1930’lu yıllarda Türkiye, baskıcı bir uluslaşma sürecine girdi. Etnik kimliği ne olursa olsun Müslüman, olan herkes Türk’tü ve Türkçe konuşmak zorundaydı. Ülke, sözde laiklik prensibini benimsemişti, ama makbul sayılan (kabul gören)İslam’dı: İslam’ın da Sünni Hanefi mezhebiydi; onun dışındakiler, Kızılbaş/Alevilik veya Bahailik gibi inançlar ve hatta Kürtlerin çoğunluğunun benimsediği Sünni İslam’ın şafi mezhebi yasaktı. Alevi pirleri taliplerine gidemiyordu, gizli yapılan cem ayinleri şayet polis tarafından basılırsa, basına teşhir ediliyordu. (Bkz; belge, 2 ve gazete kupürü)
Belge 1 Belge 2
1930 yılında Erzincan valisi olan Ali Kemali Bey, merkezi hükümetin isteği üzerine hazırlattığı raporunda, Alevi pirleri hakkında şunları yazar:
“Seyyit ve dedeler, zeki olmakla birlikte genellikle cahil ve mudıldırlar [eğri yola saptıran]. Saç ve sakalları birbirine karışmış, hemen hepsi kir içindedirler. İnançları nedeniyle asla yıkanmadıkları, vücutlarını temizlemedikleri için o kadar kötü bir koku yayarlar ki, yanlarına yaklaşmak işkencedir.” (Kemali, 1992;153) Oysa 19. yüzyılda Kürdistan’a seyahat yapan Avrupalı gezginlerin birçoğu, Kızılbaş Kürtlerinin evlerinin çok temiz olduğunu ve sadece o evlerde bit olmadığı için rahat uyuduklarını yazmaktadırlar. Laik Cumhuriyet’in Valisi ise onların ne kadar pis koktuklarını yazar; bir halkın inanç önderleri ancak bu kadar aşağılayıp itibarsızlaştırılır: önderleri itibarsızlaştırılan bir halkın, önce inancı, ardından da dili yok olur. Türkiye’nin İttihatçılardan beri uyguladığı politika budur ve asimilasyon uygulanan bu politikalar sonucunda başarı ulaşıyor.
Tarihte ve dünyada hiçbir zaman baskıyla bir ulus yaratılmamıştır. Uluslar, asırlar boyunca birlikte yaşayan halkların ekonomik koşulların—pazarın– yarattığı demokratik bir halklar bütünlüğüdür. Oysa asker-bürokrasi tarafından yaratılan ulus, doğal değil, bir toplum mühendisliği sonucu yaratılmak istenen suni bir ulustur. Doğal ulusun harcını oluşturacak olan Anadolu’nun kadim haklarından Rumlar ve Ermeniler, şiddet kullanarak bu toprakların dışına atıldılar. Yahudilere ekonomik ambargo uygulanarak göçe zorlandılar. Geriye kalan Müslüman halklara da Türkleştirme dayatıldı. Kürtler hariç, sonradan göçle Anadolu’ya gelip yerleşenler/yerleştirilenler, devletin Türkleştirme politikasına pek direnmediler ve Türkleştiler.
Böyle bir ortamda, 1935 yılında, askerin gözetim ve denetiminde yapılan nüfus sayımında; Türkçe bilsin bilmesin, herkes Türk yazıldı. Kiğı her nasılsa bu istisnanın dışında kaldı ve halkın %95’i anadilinin Kürtçe olduğunu yazdırdı; tabi büyük bir cüretti ve devlet ekâbirinin dikkatinden kaçmadı. Devlet, pür telaş içinde hemen harekete geçti.
1936-1943 yılları arasında Tunceli Valiliği’nin yanı sıra IV. Umumi Müfettişliği görevinden de bulunan General Abdullah Alpdoğan Paşa, hem kabinenin hem de meclisin yetkilerine sahip biri olarak, kendi Umum Müfettişliğinin denetiminde olan bir ilçede böyle bir sonucun çıkmasına çok içerlenir; nasıl olurda “Dağ Türkleri” nüfus kütüklerine anadillerinin Kürtçe olduğunu yazdırır; bu kabul edilebilir bir durum değildir. Alpdoğan Paşa hemen harekete geçer ve Başbakanlığa gönderdiği; “Fon Kodu: NSS, Seri No: 03, Dosya No: 7, Belge No: 53” belge de şunları yazar:
“İstatistik Umum Müdürlüğü 1937/38 tarih ve Neşriyat Müdürlüğü 129 sayı ile küçük İstatistik Yıllığı adlı bir kitap dağıtılmıştır. Bu eserin faydası şüphesiz çoktur. Fakat bir büyük yanlışlığı vardır ki bunun doğurduğu zarar da az değildir. O da 96’ncı sahifede 1935 sayımına göre ‘ana lisanları’ hanesinde yazılı Kürtçe söyleyen nüfusun 1.480.246 gösterilmiş olmasıdır. Bu rakam ve bu mefhum (kavram) yanlıştır. Türklük için büyük bir mahsur vücuda getirecek fahiş bir yanlışlıktır.”
Anasır cetvelleri (sayım düzenlemelerini) genellikle askerin denetim ve gözetiminde yapılmasına rağmen, yine de bazı yazıcıların {sayım memurlarının} anadili Kürtçe olanların Kürt olarak yazmalarının kaygı verici olduğunu belirten Umumi Müfettiş, devamında şunları yazar: “Esasen Kürt denilen bir ırk için gözle görülen bir damga da yoktur.” Müfettiş General demek istiyor ki, bunların öyle kuyrukları falan yoktur, sadece lisanları ve birazda simaları farklıdır. “Lisanı ve şekli böyle bambaşka olan insanları yukarıda saydığım yazıcılar Kürt ve anadili Kürtçe demişler. Hâlbuki bunlar soyca en asil Türk’türler.” (Yıldırım, 2011;109)
Örnek olarak Kiğı’yı veren Umumi Müfettiş, bu ilçede yazılan nüfus gerçekliği karşısında duyduğu kaygılarını şöyle dile getirir:
Kiğı’yı da içine alan IV. Umumi Müfettişlik Bölgesinin Umumi Müfettişi ve Tunceli Valisi General Abdullah Alpdoğan, Kiğı’da hakla sohbet ediyor. Yıl: 1936, mevsim sonbahar.
“Kiğı nüfus dairesinde yaptığım incelemelerde 26. 000 umum nüfustan 25. 000 Kürtçe ve 1. 000 Türkçe anadiline sahip olduğunu bu kazanın anasır cetvelinde yazılı gördüm. Kiğı havalisinde senelerce harp etmiş ve halkını yakinen tanımış olan Milli Şef Cumhur Reisi İnönü bana bu halkın kâmilen Türk olduğunu söylemişler ve yukarıdaki anasır cetveli karşısında hayretler içinde kalmışlardır. Türkü haksız yere Kürt gösteren bu cetveller ve istatistikler Türk birliğini tahrip eden ve bozan vesikalardır. Mahiyeti yanlış, ziyanı çoktur.” (Yıldırım, 2011; 110)
General Alpdoğan’a göre, Kürdü Kürt yazmanın, “mahiyeti (niteliği) yanlış, ziyanı çoktur.” Bu görüş devletin resmi görüşüdür: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik olmayan bu yetkiyi, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile elde etti.
Kürtler, Mustafa Kemal’in vaatlerine kanarak, Kurtuluş Savaşı’nda, Kemalistlerin yanında yer aldılar. Ulusal Türk Devleti’nin tanınmasını sağlayan Lozan Barış Antlaşmasında temsilci bulundurmadıkları gibi Türk-Kürt kardeşliğini ve birliğini savunan telgraflar çektiler. Telgrafları çekenlerden biride, Mustafa Kemal’in isteğiyle Kürt milli kıyafetiyle meclise gelen Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey’dir. Hasan Hayri Bey’in bu davranışı daha sonra Elazığ İstiklal mahkemesinde Kürtçülük yapmak gerekçesi sayılacak ve idam edilecektir.
Çoğulcu bir ulusun temsilcisi olarak Lozan’a giden Türk Heyeti çeşitli politik oyunlarla tekçi bir ulusun muzaffer temsilcileri olarak geri döndü. Türkiye çoğulculuğu Lozan’da bıraktı ve Kürtler kaybetti. Bu başarı Türk Heyeti’nin Başkanı İsmet (İnönü)Bey’e ait. Bundan böyle devletin her kurumu bu tekçi anlayışa göre yeniden düzenlendi: tek ulus, tek tek dil, tek din vs.
Lozan’da sorunlar çözüldü sanılırken, daha da derinleştiği daha sonra anlaşılacaktı. Kürt varlığı; Türkiye Cumhuriyeti’ni her daim tedirgin etti, milliyetçi duyguların kabarmasına ve demokrasinin gelişmemesinin başlıca nedeni oldu. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türk milliyetçiliğinin temsilciliğini, bütün kamu kurumları, eğitim ve yargı temsileriyle birlikte asker üstlenmiştir. Bir asker olan Genel Müfettiş General Alpdoğan’ın bu çıkışlarında da bir anormallik yoktur.
Alpdoğan: Anasır cetveli {sayım düzenlemeleri} adiyle toplanmış bu kabil istatistikler üzerinde “yaptığım incelemelerde Kürtlük mefhumu üzerinde memurlarımızın ve dairelerimizin hatalarına şahit oldum” der ve şöyle devam eder:
“Anasır cetvelleri {sayım düzenlemeleri} ekseriyetle Jandarma neferleri, Karakol komutanları, köy muhtar ve bekçileri ve tahsildarlar tarafından verilmiş ifadelere göre tanzim edilmektedir. Şark vilayetlerinde nüfus yazanlar da bunlardan seviyece daha yüksek insanlar değildir. Bu cetveller kaza nüfus dairelerinde doldurulur ve bu dolduruş hiçbir ilmi esasa müstenit değildir. Bir kere Türk denilen bir ırk varsa bunun eşkali, rengi ilmen tesbit(tespit) edilmiş ve devletçe taminı (tamimi -genelge)edilerek anasır cetveline giren unsurlar bu formül ve tarife göre tefrik olunmuş değildir. Esasen Kürt denilen bir ırk için gözle görülen bir damga da yoktur.
Zaza denilen Oğuz Türklerine bu cetveller Kürt derler; Kormanç denilen dağlılara bu cetveller Kürt derler. Mardin ve Siirt taraflarında Arapçayı kötü bir şekilde telaffuz edenlere Kürt derler. Dersimliye Kürt derler. Bunlar konuşma bakımından birbirini anlamazlar. Şekil bakımından birbirinden çok farklıdır. Zaza ve Dersimlinin çehreleri, boyları, endamları, gözleri pek güzel olanı çoktur. Mavi ve siyah gözlüleri vardır. Daha şark ve cenupta en çirkin simalı olanlar da vardır.
Lisanı ve şekli böyle bambaşka olan insanları yukarıda saydığım yazıcılar Kürt ve anadili Kürtçe demişler. Hâlbuki bunlar soyca en asil Türktürler ve güzelce de Türkçe konuşurlar. Konuştukları Türkçeyi Türklüklerine delil toplamayarak, çobanlariyle anlaşmak için kullandıkları karışık bir dil yüzünden bunlara Kürt demek kanaatimce çok büyük hatadır.”
Alpdoğan bu konuda girişimde bulunduğu; “25/3/926 tarih ve Tunceli Nüfus Müdürlüğü 49 sayı ile Dahiliye Vekâleti’ne maruzatta bulunmuş idim. Sureti bağlıdır. Düşmanlarımız tarafından aleyhimize tezvir vesikası teşkil edecek ve memleket içinde birliği bozacak olan bu cetvellerin ıslahına yüksek emirlerinin verilmesini arz ve rica ederim.” “Yüksek Başvekâlet’e, Genelkurmay Başkanlığı’na ve Dâhiliye Vekâleti’ne arzedilmiştir.” (*1)(Yıldırım, 2011; 111)
1930’lu yıllar Türkiye için zorlu yıllardı; kimisi göçle, kimisi de yerli, ama farklı etnik kökenli, farklı diller konuşan, tek ortak paydaları “İslam” olan bu halklardan yeni bir ulus yaratılmaya çalışıldı. Mühendislik çalışmalarıyla suni olarak yaratılmaya çalışan bu yeni ulus projesinde ne kadar başarılı olduğu tartışma konusu olsa da, Türkiye parçalanma korkusunu bir türlü aşamadı: bunun somut sonucu da demokraside ve insan hakları alanında görülüyor. Ülke bir türlü demokratikleşemedi: demokratikleşememe sorunu, günümüzde Türkiye’sinin temel sorun olarak yerinde durmaktadır.
Kiğılılar için acı gerçek ise 1935 yılında halkın %95’i, anadiline sahip çıkarak nüfuz sayım memurlarına, anadillerinin Kürtçe olarak yazdırmayı başarıyorlar; onların torunları ise Kürtçe bilmemekte, öğrenmek istememekte ve ötesi Kürt olduklarını inkâr ediyorlar. Günümüzde Kiğı’da Kürtçe konuşabilenlerin nüfus içindeki oranı belki %10’nun altına düşmüştür. Bu anlamda Kiğı özeline baktığımızda asimilasyon politikasının başarıya ulaştığını söylenebilir.
Kaynakça:
Kemali, Ali; Erzincan: Kaynak Yayınları; İstanbul, 1992
Kürt Sorunu ve Devlet; Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1947): Derleyen; Tuğba Yıldırım; Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011.
Malmisanîj. M; Ayrılma Taraftarı Kürt Örgütleri: Vate yayınları, İstanbul, 2020
Belgeler ve gazete kupürü