Her pexembereki Dia li cane Xwe kiriye… “Her peygamber önce kendisi için Dua eder.” KURMANCÎ ATASÖZÜ
I.GİRİŞ
Üzerinde yaşadığımız ve adına dünya denilen gezegende insanoğlu ve kızının hikâyesi/dokümanter draması/yüksek bir hacme sahip gibi gözüküyor. Savaşlar ve toplumsal değişimler varoluş da kısa bir tarih dilimi olarak algılansa da detay gözlemde hiç de azımsanmayacak bir yoğunluğa ve olaylar örgüsünü sahip gibi durur… Şimdiki zamanda insanın kurmuş olduğu yaşam formu ve onun sonuçları uygarlığın aşırı iştahına endeksli ve belki de ona sebep insan kozmik düşünce ile uyum halinde bir dünya yaşamı kurmayı başaramıyor. 4,5 milyon senelik ömürde 14 bin yıl merdanelikte gezen/mestanelikte şarap içen/dara düş olan/son beş bin yılını kaleme döken İnsanın yaşamı efendisiz toplum bilincinden gönüllü kulluğa nasıl ulaştı? Bu soru orta yerde duruyor hala. Kuşkusuz bu sorunun cevabı kendisinden daha hüzün verici çünkü insanın tarihi bir yanıyla savaşlar ve yıkımlar tarihidir.
İşte bu yazının konusu tarihte büyük bir yıkım yaşamış olan Ermenilerle ilgilidir. Daha doğrusu olaylar sırasında onlara komşu olan Dersimlilerin tavrıyla ilgilidir. Onlar ölüme sürüklenirken komşuları olan Dersimliler ne yaptı? Toplum olarak mesuliyetleri neydi? Komşularının malına/canına kast etiler mi? Vebal aldılar mı? Ya da kulaklarını kapatıp yok mu saydılar onları? Kısacası yukarı Fırat Ermenileri 1915 senesinde 16 ay kaldıkları Dersim’de neler yaşadılar?
II. YÖNTEM
Akıl ve vicdan hesaplaşmasını tamamlamamış hiçbir insan/hiçbir devlet/kurum ya da tüzel kişilik… muhatap olan halkın hassasiyetlerine rağmen onun yıkımı üzerine alelade bir yaklaşım belirleyemez. Yüksek etik ve insan olma kriterleri bu konuda belirleyicidir. Şiddete maruz kalmış bir toplumun bilinci yaralıdır. Kırılan onuru/küskünlüğü/affedemediği için susmayı tercih edişi/ kamuflaj kimlikler ve inançlar kullanması/pozitif ayrımcılığa tabi tutulmalıdır fakat şiddeti uygulayanların kesinlikle hakikatle yüzleşmeleri şarttır. İnsanlığa karşı işlenen suçlar; buna hayvanlar/dağa ve çevrede dâhildir zaman aşımına uğramayan ve salt hukuki düzeyde bir konu da değildir.
Aksi takdirde kişiyi talihsiz bir döngü ve dipsiz bir kuyunun içine sürükler/bir esaret sahibi olur. Bu esaretin adı kültürel şizofrenidir yani milliyetçi bir hastalığın patolojisidir. Kişide vücut bulan bu hastalık sadece kişisel de değildir. Eskilerin sözüyle kan kusup kızılcık şerbeti içmekte değildir bu… Hastalıklı bir toplumun içine doğmakla da alakalı bir durumdur. İnsanlar içinde yaşadıkları toplumların Adına egemenlik hakkı dedikleri konforlu bir akıl tutulmasından da kurtulmuş değillerdir. Hal böyle olunca üretilen hikâyeler/olaylar/savaşlar ve devrimler tarihi neredeyse büyük spekülasyon ve uydurmalardan ibarettir ve taraflıdır diye biliriz. Tarafsız aklın yoksunluğu işte asıl büyük kayıp budur.
Yaşanılan talihsiz olayları çalışma masasına yatıran bir söz ve kalem erbabı kendi halkına rağmen tarafsız olmalıdır. Kılı kırk yarmalıdır. Ele aldığı konu bıçak sırtıdır. Bilerek ya da bilmeyerek yanlış ve duygusal reaksiyonlarla hakikati perdelemiş olur. Büyük bir çarpıtmanın tarafı olur. Kurban olur. Sözünün ve kelamının hükmü düşer daha da kötüsü bunu sürdürmesi halinde kötülüğe ortak çıkar. Dünyanın yalan ve ego merkezini çalışma masasının üzerine kurmuş olur. Özcümlesin bir hükme ulaşmak sadece akıl ve vicdan hesaplaşmasını uygulamak yetmez aynı zamanda konuyu anlamak için tarih bilinci ve bilimsel bir yöntemin uygulanması da şarttır.
Peki eski toplumların yaşamına/geçmişe/atalarımıza nasıl bir yöntemle bakmalıyız?
İşte Batı felsefesi tarihinde bu sorulara en fazla cevap arayanlardan biriside kuşkusuz Alman Filozof Karl Marx olmuştur.
Filozof; Fransız devrimini analiz ettiği “Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i adlı çalışmasında eski hocası F. Hegel’e karşı tarih bilinci üzerine ciddi bir Polemik yapar. Hegel “tarihte olaylar iki kez yaşanır’’ der. Marx bu analizi doğru diye onaylar ve ekler “Birincisi trajedi ikincisi ise komedidir…” Fakat bu polemiğin üzerinden geçen yüzyıllık bir zaman dilimi sonucunda anlaşıldı ki “Trajedi üzerinden uzun zaman geçince de olay komediye dönüşürmüş.” Çünkü tarih onu kimin yazdığıyla da ilgili bir konuymuş…
Yine de Alman filozof K. Marx ısrarını sürdürür… “Geçip gitmiş kuşakların oluşturduğu yaşamı düşünmek bir insanın üzerine kâbus gibi çöker der. Endişe içinde/geçmiş ruhları yardıma çağırır/onların adlarına sloganlarına/kıyafetlerine sarılır/geçmiş dünyadan ödünç alınan bu panzehir ancak insanların yaralarını geçici bir süre iyileştirebilir… Ve ekler -Çünkü insanlar tarihlerini kendileri yaparlar. Ama onu serbestçe değil/keyfiyetle değil… ( çünkü onuna göre tecrübeyle sabitti… bunu taklit edip/ sahte maske ile insanları kandıranlar dahi oldu ve hakikat manipüle edilmeye çalışıldı…kesinlikle geçmişin verili kayıtları ile yaparlar.” Diyerek konuyu kapatır. (Louis Boneparte/18 Brumaire’i-İletişim Yayımları)
İşte bu yazının konusunu direk muhataplarının yazılı ve sözlü beyanları üzerinden/verili kayıtlarla… 1915 yılında Dersime irtica eden ve orada 16 ay yaşadıktan sonra hayatta kalan Ermeni yazarların beyanlarına dayanarak/mazlumun sözünü önceleyerek/bir fikir bir kanaat oluşturmaktan öte durumu anlamaya çalışmaktır hedef. Onlar Dersim’e nasıl ulaştılar? Ne gördüler? Kendilerine nasıl yaklaşıldı? Başlarına ne geldi ve sonradan Dersimde yaşadıklarını nasıl kaleme aldılar? Bu soruların büyük çoğunluğuna cevap arayan Yazar Hovsep Hayreni’nin geniş külliyatlı çalışması olan “Yukarı Fırat Ermenileri/1915 ve Dersim” adlı kitap ilk elden bize konuyu anlamamız için yeteri kadar dokümanter bilgi sunmaktadır. Yöntem olarak öncelik hakkı onlardadır diyerek olayları bizzat yaşamış ve durumun muhatabı olan Ermeni yazarları dinleyelim.
III. 1915 YILI DERSİM
“Dersim yoksul, azla yetinen fakat isyancı ve gururlu…(…) Bu aşiretler 16 ay boyunca bir parça ekmeklerini ve ayranlarını bizimle bölüştüler…(…)
Dağlık ve az topraklı yöreleri içinde bir o kadar zorlu işler görürlerdi. Büyük mahrumiyet ile bir yerde bağımsız ve Özgür olmanın bedelini ödüyorlardı…(…)
Hükümetin tehditlerine ve ültimatomlarına rağmen kendi yanlarına sığınmış olan Harput/Palu/Çarsancaklı/Çemizgezekli/Eğinli/Armıdanlı/ Ermenileri teslim etmediler. Önemsiz istisnaların dışında sığınmacılar için yarı aç yarı tok da olsa hayat çekilir oldu. Ayakkabılarımız giyilmez hale gelince ölmüş eşek derisinden çarıklar diktik/ elbiselerimiz olmayınca Kürt giysileri kullandık/ sabun yokluğunda bitlendik birçoğu tifoya yakalandı yine de Dersimin bir bardak sütü derman olmaya yetiyordu.
(V. Bölüm kaçak Ermenilerin sığınağı Dersim. Şavarş Vetsmandyan’ın yazılı tanıklığı sayfa 608. Yazım:1971/Beyrut.)
1915 senesine gelindiğinde neredeyse tüm Anadolu gibi Dersim’de büyük bir ekonomik buhran içindeydi. Fakat Dersim kendi içinde aşiret aristokrasine bağlı bağımsız kabile ve ailelerden oluşuyordu ve kendi kendilerine yetebilen bir tarım ve hayvancılık üretimi içerisindeydiler. Bu bağımsız aile ve kabilelerden oluşan halk imparatorluk sınırları içerisinde azınlık bir toplumdu(zümre) coğrafyanın kadim halkıydılar ve bu aileler kendi tecrübelerine dayalı yaşamı kurma/üretme/inanç ve gelenekleriyle yaşamı sürdürme ve hayatta kalma becerisine sahiptiler. Muhacir/göçmen ya da başıbozuk değillerdi. Siyasi ve örfi kararlarda kendilerine ait bir iç hukukları vardı. Fakat bağlı bulundukları imparatorluk devleti yüzyılın başında yıkılma aşamasındaydı. 1.Dünya savaşı başladığında Osmanlı hükümeti içeride özel savaş kanunlarından oluşan bir sıkıyönetim şekline geçmişti. Yedi ayrı cephede yürütülen savaşlar kaybediliyordu. Doğu cephesinde Rus çarlık ordusu -1 Kasım 1914 de Erzurum’a girdi ve III. Ordu komutanı İzzet Paşa çaresizce Rus askeri ilerlemesini durdurmaya çalışıyordu fakat yukarı Fırat havzasında asıl büyük çöküş 1915’in Ocak ayında Sarıkamış faciası ile son buldu. Osmanlı ordusunun bu durumu bölgede bir otorite boşluğu yaratıp Dersim aşiretlerine kısmi bir nefes alma imkanı sağlasa da tüm yukarı Fırat sakinleri için bir varlık/yokluk dönemi başladı. Ocak ve Şubat ayları geride kaldığında Ermeniler için ürkütücü işaretler oluşmaya başladı. Niyet açıkça ortaya dökülmediği için tehcire sıra gelmeden Ermeni cemaat öncülerinin/aydınlarının ve tavır geliştirebilecek erkek nüfusun sinsi yöntemlerle kapana alınmaya çalışıldığı bir ön aşama yaşanıyordu. Tamda bu aşamada Çemişgezekli Vetsmanyan sürecin muhasebesini yaptığı anılarında özel başlıkla yer verdiği Dersimlilerin öngörüsü Konuya ilişkin dikkate değer bir bölümdür. Hovsep Hayreni- Yukarı Fırat Ermenileri adlı çalışmasından okuyalım…
“Dersimli dost Kürtler o sıralar bizim kulaklarımıza şöyle fısıldamayı ihmal etmemişlerdi… Kirvalar uyanın! Kendinize gelin! Nehirlerden aşağıya Ermeni cesetleri dalgalanıyor. (Yazarın notu: Bahsedilen tehcir öncesi Erzurum ve Erzincan kafilelerinde ki kurbanların Fırat üzerinden aşağıya ulaşan cesetleridir) sizin başınıza korkunç bir tuzak örülmektedir. Kıymetli neyiniz varsa yanınıza alıp bize sığının…(…)
Bizler bu samimi çağrıların gerçek anlamını idrak edemedik. İdrak etmediğimiz gibi bu çağrıları Kürtlerin soygun iştahının kabarmış olduğuna yorduk…”
Aynı eserden konuyu okumaya devam ettiğimizde Yazar Hovsep Hayreni bu gözlemi şöyle yorumlar.
“ Dersim çevresinde bulunan Ermenilerin yaklaşan bu tehlike karşısın da boş bulunduğu/ İkazların görmezden gelindiği/Ermenilerin direnme iradesinin görünmediği ve bunun için bir destek talebinin olmadığı… Buna sebep Dersimli Kürt aşiretlerinin harekete geçmelerinin beklenemeyeceği… (Ve daha da hazin olan) 1915 Nisan ve Mayıs aylarında ürkütücü işaretlerin alınmasına rağmen o kasvetli ve kader tayin edici günlerde İstanbul Patrikhanesi ve partilerin üst organları yayımladıkları bildirilerle devlete sadık kalmayı teşvik ediyorlardı. Bütün batı Ermeniliği bu sözleri bir emir olarak kabul etmişti.” (age. Sayfa/596)
IV. İLTİCA VE GEÇİŞ HAKKI
İltica; evrensel hukukta bir kişi/bir aile ya da bir toplumun kullandığı politik/sığınma hakkına verilen tanımdır. Kişi ya da toplum yaşadığı ülkede/bölgede temel yaşama hakkının ve hürriyetinin bir başka kişi/kişiler ya da devlet/kurum ve ya bir güç odağı tarafından cinsel/ırksal/inançsal/politik ya da kültürel nedenlerden kaynaklı bu temel yaşama ve barınma hakkının elinden alınması sonucu oluşan bir göç durumudur.
1915 yılı gelindiğinde birçok ermeni Dersim’e iltica ederek bu politik hakkı Dersim ileri gelenlerinin rızasıyla kullanmışlardır. Dersim’e sığınmış orada barınmış ve güvenli bir şekilde geçiş yapmışlardır.
O günlerde Ermenilere bireysel planda sahip çıkma örnekleri ülkenin birçok yerinden örnek gösterile bilinir. Bir ağanın ya da beyin ağırlığını koymasıyla koruyucu davranışlarda bulunmuş olabilir ama bölge ve halk olarak verilebilecek yegane örnek Dersim’dir.
- Yazar Hovsep Hayreni durumu şu sözlerle özetler “Kızılbaş-Zaza/Kürt aşiretlerinin Ermenilerle görece iyi ilişkileri ve mazlumu kayırmaya yatkın hümanist özellikleri bu bölgenin Ermeniler açısından çekim merkezi olmasını sağlamıştır.” (age: sayfa/ 591)
Ermeni halkı tanıdıklarının yardımı veya kendi olanaklarıyla Dersim aşiretleri arasına sığındı ve sonra temmuz 1916 yılında Erzincan Rusların denetimine girmesiyle mercan dağları üzerinden guruplar halinde Erzincan’a geçtiler. Oradan Erzurum’a ve daha ötesine gitmeyi başardılar.
Dersim eliyle bu felaketten kurtulanların sayısı Ermeni yazar/araştırmacı ve akademisyenlerine göre abartısız 25 binden 40 bine kadar değişen tahmini rakamlar söz konusudur. İlk 16 ay için 10-15 bin daha kesin bir rakam gibi gözüküyor zaten devletinde iade edilmesini istediği rakam 10 bin Ermeni vatandaşıdır.
1919 senesinde bölgeyi dolaşan ve aşiret ileri gelenleriyle görüşen İngiliz istihbarat subayı binbaşı W. Charles Noel Dersim’de kurtulan insan sayısını ülkesine 25 bin olarak raporlamıştır. Ayrıca görüşme yaptığı Kürt/Alevi aşiretlerinden Elbistan/Sinemilli aşireti reisi Tapu ağa güneye doğru kaçan ailelerin kendilerine sığındıklarından bahseder. Noel’in konuyla ilgili yazılı aktarımı şöyledir. “ Ayrıca Tapu Ağa’dan Ermeni sürgünlerine yapılan yardımların ayrıntılarını öğrendim. 1915’de Pazarcık kaymakamı Kürtlere hoşgörüyle yaklaşan bir Lübnanlıydı. Kaymakam Kürt/ Alevilerinin kendi bölgelerinden geçen Ermenilere yardım etmelerini destekledi. Kürtler onlara yanlarında kalmak için barınak sağladı. Tapu ağa bu durumdan kaynaklı Türklerle aralarında bitmeyen sorunların çıktığını anlattı.” Kirkor Parlakiyan bu hikayeyi doğruladı.
(Binbaşı Noel’in Kürdistan Günlükleri-1919/Avesta yayımları)
Fakat 1917 sonlarına kadar sığınmacıların dışında Dersim’e dış çevreden gelip geçiş hakkını kullananların tahmini sayısı ise 20 binin üzerindedir. Dönemin Harput’u dış çevreden iç Dersim’e sığınma ve geçiş talebinin olduğu en organize hattır. Harput’tan kuzeye Murat nehrinin kayıkla veya kelekle kaçak olarak geçildiği ve sığınmacıların Avşeker yoluyla Ağzunik’e getirildiği Karaballı Mehmet Ali Ağa’nın bizzat bu işi üstlendiği bir olanak/geçiş hattıdır onlar için.
Bu nedenle Ağzunik hattı sığınmacıların en fazla konuk olunduğu/ bir yandan dolup bir yandan boşaldığı bir toplama ve dağılma merkezi olmuştur.
V. İDARE İBRAHİM VE DİPLOMATİK KARAR
İnce yapılı/uzun boylu/ yakışıklı/ bir dağ adamıdır İdare İbrahim…(…)
Diyerek devam eden bu övücü sözler Ş. Vetsmanyan’a aittir ve ekler… “Dersim’deki en güçlü aşiret reislerinden birisidir. Başka birçok aşiret idarenin tavrına bakarak tavır belirler. (Kuşkusuz burada güçten bahsedilen konu kişilik özellikleriyle beraber soyluluk aile aristokrasinden gelen özgün ağırlıktır. Bu durum ayrıcalıklı olmayı ifade etmez. Dersim aşiret sisteminde eşitlerin mutlak iradesi ve dengesi söz konusudur.)
Ermenilerin teslim edilmesine dair hükümetin çağrılarına karşı idare İbrahim ağa karşı duruş sergileyince ötekiler de bunu şeref ve haysiyet meselesi olarak görüp Ermenilere sahip çıkma konusunda kararlı davrandılar.”
İdare İbrahim ve Dersim ileri gelenlerinin konuyla ilgili hükümet tarafıyla yazışmaları yürüten Nişan Akkaşyan’dır. Bu yazışma sürecini onun anlatımından özetlersek…
“ Hozat mutasarrıfı (Osmanlı idari sisteminde mülki amiri/bugünkü vali/kaymakam) İdare İbrahim ağaya resmi bir yazı gönderir. Yazıda Kürtler arasında saklanan 10 bin Ermeni’nin hükümete teslim edilmesi istenir. Resmi yazıda…
“ Saygıdeğer Seyyid ağa ve aşiret reisleri”
…(…) niçin kurşundan ya da nikelden yapılmış haça inanır ve yanınızda bulunan 10 bin Ermeniyi hükümete teslim etmekten kaçınırsınız. Biz ve siz aynı dine mensup olarak kardeşlik içinde hareket etmeliyiz…(…)
Yazıyı getiren jandarmalar ağırlandıktan sonra mevcut olanlardan başka Kanguruzlu Seyid ağa ve Cafer ağalar, Ağzunikli Mahmut Ağa, Puko ve Mılla dayı da geldi. Nişan Akkoşyan’a şu cevabı yazdırdılar.
“Saygıdeğer efendi”
‘’Makamınızın bildirimini okuyarak öğrenmiş olduk ki, bizden içimizde bulunan Ermenilerin bütünüyle teslim edilmesini istiyorsunuz. Yüce makamınıza malum olsun ki bizim içimizde maalesef iki ihtiyar dışında ermeni yoktur. Biri nalbanttır öteki ise semerci olarak bize çok gerekli olduklarından onları saklamaktayız…(siz hiç endişelenmeyin) eğer duysak ki dünya üzerinde başka hiç ermeni kalmamış onları da biz öldürür bitiririz.’’
Sadık kullarınız.
Bu alaycı cevap üzerine bir hafta geçmeden Hozat mutasarrıfı tehdit dolu sert bir ültimatom gönderir İdare İbrahim ve Dersim ileri gelenlerine. Gelen yazıyı yine Nişanyan okur. Durum artık ciddidir. Kormuşka da Beko’nun evinde toplanırlar. Toplantı beklenenden daha kalabalık geçer. Uzun uzun konuyu görüşürler/tartışır/ fikir alışverişi yaparlar. İdare en son “olanı budur” der…
“Sonra bir süre sustular. Bu sessizlik onlar için kimin nasıl bir tavır alacağından öte… ki zaten durum enine boyuna tartışılmış ve düşünülmüştü/herkes konuyu tamamen anlamış ve muhtemel sonuçlarını biliyordu… bu sessizlik bir düşünce hali bu düşüncenin son bir demiydi…”
Ev sahibi Beko Ağa sessizliği bozdu ve şöyle konuştu:
“ Benim yanımda erkek ve kadın toplam 24 Ermeni var ben onların saçının bir tek telini de teslim etmem” diye hiddetlendi. Bunun üzerine Beko’nun kardeşi Mehmet elindeki değneği havaya kaldırdı ve misafirler içinde ayağa dikildi ve şu çağrıyı yaptı: “ kardeşimin özleriyle hem fikir olan bu değneği öperek Ermenileri teslim etmemeye yemin etsin. Bu hazreti Hızır’ın değneğidir. Hızır’ı seven bu değneği öpsün!” bir anda tüm ağalar ayaklandı ve himmet ettiler. Büyük bir coşku oldu/ huşu içinde değneği öperek bir tek ermeni teslim etmemek üzere Hızır adına kendilerini yemine vurdular. Daha sonra Nişan Akkaşyan’a tane tane kesin ret cevabını kaleme aldırdılar.
Bu yeminli kararlılığın haberi tüm Dersim ve çevresine çabucak yayıldı.( H. Gazaryan/ Çemişgezek tarihi ı. Cilt- Kitap aktaran. Aeg. Hayreni)
Herkes için bir umut ışığı doğdu.
Vahram Der Manuelyan bu kararın etkisini şöyle aktarır.
Özetle!
Hükümet Taşnak ve Hıncak partili bir çok genci tutukladı. Vahram kendisinin bırakılmasını sağladığı yöntemi yeni tutuklanan arkadaşları için de uygular ve başarır. Başgardiyana rüşvet vererek Dersim’e kaçışı planlarlar bu plan başarılı olur. Avadis Muratyan/ Sarkis Pangaduçyan/ ve Boğus Semerçiyan Dersim’e ulaşır. Vahram’ın en güvenilir dostu olan Seyid Rızanın yanına giderler. Seyid Rıza onları sevinç gözyaşlarıyla kucaklar.
Alınan bu kararı V. Andresyan özcümle olarak şöyle noktalar bu kararın bizler için uygulaması şuydu…
“Tüm Dersim’de serbest dolaşma ve başının çaresine bakma imkanı. Can ve namusa dair tam güvenlik. İnsan haysiyetine karşı mutlak saygı demekti.
Dersim’de yaşanılan bu 16 ay içerisinde/ çok güçlü ve insana hüzün verici hikayeler mevcut. Ve daha da bilmediklerimiz dışında… Fakat bu olaylar zincirinin sonu okuyup/yazmakla bitmiyor. Sıkıştırılmış zaman içerisinde bir yığın hadise mevcut. Burada ancak bazı çarpıcı olayların başlıklarını özetleye biliriz hepsi bu çünkü konu bir okur için ancak özel ilgi alanı oluştuğunda ele alına bilir. Buna sebep makalenin uzunluk ve okuna bilir ölçütleri dahilin de örnekleri sonlandırmakta yarar var.
VI. ALKPOLİTİKA VE KAMUFLAJ
Tecrübe etmek/geçmiş zaman ve çağların yaşam izlerini sürmek… Hovsep Hayreni’nin hacmi yüksek bu külliyatlı çalışmasında bunu bulmak mümkün. Yaşanılan her olayı/her bir hikayeyi/bir aileyi ya da kişiyi ele aldığımızda altından çıkan sonuç bir Tertele hikayesidir. (Dersim’in güçlü hafızasında Tertele bir felaket günüdür. İnsanlığın leke aldığı kara bir gündür ve böylesi bir günün bir daha yaşanmasını istemezler.) Önemsiz istisnalar dışında bağımsız bir akıl onları taktir edecektir fakat burada şunu görmek de gerekir ki modern Çağ öncesi son batın/Kırmanciye milleti ve onun son jenerasyonu kendi yaşamlarını komşuları için riske atmışlardır. Jeopolitik müdahale onların da güçlerini ve nüfuzlarını aşan bir nitelikteydi. Ellerinden bu kadarı gelebilirdi ancak.
Büyük savaş içeride onlara karşı sürdürüldü ve bir büyük havza insansız hale getirildi. Böylesi büyük bir felaketi yaşayan Ermeni toplumu hayatta kalma içgüdüsüyle dil/inanç ve milli aidiyetlik konusunda kendine başka inanç ve kültürlerin maskesini takarak kendisini kamufle etmiş olabilir ( Ermeni araştırmacı ve akademisyenlere göre bu ortalama rakam 800 bin ile başlayıp 1,5 milyon ile 3,5 milyon insan arasında değişkenlik gösterir) Bu anlaşılır bir durumdur. Fakat onların cebren ya da hile yoluyla Alevileşmiş olduklarını söylememiz yerinde bir yaklaşım olmaz. Alevileştirilmiş olmak…?/ burada “zorun rolü “vardır. Alevileşmiş olmak…? Burada ise “mecburiyet” vardır . Bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Her iki başlıkta sorunludur çünkü sonuç ne olursa olsun Dersim/Alevi inancında (Rae/Haq) Misyonerlik yoktur. Fakat konumuz 1915 sonrası oluşan mecbur kalmanın sonucu kimlik ve inanç değişikliği (bahsedilen rakam aşırı düzeyde yüksek).
Bu mecburiyeti Der Simon’un efsane/söylencesinde daha açık görürüz. Ezilenin kamufle olma hali kendi içinde gizli senaryo ve altpolitika barındırmasına dönük eşsiz bir örnektir söylence kılık değiştirmenin anatomisiyle başlar ve tabi olanın tahakküme karşı oynadığı kamusal rolle devam eder. Sonuç hayatta kalma mücadelesidir..
“Derler ki; Çok eski zamanlarda dağ hayatı yaşayan Hay çocukları kendilerine karşı yapılan büyük bir saldırıyla karşılaştılar yine. Ne yapacaklarını kararlaştırmak için bilge din adamı olan keşiş Der Simon’un yolunu gözlediler. Der Krallığın dışındaydı. Çağrıyı işitti ve onlara doğru yola çıktı. Der yol boyunca konakladı ve yaşananlar hakkında bilgi sahibi oldu. Tedbir olarak yanındakilerle beraber giysilerini değiştirdi. (Normal olarak bir tehdit algısı kişiyi kılık değiştirmeye iter.) Daha sonra
Başlarına yeşil poşular bağlarlar ve kendilerini Kürt/Alevi din adamı olarak tanıtırlar.( Tehdit yükseldi/endişe rol ve taklit yapma haline geçti) güvenli bir şekilde bölgeye ulaştıktan sonra (başarılı bir durum-büyük ihtimalle yolda ölüm tehlikeleri atlattılar). Der Simon din adamlarını ve köylülerin ileri gelenlerini toplantıya çağırır (ccil durum ve doğru alarm!) Toplantıda mevcut sıkıntılardan kurtulmak için (bir istila/tecavüz girişimine maruz kalmak sıkıntı bu.) onlara din değiştirmeyi önerdi. (Aslında önerdiği din değiştirme değil muhtemelen kendi tatbik ettiği ve hayatta kalabildiği kılık değiştirmeyi diğerlerine de önermiş olması. Bunu yaparak işler yolunda gidebilir.) Ancak önerdiği din Türklerin değil komşuları olan Kürt/Alevilerin dinidir. (Akıllıca bir seçim gibi gözüküyor ama değil. Bir başka tehdit altında olan toplumun giysisi ikinci bir yük.) Toplantıya katılanlar Der’in önerisini oy birliği ile razı olurlar.(Çıkış yolu arayan bir toplum… karşı savaş ve savunma stratejisi dışında.. /teslim olmak da istemiyorsa yapacağı en iyi şey saklanmaktır…)
Der Simon adını Seyit Ali olarak değiştirir (Der burada ikinci bir kimlik aşamasında bulunur. çok kimlikli ve dilli olmak-yüksek bilinç!)
Hatta söylence odur ki Kureyşanlar ocağının piri olur. (Der sonradan sahip olduğu kimlik ve inanca karşı içeriden konsolide işlemi yürütüyor gibi duruyor ama değil. Çünkü üzerine giyindiği inanç pagan özellikleri olan bir yol ehli olma hali/ ayrıca bu inancı yaşayanlara göre inanç önderi kişiler sadece bir danışma meclisi/kişisi statüsündelerdir. Hüküm belirtseler dahi o hükmü infaz edecek bir kolluk gücüne sahip değillerdir.) Kürt ve Ermeni bilginlerinin kararı ile Piri Pirani rütbesine yükseltilir.
(Der burada alt/politika stratejisini başarıyla uygular. Sağ duyulu olmayı/örtük bir savaşla mevzi kazanmayı/açık kimlik halinin ancak karşı tarafın güçsüz olduğu dönemlerde uygulana bileceği ve bu alt/politika’nın bir yere kadar uygulana bileceğini göstermiştir. Her iki toplumda onun bu sağduyusunu taktir etmiştir. )
(DerSimon efsanesi-Dersim Erm.etnografyası/Erm. Bilimler akademisi. Yay. Say 249-250/Çev. Hovsep Hayreni)
VII. SONUÇ
Ermenilerin Dersim coğrafyasında çok eski tarihlerden beri yaşayan yerleşik halklardan biri olduğu herkes tarafından bilinen ve kabul gören bir gerçekliktir. Dersim Ermeniler için yaşamlarını sürdürebilecekleri ve sürdürdükleri bir yurt olma özelliğini koruyor hala. Sözlü tarih projeleri kapsamında dinlenen tanıkların beyanları karşılıklı iyi niyet ve komşuluk ilişkisinin ne denli bir düzeyde olduğunu göstermiştir. Merxolu Agop Demir “Dersimliler diyordu ki Ermeniler gitti gideli bu toprakların bereketi kalmadı..”
Kurnu köyünden İbiş Yurttaş ise “Ermeniler Xarpet’e gidip bir süre sonra geri geldiler kendilerine bu dağ başına neden geri geldiniz diye sorduğumuzda “ Hoyne ma lee Tırku de neyeno lee Kırmancinde yeno” (bizim uykunuz Türklerin yanında gelmiyor Kırmançların yanında rahat uyuyoruz) demişlerdir. Kısacası Sehirli balı yemek her iki mazlum halkın çıkarına uygun değildir. Ayrıca her peygamberin öncelik olarak kendi adına dua etmesinde bir sakınca mevzubahis değildir.