Zamanın dilsizliği, sokakların lal haliydi. Dağların arasında yalnızlığını yaşayan şehrin sinesinde yankılansa her şeye rağmen, kocaman bir direnişin sesiydi.
Dört dağ arasında acılarıyla yaşlanan bir efsanedir Dersim. Acılardan ağıt olmuş, dile düşmüş, her söylenişte tutam tutam sancı olmuştur. Rüzgârların dağlara taşıdığı o hüzünlü renk, gökyüzünü kederden örten bir yangındı orada. Kan akan derelerinden yankılanan çığlıklarla kızıla bürünen gökyüzü ağıtıdır Dersim. Yaşamın ruhu sinmiş o dar sokaklarındaki ağaçların sessizliği utancından, kuşların suskunluğu da derdin ağırlığındandır.
Zamanın dilsizliği, sokakların lal haliydi. Dağların arasında yalnızlığını yaşayan şehrin sinesinde yankılansa her şeye rağmen, kocaman bir direnişin sesiydi. Kentin duvarlarına kazınmış yazılar, umudun mavi isyanıydı. Geceleri aydınlatan düş kelebeğiydi. Umudun yankısına tanıklık eden o duvarlar bazen yalnızlığına gömülse de, o yalnızlığı parçalayan gül yüzlü insanlar heyecanla duvarlara umut giydirmeye devam ettiler. Kıblesiz, kitabesiz, kefensiz yatanların sesidirler onlar. Seherin serinliğinde toprakla bir olmuş canlar izliyorlar düşlerindeki kentin bahara tomurcuklanan filizlerini.
Munzur bazen suskun, bazen coşkulu tanıklığıdır kentin. Coşkusu o kentin var oluşu, suskunluğu ölüme kayıt atılan fermandır. Kelepçelenen bir coğrafyanın zincire isyanıdır Munzur’un coşkun akışı. Yağmurda ıslanan kent günahlarından arınmış, güneşi beklerken, turnalar misali umudun ulaklığına devam eder her daim. Zemheride için için yanarken, yangınına avuç avuç su taşıyan uzun bir insan selidir. Baharın ışıl ışıl tomurcuklanan narin ağaçlarına usulca merhaba deyip, besleyendir.
Munzur önüne çekilen setlerle susturulmaya çalışılırken, inadına direnen bir ezginin kırık notalarından yükselen hasret şarkısı gibi yükselir ve isyana akar. Kuşatılmışlık içerisinde kırılan düşleri, maviyle buluşturup, güneşin bereketine sunar, dağ esintisi olarak, yeniden özgürlük rüyasıyla buluşturur. O zaman gözlerin ferinde yanan ateş zirvelerden aşağılara iner, hasret çeken yüreklere söz olur.
Dersim, acının her halini yaşayan o kırılgan coğrafya, kanlı tarihin lekelerini silen onurlu duruş ve asla boyun eğmeyen destansı ayağa kalkışın öyküsüdür. Dersim, kırıla kırıla, ayağa kalkan ve asla soyunu sopunu unutmayan, tarihin sayfalarına düşen yalanları pazara seren engin bir gönül sofrasıdır.
Jaru diyar aşkların içine girdiği yürekler, ikrar verdiği güneşe yakıyor mumlarını. Üç taşın ikrarını saklayan Munzur, gizini veriyor Düzgün Baba’ya. İkrarın gizinde yürüyen sevdalar filizleniyor dört dağın arasında. Sırlar kulaktan kulağa fısıldanarak, Ana Fatma’nın sırrında çoğalıyor.
Baharı bekleyen çiçekler açıyor şimdilerde acıya ve suskunluğa bürümüş Dersim’in dağlarında. Ateşin ve güneşin çocukları dört dağın arasında türküler salıyorlar suskun kalmış sokaklara. Çocuklar dile geliyor ve büyüyor çocuklar. Anneler çocukların gözlerinden öpüyor.
Yeni bir türküdür bu. İkrarın sırrında sır olmayı başarmış, divane sevdalar yankılanıyor yüreklerde. Munzur’da aranıyor günahlar, bir kez daha kendine yağmaktansa, dört bir yana yağıyor yağmurun arılığı.
Şimdi “acıyı bal eylemenin”, sırrında kaybolunan acının kentinde, yeniden yaşamı yeşertmenin zamanı. Tarih adil değildi ama kendi tarihini ruhuna yazan kentin ortasında hay- kırmak zamanı.
Ergin Doğru
F Tipi Kapalı Cezaevi
2. Koğuş D 19, ELAZIĞ