“Laik ve Demokratik Bir Türkiye” İçin, Alevilerin “Eşit Yuttaşlık” Arayışları Üzerine

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bilmem hatırlar mısınız? 2007 yılının Nisan-Mayıs aylarında Türkiye’nin değişik illerinde “Cumhuriyet Mitingleri” düzenleniyordu. Bu mitinglerin en vaz geçilmez kitle tabanlarından birisi de Aleviler idi. Hatta, dönemin Alevi Bektaşi Federasyonu yetkilileri Alevilerin; “Cumhuriyet mitinglerine öncülük ettiğini ve Türkiye‘yi sokağa döktüğünü (!)”  o zamanlar övünerek ve cesaretle dile getiriyorlardı. AKP karşısında bir araya gelen bütün bileşenler bu mitinglerde “Türkiye laiktir laik kalacak!” sloganları atıyordu. Daha evvelinde, 1993 Sivas katliamından sonra Aleviler tarafından gerçekleştirilen eylemlerde de yine “Türkiye laiktir laik kalacak” ve benzeri sloganlar atılmıştı. Ne hikmetse ibadet hane olarak gösterilen başta  Cem Evleri olmak üzere Alevi kurumlarında resimleri baş köşeye asılan M. Kemal tarafından, 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığına, M. Kemal’i hiç hatırlamadan karşı çıkılıyorlardı. En az 6- 7 bakanın toplam bütçesi kadar yıllık para harcayan Diyanet gibi dev bir kurumun olduğu bir ülkede Alevilere “Türkiye laiktir laik kalacak!” sloganlarını acaba kimler, hangi örgütsel kurumlar neden attırıyordu? Lakin haksızlık da etmeyelim; Alevi toplumu içerisinde politikleşen kesimler, zamanın ruhuna göre slogan yaratmada bayağı maharetlidirler. Öyle ki; bu geleneklerini hala bile devam ettirmeye özen gösterdiklerine son günlerde de tanık olmaktayız. Yani slogan yaratmada oldukça iyiyiz!

Platonik Aşklar Saman Alevidir, Hakikat ise Hak’tandır

Tam da bu noktada zaman zaman aklıma gelen tarihsel olduğu kadar, güzel bir ironi var. Paylaşayım! Platon’un (Eflatun) bilinen en popüler öğrencilerinden birisi de Aristoteles’ti (MÖ. 384-322). Hazreti Aristoteles 20’li yaşlarda, Şiir sanatı üzerine geliştirdiği estetik düşünce felsefesini içeren eseri Poetika’sında (tiyatro, gösteri, tragedya), hocası Eflatun/ Platon için şöyle der; “Eflatun’u severim ama hakikati daha çok severim…! Evet, bu özlü söz; bir çok metine konu olmuş  öğüt verici bir sözdür. Neden mi? E çünkü işin içinde hakikat var da ondan! Cümlenin içerisinde parlayan o hakikati kim sevmez ki? Hele Aleviler daha çok severler, değil mi?

Biz de; tıpkı Hz. Aristoteles’in; hocası olan ve hastalıklı Aşk’ın “Platonik” ismine kaynaklık eden devletçi Platon’a getirdiği “hakikat” eleştirisinin aynısını, biraz da ironik bir dille buradan seslendirmek istiyoruz. Lakin  olaylara “eleştirel yaklaşmak”, olgulara “sorgulayıcı bir düşünceyle katkı” sunmak kadar, insani başka bir şey olmasa gerek! Şimdi asıl meselemize gelelim!

Hakikati, Dostlarımızdan Daha Çok Seviyoruz

  • 1990’lardan beri Alevilerin yaşadığı her yerde Dernekler, Vakıflar, Enstitüler, Akademiler, Cem Evleri, Televizyon kanalları, Radyolar, İnternet siteleri vs. vücuda getirildi. Delegeler vasıtasıyla, önceden belirlemelerle yada atamalarla göreve seçilen-getirilen ve yıllarca bu kurumların başında hizmet veren, her ne hikmetse bir türlü sevdikleri o koltuklarından da kopmak istemeyen bazı Kurum yetkililerini; çok, ama çok çok severiz! Bütün bu dostların hepsini çok severiz.
  • Ocaklarının-evliyalarının adını dahi dillerine hiç getirmeyen, Onların adlarını dualarında anmayan, Onların mitik aktarımlarını adeta yok sayan, babalarından-dedelerinden kendilerine miras kalmış maneviyatı yüksek en değerli Yolun Evladı taliplerini hiç tanımayan, onların hanelerine uğramayan ve kurumlarda sadece kürsü dedeliği yapan Rızalık halkasından taşan bazı Ocak Pirlerini/ Dedelerini;  çok, ama çok çok severiz! Bütün bu dostların hepsini çok severiz.
  • İnancımızı sadece Ehli Beyit eksenli ve İslami formasyonlar içerisinden geliştirilmiş Şia tandanslı tek taraflı bilgilerin nakliyeciliğini yapan, asla ve kata suya-sabuna hiç dokunmadan, toplumun önünde yürümekten korkan, bununla birlikte kendisine aydın-entelektüel pozları veren, oturdukları yerde sadece internet yazarlığı yapan bazı yazar-çizer ve konuşanları; çok, ama çok çok severiz! Bütün bu dostların hepsini çok severiz.
  • Televizyon ve Youtube kanallarında aynı kelimelerin yerlerini değiştirerek, tarihe, felsefeye, dile, coğrafyaya hiç dokunmadan sürekli aynı nakaratları dile getiren; “yolumuz Hak Muhammed Ali yoludur” retoriği geliştiren bazı programcıları ve değişmeyen konuklarını çok, ama çok çok severiz! Bütün bu dostların hepsini çok severiz.

Bu dostlarımız bizim canlarımızdır-ciğerlerimizdir! Haşa! Bunlara toz bile kondurmayız!

Ve fakat “hakikati, daha çok severiz! O hakikati, bunlardan daha çok severiz!” Zira Erdemli bir İnsanın; Usu ve doğası gereği hakikatten yana olduğunu iyi biliriz. Bu vesileyle  İnancımızın gereği olan, bir hakikat arayışı içerisindeyiz. Öyle ise burada yazılanları, kimse üzerine almasın lütfen! Hakikat karşısında hakkaniyetli olsun. Öyle ki; vicdanıyla baş başa kaldıklarında, burada yazılanları bir kes daha okuyup, ahlaki değerleriyle kendi özünü dar’a çeksin! Çünkü o “dar”; sadece vicdanlı Canların baş vuracakları en büyük erdemlerin sessiz çığlığını aktif hale getirecek olan, modern dilimizdeki özeleştiri mekanizmasıdır.

Evet, son günlerde Alevi toplumunu ilgilendiren bir çok konu başlıkları gündeme geldi. Alevilerin örgütlü yapıları bir araya gelerek ortak çaba gösterdiler. Bir çok eylemlilikler geliştirdiler. Bunların hepsi olumlu-güzel şeylerdi. Ancak Alevi toplumunun içerisinde bulundukları psikolojik ortamı, talep ve önerilerini dile getirmede ise büyük eksikliklerin yanlış perspektiflerin  yaşandığına dikkat çekmek isteriz. Alevilikte kavramsal çerçeveler oldukça önemlidir. Zaten inancı diğer dinlerden-inançlardan ayrı bir konuma yerleştiren de bu inancın ortaya çıkarılmış kavramlarıdır. Elbette farkındayız! Sloganlaştırılan kavramlar, bir inancın can alıcı belleğidir, hafızasıdır. Şimdi son günlerde ortaya çıkarılan birkaç slogan üzerinden hareketle bazı konulara temas edelim.

Alevilerin “Eşit YurttaşlıkTalepleri ve Meclis Tutanakları

Bunlardan birisi de “Eşit Yurttaşlık” kavramıyla ortaya çıkarılan talepler manzumesidir.  Yurt”; Türkçe bir sözcük olup; “çadır, oba, konaklama yeri” anlamına gelir. Daha sonra sadeleştirilmiş haliyle “ikamet edilen yer, vatan” a çevrilmiştir.

Osmanlıda “Yurttaşlık“ “toprak esası“ yerine “kan esasına“ göre şekillenmişti.  Özellikle 24 Anayasası hazırlanırken, TBMM de Yurttaşlıkla ilgili tartışmalara bakıldığında, orada ibret verici düşünceler dile getirilmiştir. Hatta ecnebi/ gayrimüslim (!) olduklarından ötürü Ermeni, Asuri-Süryani ve Rumların aynı zamanda ”Türk” olmadıklarından dolayı onların “Yurttaş” olarak da kabul edilmemeleri önerilmiştir.  Yine tartışmalarda “…bugün bizim öz vatandaşımız, Müslüman, Hanefiy ül mezhep, Türkçe konuşur.” Tespitleri belirleyici olmuştur. Burada “1924 Anayasasında ”yurttaşlık“ kavramı 88. maddede yer alır ve “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk olunur…!” Denilmektedir. Dolayısıyla burada Kürtler başta olmak üzere Ermeniler, Asuri-Süryaniler, Rumlar, Araplar ve diğer halklar yok sayılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin yapılan hiç bir anayasasında Yurtta (çadır) yaşayanların eşit olmadığını, hem bu hukuki metinlerinde ve hem de uygulamalarında rahatlıkla görebiliriz.

Şimdi söz konusu bu kavramsal bağlam temelinde bir görüşe baş vuralım.

“Toplumsal eşitsizlik, muhtemelen, insan toplumu kadar eskidir; aynı şekilde eşitsizliğin doğası ve nedenleriyle ilgili tartışma da, toplum felsefesinin kadim konusudur. Klasik Yunan’da Aristoteles Politika’da üç toplumsal sınıf ayırt etmiş, dahası köleler ile özgür insanlar ve kadınlar ile erkekler arasında ussallık ve yurttaşlık kapasiteleri bakımından önemli farklar saptamıştı“(Bryan, 1997:19). Görüldüğü gibi Antik Yunan’dan, günümüz Türkiye’sine kadar olan bu süreçte değişen hiç bir şey olmamıştır.

Peki bu sloganı ortaya atanlara ve üzerinde retorikler geliştirenlere sormak gerekir “Eşit Yurttaşlık“ da ki kastiniz nedir? Yani Alevilerle, Cumhuriyetin resmi dini ve mezhebi olan “Müslüman-Hanefiler“ le eşit olmak mı? Gerçekten de buna inanıyor musunuz? Hem mahcup bir şekilde Hanefi mezhebinin resmi devlet kurumu olan Diyanetin kaldırılmasını isteyeceksiniz ve hem de bu düzlemde “Eşit yurttaşlık“ talep edecekseniz?  Kaldı ki devlet nezdinde Müslüman Hanefi mezhebi ile Şafii mezhebi sanki eşit mi? Yapmayın lütfen!

Öte yandan yine  konunun uzmanları “eşitlikçi yurttaşlığı“ üç temel boyutta  ele alırlar. Sivil yurttaşlık, yasalar önünde eşitliğe, kişisel özgürlüğe, özel mülkiyet hakkına ve düşünceyi dile getirme özgürlüğüne işaret ettiğini dile getirirler (Bryan, 1997: 22). Şimdi inandığınız Ali Aşkına söyleyin lütfen! Yaşadığınız bu Yurtta (çadır), yukarıdaki kavramsal çerçevede dile getirilen olguların hangisini şu ana kadar Alevi toplumu yaşamaktadır? Yada bu ikilemli- paradokslu (-yani Aleviler Müslüman mı değil mi?) politikalarla, bu hedefe ulaşabilir misiniz? Bir diğer slogan ise; Laik ve Demokratik Türkiye…!

Laik ve Demokratik Türkiye İçin Değil, Kurumlarınızda Bunu Hayata Geçirin

 Son günlerin bir diğer sloganı; eski günleri de anımsatan kavramlar üzerinden tekrar geliştirilmiş. 25. Aralık 22 tarihinde “Büyük Alevi Kurultayı” başlığı altında “Laik ve Demokratik Türkiye İçin Buluşuyoruz!” diye bir coşku iklimi yaratılmaya çalışılmıştı. Hazırlanan afişlerde;  Aslan ile Ceylanı kollarında buluşturan, başına da İslami yeşil renkli uzun Mevleviye külahı iliştirerek Hünkar Hacı Bektaş Veli ile Yeşiller içierisinde İmam Ali’nin, her  nedense  Zülfikarsız resimleri üzerine “Laik ve Demokratik Türkiye İçin Buluşuyoruz!” sloganı yer almakta. Daha sonraları ise sosyal medyada gelen eleştiriler karşısında bu defa da  aynı afişteki İmam Ali’nin yeşil rengi, kırmızıya boyatılarak, sözde Kızılbaş süsü verildi! Düşünsenize, ne kadar komik! Doğrusu bu slogan; 1990’lı yılların ve sonrasındaki “Cumhuriyet Mitingleri” nin günümüzde hatırlanan en çarpıcı sloganı olsa gerek. Nostalji iyidir!

Son 10 yıldır hiç kimsenin ağzında Laiklik kavramı dillendirilmezken, bir araya gelen Alevi kurumlarının “laiklik” ten ve hem de “demokrasi” den söz etmeleri, bu özlemlerini sloganlaştırmaları bile büyük bir inceliktir. Ama hepsi o kadardır! Sahi nerede yaşıyoruz? Yurt’ta, yani Çadırda! Hangi laiklik ve hangi demokrasi?

İslam dünyasının 4. Halifesi İmam Ali “laik” miydi?

İnsana sormazlar mı? İslam dünyasının 4. Halifesi İmam Ali “laik” miydi? Tek Tanrılı bir tevhid dini olan, 1400 yıllık İslam gibi köklü bir din, hiç laikliği kabul eder mi? Onu özümseyebilir mi? İslam dini (-mezhepleri, tarikatları, cemaatleri), ülkeler ve ırk farklılıklarıyla birlikte Laik-Demokrasiyle iç içe, İnsanı bir arada huzur içerisinde yaşatabilir mi?  Zira bir tevhid dini olan İslamiyet ve dahi köklerine bağlı diğer tek Tanrılı dinlerle laiklik ve demokrasinin bir arada uygulanmasının zorlu koşulları bilinen bir hakikattir. Çünkü kavramsal gerçekliklerin içeriği, pratik uygulamaları birbirilerine zıttır. Peki böylesi bir siyasi iklimde daha dün meclis önünde coplanan Aleviler; Türkiye/ yurt- çadır için Laik ve Demokratik bir gelecek kurabilir mi? Kaldı ki bu zorlu görev, ciddi hiç bir siyasi-politik perspektifi olmayan Alevi örgütlülüğüyle mi gerçekleştirilecek?  Yoksa bütün bu çabalar, Kemalist bir rejimin yeniden inşası için bilinmeyen mahzenlerde pişirilmiş ve Alevilere tevdih edilmiş bir görevimdir? Zira Kurultay salonunda M. Kemal Posterleri ve Türk bayraklarını yanı sıra saygı duruşlarındaki paralel cümleler neyin nesidir? Doğrusu bu yönlü soruları çoğaltabiliriz. Ama kimin umurunda? Sorun değil, biz yine de bu Canlarımızı severiz ve fakat kimse kızmasın ama  hakikati daha çok severi!

Sonuç yerine:

Madem 90’lı yıllardan beri örgütlenen bir Alevi kitlesi var. Madem bu kitleye önderlik etme iddiasında bulunan kurum ve kadroları var. O halde, önce kurdukları bu kurumları kendileri, Alevi toplumu için bir sıcak Yurt haline getirmelidirler. Dahası buraları birer okul, eğitim alanına çevirmelidirler. 25.12.22 tarihindeki yayınlanan sonuç bildirgesinde “toplumsal yüzleşme” den söz edilmektedir. Madem öyle bu yüzleşme, önce kendi kurumlarında hayata geçirmelidirler. Öz, dar’a çekilmeli, karşı-zıt görüşte olan Canlarla yüzleşmeye vermısınız? Şimdi Kurultay bildirgesinde bazı önemli temel konulara kısaca göz atalım:

25.12. Alevi Kurultayı Bildirgesinden Bazı Notlar

  • Kurultay bildirgesinde; “Bir taraftan da bizzat Cumhurbaşkanı ve devlet yetkilileri Aleviliği kendilerine göre tanımlama çabalarına devam etmekte, Alevileri kendi içinde, İslam içi İslam dışı, Ali’li Ali’siz diyerek, hedef tahtasına koyma, kutuplaştırma ve bölme girişimleri yürütmektedirler.” denilmektedir. Madem öyle, buyurun şu ana kadar yabancı olduğunuz-hiç konuşup tartışmadığınız bir tabu gibi yaklaştığınız bu konuları siz kendi içinizde tartışın. İşte bir kaç soru başlığı: Alevilik İslam içimi değil mi? Aleviler Müslüman mı değil mi? Ali’yi sevmek Müslümanlık mı değil mi? Bu yolu Muhammed-Ali mi kurdu? Bütün bunlara içtenlikle cevap verin! İktidarın elindeki bu argümanları alın ve herkes rahatlasın! Var mı sizde o sürekli dile getirdiğiniz İmam Hüseyin, Mansur, Pir Sultan cesareti… İşte meydan! Bir bildirge de, bu konular için kaleme alın ve dost-düşman belli olsun!
  • Bildirgede; “Yetmiş iki millete bir nazarla bakan biz Aleviler, halkları eşit ve kardeş görürüz. Her Alevi bilir ki Kürt de Ermeni de Laz da Rum da Arap da ve devletin inkâr ettiği her kimlik bizim açımızdan tartışmaya açılamayacak bir hakikattir.” diyorsunuz? Gerçekten buna kendiniz inanıyor musunuz? Bütün bu kimlikleri ortadan kim kaldırdı? Bu mazlum halkları hangi rejim yok saydı? Bu farklı kimliklerden olan topluluklara en acımasız katliamları-soykırımları, sürgün ve zindanları kimler reva gördü ve hangi söylem bayraklarıyla saldırarak yok etti?  Biliyorsunuz değil mi? Ama her nedense inanç eksenli gerçekleştirdiğiniz bu kurultayın salonunda M. Kemal posterini ve Türk bayrağını en başa oturtarak, gözleri doldurdunuz? Hadi bunu da geçtik, derneklerinizde baş köşede yer verdiğiniz bu siyasi sembolleri bir kenara bırakalım. Söylemde “Yetmiş iki millete bir nazarla bakıyorsunuz”  ama maalesef içinizdeki Kürt Alevileri bile göremiyorsunuz, yada görmek istemiyorsunuz! O salonda oturanların kahir ekseriyeti Kürt Alevileri değil miydi? Orada kürsüye çıkanların içerisinde de yine Kürt Alevisi yok muydu? Neden biriniz anadilinizle, Kürtçe bir konuşma yapmadınız? Bu mudur sizin hakikatiniz? “Ana” diyorsunuz, “Kadın” diyorsunuz” ama Kürdün ana diline bile tahammül edemiyorsunuz. Bir de kalmış Yunus’dan dem vuruyorsunuz! Yapmayın lütfen! Komik olmuyormusunuz?
  • Hadi gözünüz aydın! Yaklaşan seçim öncesinden, kazasız-belasız bir kurultay daha geride bırakıldı. Gerek sahnede ve gerekse televizyon kanallarında söyleşi yapan Kurum yöneticileri, bu vesileyle siyaset meydanına da çıkmış oldular. Şimdi sıra siyasi partilerde! Bakalım hangi kurum yöneticisi hangi siyasi partide mebus olmak için kulis faaliyetlerine başlayacak ve aday olacak? Hep beraber bunu bekleyip göreceğiz.
  • Fazla uzağa gitmenize gerek yok! Onu-bunu eleştirmenizin hiçbir anlamı da yok! Değişim-dönüşüm istiyorsanız, hakikate ermek niyetinizse, o halde kurumlarınızda laiklik ve demokrasinin (-ki onlar neyse tespit edilmeli) bütün gereklerini pratikte uygulayınız.
  • Mesela kurum yöneticileri ve özellikle de başkanları sadece iki yıllığına seçilmelidirler.
  • Kurumlarda Kadın Analar, sadece mutfaklarda değil yönetimlerde de erkeklerle eşit bir biçimde, gençlerle birlikte yoğunluklu bir şekilde yer almalıdırlar.
  • Her şeyden önce kurumlarda siyasi politik tartışmalar yürütülmelidir. Alevi toplumu politik konulardan uzaklaştırılmamalıdır. Bu kurumlarda, toplumun içerisinde bir –apolitik düzlem oluşturulmamalıdır.
  • Kurumlarda sadece Ehli beyit eksenli tek ağızdan çıkmış kalıplaşmış bilgilerle değil, Aleviliğin tarihsel geçmişi, dili, felsefi düşüncesi, coğrafyası akılcı-bilimsel bir temelde ele alınmalıdır.
  • Kurumlarda Kürt Alevilerin kendi Ana dilleriyle konuşmaları ve dahi ibadetlerini kendi dilleriyle yapmalarına saygıyla yaklaşılmalıdır.
  • Bu maddeleri varın sizler çoğaldınız! Yani önce kendi ortak alanlarımızda Eşit kardeşliğimizi geliştirmeliyiz. Önce kendi ortak alanlarımızda laik ve demokratik bir toplumsal birlikteliği sağlamalıyız. Aksi halde bu kadar emek ve bu kadar değerli zamanımızın boşa heba edildiğini, yakın bir gelecekte göreceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Hak ile kalın

  • Turner, Bryan (1997) “Eşitlik“ Dost Kitabevi, Ankara

“Laik ve Demokratik Bir Türkiye” İçin, Alevilerin “Eşit Yuttaşlık” Arayışları Üzerine
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA