Dikkat: Alevileri Kundağa Sarıyorlar

Sparta, Antik Yunanın Lakonya (Mora yarımadası) bölgesinde kurulan bir şehir devletiydi. Sparta (MÖ. 900-192) anayasasında önemli bir madde yer alırdı. Buna göre kadınlar, bebek yapar, erkekler savaşırlar. Fakat Spartlar’da çocuklar, asla kundaklanmazdı. Çünkü çocukların savaşçı olmaları için elleri ayakları bağlanmaması gerekirdi. Kundak, bebeğin fiziki ve psikoloji gelişimi önünde büyük bir engeldi. Bebeğin ileriki yaşamında engelli olabileceği bile düşünülürdü.

Spartalara göre kundak; bebeğin zihinsel yeteneğini ortadan kaldırarak, düşün dünyasını zayıflatmaya neden olur. Buna karşın Atinalılar da, kundaklama vardı. Çok ilginçtir, savaş meydanında, hep Spartalılar kazanmışlardı. Avrupa’da ise bebeklerin, 17.yüzyıldan sonra  kundaklanması pratikte kaldırılmıştı. Ortadoğu toplumlarında ise bebeğin kundaklanması, eskisi kadar olmasa da, hala devam etmektedir.

“Toplum sözleşmesi” çalışmasıyla, modern siyasal düşüncenin gelişimine önemli katkılar sağlamış ahlak felsefecilerinden İsviçreli filozof Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)  ve Prusya kökenli Alman filozof Immanuel Kant (1724-1804), “kundak metaforunu” toplumsal aydınlanma için hep kullanmışlardı. Ne acıdır ki; bu çağımızda bile Alevi örgütlülüğünü yürütenler (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.) Ahlak felsefesinin bu kundak metaforundan, muhtemelen habersizdirler. Zira bu alanda konu üzerine yazılmış, ne bir makaleyi ve nede ki bir konuşmayı, -varsa da ben görmedim. Bir toplum için ne kadar üzücü bir durumdur bu, tahmin edersiniz!

“Rousseau, kundaklama geleneğini ironi olarak ele alıp metaforik bir eleştiri ile konuya yaklaşır. buna karşı çıkarak, “özü bozulmuş bir adet” olarak niteler. Annelerin kundaklama yaptığı ilk zamanlarda esas amaçları çocukları zarardan korumak iken, annelerin şımarıklığı ile sütannelerin bu işi üstlendiği dönemlere gelindiğinde zahmetten kaçmak, emek vermemek amaçlanmıştır. Çocuk kundaklı olmasının getirdiği hareketsizlik ile korunmak zorunda olmayacaktır. Bu sütanneler için en büyük rahatlık olacaktır. Hâlbuki çocuk hiçbir şekilde rahat, güvende değildir. Ancak bu “sahte bilgelik” öte yandan çocuğun kollarının, bacaklarının düzgün gelişimi açısından da önemli olduğu iddiası taşır, ne var ki bu iddia deneyimle desteklenmez” (Tuğal: 2019).

Rousseau’un vurgusunu yaptığı bu “sahte bilgelik” günümüzde,  ne yazık ki artık Alevi toplumunda da göze çarpmaktadır. Okumadan, araştırmadan ve karşıtıyla  bilgi üzerinden hiçbir tartışma yapmadan, günümüzü ve geleceği anlamlandırmadan, aile geleneği kapsamında dinlediği masallarla kafasında kendisi için bir doğru kurgulayan yönetici, elit bir sınıf ortaya çıktı. Oysa Aleviler,  günümüzde inanç ekseninde tartışacakları toplumsal kuramlarını; güncel görenekten yoksun sadece gelenekçi, masal anlatıları anlayışına göre değil de, çağdaş dünyanın gereksinimleri doğrultusunda ele almalı ve geliştirmelidirler. Artık bunun kaçınılmaz bir gereklilik olduğu bilinciyle yolun taşlarını örmelidirler.

Rousseau’un burada, bize tuttuğu aynada şunu rahatlıkla görebilmekteyiz: Bazı Alevi kanaat önderleri (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.) Bugüne kadar, Alevi toplumu için kendilerine göre zahmetli olan yolları asla tercih etmemişlerdir. En kolay olan kestirmelerle ve kısa patika yollardan sonuç almaya yönelmişlerdir. Mesela yeni okumlar yaparak, geçmiş anlatıların-hikayelerin doğruluğunu ve günümüzdeki geçerliliğini kritize edememişlerdir. Doğru bildikleri yanlışları karşı görüşlerle tartışarak, tarihsel konular üzerinde yeni felsefi düşünceler üretmektense, kulak aşinalığıyla büyüklerinden dinledikleri ve bilinç altına yerleştirdikleri eskinin masallarıyla işi kotarmaya yeltenmişlerdir. Toplumun önünde yürümektense, toplumun arkasından sürüklenmeyi küçük çıkarlarına hibe etmişlerdir. Muhtemelen kendilerince; bunun, Alevi toplumu için daha hayırlı (!) olabileceğini düşünmüşlerdir.

Tıpkı Rousseau’un anlattığı “çocuğun ebeveynleri, sütanneleri tarafından kundaklanmasının, çocuğun kendisine zarar vermeyeceği düşüncesine” kapıldıkları gibi. Günümüzün Alevi kanaat önderleri de, öyle anlaşılıyor ki; Rousseau’un anlattığı “çocuğun ebeveynleri, sütanneleri” gibi Alevi toplumunu dış etkenlerden korumak için onları “Şia ve Türk İslam sentezli” kaynaklı üretilen mesnetsiz bilgilerle sürekli beslemek ve onları, rejimin-diyanet garantörlüğünde güvenli bir sığınakta koruma altına almayı düşünmektedirler.  Heyhat!

Çünkü onlara göre toplumsal olarak Aleviler, onlarsız yani “gönülden ırak olmamak için sürekli bir yerlerde göze giren” zamanı geldiğinde milletvekilliğine namzet olan bu Alevi kanaat önderleri (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.) olmadan, kendi başına yol yürüyemezler!

Öyle ki; “Allah Muhammed Ali korusun” yoldan çıkarlar! Onlar olmadan; Alevi toplumu, farklı yollara sapar ve dağılırlar! Onlar olmadan; Alevi toplumu; kendilerine zarar verirler! Onlar olmadan, Alevi toplumu; Allah maazallah özgürlükçü sol-sosyalist düşüncelere kapılırlar! Dünyayı evrensel bir bakış açısıyla yorumlarlar. Mesela Aleviliği Kürtçe ana dilleriyle anlatarak, sözüm ona “ırkların değil, kırkların inancı olan Aleviliği” bölüp-parçalayıp Kürtçü olur, tekçilik masallarına kanmazlar! İmani doğmalardan uzaklaşır ateist-deist olurlar! Hele hele tarihsel gerçekliklere akli yaklaşır “Alisiz Alevi” olurlar ki; böylece Kerbela masallarını da unuturlar! Xızır cemlerinde bile ağlayıp, “ya Hüseyin” deyip, gayri ah çekip göğsüne vurmazlar! Kontrol dışına çıkar ve hareket alanlarını genişletirler. Dahası dünyalı olur, çağdaş-evrensel değerlerle buluşurlar vs… Velhasıl-ı kelam bu durum, onlar için büyük bir kabusa işaret etmektedir. Zira sürüsünü yitirmiş, kavalıyla baş başa kalmış bir çobana dönmek, bu cenah için çok kötü bir histir. Fakat anlaşılırdır!

Yine “Immanuel Kant (1724-1804) Rousseau’ya paralel bir biçimde, bebeğin kundaklanmasına karşı çıkar. Kundaklamada doğal bir yöntemin olmadığını, belirtir. Ona göre ebeveynler; aslında çocuğun rahatından çok, kendi rahatı ve konforu için çocuğu kundağa sararlar. Kaldı ki sımsıkı sarılmış bir çocuğa, göz kulak olmak daha kolaydır (Badamchı: 2016). Bunun bizdeki yansımalarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Alevi toplumunun; kendi öz maddi kaynaklarıyla oluşturdukları kurumlarda bir araya getirilmesi, orada hapsedilmesi, yani kundağa sarılması  ve akabinde rejime-diyanete bağlanması düşünülmektedir. Bunun hayat bulması adına Alevi toplumunun hareketsiz, yetisiz kalması ve karşı koymaması için kundaklanması, kundağa sarılması gerekmektedir. Ellerinin, kollarının, bacaklarının, bir bütün olarak gövdesinin sıkı sıkıya bağlanması elzemdir. Günümüzde yapılmak istenilen, işte tam da budur.

Bununla birlikte, diyeceksiniz ki; bütün Alevi kurumlarını aynı kefede tutmak, elbette haksızlıktır! Fakat ne acıdır ki, Alevi kurumları; bu güne kadar Alevi toplumu için öyle yada böyle bir “kundak işlevi” görmekten öteye de gidememiştir. En masum Alevi kurumları ve yöneticileri bile bu içsel olaylar karşısında sessiz kalmışlardır. Hatta asimilasyon üzerinden  sözde eleştirdikleri rakipleriyle, konu Ehli beyit olduğunda, onlarla yarış kulvarına dahi girmişlerdir. Onlardan daha iyi retorikler üretilmişlerdir. Aslında bu durum, uykulu bir hale işaret etmektedir ve en tehlikeli olanı da maalesef budur. Lakin içinde yaşadığımız zamanı iyi okumamak, Ortadoğu toplumlarındaki kanlı dinsel-mezhepsel çatışmalarını görmezden gelmek, 1400 yıl önceki kıssalarla günümüzün bilim ve teknolojisi karşısında lafazanlık yaparak, gençlerin geleceğini karartmaktan öte bir şey değildir. Bundan vaz geçilmelidir. Hele hele gençler, kundağa sarılmamalıdır.

Aslında, toplumun genelinde bir karşılığı olmayan, sadece kendi üyeleri nezdinde yüzde kaçlık (?) bir oya, tanınırlığa sahip olan etkisiz bu Alevi kanaat önderleri (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.), hiç çekinmeden, Alevilere kötülük yapıyorlar. Kundakladıkları Alevileri, kendilerine biat ettirmek ve onları türlü doğmalarla narkozlamak istiyorlar. Bunlar, Alevi toplumunu hareketsiz bırakıyorlar. Kılcal damarlarına pıhtı indiriyorlar. Alevi toplumunu uyutmak, derin uykuya daldırmak istiyorlar.

Bunu yaparlarken de, erkek egemenlikçi bir zihniyetle yapıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi çocuğun asıl sahibi olan “Kadın Anayı” dışlayarak yapıyorlar. Zira çağımızın bilinçli, şuurlu hiçbir Kadın Anası; çocuğunu asla kundaklamaz. Bebeğini kundağa sarmaz, onun zihinsel ve fiziki hareket kabiliyetinin bozulmasını istemez. Çünkü ilerleyen yaşlarında çocuğunun, ortopedik hastalıklarla boğuşacağını çok iyi bilirler. Bu vesileyle bilinç düzeyi yüksek, özgüvenli Kadın Analar; bu kundakçılar tarafından pek hoş karşılanmazlar. Onlar, hep dışlanır yada mutfak işlerinde tutulurlar. Kadın Analar bu izolasyonu, kesinlikle ret etmelidirler. Karşı durmalıdırlar.

“Rousseau’ya göre insan doğduğu andan itibaren birçok bağlarla örülmeye başlar. Bu hem gerçek, hem mecazi anlamda ele alınabilir. Hareket serbestliğinin engellenmesi anlamında kundaklama işlemi bu bağların ilk nüvesidir. Mecazi anlamda ise bağlardan, zincirlerden bahsederken ahlaktan, gelenekten, çarpık bilinçten, yanlış inançtan kaynaklanan bağları kasteder” (Tuğal: 2019).

Rousseau’nun burada dediklerini Alevi toplumu için ele alacak olursak, kısaca şunların altını çizebiliriz. Maalesef bu cenah; Eski köhnemiş-dar bağlarla (kadük gelenekler, kör inanç, kişisel çarpık ilişkiler, sözle eylem arasındaki çelişkiler, psikolojik rahatsızlığa yol açacak  hurefalar-masallar vs.) Alevileri; bu aydınlanma çağında karanlığa gömmeye, Ortadoğu’nun bataklığına sürüklemeye çalışıyorlar.

Sonuç yerine tekrar etmek gerekirse; Bu Alevi kanaat önderleri (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.), Alevi kurumları vasıtasıyla, yönettiklerini düşündükleri Alevi toplumunu; burada tarihsel aktarımlarıyla anlatmaya çalıştığım gibi değil de şayet “kundağa sarmadıklarını” düşünüyor ve bunu ret ediyorlarsa, içtenlikle yapmaları gereken bazı söylem ve eylemsel faaliyetlerin içinde olmaları gerekmektedir.

Buna göre ilişkide bulundukları bütün kurumlar; morg olmaktan çıkarılıp, bir an önce eğitim merkezlerine, okullara dönüştürülmelidir. Bu kurumlarda, ortak akılla hazırlanacak ders müfredatlarıyla alanında uzaman eğitimciler tarafından, başta kadrolar olmak üzere herkese  düzenli eğitimler verilmelidir. Bu kurumlar, sadece ayda bir defa kahvaltı yapılan, birkaç yaşlının gidip buluştuğu, kısır bölgeciliğin tavan yaptığı, eğlence oyunlarının oynandığı, sadece devriye anılarının gerçekleştirildiği sıradan yerler olmamalıdır.  Topluma ezberletilen “basma kalıp hikayeler” dışında, gençlere yeni şeyler anlatmalıdırlar. Toplumsal hayata dair etkili sözü olanlar, ileri çıkıp yüksek sesle konuşmalıdırlar. İçinde yaşadığımız bu bilişim ve iletişim çağımızın gerektiği gibi, evrensel bir bakış açısıyla yeni hedefler ve  ufuklar geliştirmelidirler.

Alevi kanaat önderleri (kurum yöneticileri, dedeleri, medyatik figürleri, protokol sanatçı ve yazarları, siyasetçileri vs.),  derisi yüzülen Hallaç-ı Mansur (858-922) gibi cesur ve kararlı olmalıdırlar. Çevresine Işık-İşraki yayan Sühreverdi (1154-1191) gibi bilinçli olmalı ve özgün düşünce üretmelidirler. İşkencede katledilen İbrahim Kaypakkaya (1948-1973) gibi hiçbir şeyden korkmamalıdırlar. Dahası takiyeden kurtulmalıdırlar. Net ve vakur olmalıdırlar. Topluma kundaklanmayı dayatan herkese karşı çıkmalıdırlar. Yada küçük çıkar ve ezik kariler için bu işleri devam ettirmemeli ve bırakmalıdırlar.

Aksi halde, 1700’lü yıllarda Rousseau ve Kant’ın  dile getirdiği “kundak metaforunun” Aleviler içinde, çağımızdaki uygulayıcıları olmaktan kendilerini asla kurtaramayacaklardır. Unutulmamalıdır ki; Tarihi yazanlar, bunları bir tarafa not edeceklerdir. Alevileri kundaklayanları, tarih asla affetmeyecektir.

Hak ile kalın!

Aydınlanma çağı bağlamında, Kundak metaforu için ayrıca bu kaynaklara bakınız.
Devrim Kabasakal Badamchı “Immanuel Kant’ın Jean Jacques Rousseau’dan Çıkarsadıkları: Eğitim Üzerine” FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2016 Bahar, sayı: 21, s. 161-180
Ebru TUĞAL “Rousseau’ Da Toplum Ve Eğitim Felsefesi: Emıle’de İnsan Tasavvuru Ve Kadına Bakış Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı Felsefe Programı” Yüksek Lisans tezi, 2019
Dersim Gazetesi

Recent Posts

Dersim Belediyesinde nöbet eylemi sürüyor: Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz

Dersim Belediyesi’nde başlatılan nöbete katılan yurttaşlar, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diyerek irade gaspına…

3 saat ago

Konak’tan çağrı: Dersim’e ve belediyeye sahip çıkın

Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında olduğu…

3 saat ago

Dersim Belediyesinde nöbet eylemi başladı

 Dersim Belediyesi'nde başlatılan nöbet eyleminde eşbaşkanlar, kararın kayyım hazırlığı olduğunu belirterek mücadele çağrısı yaptı. Dersim'de…

14 saat ago

Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Sarıgül’e 6 yıl 3 ay hapis cezası

Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e 6 yıl 3'er ay…

1 gün ago

Elazığ’da Burcu Demir davasında fail uzman çavuşa ağırlaştırılmış müebbet hapis kararı

Elâzığ’da 32 yaşındaki Burcu Demir’i 8 Şubat’ta katleden Uzman Çavuş Murat Coşansel’in yargılandığı davanın 4.…

1 gün ago

Mazgirt’te sakarmeke kuşu avlayan 2 kişiye 14 bin 864 lira ceza kesildi

Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 15. Bölge Müdürlüğüne bağlı Tunceli Şubesi ekipleri, il genelinde…

1 gün ago