Yakın/uzak tarihte yaşanmış bütün katliamlar, devletlerin sistemli ve politik planlamalarının sonucu olarak gerçekleştirilmiştir. Hiçbir katliam, egemen politik gücün desteği ve planlaması olmadan gerçekleştirilemez. Ancak her politik projede olduğu gibi, katliamlar için de özgün ve özel bir yapılanmaya ve mekanizmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Katliam gibi son derece komplike bir operasyon, dışarıya gösterildiği gibi basit, lokal ve sıradan gerekçelerle yapılmaz. Karmaşık ve birbirinden farklı ilişkilerin bir araya getirilerek, yapılan kirli ve kanlı hazırlıkların sonucunda katliamların gerçekleştirdiğini unutmamak zorundayız.
Elbette farklı katliam yöntemlerinin olduğu biliniyor. Doğrudan devletlerin şiddet güçleriyle yaptıkları katliamlar olduğu gibi toplumun canavarlaştırılan bir kesimi aracılığıyla, diğer bir toplumsal kesime yönelik katliamların yapıldığı da ortadadır. Zaten konumuz olan Maraş katliamı bu ikinci türden bir katliamdır. Toplumun dini gericilik ve ırkçılık propağandasıyla canavarlaştırılmış olan bir kesimi, toplumun Kürt-Türk Alevi ve demokrat kesimini, katliam yoluyla yok etmeye yöneltilmiştir.
Toplumları farklılıkları üzerinde birbirine düşmanlaştırmak ve düşmanlıklardan katliamlar üretebilmek, devasa imkânları olan siyasal organizasyonların yapabileceği kapsamda bir operasyondur. O nedenle katliamları anlık, gelip geçici veya konjektürel gelişmelerden dolayı yaşanmış kanlı operasyonlar olarak görmek doğru değildir. Katliamları bu bakış açısıyla ele almak, katliamcıların ve katliamların gizlenmesine yol açan zararlı bir düşünüş biçimidir.
Dünyanın neresinde ve tarihin hangi zaman diliminden olursa olsun, bir yerde farklı toplumsal gruplara karşı başka bir grubun saldırısı sonucunda yaşanmış bir katliam varsa bu katliamın müsebbibi, planlayıcısı ve pratikleştiricisi egemen siyasal organizasyondur. Velev ki bu katliamı gerçekleştirenler yoksul sıradan canavarlaştırılmış katiller olsalar bile bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. Böyle olduğu içindir ki 39 yıl önce yaşanmış olan Maraş katliamı, bitmedi, devam ediyor. Bilindiği gibi Maraş katliamından sonra yaşatılan katliamlar, bu gerçeğin sonucudurlar.
1978 Maraş katliamından önce, 16. Nisan 1978’de Malatya’da, 4. Eylül 1978’de, Sivas’ta aynı tür katliamlar ger çekleştirildi. 1980 yılının haziranında Çorum’da aynı türden katliam gerçekleştirildi. Devamında 1993’te Madımak’ta,
1995’te İstanbul Gazi Mahallesinde, 1999’da cezaevinde, 2011’de Roboski’de, Cizre’de vs. yapılan katliamların tamamı farklı biçimlerde ve değişik araçlarla gerçekleştirilmiş olsalar bile aynı politik planlamanın sonucudurlar.
Katliamlara karar verildiğinde önce ortam hazırlığı yapılmaktadır. Bunun için elinde fazlasıyla malzeme bulunduran devlet, katletmek istediği toplumsal kesime yönelik yoğun bir ‘şeytanlaştırma’ programıyla, ‘ortamı hazırlama’ya başlıyor. ‘Ortam hazırlama’ sürecinin bir diğer adımı, saldırganlaştırılacak olan güruhun, dini gericilik, ırkçılık veya benzeri söylemlerle motive edilmesidir. Bu tür katliamlardan, ırkçılık ve dini gericilik, büyük bir ajitasyon aracı olarak katliamcıların hazırlanmasını sağlamak için değerlendirilmektedir.
Saldırganların hazırlığı yapılırken yine hedef kitlenin en zayıf ve hazırlıksız an’ının yakalanması için de pusuda beklenmektedir. Bu süreç de hedef kitlenin psikolojisini bozmak ve korkutmak için ‘ev işaretleme’ gibi saldırgan uygulamalar da yapılmaktadır. Bu yolla hedef kitlenin paniklemesi sağlanmak istenmektedir. Çünkü ev işaretlemek göründüğünün aksine çok kolay yapılabilen bir işlem değildir. Tam tersine büyük ve kapsamlı bir planın ilk adımı olarak komplike bir saldırıdır. Hiç kimse, egemen güçler tarafında kollanmadan, korunmadan, desteklenmeden gecenin bir saatinde kimsenin evini işaretlemeye cesaret edemez. Bunu yapabilenin mutlaka güvendiği, sırtını egemenlere dayamış olan dayı’ları, alt kademe sokak mafyaları vardır. Bunu yaptıranlar ise geleceğin milletvekilleri, bakanları olarak onurlandırılacaklarını bilmenin heyecanıyla bu tür işaretleme saldırılarını yapabilmektedirler. Yoksa böylesine bir riski neden göze alsınlar.
Bu gerçeği dünün katliamcılarının bulunduğu yere bakarak görmek mümkündür. 1970’lerde yaşanan ‘Kanlı Pazar’ katliamın sorumluları devletin en müstesna yerindedirler. Maraş katliamının 1. Nolu sanığı milletvekilliği yaptı. Sivas katliamın avukatları bu devletin en muteber makamlarında görev yapmaktadırlar. Katliamcıların devlet katında bu denli taltif edildiği bir yerde katliamlara karşı mücadelenin kapsamı daha özgün olmak zorundadır.
Katliamcı politikaların sürekliliği katliamların da sürekli olarak devam etmesine yol açmıştır. En son Malatya da Alevi evleri işaretlenmiştir. Alevi evlerini kim niçin işaretler? Evlerin, ‘kırmızı boyayla ve çarpı işareti’ atılarak işaretlenmesi, ilk olarak, Maraş katliamında yaşandı. O güne kadar böyle bir uygalamayla karşılaşmamış olan Aleviler, bu duruma herhangi bir anlam verememişler ve bu işaretlerle ilgili olarak ‘görevli’ görünen katliamcıların söyledikleri yalanlara itibar etmişlerdi. Katliam yaşandığında evlerin ne için işaretlendiği anlaşılmıştı.
Bu nedenle Alevi evlerinin işaretlenmesinin hiçbir biçimde masum ve basit bir durum olması mümkün değildir ve öyle sunulması doğru değildir. Alevi evlerini işaretleyenler, Alevi katliamına hazırlık yapanlardır. Bu işaretlemeler, katliam ve soykırım amaçlı bir saldırı olarak tanımlanmalıdır. Böyle bir katliamın olup olmamasından bağımsız olarak bu saldırılar katliam amaçlı saldırılardır, öyle görülmek durumdadır. Bu düzeyde toplumda kaygı, tedirginlik ve gerilim yaratan bir saldırının karşısında alınan tavır ise tam da katliamcı politikaların desteklendiğini göstermektedir. Bu saldırılardan dolayı hiç kimse cezalandırılmış değil, hiç kimse bulunup yargılanmış bile değil.
Bu gerçekler bir kez daha ortaya koymaktadır ki katliamcılık politik bir operasyondur. Ve siyasal iktidar olmadan yapılabilmesi hiçbir biçimde mümkün değildir.
O nedenle güncelliğini sürdüren katliamcı politikalara karşı, katliamların hedefi olan toplumsal kesimlerin, Kürtlerin, Alevilerin, Çingeneneler, kadınların ve çocukların tek bir güvencesi bulunmaktadır. Her ezilen kesim, kendi örgütlülüklerini yaratmalı, var olan örgütlülüklerini sahiplenmeli ve büyütmelidir. Bunun dışında hiçbir yol, hiçbir beklenti Alevileri de Kürtleri de demokrasi güçlerini de katliamlardan koruyamaz, kurtaramaz.
Katliamların bir defa daha yaşanmayacağı özgür ve demokratik bir gelecek, örgütlü mücadeleyle kazanılacaktır. Maraş katliamının hesabının sorulması ve bugün yapılmak istenen katliamların önlenebilmesi, örgütlü demokrasi mücadelesinin büyütülmesiyle mümkün olacaktır.