1. Haberler
  2. Dersim
  3. Ferhat Tunç ile sanatın kitleler üstündeki etkisi üzerine birkaç söz…

Ferhat Tunç ile sanatın kitleler üstündeki etkisi üzerine birkaç söz…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kırk yılı aşkın bir süredir etkileyici şarkılarıyla, özgün besteleriyle, onlarca albümüyle, binlerce konseriyle insanların umudunu diri tutmasına emek vermiş ve aynı zamanda toplumsal travmalarda, demokratik kitle hareketlerinde halkın daima yanında durmuş bir isim olan Ferhat Tunç’la, sanatın kitleler üstündeki dönüşümü ve kitlelere direnç katmaktaki etkisi üzerine bir söyleşi yolculuğu yaptık.

Sevgili Ferhat, çocukluğundan bahseder misin sorusunu yönelterek başlamak istiyorum söyleşimize.

1964 yılında Dersim’de doğdum. Doğduğum kent, Dersim, kuşkusuz tarihine dair söylenecek çok şeyin olduğu bir yer. Öncelikle trajik tarihe sahip bir kent. Ben de bu trajik tarihin mağduru bir dedenin torunu olarak büyüdüm. Dedem 1938’de ölü diye annesine teslim edilmiş. Ardından annesinin olağanüstü çabalarıyla hayata tutunmayı başarmış dedem. Babamın ben 4 yaşındayken Almanya’ya işçi olarak gitmesi nedeniyle kişiliğimin ve kimliğimin oluşmasında her iki dedemin çok büyük etkisi olmuştur. 

Müzik yolculuğun nasıl bir etkileşimle başladı ve seni müziğe çeken şey neydi?

Müzik yolculuğum aslında ilk olarak yaşanmış trajik tarihimizin ağıtlarını iki dedemden duymamla ve zaman içinde benim de bu ağıtlara eşlik etmemle başladı. İlkokul sonrasında kent yaşamıyla birlikte sol sosyalist düşüncelerin etkisiyle devrimci ağıt ve marşlarla devam eden bir hayatım oldu. Böylece ağıtlarla başlayan yolculuğum devrimci marşlar da eklendi ve Dersimin küçük ozanı olarak tanınmaya başladım. Her zaman ifade ettiğim gibi beni müziğe çeken asıl derinlik ve sonrasında da sanatçı kimliğimin, ruhumun beslendiği en önemli damarın ve etkileşimin Dersim olduğunu söylemeliyim.

Henüz çocukluk yıllarında Dersim’in Küçük Ozanı diye tanındın. Fakat bu tanışıklık sıradan değil, daha çocuk yaşta direncin ve umudun şarkılarıyla insanları direnmeye ve umuda çekme başarısını barındıran çok enteresan bir tanışıklık. Bunu nasıl başardığını öğrenebilir miyiz?

İnsanca bir yaşamı amaçlayan devrim davasına inanmış olmanın azmiydi bu. Sol sosyalist düşüncelerin kitleselleştiği ve bu kitleselliğin yarattığı sinerji bu küçük kentte hepimizi sarıp, sarmalamıştı. Tarihsel acılarımız ilk günkü sızıyla orta yerde duruyorken, kendimizi farklı bir heyecanın içinde bulduk. O yıllarda çocuk sayılacak yaşlardaydım ve bu yeni sürecin ağıtlarını seslendirirken buldum kendimi. İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere 68 kuşağı önderlerinin ardında yakılmış ağıt ve marşların takipçisi oldum. Köyde dedemin 38 trajedisini anlatan ağıtlarının yerini bu yeni dönemin ağıtları almıştı. Artık Türkçe ağıtlar ve marşlar söylüyor, daha iyi ve yaşanılır bir dünya umudunun ısrarlı şarkılarını söylüyordum. Zaman geçtikçe de e hızla Dersim’in Küçük Ozan’ı diye anılmaya başlamıştım.

Tam da bu noktada söyleşimizin ana temasına dokunmuş olduk. Müziği salt bir eğlence aracı olarak gören bir anlayış var ve sen hep bu tavrın karşısında durdun. Birçok sanatçının aksine bu alanlardan uzak durmaya özen gösterdin. Ürettiklerinle belli bir kitlede, insanca yaşam hakkı için mücadele etmek azmini çoğalttığını düşünüyorum, bu konuya ilişkin düşüncelerini öğrenebilir miyim?

Müzik benim için asla bir “eğlence” aracı olmadı. Eserlerim, yaşadığım tarihin canlı tanıklığından doğdu. Yaşanmış acıları içselleştirmem ve bu içe işleyen duygulanımın ruhumun derinliklerine dokunmasıyla ortaya çıkan eserler bunlar. Bu acıları umuda dönüştüren, dönüştürmeye çalışırken aynı zamanda sistemin acımasızlıklarını da sorgulayan bir sanatçı oldum. Her daim ülkemizin toplumsal, siyasal gerçekleri ve gündemiyle yakından ilgili oldum. Bu müziği yapan biri olarak, teslimiyetçi, tarafsız, duyarsız ve kendi kişisel çıkarlarını ön planda tutmak yerine, halkımın haklı davasının sanatçısı ve savunucusu olmaya gayret ettim. Sokaklarından, meydanlarından çığlıklar yükselen bir ülkede içi boş bir eğlence mantığıyla müzik yapmayı kendime ve sahip olduğum değerlere haksızlık sayarım. Zor zamanlarda çok büyük kitlelere ezgilerimizle umudu ve direnci taşıdım. Popülizmin karanlık dehlizlerinde bir hiç olmaktansa değerlerin sanatçısı olmayı önceledim her zaman. Hedefe konulmuş olmam da bu yüzdendir. Şairin deyimiyle ‘Budur katlimize sebep suçumuz.’  

Sevgili Ferhat, sanatın, bireyin ve toplumun değişimindeki, dönüşümündeki etkisi var mıdır, varsa rolü nedir sence?

Sanatla, şarkıyla, türküyle ilişkimi biraz da hayatı algıladığım yerden kuruyorum. Böyle olunca etkisi daha gerçek bir yerden dinleyiciye ulaşıyor olabilir. Aynı zamanda hitap ettiğim kitlenin dertleri, tasaları, umutlarını seslendirmemin de bu etkide payı var. Yaşadığım iklimin insanı olmak, sanatçılığımdan önce gelir. Dolayısıyla bu iklime ait ne varsa bunu yaşamımın her zerresinde hissediyorum. Ortaya çıkardığım her eserimi, duygu dünyamın bu yoğunluğuyla işliyorum. Güçlü bir karşılık bulmasının bununla ilgisi olduğu aşikardır. Bu aynı zamanda toplumdaki değişimi de tetikleyen bir unsur olabilir. Yani bir anlamda sanat üreticisi diaelektik olarak yeni ve özgün eserler yaratmak durumundadır ve değişen dünyaya paralel olarak toplumun duyumsadıklarını kendi hisleri saydığı için kendisiyle beraber toplumun değişimine etkisi olacaktır. Dolaysıyla sanatçı, düşünür, bilim insanı gibi kitlelere mal olan entelektüeller toplumun algılama ve farkındalığı üstünde etkili bir ışık tutucu sayılabilen bir role sahiptir, diye düşünüyorum.

Ferhat Tunç yalnızca şarkılarıyla, albümleriyle, konserleriyle değil meydanlarda, travmatik toplumsal olaylarda, demokratik kitle eylemlerinde toplumla omuz omuza olmuştur. Bu yan yana olma halinin kitlelerin duygularını ve direnme azmini diri tutmakta etkisi var mıdır?

Vardır kuşkusuz. Devletin Kürt sorununa, Alevilerin sorununa ve diğer sorunlu alanlara ilişkin politikasını eleştirmekle yetinmedim, her alanda demokratik ve insanca bir yaşamı önceleyen doğrularımın takipçisi bir sanatçı oldum. Sadece sahneyle kendini sınırlamış bir sanatçı olmak yerine mücadelenin sürdüğü tüm alanlarda olmayı yeğledim. Devletin tüm acımasızlıklarıyla kutsandığı bir ülkede kendi olmaya, kendi halkının yanında konumlanmayı vazgeçilmez kıldım. Halkımla yan yana dururken çoğalttık kendimizi. Kendini bilen bir sanatçı için muazzam bir kaynaktır bu. Bu kaynaktan beslendikçe kendimi çok daha haklı ve güçlü hissettim. Hakkımda yürütülen soruşturmaların, açılan davaların ve zaman zaman gözaltına alınmaların tek amacı bu duruşumun yarattığı rahatsızlıktı. Sadece bugünün değil, öteden beri tüm iktidarların politikası, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı hep düşmanca olmuştur.

Ferhat Tunç’un şarkılarıyla büyümüş, yaş almış, kuşak atlamış sol sosyalist kesimin dışındaki kesimlerden insanlar da bulunuyor. Onlar da kendilerini, Ferhat Tunç’un şarkılarının etkileyici tınılarında, müziğinin özgünlüğünde ve güçlü yorumunda bulduklarını belirtiyorlar. Hatta bazıları gizli bir itirafı paylaşarak Kayıp şarkısı gibi bazı şarkılarda tüylerinin diken diken olduğunu, keşke dünyanın daha güzel bir yer olduklarını sorusunu kendilerinin de düşündüklerini dillendirdiklerine şahit oldum. Sence bu müziğin ve sanatın buluşturucu gücü müdür? 

Mutlaka, ben de sanatın buluşturucu bir büyüsü olduğuna inanıyorum. Ferhat Tunç olarak sadece belirli bir toplumsal kesimin sanatçısı olmadım. Şarkılarımla farklı kesimlerde insanların yüreklerine dokundum. İstanbul konserleri albümüyle bu ilişkinin daha bir yoğunluk kazandığını ve kavgamın çiçeği albümüyle bu ilişkinin zirvesi diyebilirim. Türkiye toplumu yaşadığı ülkenin hakikatlerine yabancıdır. Böyle bir siyasal kültür ne yazık ki yok. Olmadığı için de resmi devlet ideolojisine hapsolmuş durumda. Bu hakikatleri bilir ama duymak veya tartışma konusu olsun istemez. Bu yüzden ülke gerçeğinden taviz vermeyen sanatçıları gizlice dinleyen bir kitle var. Son iki yıldır gözlemlediğim kadarıyla birçok bilinen şarkım, sosyal medyada çok farklı görüşlerden insanlar tarafından paylaşılıyor. Birçok şarkımın tiktok benzeri platformlarda milyonlarca kez tıklanması ve dolaşımda olmasını şaşkınlıkla karşıladığımı söyleyebilirim.

Son olarak Rap ya da elektro müzik gibi değişen dünyanın müzik soundlarına ve tarzlarını düşünürsek bu yeni alanlarla kesişen şarkılar yaparak yeni nesil dinleyicilerin kalbinde ve yüreğinde direncin esintisini yapmak fikri aklından geçti mi hiç?                    

Sanat üretiminde ne kadar yetkin ve üretken olsanız da zamanla bir kısırlaşma, odakların yitirilmesi, yerlerine yenileri koyamama durumu olabiliyor. Günümüzde müzik başta olmak üzere, görsel ve çağdaş sanat alanlarında yenilikçi girişimlerin olması gayet doğal. Baskı ve sansürün yoğunlaştığı bu koşullarda sanatçılar, kendi ifade olanaklarını araştırmalı ve derinleşmeliler. Bu olumsuz tablo sanatın çeşitlenerek zenginleşmesine yarayacağına inanıyorum. Bu gelişmeler kapalı olmadım hiçbir zaman. Farklı arayışların, müzikal her türlü yeniliğe açık oldum. Son 4 yıla yakın sürgünde bu anlamda edindiğim deneyimler var. Avrupa’da artık muhalif olsa da bambaşka yeniliklerin yaşandığını görüyorum. Emin olduğumda farklı çalışmalara yöneltebilirim. Bu beni çok heyecanlandırır.      

Toplumların yeni dünya düzeni denen yeni emperyalist kuşatmayla sosyoekonomik olarak daha bir sıkıştığını düşünüyorum. Özellikle sinema, tiyatro, konser ve etkinlikler gibi bireyleri yan yana tutan, bireylere kitle olma bilincini veren etkinliklerin pandemi sürecinde gerçekleşmemesi bu sıkışmışlığı daha da artırdığını söyleyebilir miyiz?  

Bu sorunuzu salt Pandemi süreciyle bağlantılı olarak yanıtlarsak eksik kalır. Bütün sanatçıların özgürlüğün, adaletin, hakikatin yerle yeksan edildiği bu dönemde sesini daha gür çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Hitap ettiğimiz topluma da kendi işimize de sorumluluğumuz bunu gerektiriyor bence. Sanatçı için hak ihlaline uğrayanın, derdi olanın kimliği de önemsiz olmalı; kimin canı yanıyorsa, kimin özgürlüğü çalınıyorsa onun sesi olabilmeli. Çünkü orada mesele kimin canının yandığı değildir, can yakan bir zorbalığın olduğudur ve sanatçı zorbalığa karşı konumlanmalıdır. Birbirimize daha çok temas etmeliyiz, birbirimizi daha çok anlamalıyız ve bunu da en iyi sanatçılar sağlayabilir. Pandemi döneminde insanların balkonlardan birlikte şarkı seslendirmesi gibi insanlar kötü günlere karşı yine sanata sığındı, sanatla ortaklaştı. Sanatçılar bunun anlamını unutmamalı. Bir bakıma insanlar bir şekilde sıkışmışlığı yine kendi yönetmeleriyle yırtıp sanatın birleştirici yörüngesinde buluşup birlikteliklerini devam ettirebiliyorlar.  

İçten cevapların ve paylaşımın için teşekkürler sevgili Ferhat. Son olarak düşüncelerinden ve muhalif eleştirilerinden dolayı aldığın mahkumiyet cezaları sebebiyle son üç yıldır sürgündesin. Hatta seni uğurladığımızda böylesine uzun bir sürgün dönemi olacağına ihmal vermiyorduk. Tarihte Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve ismini yazabileceğimiz sürgünde kalmak durumunda olan birçok sanatçı olmuştu. Tarih onları sürgüne gönderen iktidarları silerken sanatçılar ise halkın yüreğine ve belleğine tarihler boyu yaşayacak şekilde işlenmiştir. Bu konudaki düşüncelerini, özlemlerini paylaşabilir misin?  

Çok haklısın, sanırım sürgünde olmanın böyle bir talihsiz bir yanı var. Öteden beri muhalif aydın ve sanatçıların sistematik olarak baskı altında tutulduğu, susturulmak istendiği bir ülke oldu Türkiye. Boyun eğmeyip her şart altında muhalefet edenler ise her dönem hapishanelere dolduruldu, bir kısmı öldürüldü, pek çoğu sürgünde yaşamaya zorlandı ve sürgünde yaşamlarını kaybedenler oldu. Ülkemden, evimden ayrılırken sürgünün bu kadar uzun süreceğini ben de aklımdan geçirmemiştim. Daha doğrusu böylesine kötü bir yönetimin uzun sürebileceğine inanmamıştım. Aslında sürgünde olmaktansa hapiste olmaya hazırlamıştım kendimi. Ancak durmadılar ve aldığım hapis cezası üzerine yeni davalar eklediler. Hapiste olsaydım açılan bu davaların hızlı bir şekilde sonuçlanacak ve uzun yıllar hapiste çıkmam imkânsız olacaktı. Ancak bu gerçeğin yanında sanırım sürgünü tercih etmemde kızım Deren’in çok etkisi oldu. Yeni evlenmişti ve bebek bekliyordu. “Baba torunun doğarken senin hapiste değil, yanımızda olmanı isterim. Bize böyle bir kötülük yapamazsın” dedikten sonra kararımı verdim. Evet, zor da olsa sürgün bir hayatı göze almalıyım dedim. O gün en yakın dostlarımızla son kez bir aradaydık. Aslında bir veda buluşmasıydı ve çok duygulanmıştım. Hayatın her alanında hep birlikte olduğum ve birlikte mücadele ettiğim siz değerli arkadaşlarımdan ayrılmak kolay olmadı.

Baskıların düzeyi ne olursa olsun önemli olan yaşadıklarından bir şeyler öğrenebilmek, inancını koruyarak, eğilip bükülmeden yoluna devam edebilmektir. Bu yol bazen hapse, bazen sürgüne bazen de ölüme götürebilir sizi. Sonu ölüm de olsa insanca yaşamak isteğiniz bir hakikat olarak evrenin bir yerinde durur ve duruşunuzla anılırsınız. Ancak direnmeyi elden bıraktığınızda bir hiç olarak tarih sayfasında yer alırsınız. Seçimi size kalmış aslında ve bu seçim insan kalabilmenin de ayrımıdır bence.

Not: Bu söyleşi ilk olarak KÇP Sanat ve Devrim Nisan 2023 Sayısı’nda yayınlanmıştır.

Ferhat Tunç ile sanatın kitleler üstündeki etkisi üzerine birkaç söz…
Yorum Yap
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin