
Tarihin tozlu sayfaları acı hatıralarla doludur. Acı hatıraları yaşayanlar ve yaşatanlar ise iki zıt kutupta yer almaktadır. İnsanların bu hatıraları bilmesi, bilince çıkarıp ve buralardan türlü dersler çıkararak ilerlemesi, asıl mühim olanıdır. Zira tarih, sadece yaşanmış ve geçmiş olaylar dizini değildir. Aynı zamanda yaşanılan an ve gelecektir.
Tarihin tozlu sayfalarında yer alan ve oğullarıyla birlikte asılan iki önemli Kürt şahsiyetten söz etmek istiyorum. Bunlardan birisi Nakşibendi şeyhlerinden Seyyid Abdülkadir, diğeri Réya Heqi inancından Séy Rıza. Bunu yaparken, elbette ortak yönlerin, karşılaştırmalı verilerine de ayrıca temas edeceğim. Tarihsel kronolojik açıdan ilk önce Seyyid Abdülkadir’den başlamak istiyorum.

Seyyid Abdülkadir ve Oğlu Seyyid Muhammed (Mehmed)
Seyyid Abdülkadir 1851 yılında Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu olarak Hakkari-Şemdinan’da dünyaya geldi. Müslüman olup, Şafi mezhebindendi. Babası, 1879 da, Osmanlıya karşı 1880-1882 yılları arasında, Osmanlı-İran sınırında ayaklanmıştı. Bu ayaklanma, kendi adıyla anılan Şeyh Ubeydullah Nahri ayaklanmasıydı. Ayaklanma bastırılınca, Şeyh Ubeydullah Efendi; ailesiyle birlikte Mekke’ye sürgüne gönderilmişti.
Meşrutiyetin (1908) ilanı ile birlikte, bir çok Kürt parti ve gazetelerinin yayınlanmasında öncülük eden Seyyid Abdülkadir; Osmanlının Âyan meclisinde (Senato, üst kamara) görev aldı. 1919’da, Damat Ferit Paşanın hükümetinde Şuray-ı Devlet Reisliği (bugünkü Danıştay başkanı) yaptı. Osmanlı yıkıldı ve yerine Cumhuriyet kuruldu. Seyyid Abdülkadir; 1924’ten, 1925 Mart ayına kadar Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanlığını yaptı. Seyit Abdülkadir ve oğlu Seyyid Mehmed; Şeyh Said ayaklanmasına destek verdiği gerekçesiyle, tutuklanarak yargılandı. Şark İstiklal Mahkemesi tarafından, 27 Mayıs 1925 te Diyarbakır, Ulu Camii meydanında baba-oğul ve diğer üç arkadaşıyla birlikte 5 kişi idam edildi.
Seyyid Abdülkadir’in son bir isteği vardı. Yetkililere; “beni önce asın ki; evladımın ölümünü görmeyeyim” demişti. Ancak mahkeme heyeti bu isteği ret etti. Tam aksine önce evladı Seyyid Muhammed’i (Mehmet), hem de babası Seyyid Abdülkadir’in gözleri önünde astılar. Acılı baba haykırarak; “Yakıp yıkmakta büyük bir şöhretiniz vardır. Burasını da Kerbelâ’ya çevirdiniz” dedi. Seyyid Abdülkadir, asıldığı zaman tam 74 yaşındaydı. Biricik oğlundan sonra, hemen yanındaki darağacına çekilmişti.

Seyyid Rıza Ve Oğlu Reşik Hüseyin
Séy Rıza, 1863 yılında Dersim’in, Lirtik köyünde, Seyyid İbrahim’in oğlu olarak dünyaya geldi. Şeyh Hasanan aşiretine mensup, Dersimin ileri gelenlerinden, saygın konumuyla Séy Rıza; Dersim 37/38 süreçlerinde, isyanın başı olarak görülüyordu. Oğlu ve arkadaşlarıyla birlikte yargılandığı Elazığ’da, Askeri mahkeme tarafından idama mahkum edildi. Oysa kanun koyucular, 75 yaşında ve 18’den gün almamış bir insanın, idam edilemeyeceğini, yasada belirtmişlerdi.
Ve fakat Séy Rıza’nın yaşı, yalancı şahitlerle rakamların yeri değiştirilmişti. Yani Séy Rıza’nın yaşı, 75’den, 57’ye indirilmişti. Bombalama sırasında bir eli yaralanan ve sonrasında kesilen yaralı oğlu Reşik Hüseyin’in yaşı ise 17’den, 21’e çıkarılmıştı. Sonuç: 14-15 Kasım 1938 gecesinde, Séy Rıza, oğluyla birlikte 5 arkadaşı, Elazığ buğday meydanında idam edildiler.
Séy Rıza, oğlunun asılacağından habersizdi. Mahkeme heyeti, kendisine son isteğini sorduğunda; “kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz!” demişti. Oysa o sırada oğlu Reşik Hüseyin, dar ağacına çekiliyor ve idamı gerçekleştiriliyordu.
17’lik Reşik Hüseyin asılırken ipi, iki defa kopmuştu. Muhtemeldir ki baba Séy Rıza; oğlu Hüseyin’in asıldığına o sırada tanık oldu. O anı, gördü ve bundandır ki; “Evladı Kerbelayık, bi hatayık, ayıptır, zulümdür, cinayettir” cümlesini, en yüksek sesle ve heyecanla kendi ana diliyle haykırdı. Kendisi için kurulan idam sehpasının önüne yürüdü. Çingeneyi eliyle itti. Ve…
Bu iki Kürt şahsiyetin; biricik oğullarıyla birlikte idam edilmişleri, tarihin tozlu sayfalarına aynen böyle not edildi.
Son söz yerine kısa bir karşılaştırma:
Seyyid Abdulkadir ve Séy Rıza: Her ikisi de Kürt’tü.
Seyyid Abdülkadir. Müslüman olup Şafii mezhebindeydi.
Séy Rıza: Réya/Raa Heqi inancında olup, şimdiki tanımıyla Aleviydi.
Her ikisi de “Seyyid” olarak anılmaktaydı. Arapça bir sözcük olan Seyyid: aslında toplumda “efendi, şerefli, saygın, ileri gelen” anlamlarına geliyordu.
Her ikisi de, Kerbela’ya ironi bir gönderme yaparak, yaşadıkları kendi durumlarını İmam Hüseyin’e, acılar çektikleri topraklarını da Kerbelaya benzetiyorlardı
Yaşadıkları dönemin devlet aklıyla her ikisi de “Kürt isyanlarına katılmış” ortadan kaldırılması gereken birer suçluydular.
Her iki baba da yaşlıydı. Evlatları ise gencecik birer fidandı.
Séy Rıza, evladıyla birlikte asılan Seyyid Abdülkadir’den tam 13 yıl sonra aynı suçla, aynı coğrafyada ve aynı akıbeti yaşamıştı.
Ama asıl önemli olan; her ikisi de evlatlarıyla birlikte idam edilmiş yaşlı Babalardı.
Her ikisi de dinlerinden, inançlarından dolayı değil, Kürtlüklerinden dolayı idam edilmişlerdi.
Müslüman Seyyid Abdülkadir, Oğlu ve arkadaşlarıyla birlikte Diyarbakır’da Ulu camii meydanında asılırken; Réya/Raa Heqi mensubu çiftçi çocuğu Rençber Séy Rıza, Elazığ Buğday meydanında dara çekilmişti.
Seyyid Abdülkadir; kendisinin, oğlundan önce asılmasını isterken, Séy Rıza, 17’lik oğlunun asılacağından bihaberdi.
Birisinin oğlu Muhammed diğerinin ise Hüseyindi.
Hak ile kalın!
