Bu topraklar çok yönetici gördü. Biri gidip, diğeri geldi. Biri iyi polisi, diğeri kötüyü oynadı.Gelen hep gideni arattı diyeceğim de, kimse kimseyi aratmadı. Giden ardında bıraktığı kan izleriyle inandığı tanrının huzuruna çıktı gururla. Hayatımıza sokmak istedikleri tek şey korkuydu. Atalarından ödünç aldıkları en büyük miras buydu ve onu uyguluyorlardı. Dersim’e atananlar buradaki çoklu yaşam biçimine takılıyor, inanç sisteminin temizliğine hayret ediyorlardı. Ne yapmak gerekirdi bu durumda peki? Bu güzelliği bozmak, buradaki naifliği ortadan kaldırmak gerekiyordu. Gelenlerin hepsi de ayrımsız buna çalıştılar. 12 Eylül Darbesi sonrasında atanan Vali Kenan Güven’in yaptıkları hala hafızalarda. Cemaati olmayan camiler, Dersimli çocukları İmam Hatip Liselerine göndermeler. Ama Dersimli bunları büyük bir kararlılıkla aştı. Yine 90’lı yıllarda köy boşaltmalar, orman yangınları, bitmeyen baskılar, boşaltılan köyler… Bunlara da büyük bir sabırla direndi Dersimliler.
Buyruk kesindi. Her şey tek milletin genetik kodlarına göre şekillenecekti. Osmanlı’dan Cumhuriyete bu gelenek bir gün olsun değişmedi. Hatta günümüz tekçiliğine de referansı olmaya devam etmektedir. Devlette devamlılık ilkesinin esaslığını en çok burada görmekteyiz. Gelenler, gidenlerin iktidar erklerini bu şöhretleri üzerinden bina ederek yol aldılar. Ötekinin bu yolculuğa yoldaş olma hali baştan itibaren beyhude bir çabaydı. Çünkü bu yolculukta ötekiye yer yoktu. Kervandaki yerleri, kervancıların izini takip etmekten ibaretti. Çizgi dışına çıkmak tekçiliğin o beter hışmına uğramak demekti. Nitekim bu hep böyle de oldu. Kardeşin uzattığı dost eli, hançerle karşılık gördü her defasında. Bu seyirde arada bir umut kapıları aralanır gibi olduysa da ecdattan devralınan miras asla ve asla değişmiyordu.
Yavuz’un kılıcı Allah adına inmişti Kızılbaş’ın yumuşak boynuna. Ne canlar almışlardı o kınında durmayan kılıçla. Kaç Kızılbaş’ın, kaç Rum’un, kaç Ermeni’nin kellesi üzerinden şan ve şöhret kazanılmıştı! Allah ecdadın bu kötülüğüne ortak olmuş mudur derseniz? En azından fırsat vermesinden dolayı şimdilik gönül koyma ile yetiniyorum.
Allah sadece bu topraklarda değil, dünyanın bütün topraklarında gücü elinde bulunduranların yanındadır. Çünkü zorbalar katliamlarını Allah adına yaparlar. Toplumun yönetilmesinde bir nevi keskin kılıç ve kutsal devletin de adeta maneviyat gücüdür Allah. Bakın Cumhuriyet tarihi boyunca gelen ve gidenin hali adeta ikiz karakteri gibidir. Her gelen kutsal kitapla işe koyulur. (M. Kemal ilk meclis açılışını Sakal-ı Şerif’i mebuslara öptürerek yapmıştı. ) Demirel, günde bilmem kaç rekât namaz kılarak oy avcılığına çıkarmış. Cuntanın başı Kenan Evren tehditle meydanlarda topladığı kalabalıklara Kuran ayetlerini okuyarak seslenirdi. Benzer taklitler durmaksızın devam ediyor. Elde Kuran, çık miting meydanlarında konuş . Dolayısıyla hep var olan bir devamlılıktan söz ediyoruz.
Ne yazık ki dinin siyasete alet edilme sınırını çoktan aşılmış ve bambaşka bir boyuta ulaşmıştır. Öyle ki bugün din, iktidarın bütün kötülüklerini örten kalın bir örtü işlevi görmektedir. AKP sözüm ona Demokrat Parti’nin dini referanslarını kullanıyor görünse de, geldiği nokta 12 Eylül darbe yılları, 90’lar Türkiye’sinin Ergenekon türevi anlayışlarıdır. Dümen bu tarafa doğru kırılmıştır.
Görünen o ki ecdadın kemiklerini sızlatmama adına cümle ulusalcılar ve İslamcılar ortak konsensüste anlaşmış vaziyetteler. Söz konusu bu konsensüsün mayası da Kürtler ve Aleviler olsa gerek. Bu demektir ki hedefte yine Kürtlerin kazanımları var. Tek kişi etrafında örülen duvar belli ki demokrasi cephesini çökertmek içindir Bundan böyle her şey bu çeperi küçültmek için kullanılacaktır. Bir süredir istedikleri oyunun dışında kalan ve gazetecilik yapmaya çalışan Cumhuriyet Gazetesi bile çok basit oyunlarla bertaraf edilmiştir.
Peki , sırada kimler var şimdi? Sanatçılardan başladılar. Onlara solu kötüleme görevi verdiler. Kanımca bundan böyle en çok Alevi temsilcileri ve dedeler vitrinlere taşınacak. Bunlar eliyle hizaya gelmeyen ve çizgi dışı kalan Alevilik itibarsızlaştırılacak ve Alevi İslam anlayışı çizgisine adapte edilecek. Dikkat edilirse Dersim’e gelen AKP’li vekillere ve bakanlara kılavuzluk eden dedeler Dersim’in en saygın ocaklarına mensupturlar. Bunlar sıradan yakınlaşmalar değil, iş ve anlayış birliği üzerine bina edilen çalışmalardır. Her şeyi bir mühendislik projesi üzerine yürüten AKP, Dersim’deki Alevi ocakları üzerinde de oldukça titiz bir çalışma yürütmektedir. Kanımca bu süreç biraz da herkesin kullanılıp sonrada bertaraf edileceği süreçtir. Dolayısıyla dikkatli olmak zorundayız. Evliyalar diyarı Dersim’in harami sofralarına tenezzül etmeme ikrarı bugün de korunmalıdır. Ayrıca ocak zadelerin yol erkânı parayla pulla ölçülmeyecek kadar saygın ve ağırdır.
Dost ve Düşman Ormanlar
Osmanlı döneminde ormanlar gaz, varilleri taşınarak yakılırdı. Cumhuriyetle birlikte uçaklar devreye girdi ve Dersim yara bere içinde kaldı. 12 Eylül darbe yıllarında Dersim ormanları askeri operasyonlar bahane edilerek yakılmıştı. Çok yoğun olmasa da ANAP iktidarıyla bu süreç azda olsa devam etti. Tansu Çiller hükümeti ile orman yakmalar bölgenin tamamına yayıldı. Faili meçhul cinayetler binlere ulaştı ve sokakları kan deryalarına döndü. Türkiye’nin en karanlık dönemi diye addedilen bu dönem içinde üç bini aşkın köy yakıldı. Bugün AKP’ye toz kondurmayan Doğu Perinçek’in o dönem çıkardığı 2000’e Doğru dergileri bu haberlerle doludur. Meraklısı bakabilir.
Bir süre bu lanetli tarih bir daha geri gelmez diye bir an için umutlanmıştık ki nefes alma halimiz oldukça kısa sürdü. Zira bu gün daha beterini ve daha sinsicesini yaşıyoruz. İlginç olan hem yakmaları, hem de sevimli olmaya çalışmaları. Otuz sekiz öncesi bölgede, gazeteci -araştırmacı kılığında dolaşanlar, zaman zaman cemlerde Dersimliler ile semaha katılırlarmış. Oysa bunların, yapılacak kıyımın haritalarını çıkaranlar olduğu çok sonraları ortaya çıkacaktı.
Dün her dalını eşkıya zannederek yakan zihniyet, bugün daha büyük misyonlar yükleyerek yakıyor ormanları. Ege’de, Akdeniz’de ormanlar rant için yakılır. Toplumdaki genel kanı budur. Maksadı ne olursa olsun, bu ülkenin ormanları bizimdir deyip her türlü yangına karşı çıkmak, yurttaş olmanın bir gereğidir. Hiç bir Dersimli batıda yanan ormana oh çekmez, çekmemiştir de; ama Dersim ormanları için oh çekenlerin hali acınacak bir haldi. Özetle bu ruh hali, kalitesizliğin, düşürülmüşlüğün ve cehaletin ruh halidir. Gelinen nokta ne yazık ki burasıdır.