Yüzyıllardır dilden dile aktarılan ancak günümüzde yok olmakla karşı karşıya kalan yerel masalları bugüne taşımak için çaba içerisine giren Yazar Kenan Aydoğdu, Dersim’in pek çok bölgesinden anlatıcıları bizzat dinleyerek ve kayıt alarak Dersim Halk Masalları kitabını oluşturdu. Aydoğdu’nun sözlü kültür geleneğini yaşatma çabası önemli bir yerde duruyor.
Erzincan’ın Tercan ilçesinde geçirdiği çocukluğunda Kırmancki/Zazaca dinlediği masallara, yatılı okula başlamasıyla yabancı bir dil ve inanç ile karşılaşması sonrasında yabancılaşan Aydoğdu, 2018 yılında yeniden çocukluk masallarını bulmak için Dersim, Erzincan, Bingöl, Varto ve İzmir’de birçok masal anlatıcısını kayıt altına almış.
Dersimin sözlü kültür geleneğinde hala varlığını koruyan halk masallarının neredeyse unutulmaya yüz tuttuğunu aktaran Aydoğdu, dönemin belki de en popüler sözlü anlatıcısı olan yaşlıların, şimdilerde bir evin karanlık odasında kaldığını üzülerek anlatıyor.
Aydoğdu, masal anlatıcısı yaşlılara dokunduğunda ise toplum hafızasının uğradığı değişimin çok daha anlaşılır olduğunu belirterek, “Görüyorsunuz ki asıl geriye düşen toplum, yaşlı daha ileride bir yerde konumlanıyor” diye yorumladı.
‘Dersim Halk Masalları’ kitabının yazarı Kenan Aydoğdu ile masalları, masallara yeniden ulaşma serüvenini, sahadaki kaynağa ulaşmanın zorluk ve heyecanlarını, dönemin masal anlatıcılarının toplumsallıktaki yeri ve güncel durumu, mitolojik masalların inanç ile olan ilişkisini ve bu hikayelerin kitaba dönüşmesi sürecini konuştuk.
“ANADİLİMİZDE MASALLAR DİNLERDİK”
PİRHA- Doğduğunuz yerin toplumsal ilişkileri ve kültürel yapısı nasıldı? Masallar ile tanıştığınız ortamı biraz anlatır mısınız?
KENAN AYDOĞDU: Erzincan Tercan’da doğdum. Köyden çıkıp yatılı okulda okudum ve oradan çıkınca apayrı bir dünya ile tanıştık. 7 haneli bir köyde, diğer mezra köylerle de ilişkimizin olmadığı, yüksek dağlarla çevrili bir yerdeydik. Herkes Kırmancki/Zazaki konuşurdu. Başka hiçbir dil, inanç yoktu. Dünyanın ondan ibaret olduğunu düşünüyorduk. Köyden çıktığımızda ise deyim yerindeyse ‘hanyayı konyayı’ gördük. Çocukluk yıllarımda köyde elektrik yoktu, bol bol masallar anlatılırdı. Çocukluğumuza ait kendi oyunlarımız vardı ve onları oynardık. Bunlar hep kendi dilimizde ve inancımızda idi. Dilimiz, hiçbir dilden daha öte kültürel bir öge değil, hiçbirinden de daha aşağıda bir yerde durmuyor.
YATILI OKUL SÜRECİ VE BAŞKA BİR DİLE, KÜLTÜRE TESLİM OLMA
Dünyanın her yerinde kendi dilimizin ve inancımızın yaşadığını düşünüyorduk ama ilkokula başladıktan sonra bunun böyle olmadığını gördük. Bazı dillerin, inançların yasaklı olmasının dezavantajlı veya yasaklı halleri ile büyüdük. İlkokuldan bu yana yasaklı olduğumuzu bilerek büyüdük. Yatılı okullar, kendimize ait olmayan şeylerle tanışıp, hızlı bir şekilde ona dahil olmamızı isteyen bir sistemle karşılaştık. Sadece öğretmenlere değil başka bir dile, kültüre, inanca teslim edilme durumunuz var. Buradaki teslim olma durumu da çok masum bir teslimiyet değil. Bunun yasağıyla, dayağıyla, asimilasyonuyla teslim oluyorsunuz. Buradaki asıl sorun dilinizin, inancınızın, kültürünüzün sizden çıkması. Çocukluğumuz bambaşka bir gidişatın başlangıcıydı.
ÇOCUKLUK MASALLARINI ARAMA SERÜVENİ
– Kentlere göç serüveniniz başladı. Bölgede güçlü olan masal anlatıcılarının, masalları tarihsel hafıza olarak taşıdığı ve bunu sonrakilere aktardığını görüyoruz. Sizin tekrar bu masalları arama maceranız nasıl başladı?
Çocukluğumuzda televizyon yoktu. Nenem ve dedem bizlere çokça masal anlatırdı. Bu masallar saatlerce sürebilirdi. Masallara yönelmem biraz belgesel oluşturma fikri ile gelişti ve sonrasında kitaba dönüştü. Yaz aylarında köye gittiğimizde artık masalların yerini televizyonlar almıştı. Girdiğimiz politik ortamlarda, hem de kültürel alandaki çalışmalarımda bu masalların içeriğine nasıl ulaşabilirim, diye fikirlerim vardı. Amacım yaşlıların masallarını anlatan bir belgesel çekmekti. Tabi bunları çekmek için ekipmanlar çok pahalıydı ve o dönem işsizdim. Elimde olan kamera ve mikrofonu alarak Dersim’e gittim. Amacım isimlerini bildiğim ama içeriğini bilmediğim o masalları bulmaktı.
“KAHVELER DOLUSU YAŞLILAR MASAL BİLMİYORDU”
-Kaynak bulma, o kaynağa ulaşma süreci nasıl gelişti?
O dönem hiçbir çalışma yoktu. Hiç kimsenin çalışma yapmaması da beni bu işte ısrarcı kıldı. Ovacık ve Hozat’ta ilk dolu kahvehaneyi gördüğümde kendimi şanslı hissetim, yaşlılar doluydu. Kendimce tamam bu iş bu kadar dedim. Ama kimsenin masal bilmediğini öğrendim. Kimilerince bu gereksiz bulundu. Kimileri ise isimler vererek bu kişilerin kendilerine saatlerce masallar anlattığı bilgisini verdi. Büyük bir heyecanın yitip gittiğini o kişilerin yüz ifadelerinden anlıyorsunuz. Kahvelerin dolu, insanların kültürel öge olan o masalları bilmemesi canınızı yakıyor.
“MASALLAR BÖLÜK PÖRÇÜKTÜ”
İlk olarak Ovacık’ta bir yaşlı amcayı bulduk. Kamerayı kurup mikrofonu uzattık. Masalın mitolojik bir yerini anlatıyor ve gerisi yok. Hatırlamaya çalışıyor ama olmuyor. Onunla başladık ve o bile bir umuttu. Onun öncesinde de İzmir’de bir arkadaşımın nenesi ‘Alizer’ diye bir masal anlatmıştı ve ses kaydı almıştık. Çok bölük pörçüktü, masalın içi yoktu. Ovacık’ta aynı masalı bilen Emine ismindeki bir teyzeye denk geldim.
“TOPLUM MASAL ANLATICISI YAŞLILARI EVİN İÇERİSİNE İTMİŞ”
-Masal anlatıcılar bugünkü haliyle toplumun neresinde duruyor? Kendi dönemlerine göre en popüler olan, hemen herkesin akşamları masal dinlemek için yanına gittiği bir yerde bu masalcılar. Toplumun onlarla ilişkilenme biçimi nasıl?
Toplum masal anlatıcısı bu yaşlıları evin içerisine itmiş, toplumsal ilişkilerinin kalmadığı, ölümü bekleyen ve misyonu dolmuş bir yerdeler. Kendilerini yeniden üretemedikleri bir bekleyiş. Gençliğini geçirdiği, bir sürü anısının olduğu o evin diğer odalarını terk ederek tek bir karanlık odasında ölümü bekleyen bir yerde duruyorlar. Toplum için belki de artık ‘işe yaramayan’ olmuşlar.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, televizyon ve sosyal medyanın girmesiyle birlikte apayrı bir yaşantının içerisine girildi. Bir yaşlı ile sohbet daha az gereksinim olan şeye dönüştü. Yaşlılara ilk dokunduğumda yani ‘masal biliyor musun’ dediğimde Emine teyze birkaç tane bildiğini söyledi. O an elim ayağıma dolandı, beni çok etkiledi. Çok espirili, çok zekiydi. Anlatmaya başladıkça o ‘karanlık’ köşenin mitolojik kahramanlarla dolu olarak aydınlandığını, toplumun hafızanın nasıl bir değişime uğradığına denk geliyorsun.
“ASIL GERİYE DÜŞEN TOPLUM, YAŞLI DAHA İLERİ BİR YERDE KONUMLANIYOR”
Görüyorsunuz ki asıl geriye düşen toplum, yaşlı daha ileride bir yerde konumlanıyor. Onu anlatırken kendine güvendiği, anlattığında işe yarar olarak gördüğü, hakim olduğu bir yerde buluyorsunuz. Ona kendisini hatırlatıyorsunuz, o ise hatırladıkça size kültürünüzü hatırlatıyor. Toplumun çok ilerisinde. Sevdiğiniz bir kitabı okuyup kapattığınızdaki his neyse o yaşlının anlattığı masalları dinlemekte o his işte. İlk masalın hissettirdiği şey o oldu. Tamamlanmamış bir cümleyi tamamlamak diye söyleyebiliriz.
“MASALDA EN ÜST OTORİTE HIZIRDIR”
-Masallar içerisindeki mitolojik anlatımların toplumsal ilişkilerle, tarihle, inançla bağlantısı olduğunu biliyoruz. Dönem dönem o karakteri alıp ona yansıtıyor. İnançla ve masalların ilişkisine dair ne söylersiniz?
Masallar kesinlikle toplumun bütün değerlerini içerisinde barındırıyor. Mitolojide ‘dev’ kavramı çok var. Bu ‘dev’ ise o coğrafyanın aşılmayan zorlukları oluyor. O dev bir dağın aşılamaması olabilir. Tabi ki inancın da mitoloji ile bağı var. Çocuk sahibi olamayan bir padişah dağda gezerken biri ona elma verir ve çocuğu olur. Masalın içerisindeki en üst otorite padişah. Onun da üstünde bir otorite, ona çözüm oluşturabilecek yerin Hızır olması, o sözün hiç aksatılmamasına dair birkaç masalda denk geldim.
“HIZIR VE ZİYARET MASALLARDA GÜÇLÜ OLARAK VAR”
Yine Alık-Fatık masalında babaların dinleyebileceği, sözünden çıkamayacağı yer olarak ziyaretler gösterilir. Masalda üvey anneleri, babalarından iki kardeş olan Alık ve Fatık’ı kesmelerini istiyor. Ya da bir kötülük olarak onları aç bırakmak istiyor. Baba buna itiraz ettiğinde üvey anne kendisine, ‘git ziyarete sor, o ne derse onu yap’ diyor. Üvey annenin babanın kendisini dinlemeyeceğini bildiği için bunu ziyaret üzerinden yapması bir yerde inancın mitolojide güçlü yerini gösteriyor. Ziyaretler sorgulanmıyor. Hızır ve ziyaret kavramları masallarda güçlü olarak var.
MASALLARDA KADIN: KÖTÜ ÜVEY ANNE VE DAPİR
-Masallardaki mitolojik anlatımlarda kadın karakterler nerede duruyor?
Masallarda dönemin ruhu aktarıldığı için kadınların biraz daha ötelendiği, kötülüklerin kadın eliyle yapıldığı gibi durumlar var. Dapir kadındır ve Avrupa’daki cadılık kavramı ile eş değerdir ve bütün kötülükler o dapir eli ile yapılır. Masal kahramanı olan bir padişahın oğlunun sevgilisi için çıktığı yola varmadan önce diğer padişahların kızları ile zafer kazanıp evlenmesi, bol tercihi olan bir erkek modeli çiziyor. Belki de üzerine daha derinlikli çözümleme yapıldığında bütün masalların bir akışı vardır. Masal kahramanı olan erkeğin dağları aşması, devleri öldürmesi veya orduları yenmesi de aynı zamanda aşkı uğruna yani bir kadın için yaptığı bir şey oluyor. Burada eşitlenen bir durumda var. Mitolojik öğeler bağlamında toplumun yaşadığı argümanlarla şekillenmiş bir hikaye kahramanı görmüyorsunuz. Eşitlenen bir kadın figürü var; üvey anne kötü, dapir kötü.
KAYITLARIN KİTABA DÖNÜŞMESİ
-Dersim’in dışında farklı yerlerde de kayıt aldınız değil mi?
İzmir ve Erzincan’da çekimlere devam ettim. Sosyolojik Dersim denen Varto, Bingöl, Erzincan’dan masallardan oluşan bir kitap. 2018 yılından bugüne kadar süren bir süreç oldu. Sonraki süreçte pandeminin araya girmesi, ekonomik kriz, kağıt ve mürekkebin pahalanması gibi sorunlar araya girdi. Her yayınevinin masal basma gibi durumu yok. Yayın süreci de zor oldu. Bu süreçte çeviriler ile uğraştım, alt yazılar için uğraştım. Belgesel için Zazaca’dan alt yazıya çevirdiğim yazılar kitaba dönüştü.
“ANLATIMLARA SADIK KALINDI”
Çeviriler bittikten sonra birkaç yayınevi le görüştük. Nota Bene Yayınevi ile görüşmemiz olumlu geçti ve kitap 2023 yılında basıldı. İlk etapta yakın arkadaş çevresinde çok olumlu tepkiler aldım, çok kişi aradı. Bunun reklam kısmı eksik kalıyor. Masalların kayıt altına alınmasının benim için manevi bir yönü vardı. Sizin dokunabileceğiz, buradayız diyebileceğiniz dernekler de eskisi kadar yok. Sesinizi duyuramayabiliyorsunuz. Derlemelerde edebi yönü pahasına anlatıma sadık kalarak olduğu gibi vermek daha doğru olacaktır.”
Kaynak: Pirha