Coğrafi ve topografik yönleriyle Türkiye’deki Doğu Karadeniz Bölgesi’ne çok benzemektedir.
Efsaneleriyle ünlüdür. “Devler” veya “dev adamlar” diyarı diye anılır. Ama şimdilik konumuz bunlar değil.
Coğrafyasından ve geçmiş tarihinden kısaca bahsederek asıl konumuza geçelim:
Mazenderan Bölgesi’nin bilinen adı Taberistan’dır. Yüzölçümü 46 bin 456 kilometrekaredir. Başlıca şehirleri Bihşehr, Sârî, Kaimşehr, Babil, Âmul, Nûr, Nûşehr ve Tenkabin’dir.
Yıllar önce okuduğum bir rivayete göre, eski hükümdarlar, çok sık ormanlarla kaplı olan bu bölgeyi yerleşim yeri haline getirmeleri için, yüzlerce mahkûmu, burada yerleşmeleri şartıyla serbest bırakmışlar.
Çarlık Rusya’sının siyasi ve adlî mahkûmları Sibirya’da sürgüne göndermesine benzer bir durumdur bu.
Bir yıl sonra buraya teftişe giden devlet görevlileri bakmışlar ki mahkûmlar henüz ölmemiş; kendilerine iyi kötü bir hayat kurmuşlar.
Sürgünler, yetkililerden iki şey talep etmişler: Ağaçları kesebilmek için balta; soylarını devam ettirebilmek için kadın.
Devlet de onlara sırasıyla balta ve kadın göndermiş. Böylece hem ev yapmışlar hem de çoğalarak günümüze kadar gelmişler.
Farsça balta kelimesi, “teber” diye bilinir. “Baltayla inşa edilen memleket” manasına buraya Taberistan denilmiş. Moğol istilasının ardından Taberistan yerine Mazenderan adı kullanılmaya başlanmış. Masalsı adı ise, “devler ülkesi” diye geçmekte.
Bu bölge, yüksek dağlarla çevrilidir; tıpkı Rize ve Artvin yörelerinde olduğu gibi bolca yağış alır. Kışın ılık bir iklimi vardır. Bu yüzden egemen güçler tarafından kışlak olarak kullanılmıştır.
Bilinen en eski tarihi kayıtları Hahamenişler (Ahamenişler) dönemine kadar uzanan Mazenderan Bölgesi’nde toprakların bir kısmı İslam öncesi dönemde “ikta” suretiyle kabile reisleri veya mahalli liderlere verilmekteydi.
Bunun karşılığında bu kabile reislerinden bazıları, Sasanilere asker temininde bulunup ordu masraflarını karşılıyordu.
Sasanilerin zayıf düştükleri dönemlerde Taberistan’da bulunan ikta sahipleri (feodal ağalar, yerel aristokratlar) boyunduruk altından kurtulmak için sürekli isyan ediyorlardı.
Dolayısıyla Sasani Devleti, Taberistan’ı tam anlamıyla denetim altına alamamıştı.
Taberistan, Arap hâkimiyetine geçtikten sonra bölgede bulunan yerel hanedanlar, ikta (feodal tımar sistemi) yönetimi seviyesinde Araplara bağlı olarak hayatlarını devam ettirdiler.
Araplar, onlara İran Şahlarından kalma miras hakkını tanıdılar. Karşılığında, belli bir miktar haraç alma ve gerektiğinde asker isteme şartını koydular.
Belki de bu yarı özekliğin verdiği imtiyaz yüzünden, ilk dönemde Arap hâkimiyeti Taberistan’da pek etkili olamadı.
Mazenderan, İran’da Arap tahakkümüne en son giren, İslamiyet ile en son tanışan İran bölgesi oldu. Taberistan’da basılan sikkelere, Pehlevi dilinde yazılar nakşedilmişti. Halkı, o tarihte bile büyük oranda Zerdüşt dinine inanıyordu.
Taberistan yerel hanedanlarının sürdürdüğü muhalif politikalar, bölgede mevcut otoriteye karşı olan ideolojilerin (Bâtınilik, Rafızîlik, Zerdüştîlik, Mazdekilik ve benzeri inançların) barınmasına imkân sağlamaktaydı.
Bunların en önemlisi, bölgenin kaderini birinci derecede etkileyen ve sonraki dönemlerde muhalif duruşun temel dayanağı olan eylemci ve militan bir mezhebe dayalı (bilinen deyimle: Gulat-ı Şia yani aşırı ve radikal Şiilik) Sufi Şiiliktir.
Emevi ve Abbasiler tarafından, 8’nci ve 10’ncu yüzyıllar arasında baskılar, takibatlar ve katliamlara maruz kalan Hz. Ali yanlısı olan bu Şiiler, İran taraflarına göç etmek zorunda kaldılar.
Böylelikle, Taberistan ve Deylem Bölgelerindeki ilk Şii (Alevi) devleti kuruldu. Hz. Ali’nin torunlarından Zeyd ve ardılları tarafından kurulan Zeydî devleti, 9’ncu ile 10’ncu asırlar arasında Taberistan’dan Nişabur’a kadar nispeten geniş bir sahaya egemen oldu.
Bölge hükümdarlarından Esfar b. Şireveyh, Zeydîlerin son imamı Hasan b. Kasım’ı 928’de öldürünce Taberistan, Deylemlilerin hâkimiyeti altına girmiştir.
Komutanların karşı koyması ve zulmünden kurtulmak istemeleri üzerine Esfar, Merdaviç tarafından öldürülmüş ve Taberistan’ın yeni hükümdarı olmuştur.
Selçukluların idaresine girene dek, Taberistan Büveyhiler, Sâmâniler ve Ziyariler arasındaki savaşlarda sürekli el değiştirmiş; 971’de Ziyarilerin idaresine girmiş; 981’de Büveyhi hükümdarı Adudüddevle tarafından ele geçirilmiştir.
Konumuza gelirsek… Başlığa şaşırmış olmalısınız!
Maraşlı Seyyidler, Ortaçağ’da, hem de İran’ın en kuzey ve sapa bölgelerinden birinde, hükümdar yıkıp uzunca bir süre bölgeyi “hakikat Aleviliği” esasına göre yönetmişler!
Kimdir bu Maraşlı Seyyidler?
Aklınıza ne gelir bilemem ama günümüz ölçütleriyle bakılırsa, hem “Seyyid” hem de “Maraşlı” kelimelerinin bir arada bulunmaları imkânsızmış gibi gözükebilir.
Fakat tarihin akışı, bazen en zor ve imkânsız karşıtlıkları bile bir araya getirebilmektedir. Bizce tarihi olaylar akan sular, bazen de seller gibidir.
Sürekli akıp gider ve mecrasını bulur; köklü değişimlere veya mevcut durumun altüst olmasına da yol açar.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde Maraşlı Seyyidler hareketinin kurucu önderi hakkında şu bilgilere rastlıyoruz:
Aslen Maraşlı (Kahramanmaraş) olduğu için Mar’aşîler (Mar’aşiyyân) diye anılan hânedanın kurucusu Seyyid Kıvâmüddin bin Abdullah Mar’aşî’nin soyu İmam Ali Zeynelâbidîn’e dayandırılmaktadır.
Âmül şehri yakınlarındaki Dâbû’da yetişen Kıvâmüddin, İmam Ali Rızâ’nın Meşhed’deki türbesini ziyareti sırasında (muhtemelen 1340-1342 yılları arası) bir ay kadar Horasan’daki Serbedârîler’in liderlerinden Şeyh Hasan-i Cûrî’nin halifesi Seyyid İzzeddin Sûgendî’nin zaviyesine misafir oldu ve onun ihtilâlci fikirlerinden etkilendi.
On yıl sonra tekrar ziyaret ettiği Sûgendî’nin ölümünün ardından Mâzenderan’a gizlice döndü ve Horasan’da isyankâr bir yapıda şekillenmiş olan Şîa görüşlerini tebliğe başladı. 1
Dikkat edilirse, “ihtilalci fikirler” diye tarif edilen kavram, o devirde “radikal” Râfızi/Bâtıni fikriyattan ilham alan militan bir “Hakikat Aleviliği”nin hayata geçirilmiş biçimidir.
Aynı zamanda, özellikle Moğol ve Timur istilalarından sonra tam bir kaos ve karmaşanın egemen olduğu İran topraklarındaki ekonomik, siyasal ve sosyal krize şiddet yoluyla çözüm arayışıdır.
Savaşların sebep olduğu açlık ve yoksulluktan kurtulmanın yolunu ortakçılık ve dayanışmadan geçtiğini bilme tarzıdır.
O devrin tarihçileri veya siyasetçileri, bu tür ortakçılığı ve dayanışmacılığı ileri süren ve gerçekleşmesi uğruna kılıç sallayan kesimleri “Gulat-ı Şia” (aşırı Şiiler, militan Şiiler) olarak adlandırmışlardır.
Aslında Ehlibeyt ve Hz. Ali’yi sevmenin dışında, bilinen Ortodoks Şiilik ile bu tür akımların hemen hiç ortak yanları bulunmaz.
Bunların İslam tarihindeki ilk ünlü örneklerini Basra-Bahreyn arasındaki Karmatiler ile Ahvaz ile Huzistan (güney İran) bölgesindeki Muşa’şalar gibi hareketlerde görüyoruz.
Horasan-Sebzvar ve Beyhak bölgelerindeki benzer ilk oluşum, Serbedariler ismiyle anılır ki, onların yaşam tarzları ve uygulamaları biraz daha farklıdır.
Muhtemelen önümüzdeki hafta Serbedarileri ele alacağız ve onların Horasan-İran-Kürdistan-Anadolu hattındaki Alevi fikriyatını nasıl etkilediklerini yazacağız.
Kürt mîrlerinin (bey ve hükümdarlarının) tarihini yazan Şerefhan, Şerefnâme adlı eserinde Maraşlı Seyyidler’in önderinden kısaca bahsetmiştir:
Yine bu yıl içinde İmam Muhammed Askeri’nin torunlarından Emir Kivamüddin isimli bir Seyyid, gelip Mazenderan şehrine yerleşti. Ora halkının ona karşı güveni oluştu ve kendisine bağlanıp mürit oldular. Hatta Mazenderan hâkimi (hükümdarı) olan Efrasyab Celavi de ona bağlandı.
Müritlerinin Seyyid’e karşı samimiyetleri ve bağlılıkları çok artınca, Efrasyab bir gün Seyyid’i ziyarete gitti. Ancak Seyyid Kıvamüddin, onu yakalayıp öldürdü ve saltanat (siyasi iktidar, devlet kurma) iddiasıyla isyan çıkardı. Gün geçtikçe şanı daha da yükselmekte idi.
Öyle ki sonunda oranın yönetimi, ona kaldı. Şimdiye kadar da Mazenderan yöneticileri, onun soyundan gelmedirler. Soyca Mir Abdullah Mazenderani’nin kızından olan Safevi hükümdarı Şah Abbas, birkaç yıl içinde tüm Mazenderan’ı aldı. Orayı yönetmesi için, (kayınpederi) Seyyid’i, kendisine vekil tayin etti. 2
Ortaçağ’da Bitlis merkezli bölgede “mîr” (bey-hükümdar) sıfatıyla yöneticilik yapan Kürt Şerefhan, olayın çerçevesini iyi çizmekle birlikte, zamanın kıt iletişim imkânları ve kulaktan dolma anlatımları nedeniyle, meselenin ayrıntılarına vakıf olamamıştır.
Şöyle ki:
Moğol İlhanlılar yönetiminin dağılıp Toga Timur gibi yerel hanlıkların son bulmasının ardından Bâvendîler hanedanı Mazenderan bölgesini yönetmeye başladı.
Onların da tarihe karışmasını izleyen yıllarda sırasıyla üç farklı hanedanlık devreye girdi: Çulabîler, Celalîler ve Maraşîler (Türkçesi: Maraşlılar).
Bu üç hanedan 1349-1392 yılları arasında Mazenderan’ın siyasi hayatında etkinliği bulunan yerel hanedanlar olarak göze çarpmaktaydı.
Kiya Efrasiyab öncülüğünde Çulabîler, bölgede on yıl süreyle hâkimiyet kurdular; Kiya Ahmed Celal önderliğindeki Celalîler, ikincil konumdan öteye geçemediler.
Maraşîler 1359’dan sonra Timur’un bölgeye gelişine kadar (1392) etkin bir şekilde hem bölgede hem de bölge sınırları dışında faaliyet gösterdiler.
1392’den sonra sürgünde oldukları için Mazenderan’da bir süre etkin olamayan Maraşîler, daha sonra bölgeye gelseler de iç çatışmalardan dolayı pek fazla varlık gösteremediler.
Bundan sonrasını Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı bünyesinde doktora tezi hazırlayan Akif Rençber’in çalışmasından özetliyoruz: 3
Günümüzde Kahramanmaraş adıyla anılan Türkiye’deki Maraş şehrinden göç edip İran’da Kazvin ve Mazenderan’a yerleşen Maraşîlerin (Maraşlılar), Hz. Ali’nin torunlarından oldukları rivayet edilir veya onlar, kendi soylarını (şecerelerini) Hz. Ali yoluyla Ehlibeyt’e ulaştırırlar.
Maraşîlerden öne çıkan ilk isim Hicri sekizinci yüzyılda (11’nci yüzyıl) “Mir-i Bozorg” (Büyük Mir/Bey) unvanıyla meşhur Kıvamüddin Maraşî’dir.
Kendisi Mazenderan’a gidişinde ilk olarak Âmul şehrinin Dabu köyünde ikamet etti. Mir Kıvamüddin, Ehlibeyt soyundan olup Şiilerce sekizinci imam olarak kabul edilen İmam Rıza’nın ziyaretgâhına gidip türbesine yüz sürmüştü.
Oradan Sebzvar’a, daha sonra Mazenderan’a yerleşerek bölgede dervişlik ve sufilik mesleğini icra etmeye ve canlandırmaya başladı.
Şeyhinden aldığı irşat icazetinden sonra Âmul şehrine giden Kıvamüddin, halk tarafından bilgili ve kıymetli bir şahsiyet olarak kabul gördü.
Mazenderan’daki bu Seyyidler hareketinin 8’nci ile 10’ncu yüzyıla kadar hüküm süren Alevilere (Zeydîlere) dayanan bir geçmişi vardır. Seyyid Kıvamüddin, Zeydî ideolojisinin bir devamı olarak Mazenderan’da ortaya çıkmıştır.
Kıvamüddin, Dabu köyüne yerleştikten sonra onun Mazenderan’a geldiğini haber alan dervişler, fakihler, mütefekkirler (düşünürler) ve halktan kimseler derhal huzuruna varıp, ona tâbi oldular.
Kıvamüddin’in şöhretinin bölgede iyice yayılmasına neden olan asıl olay Seyyidlerden önce bölgede hâkim olan Çulabîlerin lideri Kiya Efrasiyab’ın Kıvamüddin’e intisab etmesidir.
Seyyid Mir Kıvamüddin Maraşî’nin bir nevi dervişliğin temelini attığı bu dönemde, Kiya Efrasiyab Seyyid’in müridi olarak halkı ona biat etmeye davet etmiştir.
Hükümdar Efrasiyab eğlence, gösteriş, şaşaa ve içkiyle geçirdiği yıllar için tövbe edip, üstündeki hükümdarlık giysilerini bile terk etmişti.
Kendisi ve oğulları, birkaç kez hamama giderek Poştak (پشتک ) adı verilen bele kadar uzanan kısa elbiseyi giymişlerdi.
Muhtemelen bu uygulama, Mir Kıvamüddin’in tarikatına kabulün bir nevi resmiyete dönüştürülmesi için gerçekleştirilen bir törendi.
Süslü hükümdarlık giysileri yerine bir lokma-bir hırka misali dervişlik kıyafetleri giymiş, eğlenceden elini eteğini çekmişti.
Sahip olduğu uçsuz bucaksız arazilerindeki ürünleri, mürşidi Kıvamüddin’in müritleri olan diğer dervişlerle paylaşmış veya onlar her ihtiyaç duyduklarında gelip ihtiyaç duydukları ürün ve hayvanları alıp götürmüşlerdi.
İçten içe buna hırslanan Efrasiyab, mürşidinin bu kadar sevilip tutulmasını hazmedememiş. Ona tuzaklarla dolu bir oyun oynamış; mürşidini bağlayarak tutuklayıp zindana atmış.
O sırada Efrsiyab’ın oğlu kulunç hastalığından aniden ölünce, halk “Mürşidin ahı tuttu, bunda büyük bir keramet ve ibret vardır!” diyerek zindanı basıp Kıvamüddin’i kurtarmış.
Ünü daha da büyüyen Kivamüddin Maraşî, seyyidleri, dervişleri ve müritleriyle birlikte Çulabilerin önderi Efrasiyab’la Celalek denen yerde savaşa tutuşup onu yenmiş.
Böylece onun yönetimi yerine, Seyyidler ve dervişlere dayanan bir devlet ve ordu kurmuş. Devletin kuruluşu münasebetiyle Seyyid Kıvamüddin, mürit ve dervişlerinden oluşan topluluğun huzurunda şu konuşmayı yapmış:
Ben asla dünyayı (işlerini, siyaseti) talep etmedim. Benim maksadım Allah’ın rızasıdır. Şu anda da ondan başka hiçbir şeye bağlı değilim. Fakat Allah’ın takdiri budur ki, Mazenderan, (Efrasiyab’ın sebep olduğu) küfrün zulmetinden, adalet ve doğruluğa yöneltildi.
Bu durum bu fakirin eliyle hazırlandı ve gerçekleşti… Adalet ve insaf makamında ayaklarımız sabit olsun. Allah kötülüklerden ve haramdan bizi sakındırsın. İslam topluluğunu merhametiyle hidayete erdirsin…
Mir Kıvamüddin, Mazenderan ve çevresindeki vilayetlerin fethini oğullarına ve müritlerine bırakarak kendisi mürşid olarak hayatına devam etti.
Seyyidler veya Maraşî Devleti’nin kurucusu sayılsa da aslında o, sadece gerektiğinde fetih hareketlerinde bulunan ve ruhanî bir lider olarak varlığını sürdürdü.
Bu tarihten itibaren Seyyid Kıvamüddin, bölgede Zeydîlerden sonra ilk defa dini lider kimliğiyle faaliyette bulunmuş oldu.
Ancak şöyle bir farkla: Maraşî Seyyidler, Zeydîlerden farklı olarak Sufî karaktere sahiptiler. Bir anlamda hem eylemci ve militan savaşçıydılar, diğer yanıyla da Bâtıni esasa dayalı aşırı/radikal bir sufilik anlayışını benimsiyorlardı.
Kıvamüddin’in hükümet ricalini temsil eden oğulları, Mazenderanlılar nezdinde de kabul gördüler. Âmul Bölgesi’nde gerçekleşen toplantıda müritler, bölge vilayetlerinin düzensizliklerinden ve Sârî şehrinde hüküm süren Celalîlerin başına buyruk hareketlerinden şikâyetlerde bulundular.
Maraşîler, Mazenderan topraklarının düzlük kısımlarını ele geçirdikten sonra dikkatlerini Firuzkûh, Sevadkuh ve Lapur gibi dağlık bölgelere çevirdiler. Bu kısımlar o sırada Celalî hanedanının elindeydi.
Seyyid Kemalüddin önderliğinde fetih hareketlerine girişen Maraşîler, dağın eteklerinde yer alan Sevadkuh’a ulaştılar.
Sevadkuh ele geçirildikten sonra buradaki Maraşî hâkimiyetini sağlama almak için Seyyid Kemalüddin, Bisütûn hanedanı büyüklerinden Kiya Hüseyin Bisütûn’un kızı ile evlendi.
Firuzkûh’un alınmasıyla bölgede Maraşîler için son tehdit unsuru olan Celalîlerin saf dışı bırakılması, Mazenderan’da onların gücünü ve nüfuzunu daha da artırdı.
Böylece Rüstemdâr hükümdarının sahip olduğu topraklar hariç Mazenderan’ın tamamı Maraşlı Seyyidler’in idaresine girdi.
Seyyidler; Mazenderan, Rûyan ve Rüstemdâr’ı ele geçirdikten sonra hâkimiyetlerini Irak sınırına kadar ulaştırdılar. Özellikle Celalîlerle savaşlarda büyük yararlılık gösteren Seyyid Ali Kiya, Gilan’ı Seyyidler adına yönetiyordu.
Gilan’da Seyyidlerin vekili olan Seyyid Ali Kiya, onlara danışmaksızın adım atmıyordu. Buna karşılık Kıvamüddin ile aralarındaki dostluğun da etkisiyle Seyyidler ona saygı gösteriyordu.
Maraşlı Seyyidlerin giderek genişleyip yayılması üzerine Kiya Efrasiyab’ın oğlu İskender Şeyhi ile diğer bölge beylerinin şikayeti ve teşviki üzerine Timur, 1389’da Mazenderan seferine tekrar çıktı.
Mir Kemalüddin, Timur’un gücüne karşı koyamayacağını bilmekle beraber onun bu defa daha kararlı bir şekilde sefere çıktığının bilincindeydi.
Bu sebeple oğlu Gıyasüddin’i tekrar Timur’un huzuruna yolladı. Bu defa değerli hediyelerle birlikte bir de Timur’a iletilmek üzere mektup yolladı.
Mir Kemalüddin bu mektupta şunları yazmıştı:
Biz Mazenderan ormanlarında devlet düzenini gözeten Seyyidlerden bir topluluğuz. İskender Şeyhî’nin babası kendi idaresinde olanlara zulüm edip, onları katletmişti. Şeriatın dışına çıktığından ilahi takdir onun yerine bizi Mazenderan’a getirmiştir. Mazenderan halkı bu sayede zulümden kurtulmuştur. Mazenderan ormanlarında adalet ve insafla bir yönetim anlayışı içinde olan Maraşîler’in dua etmekten başka silahları yoktur.
Seyyid Kıvamüddin’in şeyh-mürid silsilesini incelediğimizde onun Bâyezid-i Bistamî’ye ulaştığını görürüz. Tasavvufî-Şiilik düşüncesinin zirve yaptığı hatta devlet kurduğu coğrafya olan Mazenderan’ın bu açıdan kadim dinî düşünce Mitraizm (hatta Neo Mazdekçilik) ile bir bağının bulunmasından bahsedilebilir.
On İki İmam Şiiliği, Maraşlı Seyyidler döneminde bölgenin resmi mezhebi haline gelmişti. Ama bu Şiilik bile, geleneksel olan Ortodoks Şiilik değil; sufi ve Bâtıni yanı ağır basan icabında siyaset yoluyla dünya işlerini çekip çeviren bir Şiilik idi.
Esasen İran’da Şiîlik bazı sûfi tarikatlar yoluyla yayılmaya başlamıştır. Bu tarikatlar görünüşte Sünnî ve Şafiî okuluna mensup olmakla beraber aslında Hz. Ali’ye bağlıydılar…
İran’ı Sünniliğin egemenliğinden kurtarıp Şia yapan bu inançtır. Şii eğilimlere sahip sûfî tarikatlar İran’ı içten içe Sünnilikten Şiiliğe doğru kaydırmıştır.
Bu cümleden olarak Sufilerin İran’ın ve özellikle Mazenderan’ın Şiileşmesinde büyük katkısı olduğunu belirtebiliriz.
Görülüyor ki, Kıvamüddin Mazenderan’a geldiğinde bir nevi hazır bir ortamla karşı karşıyaydı. Onun ideolojisinin inşası için elverişli bir ortam bulunmaktaydı. Bölgenin tarihini yazan Zahirüddin Maraşî, bu durumla ilgili şunları yazmış:
Mazenderan halkı, Seyyidlerin hâkimiyetini kabul ederek onlara itaat etti. Seyyid’i (Kıvamüddin) kendilerine lider olarak bilip aynı zamanda onun müridi oldular. Şu anda da onu evladı olan Şeyhî’ye aynı sebepten dolayı itaat ediyorlar. Halk akın akın Seyyid’in huzuruna gidip tövbe ediyor, kötülükten kendilerini alıkoymaya çalışıyorlar. 5
Yazının sonunu, Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Dr. Derya Coşkun’un sözleriyle bağlayalım:
Marâşî devleti, XIV. yüzyılda Horasanda kurulan Serbedârilerden etkilenerek onların Şiâ öğretilerini ilke edinen ve dini nüfusunu siyasi bir temele oturtan Seyyid Kıvameddin Marâşî tarafından kurulmuştur… O, bu devleti kurarken halkın desteğini almak için onların dini, iktisadi ve siyasi beklentilerini bilerek hareket etmiştir. İlhanlı hâkimiyetinin bu coğrafyada görülmesi ve sonrasında yaşanan iktisadî buhran, halkı farklı arayışlara itmiştir.
Marâşîlerle arasındaki mücadeleyi kazanan Timur, Mazenderan’ı ele geçirmiş; Maraşlı Seyyidler hanedanının ortadan kalkmasını sağlamıştır.
Geriye kalanların, tehdit oluşturmalarının önüne geçmek için Mâveraünnehir bölgesine yerleştirilmeleri ise onlar için sürgünden farksızdır.
Var oldukları coğrafyadan çıkarak farklı bölgelere gitmek zorunda kalan Marâşîlerin memleket hasretleri, Timur’un ölümüyle son bulsa da, onun oğlu Şahruh döneminde Mâzenderan’a geri dönen Marâşîler aradıklarını bulamamışlardır.
Sürekli siyasi teşekküllerin baskısına maruz kalmış; Safevilerin tarih sahnesine çıkışıyla birlikte Şiiliğe eğilimlerinin de verdiği cesaretle onların içinde yaşamaya devam etmişlerdir. 6
Independent Türkçe
Kaynakça:
1. Osman Gazi Özgüdenli, “Mara’şiler” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, c.28, sayfa 37-38.
2. Şerefname: Osmanlı-İran Tarihi, 2. cilt, çev. Osman Aslanoğlu, Aralık 2010, Diyarbakır.
3. Akif Rençber, Mazenderan (Taberistan) Tarihi (1220-1392), Doktora Tezi, 2015.
4. Doç. Dr Akif Rençber, “Şahruh Dönemi Mâzenderân ve Gilan Seyyidleri (1400-1422)”, History Studies, c. 8, sayı 2, Haziran 2016, Muş Üniversitesi.
5. Seyyid Zahirüddin b. Seyyid Nasirüddin Maraşi, Tarih-i Taberistan Rûyân ve Mâzenderân, Müessese-i Matbuat-i Şarkî, Tahran 1345.
6. Dr. Derya Coşkun, “Bir Sürgün Hikâyesi: Maverâünnehir’deki Marâşîler”, Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 4, sayı, 1, Bahar 2019.
7. Meraklıları için bazı ek kaynaklar: İsmail Mecburi, Tarih-i Mâzenderân, c. I-II, İntişarat-ı Tus, Tahran 1380; Hüseyin Mir Caferi, “Hamle be Mâzenderân ve Avamil-i Sûküt-u Maraşî”, İsfahan Üniversitesi Edebiyat ve İnsani İlimler Fakültesi Dergisi, S. XXXVI-XXXVII (Bahar-Yaz) 1383; Wikipedia İngilizce ansiklopedi, “Mara’shis” maddesi.