Ağustos ayı ortalarında iki arkadaşımla birlikte (İsmail Ateş ve Niyazi Erçek) dağın serüvencileriyle buluşmak üzere Munzur Gözelerinin birkaç yüz adım ötesindeki ziyaret boğazından yukarı doğru yola çıktık.
Munzur Sıradağlarını adeta ikiye bölen bu vadi, bir dönemlerin kervanlar güzergahı ve Erzincan, Kemah’a kadar uzanan eski bir tuz yoludur. Vadide ilerledikçe bir yanıyla gözüm patika yolda, bir de etrafın görkemindeydi. Öyle ki daralan ve birkaç metre mesafeye dönüşen kanyonlar arasından yolu adımlarken, heybetten ürperdiğimi söylemek durumundayım. Vadiyi yarıladığımızda önce keklik sürüleri karşıladı bizi. Ardından dik yamaçlarda dolanan ayıya gözlerimiz takıldı.O da bizim gibi doğayı seyre çıkmıştı. Sonra kartalların ur kekliğini avlama dalışlarını ve dağ keçilerinin kayalıklar arasında sekerek dans edişlerinin seyrine mahzar olduk.
Dört saat süren bu muhteşem yolculuğun ardından Kınkorlok (Çaşurluk) denilen ve yaylacıların her yıl mekan tuttuğu bölgeye vardık. Kusursuz bir misafirperverlikle karşılandık. Etraf hala yemyeşil ve ortalık çaşur bitkisiyle kaplıydı. Zaten yaylaya bu maksatla Kınkorluk denmişti. İlk gözümüze çarpan kadın ve erkeklerin birlikte sağım yapması oldu. Bin koyunun ellerle sağılması hiç de kolay olmasa gerek. Zorluğunu sorduğumda kadınlar ellerini göstererek;‘an oluyor ki parmaklarımız tutmuyor’diyerek yanıtladılar.
Üretilen peynir haftanın belli günlerinde katır sırtında Ziyaret Köyü’ne götürülür ve ihtiyaçlarla yeniden yaylaya geri dönülür. Bu yanıyla erkekler biraz daha şanslı. Ama kadınlar, aylarca kimseyi görmemekten yakındılar. Dolayısıyla bizimle karşılaşmalarından duydukları sevinci bu sözlerle dışa vuruyorlardı. Daha fazla işlerine mani olmamak adına sohbeti akşama bırakalım diyerek Mancik Gölü’ne doğru yola koyulduk. Göl bir çanak misali, uçurumlar arasına gizlenmiş, görkemiyle karşıladı bizi. Seyrine hayran kaldığım bu doğa mucizesi,kim bilir kaç yorgun argın kervancının duasına değmiştir! Bildiğim üç bin rakımlı bu diyarda dolanan cümle dağ sakinleri ona minnettar ve her gün yüreğini serinletmek için son ışığın diyarı Hometé’den çekilmesini beklerler.
Bir dokundum bin ah işitim.
Geri döndüğümüzde karanlık basmak üzereydi. Zeynep kadın ateşi harlamış, sürü çoktan akşam serinliğinde otlağa sürülmüştü. Soframızı süsleyen el emeği peynir çeşitleri ateşte ısıtılan ekmek kokusu ve çay iştahımızı kabartırken, keskin soğuk ateşe daha çok yaklaşmamıza neden oluyordu. Ortalık zifiri karanlıktı.Işığımız ise gökyüzündeki yıldızlardan ve etrafına toplandığımız alevden ibaretti. Neden dağ yaşamı soruma aileden miras kaldı dediler. “Birçoğumuz gözlerini bu dağlarda dünyaya açmıştır. Yanı sıra Şavaklılar birçok büyüğünü bu yaylalarda toprağa emanet etmişlerdir. Her yıl buralara gelirken bir nevi onları da ziyaret etmiş oluyoruz”.
Çemişgezek’in Kıraçlar (Hıdıröz) köyünden yola düşen bu dağ serüvencileri uğradıkları her durakta adeta soyulmanın her kertesini yaşayarak yol alırlar. “Bize Şavaklı diyorlar.Söylemde bile sürekli bir aşağılama var. Eskiden köylerden geçerken birçok bölgede koyunlar çalınırdı. Şimdi başka bir şekilde soyuluyoruz. Anlayacağınız, biz de Dersim’in ötekileri durumundayız.” Şikayetler bununla da bitmiyor. Yayla yerleri ihale yoluyla alınıyor. “İhale bedeli 25.000 TL koyun keçi birliğine ödenen aidatlar. Yanı sıra nakliye ücretleri ve uğrak yerlerde karşılaştığımız fahiş fiyatlar.Çünkü bizim başka seçeneğimiz yok, onlarında merhameti yok. Öyle ki bire on ödeme yapmak zorunda kalıyoruz. Esnaf bekleme yapamayacağımızı, mecbur kaldığımızı biliyor ve bu haksızlığı bilerek yapıyor. Artık o yolculukta kaç gümrükten geçtiğimizi ve kaç vergi ödediğimizi varın siz düşünün.”
Hak vermemek elde değil, zira büyük emekle üretilen peynirin bir taban fiyatı da yok. Taze peynir 17 TL’den tüccara veriliyor. Yani her şey tüccarın insafına bırakılmış vaziyette. Görünürde bir rekabet varsa da tüccarlar kendi aralarında anlaşarak fiyat belirlemesine gidiyorlar. Özcesi, sofralarımızdan eksilmeyen tulum ve salamura peynirlerinin emektar üreticileri bu zorluklarla başa çıkmada hayli yorgun düşmüşler.
Ateş başında süren sohbet ilerledikçe, gecenin karanlığına dolunayın ışığı narin gülümsemesiyle ortamımıza sıcaklığını katmıştı bile. Sanki dağlar mavimsi renge bürünmüş ve gölgeler hükümsüz kalmıştı, ışığın görkemi karşısında. Gecenin sessizliğini bozan köpek havlamaları yabanıl komşuların ziyaretlerine yorumlandı. ‘Korkmayın’ dediler, ‘onlar da kısmetlerinin peşindeler. Gündüzleri bizim, geceleri de onların hükmü geçerli olur bu diyarlarda. Buranın sakinleriyle barış içinde yaşıyoruz, ara sıra barışı bozsalar da bunu ciraniye (komşuluk) hakkına yorumluyoruz.’
Yüzümüze vuran ateşin sıcaklığıyla dinledik birbirimizi. Karşılıklı samimiyetimizi sunduk. Bu dağların her hali güzel, insanlarımız değerli. Doğamız değerli. Dengeler bozulmadığı sürece, Yeter ki insanların kötülük dünyası taşınmasın oralara.