoflarının, ozanlarının dilinden seslenerek farklı bir bakış açısıyla ele almak istedim. Başlayalım!

                                                                                                                                              Bağlamanın nefes hattı

Derler ki; Taptuk Emre güzel saz çalarmış ve Yunus da sırf bu yüzden Taptuk’a bağlanmış, dergahına odun taşımaya razı olmuş… Belki de doğrudur! Güzel saz çalanın yanında kim oturmaz ve huşu içerisinde onu, kim dinlemez ki? Eskiden eli kalem tutanlar çok azdı. Fakat eli saz < bağlama tutanlar bir hayli çoktu. Ve onlar; duygularını saz ile tarihin kulağına küpe ederlerdi. Bu sözler, kar suyu misali kulaktan kulağa sızardı. Gönüller şad olur, zihinle açılırdı.

Türkçede adına saz dediğimiz, Kürtçedeki tembur; görünüm ve işlevi açısında sadece bir müzik aleti, bir çalgı değildir. Aslında o, büyük bir ormanın hanelere sığdırılmış renkli bir yansımasıdır. Ona dokunan; onu yetiştiren toprağa secde eder. Ona dokunan, yani toprağı kutsar. O toprak ki; bütün canlıların varıdır. Yani o; vardan var olandır.

Duvarda asılan saza dokunan, önce elini yıkar.  Eline aldığında ise gövdesini öper ve usulca alnına sürer. Göğsüne göz atar, eşiğini kontrol eder. Tellerini sayar ve kukalarına bakar. Dahası, usta bir ozan; sazına < bağlamasına şeş cihette bakar. Bu vesileyle saz tutan eller, asla dert görmezler! Bundandır; kendisine “telli Kur’an” demişler. Şimdiye kadar nice filozoflar onun üzerine en güzel sözlerden nakışlar dizilmişler.

Ancak buna karşın, ona dokunamayan softalar; onun ne mene bir “şeytan işi (!)” olduğu hakkında, sürekli fetvalar verilmişler. Onu, bir suç unsuru olarak görmüşler. Ama o; yine de ocaklı hanelerin, dergahların duvarlarında kutsal bir metin gibi hep asılı kalmıştır. Ve fakat bu son depremle birlikte yıkılan evlerin, sönen ocakların enkazı altında kalarak, bu haliyle bile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Çağlar ötesinde çağırarak, yedi iklim, çar köşeye sesini duyuran filozoflarımız; saz < tembur için bakınız neler demişler? Şimdi de bu konuyla alakalı bazı köşe taşlarına temas edelim:

On altıncı yüzyılda Şah İsmail (Şah Hatayi), belki de İran’ın Erdebil’inde, onu öyle bir mertebeye çıkarmış ki; hakikat ilminin bir kelamı, nefesi olarak telaki etmiştir.

Bugün ele almaz oldum ben sazım
Arşa direk direk çıkar avazım
Dört şey vardır bir karındaşa lazım
Bir ilim, bir kelam, bir nefes, bir saz

Bu mesajı, ta Sivas’ta duyan Pir Sultan (16.yy), yerinde sakin durur mu? Sanki günümüzdeki depremi de hissedercesine, enkazı görürcesine, Sivas’ın soğuğunda titrercesine şöyle seslenmiş:

Sivas ellerinde sazım çalınır,
Kor yürekler bölük bölük bölünür.
Dosttan ayrılmışam bağrım delinir,
Kâtip arzu halim yaz Şaha böyle.

Demesine demiş ama, yine de hızını alamamış ve sanki yetmezmiş gibi bu defa da günümüzdeki bozuk düzene de bir yollama yaparak, şunları eklemiş:

Elim varmaz güllerini dermeye
Dilim tutmaz hasta hâlin sormaya
Dört kitabın manasını bilmeye
Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk
Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk!

Bu ne sarsıcı bir kelamdır, bu ne çağları aşan etkili bir sözdür ki; sanki yaralarımıza tuz basarız da canımız acımaz ya, işte onun gibi bir şey! Öyle değil mi?

Saza, cana ve dahası aydınlığa karşı olanlara, 16.yüzyılda seslenmiş Muhuddin Abdal! Ve hem de onları çıldırtırcasına bakınız neler demiş:

Doğruya nazar eyleriz

Biz eğri nazar bilmeyiz

Nakd ile pazar eyleriz

Veresi pazar bilmeyiz

Sazımızı ele aldık

Namusu deryaya saldık

Aşk ile meydana geldik

Zincir ile dar bilmeyiz!

Kayseri Sarız ilçesinin, Kırkısrak köyünde Derviş Ruhullah’ı (1885d.), belki de çoğumuz bilmeyiz! Ama gelin görün ki; hepimizden habersiz Kırkısrak’tan, Bağdat’daki Mansur’a bir demet niyaz yollamış, “Enel Hakk”a sazı ile semahla yürümüş ve demiş ki;

Niyaz ehlindeyiz zannetme zâhit
Meşhur-i cihandır nazımız bizim
Sözümüz mutlaka canana ait
Enel-Hakk çağırır sazımız bizim! Nasıl ama? Hak eyvallah!

Depremin pimini çeken Maraş hattında, Göksun diyarında avaz avaz haykırmış Âşık Hüdai (1940-2001); meğerse saza meyledenlere iki çift sözü, nasihati olmuş: Bunu hepiniz bilirsiniz!

Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun ne gülü incit,

Bekle dost kapısın sadık dost isen
Gönüller tamir et ehli dil isen
Sevda sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit!

Enkaz altında sazlarıyla kalan ol gül yüzlü canlar; bu nasihati kulaklarına küpe edenlerdendiler. Lakin onlar, aşkın sazını çalan, perdeye-tele incitmeden dokunanlardı.

Malatya’nın Hekimhan ilçesinden, bu dar günümüzü görerek ayağa kalkıp, seslenen Melüli Baba (1892-1989); kim bilir kaç felaket gördü bu dünyada? Kaç tufan yaşadı ve canına tak etti ki; dile geldi:

Seksen bir afeti taştı her yana

Sel sesi duyuldu cem-i cihana

Kıydı nice mazlum masum insana

Çalındı her ilde bu matem sazı

Evet! “depremin fay hatı” üzerindeki “bağlamanın söz hattında” öyle sazlar çalındı ki; çatlayan sazların acı matemi, kaç tane Kerbela’ya değer, kim bilir?

Enkaz altında çıkarılan sazları boynu bükük görünce Aşık Çırakman (Hüseyin Çırakman, Hüseyni, d.1930); vaktiyle Çorum’da öyle bir dile gelmiş ki; yürekleri çatlatırcasına inlemekte;

Hüseyin’im söndü aşkım,

Avare geziyom şaşkın

Bugün sazım bana küskün

Ötsün diyom ötmüyor ki!

Evet; o gün bütün sazlar < bağlamalar bir anda sustu! Ötmez oldu!

Ağaca şekil veren ve onu tele, tezeneye çevirip nefese beden yapan saz işçisi Aşık İbreti babayı (Hıdır Gürel’i, 1920-1976) hepiniz iyi bilirsiniz! Dut ağacını, saza dönüştüren bu çağdaş filozofumuz, şöyle demiş:

Elimde dut dalı sazım.

Gerçeklere ayak tozum.

Sanma beni kitapsızım.

Canlı kitap özüm benim.

Sanma beni kitapsızım.

Canlı kitap özüm benim

19 ve 20. yüzyıllarda yaşayan Bektaşi ozanlarından Mihri Dede; bakınız saza karşı olanlara, “Sazda insan olmayı” hatırlatmış ve yan yana şu incileri dizmiş:

Gör ki Mihri Dede şimdi neyleyim,

Gerçek aşkı her yönüyle söyleyim,

Her türlü sefaya veda eyleyim.

Sazda ben bir insan olmağa geldim,

Serimi meydana koymağa geldim.

Kırşehirli Şemsi Yasıtman (1926-1995), Kırşehir de, elindeki sazına kem gözle bakanlara nasıl da haykırmış:

Diyorsun Saz çalmak günahtır gayet

İspat et Kuran’da kaçıncı ayet?

Biz de öğrenelim bulursan şayet

Sazımı kafama çal da öğüt ver

Yine depremin fayına dokunan Malatya yöresinin dilden dile dolaşan o isimsiz-anonim ezgisinde, bu günün acısı yarılan dağlara nasıl da anlatılmış. O da yetmemiş; Göze değen enkaz altındaki sazlara ağlayanlara da tercüman olmuş:

Dağlar size sözüm var
Dertli çalar sazım var
O yar sarmaz yaramı
Yüreğimde sızım var

Bülbül ağlar gül ağlar
Sazımdaki tel ağlar!

Doğru, o gün bülbül ağladı!

Çatlayan sazlar ağladı, insanlık ağladı.

Bu acıyı az da olsa hafifletmeye çalışan Kul Hüseyin (16.yy), enkaz altında kalan Canların, eli saz tutan nişanlıların diliyle sanki seslenmiş:

Ey şahin bakışlım, bülbül avazlım
Bir eli kadehlim, bir eli sazlım
İşte ben gidiyom, Kal ahu gözlüm

Ne sen beni unut, Ne de ben seni!

 

Sazlarıyla ayrı düşenler, tabi ki unutulmayacak, Elbette onların sazlarına sahip çıkılacak. Enkaz altında toplanan sazlar, elbette yeni sahiplerini bulacak! Yine Hüdai’nin nefesiyle titreyecek yürekler. Bütün sazlar; sözü ve özü birleyecek:

Duygular dönüştü söze

Yanık sevda işler öze

Dertli dertli vurup Saza

Tel ile öldürmen beni

Sivas, Şarkışla da Aşık Ali İzzet Özkan (1902-1981), sanki depremin haşmetiyle Sazların, bozulan akordunu görmüş ve öyle vurucu bir söz etmiş ki; hayret doğrusu!

Şu sazıma bir düzen ver

Tellerde muradın alsın

Gel beni bir tenhada gör

Dillerde muradın alsın

Atadan sürgün Dersim-Erzincanlı Aşık Daimi (İsmail Aydın, 1932-1983) sazıyla yaralar kendini, teliyle avlar yüreğini;

Daimi ah eder çeşmim çırağı,

Dostun muhabbeti, cennet otağı.

Ancak bu dünyada derdim ortağı,

Sazım figan eder, tel yarelenir!

Dedik ya; tarihsel süreci içerisinde enkaz altında gördüğümüz o bağlamaların üzerine ne çok güzellemeler yapılmış, ne methiyeler dizilmiştir. Mesela; Kim derdi ki; Bolu’da bir filozof zuhur edecek ve sazı bir “şeytan işi” olarak gören softalara karşı, Ona en yüksek perdeden methiyeler dizecek! Evet! Bolu doğumlu, Bektaşi Ozanlarından Aşık Dertli (1772-1846), Saz’ın anatomisini aynen şöyle anlatıyordu:

Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde

Venedik’ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde

Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde

İçinde mi dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde

Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde

Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde

Sonuç yerine;

Gelin son sözü; “gözü olup görmeyenlere, dili olup da hakikati söylemeyenlere, kulakları olup da gerçeği dinlemeyenlere ve aklı, aklı olup da zalimlere kiraya verenlere” karşı, gizleri keşfeden Sivaslı Veysel baba (1894-1973) söylesin! Ne dersiniz? Bence söylesin! Zira enkazda kalan canların geride bıraktıkları öksüz sazların dilinden, ancak Veysel babamız anlar. Anlayana aşk olsun!

Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lal olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi ahuzar etme

Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma

Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkar etme

Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan mı aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma

Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Geyin kara libas yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yar gelmezse yaraların elletme

Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma

Deprem Fay Hattında, bu tufanı yaşayan bütün cümle canlara; Xızır yar ve yardımcı olsun!

Hak ile kalın!

Kaynak: Resim  5: Necdet Kurt;  “Alevi Erkanında Zakir, bağlama” “IV. Uluslararası Alevilik Ve Bektaşilik Sempozyumu (18-20 Ekim 2018 Ankara) Bildiriler Kitabı.

Depremin fay hattındaki, canların bağlama hattı üzerine
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA