Categories: İnançToplum Yaşam

Hüseyin Elmas dede: Daha önce Alevileri öldürüyorlardı, şimdi Aleviliği öldürüyorlar

NURSEL ŞENGEZER

Sarıgazi Cemevi dedesi Hüseyin Elmas ile Aleviliği ve Alevi olmayı, Alevi geleneklerini ve Alevilerin nasıl bir dünya istediğini konuştuk.

Aleviliğin insan felsefesini nasıl tanımlarsınız?

Aleviliğin insan felsefesi Hacı Bektaş Veli’nin sözüyle her ne arar isen kendinde ara, dolayısıyla insanda ara demek. İnsan-ı kâmil olunabilmişse, enel hak der Hallacı Mansur ve onun için de katledilmiştir. Enel hak sözünün temelinde yatan hak alemdedir, hak insandadır. Aleviliğin temelde amaçladığı şey de insan-ı kâmil yaratma ütopyasıdır. Dolayısıyla insan hayatta gördüğümüz her şeyden çok daha değerli.

Evet tabiatın diğer bütün varlıkları, canlı, cansız, nebatat, hayvanat hepsi de değerlidir ancak insanın farklı bir özelliği var. Kendini insan-ı kâmil olma yoluna koymuş olan bir insanda Hakkı ararız, Tanrıyı, Hüda’yı, Allah’ı ararız.  Dolayısıyla hakkın kendi cemalini insanın cemaline nüks ettiği, kendi nefesini de insanın nefesine nüks ettiğine İnanır Alevilik. Bizim ibadetlerimizde hak ile hak olmak hakkın huzuruna çıkmak düsturu vardır. Kelime olarak halka namazı deriz, yani bir yöne tek bir yöne dönerek ibadet değil, cemal cemale ibadet. Dolayısıyla karşımızdakinde ararız hakkı, karşımızdaki de bizde arar. Herkes birbirinin cemaline bakarak hakkı arar, hak da insan-ı kamilde kendini tezahür etmiş anlayıştır Alevilikte.

Aleviliğin nasıl bir toplum önermesi var?

Hak yenmişe Alevi canlar içerisinde Dede-Talip-Ocak-Pir-Mürşit ilişkisi içerisinde sorgularız. Biri birinin hakkını yemişse, biri birisinden istekliyse, şikayetçiyse meydana döker. Cemdeki bütün canların huzurunda, Hak Muhammed Ali postunu temsil eden dedenin huzurunda müşküllerini ortaya dökerler, ortaya döktüklerinde herkes kendi yaptığı amellerin hesabını burada cem erenlerinin huzurunda verir. Dolayısıyla bizim görgü cemleri dediğimiz cemlerimiz, esas ana ve büyük mahkemedir. Esasen onun için bu dünyada birinin kalbini kırmışsanız, birinin hakkını yemişseniz veya sizin hakkınız yenmişse, sizin kalbiniz kırılmışsa onun hesabını burada insanlara verirsiniz.

Ve her yıl düzenli bir şekilde geçmişte görgü cemleri yapılırdı, bu görgülerde her can kendini arındırırdı ve en sonunda şimdi Hakkın huzuruna çıkmaya hak kazandık noktası olurdu. Ve bir yıl sonra bu tekrar edilir, neden ola ki o bir yıl içerisinde müşkülat olmuşsa, kalbi kırılan olmuşsa şikayetçi olan var ise, düşkün olan var ise sorgulanır toplumun gözetimi ve jüri üyeliği karşısında. Çok önemli bir şey daha var Alevilikte bir can bir yıl önce görgüye girdi, görgüden geçti, görgüden geçtikten sonra öbür görgü dönemine kadar hakka yürüdü ise ve o süreç içerisinde bir hatası, bir kusuru, borcu harcı hakka yürüdükten sonra bu kez dardan indirme cemi kurarız hakka yürüyen can için. Onun hesabını da onun birinci dereceden yakınları olan eşi, çocukları ve başta da musahibi olmak üzere, borç bırakmışsa borcu, kırgınlık bırakmışsa onları musahibi başta olmak üzere ailenin birinci dereceden bireyleri üstlenirler, rızalık alırlar. Biz şöyle inanırız o hakka yürüdüğünde toprağa sırlanır, hakka yürüme erkanı yani cemi yapılana kadar onun darda kaldığını düşünürüz hesap verilmesi gerektiğini düşünürüz ve dardan indirme. İşte bu sorgulamayı, bu yaşanan dünyada kendi yakın çevresi üstlenirler ve hakka yürüyen bu candan biz razıyız artık dendiğinde dardan inmiş olur, toprakta rahat huzur içerisinde yatmasını sağlarız.

Yani insan-ı kâmil olma meselesini sadece kendini kurtarmak olarak algılamıyor, Alevilik?

Aleviliğin topyekûn bütün insanları, insan-ı kâmil mertebesine eriştirmek gibi bir ütopyası, bir amacı vardır. Gelişmiş demokrasilerde de bilirsiniz toplumlar birbirlerini uyarırlar, ikaz ederler. Gelişmiş demokrasilerde bunlar otur oturmuş vaziyette. Oysa Alevilikte yüzlerce-binlerce yıldır musahiplik sistemiyle biz bunu hayata geçirmişizdir. Bir aile eşi ve kendisi başka bir aile eşi ve kendisiyle musahip olurlar. Dolayısıyla iki çekirdek aile, onun çocukları diğer musahibin çocuklarıdır bunun çocukları öbür musahibin çocukları sayılır. Geçmişte ekonomik koşullar eşitti bir musahip darda kalmış ise öbür musahip ona el uzatmak ve yardımcı olmak zorundaydı, ürününü onunla paylaşmak durumundaydı, musahibi çocuklarını geçindirmek aciz duruma düşmüşse filan diğer musahibi onu üstlenir. Dolayısıyla bütün bir köyü düşünün 100 hanelik bir köy ise 50 tane musahip aile var demektir bunların her biri musahip ailesini kontrol eder ve hata yapmasının önüne geçer. Aksi halde hata yaptığında musahip eğer düşkün kılınmış İsa musahip de düşkün kılınır ve toplumdan tecrit edilir.

Düşkünlük bir cana can yakarak bir ceza vermek şeklinde değildir. Toplumdan tecrit etmek, malınızı, davarınızı katmayın onun malını davarını kendinize katmayın, kimse onunla konuşmasın şeklindeydi. Diğer kesim tarafından rızalık verilene kadar kimse onunla ne konuşur ne onunla bir ilişki kurar, bu da en büyük cezadır.

Alevilik felsefesinde hakikat kavramı nereye denk düşüyor?

Görünen bir kâinat var, dünya var, yaşam var, doğa var. Suyu, börtü böceği hep birlikte yaşıyoruz. Alevilikte şeriat-tarikat-marifet-sırrı hakikat aşamaları vardır. Hakikat aşaması Alevilikte demin sözünü ettiğimiz insan-ı kâmil olma yoluna girdiyseniz, sırrı hakikat mertebesine ermişsiniz demektir. Onun dışında hiçbir şey vardan yok olmaz, hiçbir şey yoktan var var olmaz. Alevilik ne hurafelere ne de akla mantığa ters gelebilecek hiçbir şeye inanmaz, tamamen ilim bilim üzerine. Hatta Tanrıya atfedilerek söylenir “ben size şah damarınızdan daha yakınım” sözü. Şah damarı dediğimiz beyin ile kalp arasında kan getirip götüren ana damardır. Aklınızla beyninizle ilminizle arayın bulun kalbinizle de sevin, merhamet edin, âşık olun, vicdanlı olun. Aleviler her şeyi insanın kendisinde, insanın cemalinde arar.

Edip Harabi Babanın bir deyişi vardır:

“Daha Allah ile Cihan yok idi biz onu var edip ilan eyledik/Hakka layık hiçbir mekân yok idi aldık hanemize mihman eyledik / Kendisinin henüz ismi yok idi ismi şöyle dursun cismi yok idi/Hiçbir kıyafeti resmi yok idi/Şekil verip tıpkı insan eyledik.”

Hakikati gören can gözü önemlidir Aleviler için. Edip Harabi baba da burada bizim can gözümüzü açarak hakkın varlığının, hakkın sıfatının, hakkın nefesinin bizzat Adem’de olduğu ve aklıyla arayıp bulduğu, kalbiyle de sevdiği ve âşık olduğu bir hakikati dile getirir.

Veysel Baba’nın “Güzelliğin on par etmez şu bendeki aşk olmasa/eğlenecek yer bulaman gönlümdeki köşk olmasa” sözü de öyledir. Dikkat ederseniz bu söz Edip Harabi babanın sözüyle paraleldir. Buna benzer ulu ozanlarımızın birçoğunun bu anlamda deyişleri vardır. Bizler ulu ozanların tarihten bu yana deyişleri üzerine kendi anladığımız dilden, kendi yorumlayabileceğimiz, kendimizi ifade edebileceğimiz ve anlayabileceğimiz deyişlerden Aleviliği yola çıkarak kurgularız, buluruz. Ulu ozanların deyişlerini ne anlama geldiğini çözümlemeden, ulu ozanların deyişlerin neyi anlatmak istediğini yorumlamadan Aleviliği anlamak-anlatmak mümkün değildir. Onun için hangi dilden insanlar topluluklar konuşuyorlarsa o dilden ibadetimizi yaparız, Türkçe olur, Kürtçe olur, Zazaca olur, Arnavutça olur, Boşnakça olur. Alevilik herhangi bir ırkın, herhangi bir dilin, herhangi bir etnik kimliğin inancı da değildir. Alevilik evrensel bir inanç olduğu için de her coğrafyada ve her yerde geçerlidir. Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin o büyük sözü 73 millete “aynı nazarla bak” sözü, aslında 800 yıl önce dünya halkları kardeştir sözünün bir tezahürüdür.

200 yıla yakındır insanlık tarihi hiç olmadığı kadar milliyetçi. Alevilik bunu kökünden de çözen bir noktada değil mi?

Onun için Alevilik hep tarihten bu yana bir hedef haline getirilmiştir. Çünkü eşitlikçi, özgürlükçü, kul hakkı yemeyen, ağaca-ormana-kuşa kurda- börtü böceğe, her şeye saygı duyan, hayvana saygı duyan bir inançtır. Hatta Tahtacı Aleviler kuruyan ağacı bile o ağaçtan özür dileyerek keserler. Sanki bir insanmış gibi insanı hakka uğurladığımız nasıl gülbank okursak, nasıl kendi dilimize konuşursak, hak kelamı ile onu yolcularlar.

Egemenler öteden bu yana mutlaka egemenliklerini, saltanatlarını ve hilafetlerini sürdürebilmek için mazlum, hak arayan, eşitlik ve özgürlük arayan toplumlar üzerinde her zaman baskı ve tahakküm kurmuşlardır. Her zaman kendilerine tehdit unsuru olarak kabul etmişlerdir onun için de yok edilmeleri gerekir düşüncesiyle asimilasyon politikası uygulamıştır.

İnsanın evrenle ilişkisi, o insan-ı kâmil olma yolunda önemli bir mihenk taşı mıdır?

Mesela şehirlerde bakıyoruz, buralar 40-50 yıl öncesine kadar tarım alanlarıydı. Diğer canlıların yaşam alanlarına insanlar ne yazık ki rant uğruna müdahale ettiler, onların yaşam alanlarını yok ettiler. Biz cenneti yeraltında-yer üstünde çayır çimenlere uzanıp da elimizi uzatıp hurma yiyeceğimiz, Kevser ırmağından su içeceğimiz bir yer olarak görmeyiz. Biz yaşadığımız alanı cennete çevirmeye çalışırız. Hatta Tevfik Fikret’in çok güzel bir sözü vardır, “insan melek olsaydı zaten cihan cennet olurdu” der. İşte Aleviliğin temel amaçladığı şey başta cihanı cennete çevirmektir. Gelecek nesillere temiz bir dünya bırakmazsak, ölüp gitsek bile darda bekleyeceğiz.

Herkesin metropollerde yaşadığı bu dönemde Aleviliğin değerlerini korumak zor mu?

Kesinlikle. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’ndan sonra, 1517 yılında Memlük devletinin yani Muaviye’nin tesis ettiği Emevi hilafetinin başkenti olan Kahire ve Memluk Devletini yıkarak Anadolu’ya İstanbul’a hilafetini getirip, bu da yetmezmiş gibi 1000 tane de Arap Emevi mollasını Anadolu’ya getirip daha önce Alevi meşrepli bu coğrafyayı hızla Araplaştırma politikası yürüttü. Bu 1500’lü yıllardan 1900’lü yıllara kadar devam etti. Buna karşın direnen, bu yolu, bu erkanı ve bu inancı yaşatmaya çalışan başını, serini ortaya koyarak yaşatmaya çalışan Alevi topluluklarının büyük bölümü daha çok vadilere, kuytuluklara, dağ başlarına göç etmek durumunda kaldı. Alevilik kesintisiz olarak musahiplik erkanıyla, görgü erkanıyla diğer erkânlarla köylerde kendisini yaşatmaya devam etti. Dolayısıyla Alevilik yakın tarihe kadar köy koşullarına göre yeniden kendini örgütlemiştir. Ancak Fransız İhtilali, peşinden Sanayi Devrimi, peşinden 1 Dünya Savaşı birçok şeyi dönüştürdü. Ama özellikle 1826’da 2ç Mahmut’un büyük Alevi kıyımı. 5.000 civarında Alevi Bektaşi Tekke türbe, zaviye ve yatırını yıkarak, büyük dergahlarına da Nakşibendi şeyhlerini tayin ederek asimile etme politikasını sürdürdü. Yavuz’dan sonra oğlu Kanuni zamanında da işte Şeyhülislam Ebu Suud fetvalarıyla Alevilerin katledilmesi ve Alevi öldürenin cennete gideceği şeklinde fetvalar. 2. Mahmut zamanında buna benzer fetvalar ve Hacıbektaş dergahının o zamanki postnişini Kalender Hamdullah Çelebi’nin idamla yargılanması, sonra bir daha dergâha dönmemek üzere Amasya’ya sürgüne gönderilmesi. Tabii büyük bir asimilasyon politikası yaşandı. Birçok Alevi köyüne cami yaptırıldı, Türk-İslam senteziyle Alevi dedeleri camilere zoraki hoca yapıldı. Örneğin Karadeniz bölgesinin yüzde 80’i Alevi iken, örneğin Çepni Aşireti büyük çapta asimile olmuştur. Sonra İstanbul’un taşı toprağı altındır propagandasıyla bizleri köylerimizden, yaşam alanlarımızdan, inanç merkezlerimizden, üretim alanlarımızdan alıp buralara savurdular.

Köyden kente göçün asimilasyonla da ilişkisi var mı?

En büyük kırılma noktası da köyden kente göçtür. Çünkü Alevilik köy koşullarında mükemmel bir şekilde yürüyordu. İnanç merkezlerimizden, dergâhlarımızdan, ocaklarımızdan koparılarak her birimiz bir tarafa dağıtıldıktan Alevilik bir anlamda tarumar edilmiştir. Buralara geldiğimizde 30-40 yıl boyunca kesintili bir süreç yaşadık. Çünkü sistemin de öteden beri üzerimizdeki baskı ve sistemin kullandığı bazı topluluklar bize karşı kışkırttığı ve kullandığı bazı topluluklarla birlikte buralarda yaşamak zorunda kaldık ve hep tedirgin olarak kendimizi de gizlemek durumunda kaldık. Ne zamanki Madımak olayları oldu, politika değişti Hacı Bektaş Dergahının postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy pirimizin bir sözüdür, “daha önce Maraş Çorum, Sivas, Elbistan, Malatya olaylarıyla Aleviler kırılmaya öldürülmeye çalışılırken bakıldı ki Aleviler kentlerde tutunmaya başladılar, bu kez Aleviliği öldürmeye başladılar” der.  Bugün kentlerde yaşadığımız maalesef bu.

Alevi-Sünni gerilimi mezhepler arası bir çatışma mı, yoksa politik mi?

Halkı baş başa kendi içinde bıraksalar hiçbir halkın başka bir halkla bir sorunu olmaz. Başörtülü kız ile başı açık kızın birbirleriyle hiçbir sorunu olmaz, politik amaçla ve iktidara gelebilmek amacıyla çatışma kültürü üzerine kurulmuş politikalar devreye sokularak halk birbirlerine kırdırılmış.

Peki Aleviliğin alternatif bir siyaset felsefesi var mı?

Aleviliğin öteden beri savunduğu şey eşitlikçi, özgürlükçü, ekonomide herkesin hakkına düşeni paylaştığı bir sistem. Bu anlamda mücadele veren bütün demokratik kitle örgütleri Alevilerin musahip kardeşleri olarak kabul ettiğimiz örgütlerdir. Demokrasi için, insan hakları için, özgürlükler için, adalet için hak için mücadele veren bütün kurumları bütün toplulukları kendimizden sayarız ve bizimle birlikte de bu mücadelenin içerisine girmelerini isteriz. Ama istediğimiz bir şey var. Alevilere karşı yapılan insanlık suçları işlendiğinde de bizimle birlikte olmaları gerekir.

Alevilerin bir iktidar deneyimi olsaydı nasıl bir sonuç öngörürdünüz?

Aleviliğe iktidar olmak gibi bir imkân verilmemiş, iktidar olmak gibi bir amacı da çok fazla olmamış. Eğer o amaçladığı insan-ı kâmil olma felsefesini tam anlamıyla hayata geçirmiş olsaydı bir anlamda sosyalist ülkelerdeki demokrasi bilincini Aleviler yüzyıllardan beri kendi içlerinde yaşıyorlar, yaşatıyorlar. Aleviler hangi dönemde yeni bir hareket yenilikçi bir hareket olmuşsa onun yanında yer almışlardır.

Birlikte yaşamayı nasıl başarabiliriz?

Türkiye’de Alevilerin amaçladığı şey sadece Alevilerin taleplerinin yerine gelmesi değil, dört dörtlük tam demokrasinin, özgürlükçü demokrasinin hayata geçmesi. Bir kişiden tutun milyonlarca kişiden oluşan toplulukların hepsi kendi taleplerini bu demokrasi içerisinde bulabilecekler. Alevilerin istediği budur. Alevilerin amaçladığı şu anda modern dünyada en gelişmiş demokrasiyi kurabilmek, bunun için de hiçbir etnik kimliğe bakılmaksızın, hiçbir inançsal farklılık gözetmeksizin.

 

Dersim Gazetesi

Recent Posts

Dersim’de durdurulamayan göç kitap oluyor: Yazarlar katkı çağrısı yaptı

Günümüze doğru geldikçe her geçen gün nüfusu düşen, son yıllarda özellikle Kanada’ya olan göçten dolayı…

2 gün ago

Tülay Hatimoğulları: Bu cinayet tıpkı Susurluk gibi mafya ve siyasetin nasıl iç içe geçtiğini deşifre etti

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyünde katledilen Narin Güran’ın mezarını ziyaret…

3 gün ago

TÜİK açıkladı: Yaşam süresi en uzun il 80,8 ile Dersim

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), "Hayat Tabloları, 2021-2023" istatistiklerini açıkladı. Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi, 77,3…

3 gün ago

Almanya’da ayrımcılığa karşı çıktığı için işten atılan Dersimli profesör için imza kampanyası başlatıldı

1 Ağustos 2018’den bu yana Berlin’deki özel Akkon Üniversitesi’nde göç, katılım ve mülteciler konusunda dersler…

4 gün ago

Deprem uzmanı Demirtaş: Dersim depremi Diri Fay Haritası’nda yer almayan bir fayda gerçekleşti

Dersim’in Pülümür ilçesinde dün saat 16.44'te 4,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Depremin, 7 kilometre derinlikte…

4 gün ago

Dersim’de 4,1 büyüklüğünde deprem

Dersim'in Pülümür ilçesinde, saat 16.44'te 4,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi…

5 gün ago