1. Haberler
  2. Güncel
  3. 2017 yılı kadınlar açısından hem bir kıyım hem de direniş yılı oldu

2017 yılı kadınlar açısından hem bir kıyım hem de direniş yılı oldu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sistemin kadınları ötekileştirmesi yetmiyormuş gibi, erkek egemen anlayış da kadını kamusal alanlarda dışlıyor hâlâ…

Uygarlığın başlangıcından, hatta belki öncesinden günümüze değin gerçekleşen tüm toplumsal mücadelelerin temel dinamiğini oluşturan kadınlar özellikle de günümüz Ortadoğu’sunun Türkiye ve Kürdistan’ında derinleşen ve giderek
kangrene dönüşen toplumsal problematiğin çözümünde de kilit bir konumda bulunmaktadırlar.

Bu nedenle varlığını militarizm, milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik kanallarından oluşturdukları sömürü sistemiyle garantiye almak isteyen tekçi iktidar anlayışı 2017 yılı boyunca Türkiye ve Kürdistan da kadınları ağır bir katliam mekaniği ve baskı cenderesi içinde tutma gayretinde oldu. Kürdistan’da 33 yıldır yürütülen kirli savaş 30 Ekim 2016 tarihli MGK’de kararlaştırılan ‘çöktürme eylem planıyla’ çok farklı bir boyut kazandı. Çöktürme zihniyeti Fetullahçı çetenin baştan ayağa mizansen kokan darbe saçmalığını “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirip halkların büyük bedeller pahasına elde ettikleri kazanımları bir çırpıda gasp ederek ortadan kaldırdılar.

Kıyım ve direniş kavramlarıyla adlandırabileceğimiz 2017 yılı kadın gerçekliğine damgasını vuran da çöktürme ve OHAL uzantısında gerçekleşen faşist icraatlardır. Her türlü hukuksal ve ahlaki normun hilafına tırmandırılan kirli savaştan en fazla etkilenen Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimci ve emekçi kadınlar oldu.

7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimde alaşağı edilen AKP iktidarı bu yenilgisinin kadın mücadelesinin sonucunda gerçekleştiğinin bilinciyle rövanşız bir yaklaşımla 2016 yılında olduğu gibi bu yılda devrimci kadın siyasetçileri işkenceli, tacizci sorgulardan geçirerek zindanlara doldurmaya devam etti.

Bugün cezaevlerinde Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir oranda yaklaşık on bin civarında kadın tutulmaktadır. Bu kadınlardan 668’i bebekleri ya da küçük yaşlardaki çocukları da beraberlerinde zindanda barındırmak zorunda kalmaktadır.

Siyasi kadın tutsaklar tutuldukları cezaevlerinde ağır işkencelere ve cinsiyetçi baskı ve uygulamalara maruz bırakılmaktadır. Van T Tipi cezaevinde tutulan kadın tutsaklar saçlarından çekilerek işkence edildiklerinden
çareyi saçlarını kısaltmakta aramak zorunda kaldılar. Şakran, Tarsus ve Elazığ başta olmak üzere birçok cezaevindeki kadın tutsaklar baskı, işkence ve hak gasplarını protesto etmek için ayları bulan sürelerle süresiz açlık grevleri gerçekleştirdiler.

Kadın gazeteciler baskı, hakaret ve işkencelerden fazlasıyla nasiplendirildikleri gibi bazıları da zindanlara dolduruldular. Dünyadaki tek kadın haber ajansı JİNHA ve birçok kadın dergisi kapatıldı.

İktidarın, Kürt ve devrimci kadın hazımsızlığı devam etti., DBP’li belediyeler bünyesinde ya da bağımsız olarak faaliyet yürüten yüzlerce kadın kurumu ve merkezini kapattı.

DBP’li belediyelerde istihdam edilen ya da değişik devlet dairelerinde çalışan binlerce kadın muhalif sendikaya üye oldukları, demokratik gösterilere katıldıkları gerekçesiyle işten çıkartılarak aileleriyle birlikte yokluğa ve açlığa mahkûm şekilde yaşamak zorunda bırakıldılar.

2016 yılı boyunca Sur, Nusaybin, Silopi, Cizre, Şırnak gibi yerleşim yelerinde evleri barkları yakılıp yıkılarak sokakta bırakılan ailelerin mağduriyetleri bu yılda hafifletilmediği gibi çaresiz bir şekilde kaderleriyle baş başa bırakıldılar.

Bilinçli işsizlik politikası sonucu sefalet içinde aç biilaç bırakılan binlerce Kürt ailesine mensup kadınların mevsimlik tarım işçiliği adı altında evlerinden binlerce kilometre uzaklıkta insanlık dışı koşullar altında karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakılarak sömürülmeleri yılın utanç tablosu hanesine yazılan diğer bir önemli göstergeydi.

AKP iktidarı tahakkümcü toplumsal cinsiyet rejimini kurumsallaştırıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, CEDAW (BM kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi) ile İstanbul sözleşmesi olarak bilinen, ‘kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bununla mücadeleye ilişkin Avrupa konseyi sözleşmesi’ni imzalayarak cinsiyet eşitliğini ve özgürlüğünü esas almayı taahhüt ettiği halde
her geçen gün artan bir ivmeyle bunun tam tersi bir uygulama içinde cinsiyetçi bir rejim inşa etmektedir.

Kadına yönelik cinsiyetçi ayrımcılığın, cinsiyet ve baskıların, uluslararası taahhütlere rağmen bu kadar artmasının temelinde paradigmalar yatmaktadır. AKP iktidarı yayılmacı Osmanlı ümmetçiliğini temel düstur olarak benimsemektedir ve bu paradigmal anlayışta kadın fıtratındaki noksanlıklar yüzünden üst cins erkeğe tabi kılınmaktadır. Erkeğine layıkıyla hizmet ettiği ve imparatorluk ordusu için çocuk doğurduğu oranda kıymetlidir. Aksi durumda teolojisinin “elma ağacı”imgesindeki misyonu nedeniyle her türlü günahın nedeni ve kaynağıdır. Dolayısıyla günahkâr ve lanetlidir.

Kadını objeleştirerek toplum üzerindeki tahakkümünü mutlaklaştırmayı amaçlayan bu anlayışın günümüz AKP’si şeklindeki tezahürü pozitivist metotlarla kadının özgürlükçü dinamizmini yine kadınlar eliyle asimile etme girişiminden de geri kalmamaktadır. İktidar muhalif tüm kadın kurumlarını, derneklerini KHK’lerle kapatarak yerine KADEM gibi çeşitli kuruluşlara her türlü maddi ve manevi olanaklar sunarak bunlar aracılığıyla kadınların aslında bir özgürlük ve eşitlik sorunlarının (fıtratlarında olmadığı için) bulunmadığı, temel sorunun adalet ve erkeği
tamamlayıcılık olduğu fikriyatı vaaz edilmektedir.

Eğitim, sağlık, iş güvenliği vb. konularda çıkarılan ya da hazırlığı yapılan kimi yasal düzenlemelerle bazen örtülü bazen de aleni şekilde cinsiyet ayrımcılığı hukuksal bir çerçeveye oturtulmamaktadır. Müftülere nikâh yetkisinin tanınması bunun son örneğini oluşturmaktadır.

Kadını ötekileştiren bu zihniyetin toplumsal sahadaki karşılığı kadın cinayetleri, şiddet, baskı ve izolasyon şeklinde
vücut bulmaktadır.

2017 yılı içinde tespit edilebilen kadın cinayeti sayısı 364’tür. Bu cinayetlerin çoğu namus mazeretiyle perdelenerek vahşi işkenceler sonucunda gerçekleştirilmiştir. Birçok davada hâkimler “namus cinayeti” mazeretini makul bularak katilleri cezalandırırken bunu hafifletici bir neden olarak kabul etmiştir.

Kadın cinayetleri, AKPnin iktidar da olduğu son 15 yılın öncesine göre yüzde 200’lük bir artışa denk gelmektedir.

Çeşitli kentlerdeki ilköğretim ve orta eğitim okullarda sessiz sedasız yürürlüğe konan haremlik- selamlık uygulaması,
Malatya ve Bursa’da başlatılan pembe otobüs uygulaması ilk akla gelenlerdir. İktidarın bu yaklaşımı yakın zamanda Van’da aralarında tek bir kadının olmadığı ne idiğü belirsiz organize olan erkekler, kadınlar için pembe otobüs uygulaması başlatma cüretinde bulunabilme cesareti gösterebiliyorlar.

Körüklenen cinsiyetçilik sivil güruhlar nezdinde de fazlasıyla yansımalarını buldu. Gerek diyanet işleri başkanlığının yayınladığı cinsiyetçi fetvalar, gerekse iktidar yetkililerinin kadının nasıl giyineceğini, nasıl konuşacağını, nasıl güleceğini empoze eden yaklaşımlarından cesaret alan değişik faşist tipler şort giydiği, dışarıda sigara içtiği, parkta spor yaptığı, bisiklete bindiği, eşi ya da erkek arkadaşıyla öpüştüğü için ve daha değişik gerekçelerle kadınlara şiddet uygulama hakkını kendilerinde bulmuşlardır.

Estirilen faşist ırkçı havadan palazlanan paramiliter yapılar ahlaksızlığı ve hukuksuzluğu daha da çığırından çıkartarak işi ölüleri mezarından çıkarttırmaya kadar vardırmışlardır. Cenazesi Cizre’de günlerce sokak ortasında bırakılan Taybet Ana’dan sonra, “Mezarlığımızda Ermeni ve Alevileri istemiyoruz” denilerek cenazesi mezarından çıkartılan Hatun Tuğluk da faşist zihniyetin siciline bir utanç damgası şeklinde kazınmıştır.

Kuran kurslarında, vakıf yurtlarında, okullarda tecavüz, taciz, cinsel istismar vakaları, çocuk gelinler, ensest çirkefi, diğer tecavüz pratikleri hep anılan paradigmanın izdüşümünde gerçekleşen sapıklık örnekleridir.

Cinsiyet ayrımcılığı, sömürüsü ve kıyımı üzerinden ırkçı, faşist, militarist uygulamaları 2017 yılı bağlamında daha da detaylandırmak mümkündür. Ancak tarihteki tüm örneklerinde görüleceği üzeri toplumsal mücadele asıl olan zalimlerin gaddarlığı değil ezilenlerin haklılığı, kararlılığı ve direnişçiliğidir.

2017 Türkiye’sinin AKP istibdadına rağmen kadınlar direnişten asla vazgeçmediler. Cumartesi anneleri sıcak soğuk, kar kış demeden her hafta hesap sormaya devam ettiler. 8 Mart’ta, 25 Kasım’da, Newroz’da plastik mermilere, cop ve kalas darbelerine, sıkılan gaz ve tazyikli suya aldırmayan on binlerce kadın şarkılarıyla, halaylarıyla, zılgıtlarıyla meydanları inlettiler. Kadınlar yıl boyu kendi renkleri ve sesleriyle zorba erkek zihniyetine inat her yerdeydiler ve her yerde olmaya devam ediyorlar. Kadınlar direndiler. Kadınlar, nasıl ki Moğol istila sürülerinin türevleri DAİŞ çetelerinden Şengal’in hesabını sorarak onları tarihin çöplüğünde hak ettikleri yere gömdülerse, karanlığın ve melametin diğer türlüsünü de aynı akıbete mahkûm etmeyi başaracaktır.

 

 

2017 yılı kadınlar açısından hem bir kıyım hem de direniş yılı oldu
Yorum Yap
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin