Cemalettin Seber adı, önce Cemal Süreyya Seber olur, kısa bir süre sonra fazlalık olduğunu düşündüğü için Seber soyadını da atar. Süreyya soyadındaki “y” harfini de bir iddia da kaybeder ve Cemal Süreya ismiyle bilinen Türk şiirinin mihenk taşlarından biri olur. Asım Bezirci de onun için, “Cemal sevdiğim şairlerden biri. Daha önce de söylemiştim, bence İkinci Yeni’nin en iyi şairiydi.” der.
Aslında baktığımızda şiirle iç içe doğmamış hatta iç içe olacağı bir okulda da okumamıştır. Siyasal bilimler mezunudur. Mezun olduktan sonra da maliye müfettişliği yapar Edebiyatla olan bağlantısı ise çok okumaktan geçer. Ama asıl onu bu yola iten güç 13-14 yaşlarındayken Dostoyevski ile tanışması olur ve Karamazov Kardeşleri okuduktan sonra hayatında bir huzursuzluk başlar. Cemal Süreya için edebiyata adanmış bir hayat kıymetlidir ve bu nedenle de genç yazar ve şairleri her zaman desteklemiş, dergisinde onlara da yer vermiş hatta tartıştığı insanlar olsa bile onların yazılarını da yayımlamaktan çekinmemiştir. İlk şiiri “Şarkısı Beyaz” çok genç yaştayken yayımlanmıştır:
Ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti
Şehirler taş yürekliydi Şarkısı-beyaz
İnsanların büyük rüyaları vardı
İnsanlar bir ölümle öldüler ki
Sevgiler arasında şaşırıp
Bir unuttular ki deme gitsin.
Cemal’in dediği gibi “İnsanların büyük rüyaları vardır”. Cemal’in ise edebiyatla iç içe olmak edebiyattan beslenmek ve o yolda yürümek gibi bir gayesi vardır. Bu amaçla çıkardığı Papirüs dergisi için çok emek verir. Dergi için müfettişlik işinden istifa eder ancak dergi kendi kendini çeviremeyince eski mesleğine dönmek zorunda kalır. Onun için edebiyattan farklı bir meslek yapmak iyi bir durumdur çünkü uzak kaldıkça daha çok beslendiğine ve daha çok düşünebildiğine inanır. İşinde hassastır ve paraya pula tamah etmez. Bir ara darphanede çalışırken kendisine teklif edilenleri reddettiği için şikâyet edilir ve sürülür ama gene de kanmaz oyunlara, adaletlidir; herkes tarafında da öyle bilinir. Türkiye’nin birçok yerini gezer ama İstanbul’u sever. İstanbul’u yaşayan bir canlı olarak tasvir eder. İstanbul’un düzensiz olması hatta her yerinin birbirinden bağımsız olmasını dahi çok sever. Şekilsizliktir Cemal Süreya’yı cezbeden.
Hayatı sever Cemal Süreya, Dersimlidir ve yedi yaşındayken ailesiyle Bilecik’e sürgün edilmiştir. Kendi şehrinden uzak yaşamak zorunda bırakılır. “Seviş Yolcu” şiirinin ilk dizelerinde bundan bahseder:
Gurbet yavrum garba düşmektir gurbet
Çiçeklerden gelincik içinde Bünyamin sevgisi
…
Gurbet ona ilk acıyı Bilecik’e gittikten altı ay sonra da annesini kaybetmesiyle yaşatmıştır. Babasının kısa bir süre sonra başka biriyle evlenmiş ve üvey annesinden sevgi görememiştir. Anne şefkati hep eksik kalmıştır. “Beni Öp Sonra Doğur Beni” şiirini annesi için yazar:
Şimdi
Utançtır tanelenen
Sarışın çocukların başaklarında.
…
Annem çok küçükken öldü
Beni öp, sonra doğur beni.
Belki de beş kez evlenmesi bu nedenle olmuştur. Hep bir şefkat ve güvenli bir liman arayışında olması onu etkilemiştir. Yaptığı evlilikler aşk evlilikleridir ve o aşktan, şiirden beslenir. İlk aşkı Seniha Hanım’la evlenir ama kısa süre sonra boşanır. Ardından Zühal Tekkanat ile evlenir ve oğlu Memo dünyaya gelir. Zühal Tekkanat, Cemal Süreya için bir portre kitabı oluşturmuş ve adını da “Dostlarının Kaleminden Cemal Süreya’nın Portresi” koymuştur. Zühal Hanım, bu kitap için Cemal Süreya’nın birçok arkadaşı ile röportaj yapar. Cemal Süreya’yı farklı yönüyle de görmemizi sağlar. Cemal Süreya da portre yazarlığı yapar. Portre yazarlığı deyince aklımıza hemen Cemal Süreya gelmez; Yusuf Ziya, Beşir Ayvazoğlu, Enis Batur, Yahya Kemal, Samet Ağaoğlu gelir. Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan “99 Yüz – İzdüşümler – Söz Senaryosu” kitabında her ne kadar 99 Yüz dese de 120’den fazla insandan bahseder. Portre yazarlığından çok şairliği ile bilinmesine rağmen, Türkiye’de sayılı portre yazarlarından biri olmuştur. O birçok kişiden bahsetmiştir, sadece anlattığı kişileri nasıl tanıdığından bahsetmez, toplumun da onları nasıl tanıdığını anlatır. Daha sonra Ülkü Tamer ile evlenir. Tomris Uyar ile de bir süre birlikte olmuştur. Onların birlikteliği edebiyat için çok verimli olmuştur. Daha sonra Birsen Sağanak ile evlenmiştir ve ona da şiir yazmıştır. Birsen hayatındaki son kadın olur. Ancak Zühal Tekkanat ise belki çocuğunun annesi olması belki de ona karşı beslediği sevginin farklılığı ve iyi anlaşmaları nedeniyle bir türlü Zühal’i yanından ayıramaz Cemal Süreya.
Şiir ve portre dışında deneme ve eleştiri de yazmıştır. Ama şiirleridir Cemal Süreya’yı bize tanıtan sevdiren çünkü onlar nevi şahsına münhasırdır. Hiç duyulmamış sözcükler, imgeler yaratır dizelerinde. Eleştirisi bile ironi şeklindedir. Erotizmi ise ölçüdür onun. Basmakalıp olmayı sevmez şiirlerinde. Şiirleri zekâsının yansımasıdır. İçindeki çocuğu hiç kaybetmemiştir. Arkadaş canlısıdır ve varolan küçük çevresinde mutludur. Aynı şeyleri yapmaktan bunalmaz, öyle farklı olma çabası içinde değildir. Aynı yerlere gitmeyi sever. Mesela dışarıda nerede yemek yiyorsa gene oraya gider. Sınırlı dünyasında sevdiği insanlarla birlikte olmak yeter ona. En samimi arkadaşlarından biri Doğu Perinçek onun için, “Meşhur olmaya gerçekten önem vermeyen, kendi değer yargılarına bağlı az sayıda insandan biridir Cemal Süreya.” demiştir. Vecihi Timuroğlu da, “Cemal, dünyanın en büyük bireylerinden biriydi. Bana göre Türkiye’de birey kavramını temsil eden tek adam Cemal’dir.” der.
Cemal Süreya’nın en iyi bilinen ve belki de onun tanınmasına vesile olan şiiri ise “Üvercinka”dır. “Üvercinka”, güvercin kanadı sözcüğünün harflerinin eksiltilmesiyle oluşmuş Cemal’in yaratımıdır. Üvercinka şiirini âşık olduğu bir kıza yazmıştır ve adı hiç kimse tarafından bilinmez. Şiirin birçok dizesi dillere pelesenk olmuştur:
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğime elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğime eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Cemal Süreya’nın seveni çoktur. Sevilmesi içinse sebep çok. Batı ve doğuyu iyi sentezlemiş bilge bir insandır. O da birçok şair gibi şiirin dünyayı güzelleştireceğine, değiştireceğine inanır. Şiirlerini de güzel okur Cemal Süreya. Sesi de bakışları gibi buğuludur. Onu bilen herkes anlatmaya çalışır ama bence Refik Durbaş’ın bu sözleri tüm cümlelere yeter:
“Vapurda bir yerde durup oturmazdın. Hadi derdin, ‘barda bir çay içelim.
Çayı, ‘bar’ niyetine vapurun çay ocağında içen Süreya.
Türk şiirinin uçurumda açan kır çiçeği…
Dünya göçebesi,
Şapkası her zaman çiçekle dolu Anka Kuşu.
Son şiirlerinden birinde, ‘Tanrım, üstü kalsın.’ diyordun.
‘Üstü kalsın’ diyerek nice güzel şiirlerle bezeli Sevda Sözleri’ni şiirimize armağan eden Cemal Süreya…
Ölümün değil, şiirin durgun suyunda uyumakta hâlâ…”
O, kral Gılgamış’ın aradığı ölümsüzlüğü, sadece edebiyat severek ve bu yolda emek vererek aramadan hatta hiç öyle bir istek içine girmeden bulmuştur. Varlığı Türk şiirine çok değer katmıştır. Değeri de gün geçtikçe eksilmeden artar. Bence edebiyatla dolu geçen yaşamının karşılığını böyle bir beklenti içinde olmasa da fazlasıyla almıştır çünkü edebiyatla anılır, şiirleriyle sevilir. Bu nedenle de o güleç gözleri hiç solmaz. Cemal Süreya, “Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın?” dedi, onu seven herkes tıpkı benim gibi düşünmeden “Varım.” dedi. İyi ki o yıldız bu dünyaya geldi.