Aşkın mezarı, Gora Bûkê: Recme giden bir aşkın kırık öyküsü…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hikaye acı, hikaye kahredici, hikaye ders niteliğinde. İçinde aşk var, acı var, ölüm var. O simsiyah taşlar da adeta yüzyıllar önceki karanlığın temsilcisi, çünkü o simsiyah taşlar bir aşk hikayesinin, bir recm hikayesinin bugüne kadar ayakta kalan temsilcileri. O taşlar, toprağın altında yatan iki büyük sevdalının mezar taşları, şahitleri…

Yüzyıllar geçse de, o taşların anlamını merak eden birileri o hikayenin peşine düşsün diye belki bu kara taşlar.

Doğubeyazıt’tan kuş uçuşu yarım saat kadar uzaklıkta bir arazi. Arazinin içinde gözle görülecek derecede simsiyah taşlar. Belli ki o taşlar oraya yıllar önce bir işaret için konmuş, kim bilir belki de yıllar sonra hatırlansın, unutulmasın diye.

Pira Belek

Bayazît Mirî Mihemed Pîr Bela tarafından yaptırtılan Pira Belek’in ustası, köprüde kullandığı siyah taşların o gençlerin bahtı ile aynı olacağını hiç bir zaman bilmeyecekti, kim bilir bu taşları döşerken neler hayal etmiş, hangi heves ile o taşları koymuştu.

Ağrı Dağı eteklerinde bulunan mezarlığın arasında bulunduğu iki köy yani Celal (Demirtepe) ve Şêxulî (Gölyüzü) köyleri de en az bu hikaye kadar ilginç özelliklere sahipler.

Celal köyü eski bir Ermeni köyü iken Hamidiye Alayları baskısından kaçan Ermeni köyünün tapusunu elinde bulunduran  bir Ermeni bunu eski Doğubeyazıt yerlisi birisine satıyor. Sonra Temir diye Celali aşiretinden birisi de bu tapuyu o yerliden satın alarak, akrabalarını  alıp gelir bu köye yerleşiyor. Uzun yıllar Celal ismi ile bilinen köy daha sonra resmi kayıtlara Demirtepe olarak geçiyor.

Şêxulî Köyü de Şêx Mihemed Celali’nin köyüdür. Mihemed Celali ise Bediüzzaman Seîdê Kurdî’nin hocasıdır. Bilindiği gibi İshak Paşa Sarayı’nın orada bulunan Ehmedê Xanî türbesinde de Bediüzzaman’ın kendisinden feyiz aldığı bir pencere mevcut.

Bu iki köyün özelliklerine bakınca, bu hazin aşk öyküsüne hem Müslüman Kürtlerin şahit olduğunu anlıyoruz hem de Hristiyan Ermenilerin.  Kim bilir belki de suç ortakları…

Belki de Doğubayazıt sazlığı bu aşka çok ağladığından hala da kurumamış…

Yaklaşık 4 yıl önce köy okullarına onarım ve öğrencilere yardım için ziyaretler yapan Doğubeyazıt Eğitime Destek Derneği Başkanı Sezai Kokalp’ın dikkatini eski bir mezar çeker. Pira Belek’i geçtikten sonra Celal (Demirtepe) köyüne yakın bir yerde olan mezarlığın hikayesini öğrenen Kokalp, korkunç bir gerçekle de tanışmış olur. Çünkü bu mezarlıkta birbirini seven iki gencin mezarları da var. Üstelik bu mezarlıktaki  gelin yaralı şekilde canlı olarak gömülüp recmediliyor.

Kokalp’ın konuyu araştırıp gündeme getirmesi sonucu mimar Osman Aşan ve Örtülü ( Ortilî) köyünden, Doğubeyazıt Küçük Sanayii Sitesi Başkanı Metin Yaşik girişimler ile bu sahipsiz mezarlığın duvarları örülür.

Peki iki gencin aşkını, bir toplumun trajedisini içinde barındıran bu mezarlığın öyküsü nedir? Neden Gora Bûkê yani gelinin mezarı olarak anılır? Olay çok eski olduğundan -kimisi 200 kimisi 300 yıl önce olmuş diyor- anlatımları esas aldık. Sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı için kimi anlatıcılar eksik veya yanlış anlatabiliyor. Kimi yerde de birbirinin tersini de söylemiş olabiliyorlar. Fakat hepsinin hemfikir olduğu şey; bu mezarlığın bu iki gence ve akrabalarına ait olduğu, bu kişilerin Müslüman Kürt ve Celali aşiretine mensup oldukları ve gelinin recmedildiği…

“Burada bu coğrafyanın trajedisi var”

Mezarlığı gündeme getiren ve duvarlarının örülmesine vesile olan Sezai Kokalp mezarlık ile tanışmasını ve hikayesini içi burkularak şöyle anlatıyor:

“Biz köylerde okul onarımı ve öğrencilere yardım çalışmaları yaparken bu mezarlığa denk geldik. Eski bir mezarlıktır. Şu anki duvarları örülü değildi. Çevre köylerde yaşayan insanlara, dostlara sorduğumuzda buranın isminin Gora Bûkê olduğunu söylediler. Yaptığımız araştırmalarda buranın eski bir öyküsünün olduğunu, bu öykünün içinde bu coğrafyanın trajedisinin, aşkının ve umudunun var olduğunu öğrendik.  Bilgilerimiz yazılı kaynaklara değil tamamen bu bölgede yaşayan insanların anlatımlarına dayalı. Edindiğimiz bilgilere göre birbirini seven iki insanın destanı var burada.  Köyün güzeller güzeli kızına aşık oluyor gencin biri. Sonra askere gidiyor. Bu yaklaşık 100 yıldan fazla önce yaşanmış bir olay. Tabii o dönemin askerlik süresi uzunmuş. Sonra Mem û Zin destanındaki gibi  Bekoyê  Ewan’lar yani fesat ve ara bozucular devreye girip kızı bir başkasına nişanlıyorlar. Eski sözlüsü de askerde tabii. Bir şekilde ona ulaşılıp deniliyor ki senin sözlünü zoraki başkasına veriyorlar. O da geliyor köyüne, akrabalarını topluyor. Amacı aslında eski sevdalısını kaçırmak. Düğün günü bu gördüğünüz yerde düğün konvoyunun önü kesiliyor.  Büyük bir savaş başlıyor. O arada planladıkları gibi gelini de konvoyun içinden alıp kaçırmaya çalışıyorlar. Hatta biraz da uzaklaşıyorlar. O büyük savaşta neredeyse burada görülen mezar sayısı kadar insan ölüyor o sırada.

 

Hikayenin  ilginç bir yönü de savaş sonrasında gelin kaçırılan yerden getiriliyor. Ve bulunduğumuz yerde yaralı bir şekilde canlı canlı toprağa gömülerek recmediliyor. Evlendirildiği damat bu savaşta yaralanıyor ve başka bir köye götürülüyor, orada vefat ediyor. Hangi köye götürüldü ve kim olduğuna dair elimizde net bir bilgi yok. Buranın böyle bir hikayesi var.  İnsan bu coğrafyada bu hikayenin yaşanmasından kaynaklı efkarlanıyor. Çünkü bu coğrafya çok fazla savaşa, umuda, aşka, destana şahit olmuş bir coğrafya. Hele şu dağların ardında Mem û Zin  hikayesini yazan ( burda kastedilen kişi Ehmedê Xanî’dir) da olunca insan efkarlanıyor.”

“Neredeyse 300 yıllık bir hikaye”

Mezarlığın az ilerisindeki Celal köyü sakini İsmet Taylular’a göre bu hikayenin 300 yıllık bir geçmişi var:

“Bu gelinin mezarlığı 3 asırlık bir meseledir. Yani 300 yıl falandır büyüklerimizin bize anlattığına göre. Zamanında burada bir yerleşim yeri varmış. Sazlık olduğu için geçit yokmuş. Gelini getirmek için  Pira Belek  köprüsünü kullanmışlar. O gün de artık genç askerden mi geliyor, gurbetten mi geliyor bilmiyoruz bir kalabalığa denk geliyor. Diyor ki bu neyin kalabalığı? Onlar da diyor ki sözlünü bugün gelin etmiş, götürüyorlar. Nereye götürüyorlar, diye soruyor. Onlar da bu taraflara doğru yani Celal ve Örtülü köylerine doğru diyorlar. O da peşlerine düşüyor. Kale başında yani Kela Gola Emer Axa (Emer Ağa Gölü Kalesi) dedikleri yerden geçip gelini götürenlerin yolunu kesiyor. Orada kavga çıkıyor. Çok sayıda kişi ölüyor.  Gelin de ölüyor. Nedime kaçıyor. O da olay yerine 100 metre falan ileride öldürülüyor. O günden sonra oraya Merzelê Bûkê  diyorlar. Orada yerleşim yeri olduğu için sadece onların değil başka insanların da mezarları var mezarlıkta, fakat mezarların çoğu o olayda ölenlerindir.”

“Mezar yapılarından Müslüman Kürt oldukları kesindir”

Örtülü köyünden Kadir Ardin ise açılan mezarların yapısına göre bu kişilerin kesinlikle Müslüman Kürt olduklarını söylüyor:

“Biz 6-7 yaşlarında iken mezarlığının yanından geçerken o zamanki büyüklerimize soruyorduk burası kimlerin mezarı diye, onlar da bize burası Merzelê Bûkê diyorlardı. Biz de hep merak ettik sorduk büyüklerimize dedik Merzelê Bûkê ne demek? Onların bize o zaman yani 1974’lü yıllarda anlattıkları şey şudur. Diyorlardı ki, burada iki genç birbirlerini çok seviyorlarmış. Bu kızı sevdiği çocuğa değil bir başkasına vermişler. Çocuk da o aşkın acısına dayanamayıp  gelini almaya geldikleri gün gelip bir yerde pusuya yatıyor. Gelini atlar ile almaya gelen 33 kişiyi kurşuna diziyor. Gelin attan inip kaçıyor. Gelinin peşine düşüyor. Gelini de 200-300 metre ileride vurup öldürüyor.  Artık kendisini de vurup vurmadığını tam olarak bilmiyoruz. O zaman bize anlatılanlara göre 250-300 yıl önce olan bir olaydır bu. Ama tahminlere göre  ve açılan mezarlardaki defin biçimlerine göre bunlar yüzde 100 Müslümanmış. Tabii onlardan sonra da buraya Ermeniler yerleşiyor. Çok kavim değişmiş burayı fakat açılan mezarların yapısına göre bunların Müslüman olduğu kanıtlanmıştır.”

“İki taraftan da çok sayıda insan ölüyor”

Mehmet Gezgöç’e anlatılanlara göre ise genç gelin konvoyuna tesadüfen denk geliyor:

“O genç askermiş. O  zamanın askerliği de zahmetliymiş. 4 yıl falanmış. Şimdi ki gibi imkanlar olmadığından ondan bir haber alamamışlar. Tezkere alıp gelince her şeyden habersiz bir şekilde gelin konvoyuna denk geliyor. Yolda onlara diyor ki bu kimin düğünü nereye gidiyorsunuz? Onlar da diyorlar ki filankesin kızıdır. Sevgilisi askerden gelmemiş, belki de öldü dedik, filankesin oğluna verdik. Bu düğün onların. Bunun üzerine tartışma çıkıyor. Kavgaya dönüşen bu tartışmada hem kızın ailesinden hem oğlanın ailesinden çok sayıda insan ölüyor ve bu mezarlığa defnediyorlar.”

“Olaydan sonra bile yıllarca gelinin mezarı taşlanıyor”

Bütün anlatılanlardan ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor; genç askerde iken sözlüsü başkası ile evlendiriliyor. Haber almış veya almamış olsun, genç gelin konvoyunun yolunu akrabaları ile kesiyor. Bu savaş şeklindeki kavgada iki taraftan da onlarca kişi ölüyor. Buna gelin, gelinin eski sevdalısı ve zorla evlendirildiği damat adayı da dahil. Sonra çevredeki insanlar geline sen bu işe sebep oldun deyip yaralı bir şekilde canlı canlı toprağa gömüp recmediliyor. Celal köyünden bir kişinin anlatımına göre o olaydan yıllar sonra bile özellikle yıldönümlerinde insanlar o yoldan geçerken gelinin mezarını uğursuz ve ölümlere sebep olmuş diye taşlıyormuş.

“Kürt kültüründe gelinin yoluna çıkmanın iki sebebi ve iki sonucu var”

Hatırlatmamız gereken bir şey var. Bu olayı bununla belki daha iyi anlarız. Kürt kültüründe gelinin yoluna çıkmanın iki sebebi ve iki sonucu var. Birincisi; yolunu kapatıp toybaşından hediye almaktır. Burada yolu kapatan kişiye yaşına göre mutlaka bir hediye verilip, hayır duası alınır. İkincisi ise gelini alıkoymak için yola çıkmaktır. Bunun da cezası ölümden aşağı değildir. Ünlü “Senem Xanim” adlı destanı bilenler hatırlayacaktır, destanın erkek kahramanı Hüseyin Bey uzun yıllar Bağdat’ta kalıp memleketine dönerken, yol üstü tesadüfen eşi Senem Hanımın düğün konvoyuna denk gelir. Onlara gelini tanıdığını söyleyince düğün konvoyundakiler ona saldırmak ister. Fakat eşi Senem Hanımı kendi oğluna gelin eden Hüseyin Bey’in baba dostu Kahraman Ağa dünya görmüş kişiliğinden dolayı hele bir derdini öğrenelim, ona göre icabına bakarız der. Hüseyin Bey’in kendini tanıtması üzerine Kahraman Ağa kendisinin öldüğünü düşündükleri için eşine talip olduklarını ve bu saatten sonra bu gelin ile yola devam etmelerinin şanlarına yakışmayacağını söyler. İkisini orada birbirine teslim edip yollarına devam ederler.

Not: Gor ve Merzel sözcükleri eş anlamlı olup Kürtçede mezar anlamına geldiğinden konuşmacıların anlatımına müdahale edilmemiştir.

Haberin görüntülü halini buradan izleyebilirsiniz.

Aşkın mezarı, Gora Bûkê: Recme giden bir aşkın kırık öyküsü…
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA