Zorunlu Din Dersleri (Afyon) ve Alevilerin Dağınık Halleri!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Demokrasi Konferansı Alevi Bileşenleri” 28 Aralık 2021 tarihinde yayınladığı bildiriyle “Eşit yurttaşlık temelinde özgür bir toplum için laik ve bilimsel bir eğitim istiyoruz” başlığıyla bir imza kampanyası başlattı. Konuyla alakalı Alevi toplumuna mensup her meslekten aydınlar, kamuoyunda duyarlılık yaratmak maksadıyla çektikleri videolarla buna katkılar sundular. Makaleler kaleme alıp, sosyal medyada farklı tartışmalar yürütüyorlar. Elbette bütün bu aktiviteler yerinde ve olması gereken tepkisel eylemliliklerdir. Önemlidir! Peki bütün bunlar yeterlimidir? Yada gerçekten de konunun asıl muhtevası tartışılmakta mı yoksa işbirlikçi ve egemen güçlerin dayattığı sadece tali yollardaki ayrık otları mı temizlenmeye çalışılıyor? Benzeri sorulara akli cevaplar bulmamız gerektiği kanısındayım. Konumuzun önemine binaen bu çalışmamızı 2 ayrı bölümde ele almayı uygun gördüm. Bu vesileyle bu bölümde konunun biraz arka planına kısaca bakmamızda fayda olduğu görüşündeyim. Önceliği sözü; Marx yoldaşa vererek kısa bir nostalji yapmaya ne dersiniz? Başlayalım:

Din Afyondur!

Türkiye’deki toplumsal sol-sosyalist düşüncede sürekli yazılan-dile getirilen Marx’ın  o ünlü sözü hala bile güncelliğini korumaktadır. Sanırım toplumlar Din ile uyuşturulmaya çalışıldığı sürece de bu söz geçerliliğini sürekli yenileyecektir. Marx  gençlik yıllarında, 1844’de “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” adlı kitabında “Din, halkın/toplumun afyonunu oluşturuyor!” demişti. Bir “din düşmanı” olarak ünlenmesini sağlayan bu sloganın mucidi aslında Marx değildi. Arkadaşları Moses Hess ve Heinrich Heine’ın daha önce yazdıklarında da bu ünlü söz yer almış ve kavramsallaşmıştı. Ama Marx ile sloganlaşmış ve adeta ete-kemiğe bürünmüştü. Bu kuramsal kavramın üzerinde yığınla tezler-antitezler üretildi. Bütün bunlar bir yana! Peki ama Marx, tam olarak bu konuda ne demişti? “Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli sezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dışlandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor” (Marx, 2009: 192). İşte hepsi bu kadar!

Aslında Marx’ın buradaki tanımı üzerinde farklı tartışmalar hep yapılageldi. Afyon < uyuşturucu olarak halkın toplumsal inşasında uyutulması, narkozlanması anlamına gelirken, bir diğer mesajında ise toplumun çaresizliğinden, ötürü acılarının dindirilmesi maksadıyla verilmesi zorunlu olan ilaca bir gönderme yapılmaktadır. Her ne olursa olsun bu durum, toplumların bir “din sorunsalının” olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Hele hele Ortadoğu’da ve özellikle de Müslüman topluluklarda bu hakikat biraz daha kendisini dayatmaktadır. Yani dini; toplumsal katmanlar üzerinde bir afyon olarak kullanan elitler, bu alanda kendilerini hep yaşatmış, iktidarlarını güçlendirmişlerdir. Bu açıdan din, onlar açısında halkı daha rahat yönetebilmek için verilmesi gereken bir afyon, anestezidir.

Bu bağlamda din üzerine bir çok ünlü şahsiyet kafa yormuş ve farklı uygulamalarla toplumu istediği gibi dizayn etmiştir. M. Kemal ise din’i, dil ile birlikte ulusun en güçlü iki varlığı olarak ele alır. Ve der ki; “Ulusumuz dil ve din gibi güçlü iki varlığa sahiptir. Bu erdemleri hiç bir güç ulusumuzun yüreğinden ve gönlünden çekip alamayacaktır ve alamaz..! (Söylev ve Demeçler; 1923: 66) derken, aynı M. Kemal; 1933 yılındaki “Bursa Söylevi” nde ise ulusun ve milletin asıl sorunun “din olmadığını”, “dil olduğunu” belirterek, böylece aradan geçen bu on yıllık zaman dilimi içerisinde dini faaliyetlerle toplumu yönetim-kontrol altına aldığını ima edecekti. Artık din, yeni Cumhuriyetin kurucu kadroları için sadece toplumu uyutmak suretiyle kullanılacak fonksiyonel bir enstrümana dönüşmüştü.

“Sadece devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette hiçbir söze inanmayın!” diyen İranlı düşünür Ali Şeriati (1933-1977), Hâkim sınıfların elindeki dini, “şirk dini” olarak tanımlayarak, “Dine Karşı Din” adlı eserinde;  “Şirk dininin özellikleri-din düşmanlının da doğru olarak ifade ettiği gibi-cehalet, korku, kayırma, servet ve bir sınıfı diğer sınıflara tercih etme ve onu üstün görmedir. Din düşmanlının dediği gibi bunlar doğrudur. Dinin halkı zillete, zorluğa, çaresizliğe, cehalete, maruz kaldıkları geri kalmışlığa, kendilerinin selef ve haleflerinin duçar oldukları ve olacakları talihsizliğe sevk eden bir afyon olduğu söylemi, gerçeği yansıtmaktadır!”(Şeriati, 2009: 30). Aslında Şeriati; toplumsal inşalarda dinin nasıl da bir afyon işlevini gördüğünü net bir biçimde açıklamaktadır. Bunu belirtirken çevresindeki İslam ülkelerindeki gidişatı çözümleyerek ele almaktadır. Burası çok önemlidir!

Dinselleşen Alevilik, Alevi’ye Afyon Olarak Dönmektedir!

Bu noktadan hareketle Alevi kurumları, örgütlü yapıları, Kadın Anaları, Pirleri-Dedeleri ve özellikle de aydın-entelektüelleri, bu kadim/antik inancı, son yıllarda yaratılan hikayesiyle kendi içsel duyularına, nefislerine göre ele almamalıdırlar. Simgesel anlamda bu kadim inancı 1400 yıllık bir evrede ele alıp değerlendirip ve İslam’ın bir çıktısı gibi algılayıp yorumlamamalıdırlar. Aksi halde bu kadim inanç, zaman içerisinde karakteristik özelliklerini yitirip, İslami bir versiyon olarak dinselleşerek, iktidarların elinde Alevilerin; Afyonlanması, narkozlanması gereken bir toplum haline dönüşür. Gerçekçi olmamız gerekirse, aslında son yıllarda olaylar-tartışmalar-müdahaleler zinciri takip edildiğinde bu eğilim oldukça ağırlık kazanmaktadır! Bu çok üzücüdür! Ürkütücüdür! Bugün okullarda zorunlu din derslerine karşı çıkmamızın nedenlerinden birisi de bu alanın ciddi bir şekilde sorgulanmasının gerektiği de göz ardı edilmemelidir.  Alevilik inancı; bazı İslami özellikler altında her geçen gün biraz daha dinselleşerek siyasal İslamcıların etki alanına giriyor mu girmiyor mu? Sorusuna verilecek cevapların üretilmesi ve tüm toplumsal katmanlar tarafından bunun tartışılması gerekmektedir! İnancınızı dogmatik örtülerle dinselleştirirseniz, zaman içerisinde Afyonlanmanız, narkozlanmanız kaçınılmaz bir hal alır! Bunu da en iyi bir şekilde devletin bütün aygıtlarıyla başta Diyanet olmak üzere iktidarlar ve işbirlikçileri hayata geçirirler. Şu an Aleviler, okullarda verilen zorunlu din dersleriyle narkoz odasına alınmış bulunmaktadırlar. Bunun tek nedeni ise Alevilerin kendilerini; “Müslüman” olarak addetmelerinden kaynaklanmaktadır! Bu paradoksal sarmaldan bir an önce kurtulmak gerekir.

Osmanlı ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Okullardaki Din Dersleri

Osmanlı Devleti’nde bir “din eğitimi ve öğretimi” olmasına rağmen “din dersi” diye ayrı bir ders yoktu. Temel eğitim; “Kur’an okuma ve ilmihal” adlı pratik din bilgilerini içeren derslerden mevcuttu. Ki Osmanlının tüm zamanlarında bile Alevi-Kızılbaş toplulukları-aşiretleri bu eğitimden bile habersiz idiler. Cumhuriyet döneminde (3 Mart 1924) “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ndan sonra okul programlarında “din dersi” yeniden düzenlenmişti. İlkokul programlarında “Kur’an-ı Kerim ve Din Dersleri” adı ile ortaokullarda ise “Din Bilgisi” adıyla din derslerine yer verilmişti. Daha sonraları kademeli bir şekilde 1939 yılından itibaren okullardaki bu din dersleri kaldırılmıştır. Buna karşın 1982 yılına kadar sistematik örgün eğitim ve öğretimdeki din dersleri, farklı uygulamalarıyla belli bir seyir izlemiştir. Daha çok, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri adı altındaki bu ders, okullarda seçmeli olarak verilirken, 1982 yılındaki 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte bu trend radikal bir değişikliğe uğramıştır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri zorunlu hale getirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na da sınırsız yetki verilmiştir.  Bugünkü siyasal İslamcı kadroların önü açılmış ve bugünlere gelinmiştir! Son yıllarda Afyonlu çağın zirvesi yaşanmıştır!

12 Eylül Askeri Darbeyle Gelen Zorunlu Din Dersleri

1982 Anayasasının 24. Maddesiyle düzenlenen “Din ve vicdan hürriyeti” başlığı altında şunlar yazar: “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. Madde (Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz)  hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır (…)” (82 Anayasası). denilmektedir.

Aslında dikkat edilecek olursa burada, din derslerinin okullarda “zorunlu” olmasıyla birlikte “din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır” denilmektedir. Ama ne var ki bu zamana kadar Aleviler; bu ilgili maddeden asla faydalanamamışlardır. Çünkü Aleviler kendilerini “Müslüman” olarak gördükleri gibi, devlet de onları bu eksende ele alıp bir “üvey evlat” muamelesi yapmaktadır. Şayet Aleviler kendilerini “Müslüman”, hatta bir tık daha ileri giderek “öz Müslüman, İslam’ın özü” benzeri dogmatik ve gerçeklikten oldukça uzak bu içi boş kavramlarla kendilerini tanımlamayıp,  daraltarak bağlamasalardı, işte 82 anayasasının bu ilgili paragrafında faydalanabilirler yada en azında bir tartışmanın önünü açabilirlerdi. Ama maalesef hakikatin yolu böyle seyretmemiştir.  Müslümanlıkla terbiye edilmeleri için bazı Alevi bölgelerinde yapılan toplama kampları niteliğindeki Yatılı Bölge Okullarına; Alevi çocukları ailelerinden alınarak din eğitiminden geçirilmiştir. Bunun en bariz örneği 82 darbesinin hemen arifesinde, pilot bölge olarak Dersim’de gerçekleştirilmiştir. Tıpkı 38 soykırımı sonrasında olduğu gibi, Yüzlerce Kürt Alevi çocuğu toplanarak, bölgedeki yatılı okullarda dini ağırlıklı derslere tabi tutuldukları gibi. Kim bilir bu kuşaktan kaç kişi günümüzde Alevi kurumlarında farklı pozisyonlarda Müslüman misyonerleri gibi faaliyette bulunmaktadır? Kim bilir bu okullarda aldıkları İslami-dini eğitimlerle, Alevilik inancının hangi temel taşlarını yerinden oynatarak çevresindeki aileleri nasıl etkilemiştir?

Lozan Antlaşması ve Azınlıkların Din Eğitimi Hakları

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ve Lozan Antlaşmasının (1923) hükümlerinden olan Türkiye’de yaşayan azınlıklarla ilgili bir takım imtiyazların hayata geçirilmesi ve Lozan Antlaşması ile din eğitimi konusunda yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Buna göre; Lozan Antlaşmasında adı geçen Türkiye’de yaşayan azınlıklar (Museviler, Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Ortodoks, Katolik ve Protestan Kilisesi vs.) kendi okullarında mensubu bulundukları dinin eğitimini, çocuklarına vermekte serbesttirler.

Yine Türkiye’de yaşayan ve fakat Lozan Antlaşmasında adı geçmeyen gayri Müslimler (Süryaniler, Keldaniler vs.) ise ancak dilekçe ile başvurdukları takdirde, okullardaki DKAB dersinden muaf olacaklardır.

Aslında bu gruba Alevilerin de eklenmesinde hiçbir sakınca yoktur. Lozan Antlaşmasında adı geçmeyen gayri Müslimler kategorisinde nasıl ki Süryaniler ve Keldaniler yer alıyorlarsa, Alevilerin de burada yer alması gerekmektedir. Ama ne var ki; 1990’lara kadar kırsal çevrenin kendi koşulları içerisinde içe kapalı, kısmen izole edilmiş toplumsal bir yaşam süren Aleviler, bu yıllardan sonra devlet destekli belli odaklar tarafından örgütlendiler. Buna göre, yazılı ve sözlü mecralarda Alevi toplumuna sınırları dahi belli olmayan “Anadolu İslam’ı, Halk İslam’ı, Alevi İslam’ı, Öz Müslüman, İslam’ın özü” ve benzeri uyduruk kavramlarla İslami Ehli beyitçi bir hikaye dayatıldı. Bilgiye olan açlığıyla Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından bu kanıtsız-mesnetsiz litare edilen yeni masallar kabullendirildi.

Oysa devletin resmi okullarında verilen DKAB dersi, sadece Müslüman öğrencileri kapsıyordu.  Dolayısıyla Alevilerin de bu bağlamda “Müslüman” olarak görüldüklerinden;  Onların da okullarda verilen bu din derslerini zorunlu olarak almalarına hükmedildi. Zaten Aleviler açısında asıl sorunun başlangıç noktası da işte tam da burasıdır. Yani düz mantıkla konuyu ele aldığımız zaman şu sonuca rahatlıkla varabiliriz! Kendisini, İslam halkası içerisinde “Müslüman” ve hem de “öz Müslüman” gören Alevilerin; çocuklarına da MEB okullarında, diğer Müslüman çocukların aldığı zorunlu din dersi eğitiminin verilmesi kadar doğal ne olabilir ki? Hem Müslüman olan bir ailenin; kendi çocuğuna İslam dini derslerinin verilmesinde ne gibi bir sakınca görülebilir ki? Benzeri karşı mantıki soruların arkası kesilmemektedir! İleri sürülen argümanlarla, karşı tarafın haksız sayılamayacağı da gayet açıktır! Bu türden soru ve argümanların boşa çıkarılması; ancak Alevilerin kendilerini “Müslüman”, “İslam’ın özü” olarak görmemelerinden ve bunu açıkça deklere etmelerinden geçer. Aksi halde ne AHİM kararları ve nedeki Milli Eğitim Bakanlığının almış olduğu kararlar, uygulamalar, konunun çözümünde hiçbir rol oynamayacaktır. Yani Alevi çocuklarına okullarda zorunlu din dersleri verilerek; geleceğin hümanist-evrensel, çağdaş-laik eğitimli birer bireyi değil; Orta doğunun bağnaz siyasal İslamcısı birer Selefi Müslüman olarak, ailelerinden etnik kimliklerinden dahası kendine özgü dünyalarından kopuk, bir şekilde hayatlarına devam edeceklerdir. Bir sonraki yazımıza “Avrupa Birliği, Müslüman Türkiye ve Aleviler!” bağlamında devam edeceğiz!
Hak ile kalın!

Kaynakça/Bibliografya
Karl Marx “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” Çeviren Kenan Somer, Sol yayınları, İst. Orginal adı,  “Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie [1843]”

1. Kemal Söylev, (1923) “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, C. ll,
Şeriati, Ali (2009) “Dine Karş Din” Fecr yayınları, Anka. Eserin OriJinal Adı “Mezheb Aleyhi Mezheb”

Zorunlu Din Dersleri (Afyon) ve Alevilerin Dağınık Halleri!
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA