Devlet, 1993 yılında Batman, Bingöl, Diyarbakır, Tercan, Hakkari, Siirt, Şırnak ve Tunceli (Dersim) illerine bağlı köylerde “terörü” gerekçe göstererek başlattığı köy yakma ve boşaltma girişimlerini, 1994 yılı Ekim-Kasım aylarına dek sürdürerek Dersim’de sonlandırmıştı. Terörü önleyeceğim diye övünen “şanlı devletimiz”! en büyük terör eylemini yurttaşlarının yerleşim birimleri üzerinde uygulayarak, korkunç yıkım ve sürgünlere yol açmıştı. Bu büyük tahribatın ve yıkımın izlerini hala canlı olarak boşaltılan bu köylerimize gittiğimizde görebiliyoruz. Yakılıp ve yıktırılan evlerimizin birer taş yığını haline gelmesi, büyüklerimizin kendi elleriyle dikip büyüttüğü asırlık ceviz ağaçları ve meyve bahçelerimizin kurumuş hallerini (çoğu kesilip satılmış) görüp De duygulanmamak mümkün değil.
30 yıl aradan geçmiş olmasına rağmen, hala bu köylerimizin bir çoğu boş olup sahiplerini beklemekte. Bu köylerde oturan insanlarımızın her biri, bilmedikleri ve hiç gitmedikleri diyarlara (il ve ilçelere) göç etmek zorunda bırakıldılar. Belki de hiç istemeyerek köylerini ve birlikte yaşadıkları komşularını terk edip giderlerken, bir daha geri dönmeyeceklerini biliyorlardı. Çünkü bu onların ilk sürgünü değildi. Daha ağır bedelini Dersim 1937/38 Katliamı yapılırken ödemişlerdi.
1937/38 katliamda binlerce aile, yakınlarını kaybetmiş ve sağ kalanlar ise yurdun batı il, ilçe köylerine birer aile verilmek suretiyle sürgün edilmişlerdi. Dillerini, kültürlerini, gelenek ve yaşam tarzlarını bilmedikleri, yani her şeyi ile yabancısı oldukları köylere verilmişlerdi. 10 yıl kadar kaldıkları bu köylerde çekilen acılar, tecrit edilmiş halleri ve belki de bir daha hiç göremeyecekleri kayıp yakınları olmuştu. Nitekim bu yaşananlarla ilgili, yıllar sonra yapılan sözlü tarih çalışmaları, yazılan kitaplar ve yapılan belgeseller gösterdi ki, büyük bir katliam ve soykırıma varan bir insanlık suçu işlenmişti bu topraklarda.
94 köy boşaltmaları ve zorunlu göç nedeniyle, topraklarından sökülüp atılan ve çaresiz bir şekilde, hem de kış aylarında orta yerde bırakılan insanlarımız, yine çareyi diyarı gurbetlere gitmekte buldular. Giderlerken belki de hiç dönmeyeceklerini biliyorlardı. Sessizce ve gizlice veda ediyorlardı emek verdikleri topraklarına, köylerine… Her 15-20 yılda bir bu acıları yaşamak yerine, bu ülkede mülksüz ve göçmen olarak yaşamak tercih edilmese de, zorunlu bir yaşam biçimiydi artık onlar için.
Zorunlu göçe tabi tutulan bu ailelerin büyükleri (anne ve babalar) çoğu artık hayatta değiller. Bunların çocukları ve özellikle torunları ise, kendi kültürel değerlerinden uzaklaşmış, daha önceleri birlikte yaşadıkları komşularını, aile dostlarını, inanç ve kanaat önderlerini ya unutmuş yada hiç bilmemekte. Adeta kendi özgün değerlerinden uzak şekilde, bambaşka kültürel farklılıkların içinde yaşanmaya zorlanmışlardı. Bu acımasız tablo hep yaşandı bu topraklarda, yaşatıldı ve hala yaşanıyor. İHD kaynaklarına göre, 1993/94 yıllarında bölgede 2657 köy ve mezra yakılıp boşaltılırken, 3 milyon civarında insanımızın da topraklarından sökülüp zorunlu göçe tabi tutulmuştu.
Cumhuriyet tarihi maalesef hep bu ortaçağ barbarlığını andıran uygulamalarla dolu olarak geçti. 2000 yılından önceki dönemlerde meydana gelen bu ve benzeri olaylara karşı, toplumsal muhalefetin birazda olsa tepkisi vardı. Yönetici kesimin, bu tepkileri hafifletmek için bu olaylara “münferit olaylar diyerek” baskıcı ve otoriter niyetlerini örtmeye çalışıyorken. 2000 yılından sonra bu ülkeyi yöneten iktidar güçleri, toplumsal muhalefeti susturdukları gibi, azda olsa yer yer iktidarın baskılarına karşı gelebilen muhalif kesimleri, ya görevlerine son vermiş veya cezaevlerine koyarak yıllarca rehin olarak tutmaktadır.
Toplumumuzun önemli bir kesiminin uzun yıllardan beridir beklediği, bu çağdışı düzenin mutlaka değişeceği beklentisi ve umudu maalesef yok olmuş durumda. İktidar güçleri, toplumdaki her türlü hak arama yollarını kapatıp, bunun yerine topluma dinciliği, ırkçılığı ve bir bütün olarak faşist diktatörlüğü dayatarak ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Bunu kısmen başardılar demek mümkün. Çünkü ana muhalefet partisinin şu anki tutumu ve içine düştüğü parti içi lobicilik/klik faaliyetleri, adete iktidara her istediğini yaptırma alanını sonuna kadar açarak, iktidarın bu fütursuzca haydutluğuna yol vermektedir!
Ülkemizde meydana gelen şu anki durumu hepimizin görmesi ve okuması gerekiyor.
1- Türkiye’nin sanayileşmesi, tarım ve hayvancılık üretim faaliyetleri durdurulmuştur. Bir çok sanayi kuruluşları/kurumları özelleştirme adına satılmış veya kapatılmıştır.
2- Tarım ve meralar ile hayvancılık içiçe bir faaliyet ve üretim alanı olarak görmek gerekiyor. Bu alanlar oldukça daraltılarak, elde edilecek ürünlerin hepsi dışarıdan ithal ediliyor.
3- Bu daraltılan alanların ne maksatla kullanıldıklarını, bugün Erzincan’ın İliç ilçesindeki maden ocağı faciasında görebiliyoruz. Vurguncu ve talancı Anagold Madencilik firmasının, İliç’in Çöpler maden arama sahasında, fütursuzca yol açtıkları doğa tahribatının sonucunda, bu facia ve iş cinayeti meydana gelmiştir. Birinci derecede devlet yetkilileri ile vurguncu firma yetkililerinin işbirliği içinde olduklarını görüyoruz. İkisi de bu facianın ve iş cinayetinin azmettiricileridir, mutlaka yargılanmaları ve ruhsatlarının da iptal edilmesi gerekiyor.
3- Bugün Anadolu’nun her karış toprağı delik deşik edilmiş durumda. Bilim insanlarımızın ve çevreci kuruluşların itirazları, kaygıları hiç dikkate alınmadı. Binlerce maden arama ve işletme faaliyetleri, yüzlerce HES uygulamaları, taş ocakları ve kıyılarımızı turizme açıyoruz safsatalarıyla, bu alanlar yağmalanarak, bir avuç çıkarcı ve işbirlikçiye muazzam servet ve sermaye yarattı. Diğer tarafta ise, ülke her yönüyle yoksulluğa itilerek, orta çağın karanlığına doğru sürüklenmektedir.
Evet, köy boşaltmalarından sonra nerelere kadar gelmiş olduk. 1994 yılında ülkenin en dinamik muhalefet gücünün etkin olduğu bölgelerde, 2657 köy ve mezranın boşaltılarak, buralarda yaşayan 3 milyon civarında insanın zorunlu göçe tabi tutulması, elbette ülkenin başına bu kötülüklerin gelmesinde etkili oldu.
Çeyrek asırdan fazla bir zamandır hala bir çok köyün boşaltılmış durumdayken, altyapı hizmetlerin tamamı tahrip ve yok olmuş durumda. İnsanlarımız köylerine gitmeyi arzu ettikleri halde, bu imkansızlıklar (yol su elektrik, konutlarını yapamama gibi) nedeniyle gidemedikleri çok açık bir durumdur. Çünkü defalarca köylerine gitmek için altyapı hizmetlerinin yapılmasıyla ilgili devlet kurumlarına yaptıkları başvuruların hepsi sonuçsuz kalmıştır. Devlet yetkililerin bu insanlarımızın köylerine geri dönüşlerini sağlayacak imkanları yerine getirmemeleri, haklı olarak bu insanlarda bazı endişeler doğuruyor. O endişelerini şöyle dile getiriyorlar. Acaba köylerimize başka yerlerden insanları mı getirip yerleştirecekler!
İnsanlarımızın bu kaygıları yersiz değil. Ama bölge muhtarların ve köylerine dönüş yapmak isteyen insanlarımızın birlikte hareket ederek, ilgili makamlara sürekli başvurularla bu isteklerini hep iletmelidirler. Köylerine, meralarına, yaylalarına sahip çıkacaklarını ve buraları kimselerin hoyratça kullanmalarına izin vermeyeceklerini herkese duyurmalıdırlar. Bu nedenle, önümüzdeki yerel seçimlerde bu konulara duyarlı muhtarların ve heyet üyelerinin seçilmesi çok önemlidir. Bu yıl, köylerimize dönüş seferberliği çalışmalarının yoğunlaşacağı bir yıl olması dileğiyle…
Dersim Belediyesi’nde başlatılan nöbete katılan yurttaşlar, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diyerek irade gaspına…
Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında olduğu…
Dersim Belediyesi'nde başlatılan nöbet eyleminde eşbaşkanlar, kararın kayyım hazırlığı olduğunu belirterek mücadele çağrısı yaptı. Dersim'de…
Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e 6 yıl 3'er ay…
Elâzığ’da 32 yaşındaki Burcu Demir’i 8 Şubat’ta katleden Uzman Çavuş Murat Coşansel’in yargılandığı davanın 4.…
Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 15. Bölge Müdürlüğüne bağlı Tunceli Şubesi ekipleri, il genelinde…