İktidar yapılanmalarına karşı komünal bir sürek olarak Alevilik

Rêya Heq/Hak Yol Alevi toplumsallığı kadimden bu yana devlet, tahakküm ve iktidar olgularına karşı mesafeli durmuş ve bu olguların varlık sonucu olarak açığa çıkmış olan sömürü ve eşitsizlik hallerini Nehaklık olarak tanımlamıştır. Hak düzeninin karşıtı olarak ifade bulan Nehaklık; kemâle ermiş kuşakların yeni nesillere verdiği öğütlerden, gulbang ve deyişlere kadar birçok aktarımda uzak durulması gereken düşkünlükler olarak dile gelmiştir.

Alevi toplumunun düşün dünyasında kötülüklerin toplam ifadesi haline gelmiş olan Nehaklığı, aynı zamanda geniş açıdan bir sistemsel tanımlama olarak nitelendirmekte mümkün. Aleviler, Nehaklığı en çok Emevilerle başlayan ve günümüze kadar devam eden çeşitli iktidar geleneklerine atfetmiştir. Dolayısıyla nehaklık bireyde açığa çıkan ‘ele, bele, dile’ sahip olmayan bir pratikle kendisini dışa vurabileceği gibi, aynı zamanda sistemsel bağlamda toplum karşıtı örgütlü bir kötülük olarak da varlığı söz konusu olabilir.

Öğretimizin Hakk ve Nehak diyalektiği ile toplumsal bilince çıkardığı kavrayış düzeyi, bizlere tarihi yorumlama konusunda nitelikli bakış açıları da sunar. Bu perspektife göre devletçi uygarlığın hakim hale geldiği köleci dönemden başlayarak, kapitalist dönemle birlikte inceltilmiş bir şekilde sürdürülen sömürme ve egemenlik kurmaya dönük sistematik politikaları Nehak ismiyle ifadeye kavuşturmak mümkün. Başköylü Pir Hasan-i Sani bu diyalektiği varoluşun başlangıcına kadar götürerek şöyle açıklar “..iki derya vardı. Bu deryalar yan yana idi. Ve aralarında iki perde vardı. Biri kara zulümat perdesi, diğeri de ak nur perdesi.” Nehak çizgisi zulümat perdesi örtünerek yaklaşık 5500 yıldır hakim sistem olarak kendini örgütlemiş ve insan, toplum ve doğa arasında ki ikrarı bozarak kurumsallaşmış olsa da, Hakk çizgisi de her şeye rağmen devriye halinde kendisini günümüze kadar var edebilmiştir.

Hak olanı ise, zerre ve ışığın küntü kenz (bilinmek isteyen gizli hazine-sır) halinden taşarak tecelli olmasıyla beraber, çar anasırın ikrarlı evrimleşmeleri sonucu oluşan varoluşların vahdeti (birliği) ile başlatmak mümkün. Mansur’un En-el Hak haykırışıyla kavramsal düzeye çıkardığı bu algılayış, evrende hacim olarak çok az yer kaplayan bir karıncadan, kozmosun devasa genişliğine dek küçük büyük demeden bütün varlık aleminin aralarında oluşturdukları ikrarlı birliği Hakk bilir. “Kainatın aynası, Hakkın varlık deryası” misyonuyla ikinci doğa olarak kendisini inşa eden insan toplumsallığının, rıza ve ikrar temelinde oluşturduğu komünal düzene de Hakk düzeni manasını yükler. Anlam yaratımı üzerinden toplumsal bilince çıkarılan bu felsefik yaklaşım, ortak yaşam ve eşitlik payesinde tasavvur ettiği toplumsal düzeni daha sonraları Rıza Şehri ütopyası olarak formülize eder.

Aleviliği neden komünal bir sürek olarak tanımladığımız sorusu haklı olarak akıllara gelecektir. “Yol bir, sürek bin birdir” düsturuna bağlılığın gereği olarak, tarih okumamızı evrensel düzeyde bu bakış açısıyla ele almak, felsefemizin ışığında bizleri doğru sonuçlara yönlendirecektir.

Hak düzeni kavrayışını değişik isimlerle adlandıran ve Nehak sistemin baskın çıktığı ilk dönemlerden bu yana, Hak olanı farklı yöntemlerle arayışa koyulan ve bu uğurda gerektiğinde direnen çok çeşitli komünal topluluklar vardır. Geleneğimiz bu gerçeği, “Hak sözü kimden gelir ise gelsin Haktır” biçiminde ele almıştır.

Alevi aydınları yazın dünyasında bu konuda yer yer mikro milliyetçiliğe düşerek her şeyi kendinden başlatan ve her şeyi kendi hanesine yazan bir tarza savrulabilmektedir. Aleviliğin böyle bir nitelendirmeye ihtiyacı olmadığı açıktır. Süreklere dair vurgu, inanma biçim ve ritüellerinin çeşitliliği olarak ele alınacağı gibi, aynı zamanda tarihten bu yana süre gelen komünal değerlerin taşıyıcısı toplumsal grupların çoğulluğunu kavramak açısından da öğreticidir.

Dolayısıyla farklı coğrafyalarda değişik isimlerle tanımlanmış olan Hak düzenini, kadimden bu yana süzülüp gelen bir ana nehir olarak düşünmek daha gerçekçidir. Bu nehirde ezilen cins ve sınıflar, kabile ve etnisiteler, inançlar ve heretik mezhepler, kavim ve halklara kadar birçok toplumsal zümre yıkanmıştır. Demokratik uygarlık adlandırması ile daha kapsayıcı bir tanımlama yapabileceğimiz bu nehri Yol’un Bir’liği ile ifade etmek ve çeşitli toplumsal grupların farklı farklı kavrayış ve yöntemlerle geliştirdiği anlam arayışları ve direnişleri de Süreğin Bin Bir’liği bağlamında ele almak yöntem açısından doğru olacaktır. Burada kriter, adı geçen toplumsal alanlarda açığa çıkmış olan enerji ve itirazların, rıza toplumsallığını(ahlaki-politik) büyütmeyi ve özgür yaşamı inşa etmeyi esas alıp almadığı yönünde olacaktır.

Bireyde insan-ı kamil mertebesini, talip topluluğu içerisinde de rıza şehrini inşa etmeyi hedefleyen Aleviliği, demokratik uygarlığın önemli bir öznesi veya süreği olarak işlemek bu açıdan olağandır. “Rêya Heq Alevi inancı; doğal toplumdan süzülüp gelen tarihsel toplum akışının, Aryenik kültürel hatla birlikte eşgüdümlü olarak, dönemlerin mitolojik, dinsel, inançsal, ilmi ve felsefi düşünce formlarıyla sürekli kendisini yenileyerek idealize edişinin oluşturduğu önemli bir sürek ve sentezdir. Alevilik, merkezi devletçi uygarlığın tarihten bu yana geliştirdiği tüm egemenlik dayatmalarına karşı, gerek felsefi ve kültürel açıdan gerekse de fiziki olarak varlığını savunmuş ve “gelin canlar bir olalım” çağrısını daima diri tutarak direniş esaslı bir ‘kurtuluş teolojisi’ olarak dile gelmiştir.”

Genel olarak rıza toplumu süreklerini bastırmaya ve yok etmeye yönelik tahakkümcü saldırılar sürdüğü gibi, Alevi toplumuna yönelik saldırılarda süreklilik arz eden bir noktada tarihten bu yana devam etmektedir. Kent-sınıf-devlet üçlüsü ile örgütlenmiş olan merkezi uygarlık güçleri, Kadın/Ana etrafında örgütlenmiş olan komünal süreklerin ortaklaşmacı-paylaşımcı toplumsal geleneklerini kendisi için tehlike olarak görmekte ve yürüttüğü ideolojik saldırılarla tarihin ‘barbarları, ilkelleri’ olarak işlediği bu toplumsal yapıları, ‘ehlileştirip’ kontrol altına almaya ve devletçi sistem içerisine entegre ederek tebaalaştırmaya çalışmaktadır. Bu konuda örneğin Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet süreçlerinde, Türkmen Alevi süreklerine yönelik tebaalaştırma politikaları ayan beyan bir şekilde yapılmıştır. Tahtacıları, Çepnileri konar-göçer Yörük yaşamlarından vazgeçirmeye ve ovaya çekip yerleşik düzen içerisinde kontrole almaya dair bir yığın söylem ve eylem vardır.

Alevilik ve Ahlaki-Politiklik (Edep-Erkân)

Sömürgeci yabancı yönetim dayatmalarına karşı devletçi uygarlığın tebaası olmayı kabul etmeyen rıza toplulukları, kendi yaşamları üzerinde ki söz haklarını başkalarına devretmemek adına çeşitli öz yönetimsel oluşumlar örgütlemişlerdir. Merkezi uygarlık güçlerinin hakimiyet alanı haline dönüşen kentlerden uzaklarda kurulan toplumsallıklar, birliklerini bozmayı hedefleyen saldırılara karşı kendilerini korumak ve varlıklarını sürekli kılabilmek için, çoğunlukla uygarlığın erişemediği yüksek dağ başlarını yurt edinmişlerdir. F.Braudel’in “İmparatorlara tabi olmayan birey ve toplulukların dağlık bölgelerde oturduğu bilinmektedir. Bu çetin yerler her zaman özgürlüğün sığınağı olmuştur. Dağ özgürlüklerin, demokrasilerin, köylü ‘cumhuriyetlerinin’ sığınağıdır” yönünde ki belirlemesi konuyu çok iyi izaha kavuşturur.

Alevi halkların büyük çoğunluğu da uygarlığın esir almaya dönük saldırıları karşısında dağ başlarını mesken tutarak, toplumsal varlığında ısrar etmiş ve teslim olmama yönünde bir tutum sergilemiştir. Mekansal direnişle beraber, ocak sistemi etrafında konfederal bir örgütlenmeyi esas alarak fikren, zihnen ve eylemsel olarak da kendi komünal değerlerini yaşatmak istemiştir. Musahip ve kirvelik olarak açığa çıkan toplumsal ilişkilenme yöntemleriyle, toplumsalın birliğini korumak adına devamlı bir denetim mekanizması oluşturmuş ve Pir-Talip ilişkisi temelinde kurulan cem-civat kültürü aracılığıyla tüm sosyal yaşamı Yol edep-erkânı çerçevesinde muhafıza etmeye gayret göstermiştir.

İnsan soyunun doğa içerisinde ki var oluş tarzının toplumsallık olduğu inkar edilemeyeceğine göre, bu oluşum tarzını esas alarak insana ve eylemlerine yaklaşmak tutarlı olmanın şartlarındandır. İnsanı değerlendirmeye alan her konu bu açıdan onun temel varoluş tarzının toplumsallık ve komünallik olduğunu kabul etmek durumundadır. Kapitalist güçler, toplumu bir arada tutan kültürel değerleri yok etmeden sömürü çarklarını rahatlıkla döndüremeyeceklerini bildikleri için, kendi teorisyenlerine sürekli olarak toplum karşıtı bir bireycilik propagandası yaptırtmaktadır. Sermaye biriktirme adına rekabet, hırs ve tüketici rollere sürüklenmiş birey yaratımı sistemin devamlılığı için olmazsa olmaz görülmektedir. Bu noktada bilinç karartan tüm hamleleri görmek ve devamında toplumsallıkta ısrar etmek önemlidir.

Rêya Heq Aleviler bu konuda toplumsallıkta ısrarcı olmuşlardır. Komünal tarzda var olan toplumsalın en belirgin özellikleri olan ahlaki ve politiklik, Alevilerde de topluluğu bir arada tutan temel ilkeler olarak algılanmıştır. Kırklar meclisi mitosunda, “sizin ulunuz, büyüğünüz kimdir?” sorusuna, Hak Erenlerinin verdiği “bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” yönünde ki cevap, Alevilikte toplumsallığın önemini net bir şekilde ortaya koyan verilerdendir.

Ahlakiliği toplumu oluşturan ve bir arada tutan temel ilkelerin herkes tarafından kabul edilmiş olan özgürlük ve eşitlik yasaları olarak tanımlayabiliriz. Toplumun vicdanı olarak değerlendirmekte mümkün. Bilgelikler çağının “kendini bil!” önermesi, Alevilikte “kendini bil ki, Hakkı bilesin. Kendini bilmeyen, Hakkı da bilemez” sözleriyle yankı bulmuştur. Ele, bele, dile sahip ol ve iyi düşün, iyi söyle, iyi eyle yaklaşımlarıyla öne çıkan ve doğayla kurduğu diyalog dahilinde ektiği ekin için toprakla, her doğan yeni günü aydınlattığı için güneşle rızalaşmayı esas alan ve tüm bu ve daha birçok toplumsal ahlaki normla ikrarlaşma koşulu Alevilik için belirleyicidir. Ahlaki ölçüleri aşındıran ve toplumsallığı dağıtmaya yönelik eylemlerde bulunan pratikler düşkünlük olarak değerlendirilip, toplumsallığı savunmak adına refleksler geliştirilerek çeşitli yaptırımlarla karşılanır.

Alevilerin politikliği ise, ahlakiliği her eyleyişin zemini olarak kabul ederek yaşamın sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak bir bütünen cem toplumsallığı işlevselliği ile karşılanması ve idamesi anlamına gelmektedir. Cem; ikrar verme temelinde topluma dahil oluşların sağlandığı, toplumsal düzeni korumanın denetimlerinin dar hukuku ile yapıldığı, talip toplumunun aktif katılımıyla kurulan muhabbet meydanı içerisinde hayatı içsel demokrasi haliyle işleyebilme mahiyetinin gösterildiği ve tüm bu değerlerin ritüellerle kutsanarak, itikadi doyumun hedeflendiği birlik meclisleridir.

“Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” belirlemesi yaşam içerisinde ki politik tutumun nişanesi olarak öne çıkar. Bu belirlemede toplumsal olanı savunma ruhu olduğu gibi, aynı zamanda “küçüğümüz, büyüğümüz, ulumuz yoktur” denilerek hiyerarşiyi ve iktidarı ret eden ve Kırklar meclisi adlandırmasından da belli olacağı gibi içsel demokrasi halini vurgulayan bir yaklaşım da sergilenmektedir.

Bu tanımlardan yola çıkarak, Alevilerin ahlaki ve politikliği en çok kendini rıza toplumsallığı olarak inşa etmek istediği alanlarda görünür olmaktadır denilebilir. Aleviler kendi inanç literatürlerinde, toplumların var oluş tarzı olan ahlaki ve politikliği, edep ve erkân tanımlamaları ile bilince çıkarmışlardır. Edep ahlaka, erkân ise politikaya denk gelmektedir. Topluma ve ceme edepsiz girilmez. “Erenler cemine her can giremez, edep ile erkân yol olmayınca” deyişi, bu gerçeği en iyi ifade eden cümlelerdendir. Edeple girilebilen toplumda inanç ritüelleri de dahil olmak üzere yaşamsal olan her şey, erkânda bulunma sorumluluğu temelinde ibadet etme bilinci dahilinde işlenir. Garibi’nin deyimiyle “varlık hanesine vurmuşuz neşter, doğruluk ibadet, eşitlik cevher.” Erkân yolun bilgisi, ilke ve esaslarının toplamı ile yapılan ritüeller ve çeşitli eylemlerdir. Cem erkânı, Hakka yürüme erkânı gibi isimlerle nitelendirilen bu süreç, aynı zamanda yaşamı da bütünsel olarak erkân ciddiyeti ve sorumluluğu ile ele almayı gerektirir. Popülist siyasetçilerin dilinde anlam kaybına uğratılan “Halka hizmet, Hakka hizmettir” deyimi, Alevilerin yaşamı ibadet edercesine bir hissiyatla ele alışlarında gerçek manasına kavuşur.

Alevilik ahlaki politik toplumsal varlığını korumak adına, “yol cümleden uludur” ilkesiyle ifade bulan değerler belirlemiş ve içsel sınıflaşma ve iktidarlaşmaya karşı da tedbirler geliştirmiştir. Yol huzurunda herkesin talip olduğunu, Pir’in Yol’un hizmetçisi olduğunu ve talibin Yola zarar verdiğini düşündüğü özelliklere sahip olan Pir’e rızalık göstermeme hakkını devamlı vurgular. Alevilikte talip, pir huzurunda ikrar verir ve yola bağlanır. Pir ise cem-civat yapmadan önce talip topluluğunun rızasını almak durumundadır. Rıza gösterilmeyen bir Pir, cem bağlayamaz.

Başköylü Pir Hasan-i Sani, Alevilikte ki bu ahlaki-politik muhtevayı bürokratik kavramlara batınî anlamlar yükleyerek şu şekilde açıklar; “Yol erkândır, erkânda yoldur ve bunlar birbirinden ayrı değildir, birdir. Yol hakimdir, erkânda kanundur, hükümet Pirdir, hakim aynı zamanda rehberdir, köy muhtarı, kaymakamı, valisidir; hükümdar mürşittir, talip savcıdır. Talip, yolu erkân üzerinde yürütmeyenlerden davacıdır ve hem de bunları memurluktan çıkarıp, görevlerine son veriyor. Böylelerini yol kabul etmiyor ve reddediyor.

Talip cümleden yücedir. Memur olanlardan talibe talip olanlar ancak memur olabilirler, olmayanlar memur olamaz. Memur olacaklar; dört okulu(kapı) okuyup tamam edenler, dede diplomasını alanlar ve nefsini kendine tabi ederek kul edenler ancak yola memur olabilirler. Ayrıca yola memur olanlar talip tarafından seçilmesi gerekir. Anadan doğma ile insan memur olamaz.”

Doğal toplum döneminin çeşitli komünal süreklerinde açığa çıkan özelliklere benzer şekilde, yaşamsal ve inançsal ihtiyaçların giderildiği talip topluluğunda, yolu sürdürmek için seçilenlerin hiyerarşik bir konumdan ziyade işlerin koordinasyonu için seçilmiş birer Hak hizmetkarı olarak nitelendirildiğini vurgulayabiliriz. Modern demokrasi teorilerine yeni yeni girmeye başlayan seçilmişlerin toplum tarafından geri çağrılabilme ilkesinin, Alevilikte kadimden beri mevcut olduğunu Pir Hasani’nin yorumundan bir kez daha anlıyoruz.

Rıza topluluklarının kadın özgürlükçü demokratik-komünal yapısının, bir sınıfsal ve eril demokrasi örneği olarak tarihte ortaya çıkmış olan Atina örneği kadar ilgi görmemiş olması, sosyal bilimlerin batı merkezli oryantalist konumlanışını suç üstü yakalattığı gibi aynı zamanda genel demokrasi ve devrim mücadelelerini de güçlü tarihsel temellerden yoksun bırakmaktadır.

Aleviliğe Yönelik Güncel İktidar Yönelimleri

Rıza toplumsallığı olarak karakterize olan Aleviliğe, tarihin birçok döneminde olduğu gibi güncelde de devletçi sistem içerisine entegre etme hedefleri ile müdahale edilmek istenmektedir. Son süreçte Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının kuruluş mantığı, bu yönelimlerin geldiği aşamayı anlamak açısından önemlidir.

Kurulan Başkanlık, bir kara delik gibi Aleviliğe dair var olan her şeyi yutmayı hedefleyen ve peşi sıra Türk-İslam sentezi üzerinden Aleviliği yeniden tarifleyerek şekillendirmek isteyen bir amaçla kurulmuştur. Ocakzadelere maaş bağlama, boşa çıkarılan ocakların yerine nakibüleşraf rolüne bürünüp yeni “dedeler” belirleyerek en ücra köylere gönderme, hali hazırda var olan cemevlerini maddi güç ile kontrolüne alma ve Alevi kurumlarını tümden boşa çıkarma gibi birçok politikayı hayata geçirme çabasında olan başkanlık, açık bir şekilde Alevilik konusunda tek merkez olmak istemekte ve Aleviliğe kendi ideolojik yaklaşımıyla yön vermeyi hedeflemektedir. Diyanet işleri bakanlığının kuruluş mantığı esas alınarak, Alevilik üzerinde de bir kontrol ve denetim merkezi oluşturulmak istendiğini anlamak bu açıdan zor olmasa gerek.

İktidarlar tarafından araçsallaştırılan her dinin ve inancın kendi özünü kaybettiği gerçeği gibi, Aleviliği de devlet “dini” haline getirip araçsallaştırarak içini boşaltmak istemektedirler. Alevilik, ilk bölümde vurguladığımız üzere, devlet dışı toplumsal grupların Ocak sistemi dahilinde örgütlü kıldığı itikadi ve komünal tandanslı bir inançtır. İkrar ve talip olma bilinciyle yürüyen itikat, egemen elinin değdiği aşamada para ve memurlaşma denklemine çekilerek alt üst edilir. Ve adeta Aleviliğin altına dinamit döşeme gibi bir durum açığa çıkar. Bu açıdan bu yönelimi kökten ret etmek ve Aleviliği kendi sosyo-kültürel dinamikleri üzerinden sürdürmeyi esas almak günümüzde en ikrarlı duruş olarak kendini dayatmaktadır.

Daha önce ki çalışmalarımızda belediyelerin cemevleri ile kurduğu ilişkilenme boyutunun, yerel diyanet olarak tanımlanabilecek bir misyona evrildiğini ve belediyelerin inançsal, kültürel ve siyasi olarak cemevleri üzerinde fetva verir boyutta bir iktidar oluşturduğunu vurgulamıştık. Tartışılmaktan kaçınan boyut en çok bu alanda gün yüzüne çıkmaktadır.

Şahit olduğumuz birçok cemevinin yönetim seçimleri, Yolu sürdürme amacıyla değil, belediyelerle kurulan ilişki temelinde halka verilen ekonomik vaatlerle kazanılmaya çalışılmaktadır. Yada benzer bir şekilde hedeflenen Cemevi başkanlığı aracılığı ile aynı imtiyazları şahsi olarak elde etmek amaçlanmaktadır. Bu öncelikler sonucunda Yol’u sürdürme hedefinin değil, Yol’u menfaatler için pazarlama durumunun ortaya çıkacağı açıktır. Belediyeler ile maddiyat üzerinden kurulan ilişkiyi takiben açığa çıkan tahakküm ve bağımlılık ilişkileri sonrası; aşure günlerinde yapılan siyasi şovlardan tutalım, söz konusu cemevinde hangi yönetimin görev alacağına ve hangi Pir’in cem bağlayacağına kadar birçok nokta belediye ile istişare edilerek hayata geçiriliyor. İlişki sarmalı derinleştikçe artık belediyelerin icazeti olmadan herhangi bir karar almak söz konusu dahi olmamaktadır. Bu ilişki boyutunu kabul etmeyip eleştiren birey ve gruplar, cemevlerinde iktidarlaşan orta sınıf kişiliklerin teşhir edici saldırılarına maruz kalarak marjinalleştirilmektedir.

Genel iktidarın bu ilişkilenme yönteminden feyz alarak, Cemevleri içerisinde oluşan toplumsal yarıklardan sızma hevesiyle Cemevi Başkanlığı oluşumuna gittiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Belediyelerin lokal düzeyde yaptıklarının, daha sistematik bir devlet stratejisine dönüştüğünü görmek gerekiyor.

Gelinen aşamada Aleviliğin yüz yüze olduğu tehlikeyi genel ve yerel iktidar bağlamında ele almak kaçınılmaz olmaktadır. “Devletin Alevi’si Olmayacağız” sloganını, devletler dışı konumlanışıyla kendini tarihsel olarak komünal tarzda örgütlemiş olan Alevi felsefesine dayandırmak şarttır. Bu zeminden kopan her söylem hamaseti aşmayacaktır. Günün sonunda söyleyenin muhalif olduğu iktidar değiştiğinde tuzla buz olan bir söylem olarak ayakları havada kalacaktır. Yine bu zeminden kopan her çözüm arayışı toplumu bir iktidar merkezinden ötekine taşımaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Dolayısıyla şu devletin, filanca hükümetin veya bu partinin değil, devletin Alevi’si olmayacağız vurgusunun ağırlığını hissetmek ve verdiği mesajı net olarak algılamak gerekiyor. Aksi halde yerel belediyelerin yarattığı tahakküm ilişkilerine itiraz geliştirmeyip, genel iktidarın kurduğu başkanlığa tekil bir itiraz geliştirmek, “devletin Alevisi olmayacağız” olarak değil, “Akp’nin Alevi’si olmayacağız, Chp’nin Alevi’si olmaya razıyız, Chp iktidara geldiğinde devletin Alevi’si de oluruz” tarzında okunacaktır.

Kurulan bu denklemin ikircikli hali, son yönelim olarak hayata geçirilen Cemevi Başkanlığı projesiyle başka bir boyutu da açığa çıkarmaktadır. Cemevi Başkanlığı resmi sitesinde birçok cemevi ile maddi ilişkilenme temelinde bağ kurduğunu deklare etti. Muhalif Alevi kurumları bu maddi ilişkilenme boyutunu “elektrik, su parası gibi ihtiyaçlarımızı belediyeler karşılıyordu. Fatura abone numaralarımızı biz değil, belediyeler valiliklere vermiş” cümleleri ile izah ettiler. İşleyen bu süreç güncel durumu açıklamak adına birçok veri sunmakta. Verilerden önemli olanlarından biri Alevi kurumlarının konumlanışına ve ilişkilenme yöntemlerine dair. Bu konumlanış ve ilişkilenme yönteminin,  Alevi felsefesine temelden uymadığını yüksek sesle dile getirmenin vakti çoktan gelmiş bulunmaktadır. Alevi toplumu olarak bu denklemi kendi öz güç ve örgütlülüğümüz ile çözmemiz gerekmektedir.

Bir diğer önemli veri ise günün sonunda devletin kurucu partisi olan Chp’nin, tarihte olduğu gibi güncelde de Alevilerin devletçi sisteme entegrasyonunda önemli roller aldığı yönündedir. Akp ve Chp’nin birbirlerinin parti isimlerini telaffuz ederken dahi atıştığı bir siyasi arenada, söz konusu Türk-İslam sentezi olduğunda devlet stratejileri temelinde aynı hizaya çekildikleri gerçeği tarihsel bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Bu açıdan Chp’li belediyelerin bu hamlesini devlet stratejisi dahilinde değerlendirmek ve Alevi toplumuna yönelik gelişen tüm asimilasyon saldırılarında köprü rolü oynayan politikalarını teşhir etmek gerekmektedir.

Aleviliğe yönelik her türlü iktidar müdahalesinin (genel-yerel) yanında, aynı zamanda Aleviliği içten kemirmeye başlayan orta sınıflaşmayı tartışmaya açmakta bu açıdan önemlidir. İktidar yapılanmaları Aleviliği kuşatma niyetleri ile politikalarını sürdürürken, dayanağı bu sınıf zemini olmakta ve Alevi kurum ve cemevlerin de çeşitli yönetim kademelerinde yer alan orta sınıf kişilikleri ilişki ağlarına çekip, literatürün kompradorlaştırma olarak tanımladığı, Alevi hafızasına göre ise düşkünleşme ile özdeş olan Hınzır Paşalaşma ve Rayberleşme rolleri dağıtarak Aleviliği bu sınıf aracılığıyla teslim almak istemektedir.

Bu konularla toplam olarak yüzleşmek ve Alevilerin siyaset, diplomasi, bürokrasi ve her çeşit ilişkilenme yöntemlerini eleştirel bir tarzda yeniden tanımlamak gibi ihtiyaçlar kaçınılmaz olarak kendini dayatmaktadır.

Pir Hasani Sani’nin yorumunda ki sorgulayan ve yola sahip çıkan talip bilincini örgütlemek ve Alevi örgütlenmelerinin olduğu her alana bu bilinç ile yaklaşmak kaçınılmazdır. Cemevleri ve dernek hattına üye olmanın yasal mevzuata göre bir açıklaması olmasına rağmen, işlevsellik bakımından Aleviliğe üye olunmaz, ikrar verilip talip olunur yaklaşımıyla mücadele ve yol sahiplenilmeli ve kendi toplumsal geleceğimizi ne orta sınıf kişiliklere nede onların işbirliğine yöneldiği yerel ve genel iktidar yapılanmalarının ellerine bırakmamalıyız. “Siyasal olanın toplumsallaştırılması, toplumsal olanın siyasallaştırılması” denklemini, Aleviliğin içsel demokrasi karakterini göz önünde bulundurarak, siyasal olanın talipleştirilmesi, talip olanın siyasallaştırılması şiarıyla inşa etmek, iktidar yapılarının kıskacına alınmış olan inancımızı özgür koşullarda yaşamanın ve yaşatmanın yegane yolu haline gelmiş durumda.

Aleviler tarihin hiçbir döneminde günümüzde olduğu kadar tanımsız ve ütopyasız kalmamışlardır. Alevilerin, Nehak ve Hak olanın ne olduğuna dair her dönem güçlü tanımları olmuştur. Tarih boyunca Hak düzenini bu dünyada inşa etmek üzere mücadele eden Aleviler, tüm iktidar yönelimlerinin kıskacında bir yandan modernitenin etkisi ile toplumsal köklerinden ve inancından koparılmaktayken, öte yandan inanç içerisinde dogmatik bir muhafazakarlaşma süreci işletilerek, semavi dinlerin asimilasyon politikaları dahilinde dikkatleri öte dünyalara çekilip ütopyasız bırakılmaktadırlar.

İki denklem paralel olarak birbirini besleyen bir politika dahilinde işletilmektedir. İnancımızın güçlü özgürlükçü, komünal yapısı dogmatizm ve muhafazakarlaşma eli ile donuklaştırılmak istenirken; modernitenin iştah kabartarak piyasaya sürdüğü nimetler yeni özgürlük akımları adı altında alternatif olarak sunulmakta ve rıza toplumu çözülmeye uğratılarak taliplerini ikrarsız, toplumsuz ve sömürü çarkları karşısında savunmasız kalmış bireyler haline dönüştürme stratejisi yürütülmektedir.

Bu gidişatı ve yönelimleri boşa çıkarabilmek için ilk elden, Hak ve Nehak olanın tanımını tekrardan güçlü bir şekilde yapmak ve ütopya yitimini durdurmak adına tarihsel-felsefik değerlerimizle ikrarlaşarak, yeniden rıza toplumu hakikatiyle buluşma hedefini ortaya koymak olmazsa olmaz kabulünden görülmelidir. Başlangıç olarak; genel, yerel ve bunlarla bağlantılı olarak sınıflaşma temelinde ortaya çıkmış olan içsel iktidar saldırılarına karşı mücadele etmek ve aynı zamanda yolumuzun tarihsel felsefesine uygun olarak meclisleşme esaslı demokratik örgütlenmeleri hedeflemek kaçınılmazdır. İktidar yönelimleri ile başa çıkabilmek, ancak tarihsel demokratik değerlerimizi yeniden inşa etmek ile mümkün olabilir. Takiben ataerkil devletçi uygarlığın yaratımı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin erkek iktidarı olarak kendini var ettiği tüm toplumsal alanlarda kadın özgürlükçü Alevi çizgisini tekrardan diriltmek ve jiyar û diyarlarımızı, yaşam alanlarımızı ve bir bütünen doğayı yok etmeyi hedefleyen eko-kırım politikalarına karşı, Hak manasının kâinatı bütün gören kavrayışı ile ekoloji mücadelesi vermek gibi görevler önümüzde durmaktadır..

 

*Bu yazı Demokratik Alevi Derneklerinin yayın organı olan Zülfikar dergisinin Ağustos-Eylül-Ekim 2024 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

Dersim Gazetesi

Recent Posts

Dersim Belediyesinde nöbet eylemi sürüyor: Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz

Dersim Belediyesi’nde başlatılan nöbete katılan yurttaşlar, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diyerek irade gaspına…

3 saat ago

Konak’tan çağrı: Dersim’e ve belediyeye sahip çıkın

Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında olduğu…

3 saat ago

Dersim Belediyesinde nöbet eylemi başladı

 Dersim Belediyesi'nde başlatılan nöbet eyleminde eşbaşkanlar, kararın kayyım hazırlığı olduğunu belirterek mücadele çağrısı yaptı. Dersim'de…

15 saat ago

Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Sarıgül’e 6 yıl 3 ay hapis cezası

Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e 6 yıl 3'er ay…

1 gün ago

Elazığ’da Burcu Demir davasında fail uzman çavuşa ağırlaştırılmış müebbet hapis kararı

Elâzığ’da 32 yaşındaki Burcu Demir’i 8 Şubat’ta katleden Uzman Çavuş Murat Coşansel’in yargılandığı davanın 4.…

1 gün ago

Mazgirt’te sakarmeke kuşu avlayan 2 kişiye 14 bin 864 lira ceza kesildi

Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 15. Bölge Müdürlüğüne bağlı Tunceli Şubesi ekipleri, il genelinde…

1 gün ago