Babil Sürgünleri ve Alevilerde Okullaşma Sorunu!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yunanca “diaspora“ sözcüğünden bütün dillere aynen geçen “diaspora“ kavramı kısaca; Bir halkın, ulusun, inanç mensuplarının topluca “ana yurtlarından koparılmalarını ve iskan edildikleri yerde azınlık statüsünde zorunlu yaşamaya tabii tutulmalarını“ ifade etmektedir. Aynı zamanda bir bütün olarak “kültürel köklerinden kopmaya“ işaret eden diaspora kavramının ilk kullanıldığı yazılı kaynak olarak Tevrat gösterilir. Çünkü Tevrat’ın Yunanca çevirisinde yer alan “dünyanın tüm ülkelerine darmadağın olacaksınız!” sözüne atıf yapılır. İsrail oğullarının ilk diaspora dönemi ise MÖ. 586 yılında başlar. İsrail oğulları/Ben-i İsrail (-İbrahim’in torunu, İshak’ın oğlu Yakup’un 12 oğlu) İrsal adı, “Tanrıyla güreşen ve Tanrıyı yenen! Tanrıyla uğraşan!“ anlamında, Yakup’a verilmiş bir unvandır. Düşünsenize; “Tanrıyla güreşen ve Onu yenen Yakup!“ Müthiş bir mittik tasarım değil mi? Her neyse, biz devam edelim!

Babil kralı II. Nebukadnezar/ Nabû-kudurri-uṣur (MÖ.634-562), daha evvel Asurların da işgal ettiği Antik İsrail’e saldırmış, taş üstünde taş bırakmamıştı. Öyle ki; Kral Davut‘un oğlu Süleyman’ın kendi krallık döneminde (MÖ. 971-931) yaptığı Kutsal mabetlerden olan “Süleyman Tapınağını (Beyt-ül Makdis/Kutsal ev)“ bile yıkmıştı. Geriye kalan elit takımdan İsrail oğullarını, esir olarak başkenti Babil’e sürgün getirmişti. Bu da yetmezmiş gibi İsrail’de büyük bir kıyım gerçekleştirmiş, insanları kılıçtan geçirmişti. Yahudi tarihinde ve Tevrat‘ta sıkça geçen “Gelot Bavil Babil Esareti, Acılı Günler, Sürgün Yılları, Babil Sürgünü, Diaspora Dönemi“ ve benzeri tanımlarla o yıllara atıfta bulunulur. Peki kimdi bu Kral Nebukatnezar? Anası, Urfa/Harran’daki görkemli Sin tapınağının bir hizmetli rahibesiydi. Keldani (Kaldi) hanedanının ilk kralı olan Nabopolassar’ın da oğluydu. Yeri gelmişken son bir bilgiyi daha paylaşalım; Derler ki; Nebukadnezar, Babil Bahçelerini, Med kralının kızı Semiramis’e olan büyük aşkını kanıtlamak için inşa etmişti. Zira Semiramis, yukarı memleketin yani (Kürdistan) Zağroslarında doğup büyüdüğü için dağlık manzaraları, bağ-bahçeleri, akarsuları severdi. Bu yüzden aynı görsellikte inşa ettiği Babil asma bahçelerini, sevdiği kraliçe Semiramis‘e adamıştı. Çağı itibariyle bu da aşkın, en zirvedeki hali olsa gerek!

Dünyanın yedi harikasından biri olan “Babil Kulesinin bulunduğu, “Tanrıların kapısı“ manasına gelen Bab-İli Babel yani Babil ülkesinin merkezi, Irak’ın Güneyinde yer alan bugünkü El-Hilla kentiydi. Öte yandan Makedonyalı Büyük İskender‘in (Gross Aleksandıros), MÖ.323 fethettiği ve başkenti ilan edeceği Babil’de öldüğü bilinir. Babillerin bir diğer merkezi üssü ise, çok ilginçtir, bizim Şırnak’ın Cizre ilçesine bağlı eski adı Kürtçe’de Babil olan bu köy, MÖ. 1894 yılında I. Babil Devletinin başkentliğini yapmış bugünkü Kebeli köyü idi. Şu Mezopotamya tarihinin akışkanlığını etimolojik köklerini ve topografik serüvenini görüyor musunuz! Devam edelim;

Medo-Perso Ordusu Babil’de!

Derken zamanı geldiğinde Babil; Tevrat’taki Daniel kitabında/bölümünde de bahsedildiği gibi, Medo-Persler tarafından işgal edildi. Böylece II. Nebukadnezar’ın iktidarı Medler ve Persler tarafından paylaşıldı. Şehir’i teslim alan Media‘lı Mandane’nin oğlu Büyük Kiros/Kuruş (MÖ.576-530), Babil’deki Yahudilere iyi davrandı. Yakılıp-yıkılan İsrail/Kudüs’ü imar etti. Süleyman tapınağını yeniden onardı. Tapınağın ayakta kalan Batı duvarı bugün “ağlama duvarı“ olarak Yahudilerce kutsanır. Türkiye’den de bu ağlama duvarının önünde gidip ağlayan büyük devlet adamlarının olduğuna tanık olunmuştur! Şimdilik bunu boş verelim! Evet, ne demiştik? Kiros, Babil’de sürgünde/diasporada olan İsrail oğullarının ülkelerine dönmelerine izin verdi. İşte tam da bu noktada İsrail oğullarının Babil’deki ileri gelenleri bir araya gelerek ve uzun tartışmalar sonucunda bir karar aldılar. Buna göre kendi aralarında iki gruba ayrıldılar. Bir kısım İsrailoğluları, ortalama 50 yıl sonra kendi kutsal topraklarına, ülkelerine geri dönerlerken (MÖ.538), diğer bir bölümü ise yine Babil’de kalarak, Yahudiliğin düşünce ve inanç tarihini burada yeniden mayalayıp şekillendirdiler. Musa’nın 5 kitabı olarak da bilinen Tevrat/Torah‘nın (öğretme-öğrenim/hukuk) dışındaki diğer 20’den fazla bölümleri/kitapları, işte Medo-Perso döneminde yani bu Babil sürgününde yazıldığı bilinmektedir. Çünkü Babil, antik tarihe ait bütün eserlerin meydana getirildiği kütüphanelerinin başkenti niteliğindeydi. Buna, bir de Zerdüşti Medo-Perslerin’de Babil’e girmesiyle birlikte, Babil kütüphaneleri iyice zenginleşmişti. Bu bibliyografya zenginliği, yazılı tablet arşivleri Yahudi rahiplerine-bilginlerine sınırsız bir ilham kaynağı sunmaktaydı.

Hummalı çalışmalar sonucunda Babil’de kalanlar; “Babill Talmud Akademisi“ni kurdular. Bu akademide yetişenler, deyim yerindeyse günümüze kadar dünyada gelişen 2500 yıllık bilim ve teknoloji çağındaki Rönesans’ın önderliğini yaptılar. Öyle ki bu akademide yetişen kadrolar ve Onların günümüze kadar gelen çocukları, bugün diasporada Yahudi halkının ve devletinin sadece atardamarını oluşturmakla kalmadılar, aynı zamanda dünyanın da çehresini değiştirdiler. Yahudi inançsal tarihi, bir bakıma antik Babil ve Medo-Perso (Zerdüşti) kültürleriyle harman edilmiştir. Eğer günümüzde Yahudilik ile Aleviliğin bazı unsurları (-etno dinsel-inançsal) benzeşiyorsa, işte bu benzerliğin kökeninin aslında Zerdüştlük yada Ari kültürel gelenek-göreneklerden ibaret olduğu da hesaba katılmalıdır. Yani Yahudi halkının ve inancının dünyada tanınmasına, gelişmesine, ve ekonomilerinin güçlenmesine öncülük edenler, daha çok Babil sürgününün çocuklarıdırlar. Çünkü “Babil Talmud Akademisi“ nde yetişen öğrenciler ve tarihsel süreci içinde bu yöntemle dünyada geliştirdikleri okullaşma geleneği kapsamında büyük bir tarihsel sıçrama elde ettiler. Yahudilerin “Babil Talmud Akademisi“, beklide dünyada bilinen diasporada/sürgünde kurulmuş ilk “okul” olarak karşımızda durmaktadır.

Şimdi! Durup-Dururken Bütün Bunları Neden mi Anlattık?

Çünkü çağlar öncesi kültürel değerleri ve toplumsal ahlaki vasıfları yeni formasyonlarıyla günümüze kadar yaşatarak getiren Alevilerin; tıpkı “Babil Talmud Akademisi“ gibi okullara ihtiyacının olduğunu dikkatlere sunmak istedik! Bir diğer yönüyle de bu kadar devasa bir Yahudi külliyatı nasıl ki okullaşmayla ortaya çıkarılmışsa; Aleviliğin kök hücreleri de yine aynı çalışma metoduyla, okullaşarak ancak ortaya çıkarılabileceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır! Zira Aleviler yaklaşık 30 yıldan beri sosyal yaşamın her alanında bir araya geliyorlar. Gerek yurtiçinde ve yurtdışında (diasporada) bir araya gelen Aleviler, kendi imkanları dahilinde sosyal, siyasal, kültürel ve inançsal bağlamda örgütleniyorlar. Dernekler, Vakıflar, Cem evleri kuruyorlar. Söz konusu bu mekanlarda çeşitli etkinlikler gerçekleştiriyorlar. Daha çok Ehl-i Beyit anlatıları, katliam anmaları, Cemler, Hakka uğurlama ve inanca özgü diğer hizmetlerle, çeşitli konularda paneller düzenliyorlar. Peki bütün bunlar yeterlimi dir? Hayır yetmez! Yetmiyor!

Alevilik, Masallarla Anlatılamaz!

Okulsuz bir toplumun çocukları, bu iletişim çağında, inanç ve kültürüne dair yarattıkları kendi öğreti değerlerini mevcut hantal-atıl çalışma yöntemiyle geleceğe taşıyabilir mi? Peki hal böyle iken, şu ana kadar bu alanda, her geçen gün toplumsal ihtiyacı biraz daha hissedilen ciddi bir okullaşma süreci başlatılmışımı dır? Bu eksende bütün örgütsel yapılar bir araya gelerek ortak bir eğitim-öğretim müfredatı ortaya koyabilmişler midir? Maalesef, bu ve benzeri sorular hep havada kalmaktadır! Mantıki soruların olmadığı bir düşün dünyasında, gelecek kurulamaz! Özgür bir gelecek, var olan yanlışların sorgulanmasıyla ancak mümkündür! Aleviler ise içsel sorunlarını tartışmakta oldukça uzak ve bir o kadar da düşünce üretmede etkisiz kalmaktadırlar. Aleviler, bu mekanlarını birer akademiye, okula, kütüphaneye çevirmedikleri sürece, istenilen hedefe ulaşmalarının mümkün olmayacağı artık anlaşılmalıdır! Oysa yurtdışında/diasporada yaşayan Aleviler; bulundukları ülkelerde okullaşarak, yetiştirilecek eğitim-öğretim kadrolarıyla Alevi inancının tarihi köklerini yeniden filizlendirerek ve bu Mezopotamik inancı, geleceğe rahatlıkla taşıyabilirler! Keza aynı sorun, Kürtler için de geçerlidir. Aksi halde yarın çok geç olabilir! Bütün bunlardan azade, en temel sorunların başında eğitim müfredatı, yani okul öncesi dönemi de kapsayan bir eğitim pedagojisi programlarının bütünsel alıştırma-üniteleri gelmektedir. Esas itibariyle okullaşamamanın tek nedeni; son kertede toplumsal anlamda adına Alevilik denilen bu gerçekliğin temellerinin hangi parametreler üzerinden ele alınacağı kaygıları-hesapları yatmaktadır. Oysa değişen dünyamızda süre gelen ezberci bir söylemle, kör inançsal doğmalarla yol alınamayacağı artık görülmelidir.

Kim ne derse desin; Alevilerin, çağdaş uygarlıklar karşısında toplumsal yaşamlarını etkileyen, Onların ilerlemesine engel olan, gelecekte çocuklarını bilimsel-mantıki kuramlarla çelişir bir pozisyona iten, akılcı düşün dünyalarını, imanî algılarla eşitleyen bagajlarındaki fazlalıklardan (Ortadoğu’nun masallarından-hurafelerinden) kurtulmaları gerekiyor. Aleviler; inanca özgü temel eğitimin alt yapısını, içeriğini, ortak çalışma yöntemlerini yeni bilgi üretme kabiliyetini ileri düzeyde geliştirip kategorize edebilecek yüksek hedeflerle toplumsal dönüşümünü gerçekleştirmelidir. Aslında bu, o kadar da zor değil!

Alevilik Felsefesi, Laik Eğitimle Taçlandırılmalıdır!

Bir bütün olarak dinlerin ve özelde ise Ortadoğunun-İslamiyetin; çağdaş dünyaya, bilim ve teknolojiye verebileceği, sunabileceği hiç bir katkısının olmadığı artık çok net bir biçimde anlaşılmaktadır. Deyim yerindeyse aslında Aleviler ise bu gerçeğin, ilk farkına varan dünya topluluğu olmalıdır! Oysa gelinen bu süreçte Aleviler; kendi zihinsel ve düşün dünyasında yeni bilgi üretiminde maalesef yetersiz kalmaktadırlar! Sanki Aleviler içerisinde sistematik bir şekilde tartışmayan, soru sormayan, eleştirmeyen bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır. Sosyo-kültürel inançları bağlamında, yeni bir yaşamı örğüleyip geliştirmek yerine, siyasi İslamın tuzağına çekilerek ve kendi gerçekliklerinden koparılarak, her geçen gün biraz daha uzaklaştırılmaktadırlar. Aslında bu bir uyuma halidir! Bu rehavetten bir an önce kurtulmak gerekir! Bu sorun çözülmeden, toplumsal siyasette de başarının sağlanması imkansızdır!

Gerçek bilgiden uzak, felsefe yapmaya kapalı ve dünyayı yeniden kuramama, çağdaş düşünce üretememe durumu, ne yazık ki Alevileri de kısmen esir almış bir pozisyonda seyretmektedir. Zira ekolojik değerlere önem veren, bireysel ve toplumsal yaşantısını çağdaş dünyanın geleceğiyle bir gören Alevi gençlerini-geleceğini hiç kimse elinin tersiyle bir kenara böylesine itemez, itmemelidir! Mezopotamya’daki Aryenik kültürü en çağdaş-ahlaki yönleriyle ele alıp, bunları yeniden gözden geçirerek geleceğe-gençlere kazandırmak elzemdir! Bu da ancak okullaşmayla, içsel bir devrimle/devinimle gerçekleşebilir! Her şeyi tartışmalıyız!

Alevilik İslamiyet’in Bir Mezhebi Değildir!

1400 yıl önceki Arap toplumunda “Tanrılar çatışması” sonucu doğan ve “Tek Tanrı” tarafından, ilahi bir buyruğun-düşüncenin yani vahiy yoluyla elçisi tarafından insanlara fetih zoruyla kabul ettirilmesiyle ortaya çıkan İslamiyet’in, Alevilikle uzaktan yakından hiçbir bağının olmadığı görülmediği sürece ve bu gerçeklik sürekli dile getirmedikçe Alevilerin özgün temelde okullaşması, akademiler, enstitüler, sanat atölyeleri kurması imkansızdır! Zorlamalarla boş binalara asılacak olan tabelaların da hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.

Öyle görülüyor ki Alevilerin; “Müslüman olmadığı“ yüksek bir sesle tartışılmadığı, tarihsel hakikat bütün yönleriyle ortaya konulmadığı sürece okullaşmaları imkansızdır! Bu vesileyle “Aleviler Müslüman mı değil mi?“ sorusu yerine, açık yüreklilikle tıpkı Ezildiler gibi “Alevilerin Müslüman olmadığı!“ gerçekliği, çok net bir biçimde toplumsal bilince çıkarılmalıdır. Bu türden tartışmalar tüm platformlarda ele alınıp, üzerinde çalıştaylar düzenlenmeli ve kardeşlik hukuku temelinde bu konu kıyasıya mütalaa edilmelidir!

Yukarıda kısaca verdik! Yakup’un; sabaha kadar çadırında Tanrıyla güreştiğini ve sonunda Tanrıyla güreşen ve yenerek “İsra-el Tanrıyı yenen“ unvanını alarak Yahudiliği, böylesi bir kurucu mitin çeviresinde dünyada konumlayarak günümüze kadar getirdiğini çoklu açılarda ele alıp yeniden düşünmeliyiz. Bugün dünyada, Yahudilerin geldiği nokta ortadadır! Öyle ise Aleviler de en kutsal gördükleri şahsiyetleri ve delilsiz anlatıları cesurca tartışmaktan korkmamalıdırlar. Lakin bilinmelidir ki; Alevi felsefesinde şahsiyetler kutsal değildir! Kutsal olan İnsanın bizatihi kendisidir! Toprak Anadır!

Aleviliğin Tarihi; İmanla Değil, Akıl’la Ele Alınmalıdır!

Kronolojik sıralaması dahilinde Alevi inancının-öğretisinin içerisine serpiştirilmiş bir bütün olarak başta toplumsal adlandırma bakımında “Alevi-lik ismini, İmam Ali’yi, Ehl-i Beyit’i, Kerbela’yı, Şah İsmail’i, 4 kapı/40 makamı, 7 Ulu Ozanı, birbiriyle çelişen dizelerce Nefesleri, menkıbevi masalları ve bu bağlamda uydurulmuş bir çok kuramsal hikayeleri yeniden gözden geçirip, kanıtlarıyla ortaya koyarak tartışıp, üzerinde mülâhazalarda bulunmamız gerekmez mi? Eğer şimdi değilse, ne zaman? Bunu biz yapmayacaksak, kim? Dikkat edecek olursanız, toplumsal ayrılıklar-gayrılıklar hep bu alanda kendisini göstermektedir. Bütün tartışmaların önsözünde yada sonuç bildiriminde bu can alıcı sorun, yani Alevi temel eğitimi “İslami-Müslimi-imani mi olmalı?” yada “böyle olmayıp, Varlığın/varoluş ilkelerine dayalı mı” olmalı, kaygısı yatmaktadır. Oysa Alevilik dersleri, akli ve bilimsel bir çizgide ısrar edilerek gerçekleştirilmelidir. Akılla gidilmeyen yolun sonu karanlıktır!

Uzun sözün kısası, eğer bugün, bunca imkana rağmen Aleviler bir türlü yerel düzeyde kurdukları Dernek, Dergah, Cem evi handikabından kurtulup demokratik modern anlamda okullaşamıyorlarsa bunun tek sebebi vardır! O da; yaşamın teorik ve pratik alanında 30 yıl öncesinde Alevi ve Müslüman kavramları yan yana dahi gelmezken “Aleviler Müslüman mı değiller mi?“ ikilemiyle, Aleviler programlı bir şekilde sinsice büyük bir oyunun içerisine çekilmektedirler! Zira İslami yaşam tarzıyla hükmetmiş 1400 yıllık bölge devletlerinin tarihi, “Alevilerin Müslüman olmadığını” asırlardan beri sınayarak, resmen tasdik etmiştir. Bunun ödülü olarak da soykırım ve katliamlar dayatılmıştır.

Aleviler, içtenlikle bu ikilemden çıktıkları ve eski fabrika ayarlarına geri döndükleri an, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki; diasporaya dağılan Yahudilerin Babil sürgünleri gibi büyük işer başaracaklardır! Aleviler bu çağda; özgürlüklere ve laik demokrasiye kapalı Müslümanlar gibi olamazlar! Aleviler, imanı aklın önüne koyan selefi düşüncelerle hareket edemezler! Çağdaş dünyalı birer kültürel İnsan/birey gibi düşünür ve dünyayı yeniden kurarlarsa; işte bu medeni dünyanın tüm kapıları, bu düşünceye sahip olan bir Alevi toplumuna sonuna kadar açık olacaktır. Hatta geleceğin dünyası, bu evrensel inanç değerleri etrafında şekillenecektir. Bu eksendeki okullaşmayla birlikte inancın mahiyeti, bilimsel yeni bilgi üretimi ile daha da gelişerek zenginleşecek ve gençlere etik anlamda yeni bir çıkış yolu açacaktır. Aksi halde antik çağlardan süzülüp gelen bu evrensel inançları, Ortadoğu’nun eskiye ait masallarıyla birlikte zamanın yel değirmeninde öğütülüp un-ufak olup yitip gidecektir.

Evet! Aleviler; okullaşacaklar mı? Yada “Aleviler, Elhamdülillahsız Müslüman olmaya“ devam mı edecekler? Hakikati aramak ve bulmak bilgeliktir! Hakikat ise duygusal öngörülerle değil, akli düşünceyle ancak ortaya çıkarılır ve elde edilir! Öyleyse hakikat karşısındaki duruşumuz ne olmalıdır?
Hak ile kalın!

Babil Sürgünleri ve Alevilerde Okullaşma Sorunu!
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA