*YAZAR HÜSEYİN CENGİZ, DERSİMLİ ŞAİR CEMAL SÜREYA’NIN HAYATI ROMANLAŞTIRDI
Alman Filozof Goethe mürekkebine su karıştıran kişiyi şairden saymazmış. İroninin kimyayla ilgili gerçeği şu; kâğıt üzerine düşen katı mürekkep zaman geçtikçe her koşulda koyulaşır. Oysa su bu denklemi ve gerçeği bozar. Eski çağlarda Şair doğaüstü güçlere sahip kişi olarak görülürdü. Daha da ötesi birçok topluma göre onlar meczup ya da kâhin diler. Modern dünyada ise şairler kelimelere biçim ve ahenk yükleyen onlara duygu ve düşünce katan kişiler olarak adlandırıldı. Şairliğin misyonu basite indirgenmiş gibi görülse de aslında “şairleri haykırmayan toplumlar öksüz çocuklar gibidir” önermesi yenidünyada çok çabuk görüldü. Şairin işi modern dünyada daha zor kılındı ve mürekkebini sürekli katı tutmak durumunda kaldı.
Ben şair değilim. Yazmış olduğum herhangi bir şiirimde yoktur. Ama bilirim Şair matbuat dünyası içerisinde denetimsiz alanda duran tek kişidir. Bir şairle Ahbaplık eden her kişi onların normalin dışında iflah olmaz kişiler olduklarını bilir. Öfkeli ve kırılgan, sessiz ve içine kapalı, şiirini bir kavga bir başkaldırı vesilesi olarak kullananı da bildim aşk şairi olanını da ama benim için en ilginç olanları şairlikten başka bir iş bilmeyen salt şair olanlarıydı. Aslında hepsinin ortak özelliği şiirin dışında yaptıkları diğer işleri bir zul olarak görmeleridir. Şayet şair şiir yazmanın dışında günlük sıradan hayatın içerisinde bir başka iş tutmuşsa bu sadece diğer insanlarla ve dünyayla uyumlu ilişkilerini sürdürme çabasından başka bir şey değildir.
Şair eşikte durmak istemez. Şair Zenparedir ve bir kere aşka düşmeye görsün, her ne pahasına olursa olsun o
kişiyi kendisine kılmak için ününü, itibarını gerekirse kişiliğini her şeyini ortaya koyar. Resmen bir lanete esir
eder kendisini. Romantik argümanlar yetmediğinde aşkın serzenişleri başlar fakat bu bağımlı hal sizi yanıltmasın
şair bir anda makas değiştirip bir başka aşka irtica edebilir. Sonrasında geçmiş serzenişler onun için bir şiir malzemesine dönüşür hepsi bu. Şair aslında terk eden kişidir. Bir anda tasını/ tarağını toplayıp bir şehri ve o şehre dair olan her şeyi arkasında bıraka bilir. O didindiği, uğraştığı, yaygara koparttığı ya da sırf bu yüzden sessizliğe gömüldüğü her ne varsa elinin tersine kurban eder. Şayet iddia büyürse şair o elinin tersine kendisini bile kurban edebilir. Tereddüt mevzu bahis olmaz terk edemiyorsa kendisini terk ettirir.
Kısacası şair kişi denetimli divaneliğin dışına çıktığında her an her şey olabilir.
Şairin gerçek mabedi meyhanedir. Yine ilginçtir bu matbuat dünyası bileşenleri içerisinde alkolik olmayan tek kalem
erbabı odur. Çünkü Şair Dem/koliktir. Nevizade de (sofra adabında) şair kişi deme durduğunda amaç şiirini sese
kaldırmaktır ya da bir meydan toplantısında şair elini havaya kaldırdığında bütün dünyayı; o an oradan geçmekte olan karıncayı, ağaç dalı üzerinde duran bir baykuşu dahi efsunlar. Çünkü coşkunluk hali şeytanla pazarlıktır ve bu pazarlığı en iyi şairler yürütür.
Şairlerin kendilerine has dünyaları içerisinde en dehşet olanları intihar çizgisinde yaşayan kadın şairlerdir. Hakikatin tek bir insana, akla, vicdana sığmaması onlara her zaman eziyet verir. Bu dünya sanki onar için bir sürgün yerinden başka bir şey değildir. Hiçbir şeyin olmadığı yerde her şeyi kendilerine gerçeklik sayarlar ve hayatın kırık camları üzerinde dans ederler. Hiçbir yere gidesi ve hiçbir yerden dönesi yoktur. Cazibesi iyimser hafızanızı ayarttığında aradaki aynayı kaldırır ve kişiyi kendi bedeninin bir parçası kılar. Korkunç bir iştahla tüketirken hayatı ayaklarınızın altındaki cam kırıklarını hissetmezsiniz bile, şaraptan/aşktan değil şair kadınla Dem/hal bittiğinde o adeta şarkı söyleyerek terk eder bu dünyayı. Ardında kalanlar tanrıya sığınır. Fütursuzluk hali hiçbir ikili ilişkide bu denli görülemez.
Şair kadın yazgıyı mühürler.
Birde kelimeleri bir sevda gibi tüttüren şairler vardır ki…
Bilirsiniz onlar kalemini, sigarayı tuttuğu gibi tutar ve ondan tüter sevda sözleri. Onlar insan ruhunun ve kelimelerin kadim ustalarıdır. İşte yazar Hüseyin Cengiz “Yalnızlığın Başkenti” adlı roman çalışmasında bu sevda işçisi şairin
yani Cemal Süreya’nın iz düşümünü sürmüş. Yazar; şairin gerçek hayatına sadık kalarak; basit mutlulukların acılarla beraber nasıl karmaşık zevklere evrildiğini tüm çıplaklığıyla bize gösterir.
Anlatılan bir şairin romanıdır.
Teknik olarak hacmi yüksek bir roman. Ayrıca otobiyografik anlatımlar okuyucuyu yora bilir fakat romanda masallar ve söylencelerle harmanlanmış nefis bir dil ve anlatım görülür. Daha doğrusu Şairin duygu dünyasının şekillenmesinde Dersim mesel ve hikâyelerinin şifrelerini gösterir yazar bize. Evet tarih öncesi köpekler havlar orada ama çocuğunu önce öpüp sonra doğuran kadınlar da vardır. Hikâyeci nineler, doğan çocukların kulağına dua ve ismini fısıldayan amcalar, çocukları yüreklerine basan halalar ve sürekli yolu gözlenen babalar vardır.
İşte şair yani küçük Cemo altı yaşını doldurduğunda bu ailenin üzerine bomba yağmaya, silahlar ölüm kusmaya başlar. Evde kadınlar dizlerine vurup saçlarını yolarken jandarmalar evin babaannesine bir kâğıt uzattılar ve evlerini terk etmelerini söylediler aksi halde sonları ölümdü. Babaanne evin erkeklerinin yokluğunu hissettirmedi ve tüm aileyi
Bu yer dağına doğru yola çıkardı. Yol üstünde silahlanan aşiretlerle askerler arasında ciddi bir çatışma vardı.
Küçük Cemo bu çatışmanın ortasında kayboldu.
Ama duymuştu gidecekleri yer Buyer dağıydı öyle demişti büyük annesi ve meşe ağacı kutsaldır, bizi kötülüklerden korur demişti. Cemo, büyük bir meşe ağacı buldu ve dibinde uykuya daldı. Sabah güneş ışığı meşe ağacının yaprakları arasından süzülüp yüzüne değdiğinde uyandı.
Küçük Cemo hayata ilk adımını Buyer dağına doğru attı.
Xracik nehrinde yüzünü yıkadı. Ceviz ağaçlarından karnını doyurdu. Zel dağının eteklerinden geçti ve üç gün sonra Buyer dağına ulaştı. Sonra iki er nezaretinde onları kara trene bindirdiler ve tarih öncesi köpeklerin bağırtılarını duydu çocuk. Hücreden beter vagonda yakılmış harabe bir ülkeyi izlerken Tren doludizgin yaşanılacak bir hayata doğru harekete geçti.