31 Mart Sonrası Muhalefet Ne Yapmalı?

alper taş
alper taş
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İtalyan Sosyalisti, devrimcisi Gramschi’ye atfedilen bir söz vardır, çok bilinir; “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği”. Aslında bu söz ona ait değildir, Romis Ronald’a ait bu sözü Gramschi ünlü “Hapishane Mektupları”nda ele alır; iyimserlik ve kötümserlik üzerine yazdığı notta der ki: “Benim kendi zihinsel durumum bu iki duygunun sentezini yapıyor ve onları aşıyor. Aklım kötümserdir fakat iradem iyimser.”

Geçtiğimiz dönem Türkiye’de devrimcilerin, muhalif kesimlerin durumu tam da Gramschi’nin sentezi gibiydi; akıllar kötümser ama iradeler her zaman iyimserdi.

31 Mart’ta ortaya çıkan tablo bir nebze aklın kötümserliğini de ortadan kaldıran bir tablo ortaya sundu. Onca baskıya, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, eşitsizliğe rağmen iktidarın hep kendini güçlü ve avantajlı gördüğü sandıkta da, yürüttüğü korku ve ayrıştırmaya dönük siyaset değil muhalefetin yarattığı umut ve birleştirmeye yönelik siyaset kazandı.

AKP-MHP İktidar bloğu ülkenin en dinamik ve geleceğini belirleyen kentlerinde; İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi, yerel yönetimleri kaybetti. Yine Kürt bölgelerinde; Diyarbakır, Mardin, Van gibi önemli şehirlerde ve kayyum atanan birçok yerde belediyeleri kaybetti. Bu kaybediş Kırşehir, Bolu, Bilecik, Artvin gibi Anadolu kentlerine kadar yaygınlaştı. AKP-MHP Bloğu artık dar bir alanda hegemonyasını sürdürmeye çalışıyor. Türkiye’nin tutucu bölgelerine hapsolmuş durumda. Bu tablo bu iktidarın geleceğinin olmadığını ortaya koyuyor.

Artık iradenin iyimserliği kadar aklın da iyimserliğiyle geleceğe ve sürece bakmakta fayda var. İktidarın ne yapacağı kadar muhalefetin ne yapacağı da önem kazanıyor. Şimdi sakin, soğukkanlı bir şekilde, planlı ve programlı bir geleceği birlikte inşa etme zamanı.

Öncelikle muhalefetin dağınıklığı ve parçalılığı sürüyor. Birleşik bir muhalefeti yaratma ihtiyacı ortada. Bugüne kadar gerçekleştirilen deneyimler olumlu yönler içerse de bu ihtiyaca gerçek bir yanıt üretebilmiş değil. Çözmemiz gereken soru, birleşik bir muhalefet hareketinin nasıl yaratılacağı sorusudur. Muhalefetin belirli zamanlarda yan yana gelebilmesi önemli ama gerçek bir toplumsal-siyasal seçenek yaratma konusunda eksikliği bir handikap olarak duruyor.

Türkiye’nin geleceğini ve AKP-MHP Bloğunun, toplumsal muhalefetin kaderini belirleyecek iki önemli kriz dinamiği var; biri ekonomik kriz, diğeri de bölgede, özellikle de Suriye’de yaşanan dış politika krizi. Hem iktidarın hem de muhalefetin geleceği bu kriz dinamiklerine karşı ne tür yanıtlar verileceğinden geçiyor.

Muhalefetin bu iki kriz dinamiğini gören yerden bir kurucu program ve bir kurucu meclis anlayışı içerisinde hareket edebilmesi önümüzdeki dönem açısından önemli. Görüldü ki başkanlık rejimi kriz çözen değil, krizi daha da derinleştiren bir rejim. Bunu iktidar çevrelerinin de içinden dile getirenler var. Türkiye’nin bu rejimden kurtulması gerekiyor. Ama bunun yolu elbette eski sisteme dönmekten geçmiyor. Demokratik bir parlamenter rejimin inşası ve bu anlamda demokratik bir geçiş programının oluşturulması gerekiyor. Kamucu, halkçı, laik, bağımsızlıkçı, barışçı, ekolojist, anti-cinsiyetçi ve Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde çözümünü esas alan demokratik, geçişsel bir Türkiye programı ortaya konmalıdır. Başkanlık sistemi ve onun dayandığı siyasal İslamcı, faşist rejim ancak Türkiye’yi yeniden kuracak böylesine bir programla aşılabilir ve yenilebilir. En aktüel görev bu gözüküyor.

Kentler-yerel yönetimler de önemli bir mücadele alanı. Muhalefetin aldığı yerlerde yürüteceği çalışmalar ve çabalar oldukça önemli. Yerel yönetimler muhalefet açısından dikensiz gül bahçesi değil, merkezi iktidara, saray rejimine karşı aynı zamanda bir direnme mevzisidir. Rejimin çizdiği sınırları aşan, fiili demokrasi alanları yaratan, yerel yönetimleri demokratikleştiren ve yerel hizmetlerin kamusal niteliğini savunan bir anlayışla buralarda başarı öyküleri yaratmak gerekiyor. AKP-MHP Bloğunu tarihin çöp sepetine gönderebilmek için yerel  yönetimlerde yapılacak çalışmalar oldukça önemli. O yüzden yerel yönetimleri seçilmiş belediye başkanlarının insiyatiflerine, niyetlerine bırakmamak lazım. Toplumsal örgütlenmelerle demokratik bir denetim sağlamak gerekiyor. İçeriden, eleştirel bir dayanışma ilişkisi kurmak gerekiyor.

Önümüzdeki dönem toplumsal muhalefeti meclisler ekseninde büyütme zamanıdır. Siyaseti toplumsallaştırma ve halklaştırma zamanıdır. Politikleştirilmiş toplumsal direniş mevzilerini hayatın her alanında meclisler temelinde inşa etmek muhalefet için yaşamsaldır. Seçimden seçime kurulacak bir ülke yoktur, hayatın her alanında kurulacak, yeni hayatlarla kazanılacak bir ülke vardır. Siyasal İslamcı, faşist rejime karşı bir meclisler hareketi yaratmak gerekiyor. Hem direnme, hem dayanışma meclisleri. İkili iktidar perspektifiyle hareket eden, yani yarını bugünden kuran meclisler.

Yine meclisler kadar, bu meclislere dayalı toplumsal hareketler inşa etmek, muhalefetin önümüzdeki dönem sorumlulukları arasında. Çünkü toplumsal örgütlenmeler, hareketler oldukça zayıf. Bu hareketleri birleşik bir anlayışla kurarak ve büyüterek ülkemizin geleceğini kazanabiliriz. Bunun için birleşik bir emek-sınıf hareketi, birleşik bir gençlik hareketi, birleşik bir ekoloji hareketi, birleşik bir kadın hareketi vb. yaratmak gerekiyor.

Şimdi Türkiye’yi eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden kurmanın vaktidir. Sevgili Can Yücel’in de şiirinde dile getirdiği gibi; özgürlük ve eşitlik dengesini bozmadan, bir bütünlük içerisinde yürütülebilecek bir mücadele anlayışıyla…

“Özgürlük ama eşitlik bozulmadan,

Eşitlik ama özgürlük ezilmeden.”

Alper Taş

31 Mart Sonrası Muhalefet Ne Yapmalı?
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA