“Adayıp atan’dolsun
Okuyup yazand’olsun
Benim yavrumu alanın
İki gözü kör olsun.”
Dersim, hardê dewreş*… İtikadını doğaya bağlayan, o olan, ondan gelip yine ona dönen. İtikadı ki bir ufak taşa sığabilen yahut koca bir dağdan taşabilen.
Kırmızı benekli bir balıkla, koca boynuzları ile bir geyikle yahut göremediğiniz bir kuş ağıtıyla sizi büyüleyebilen. Suyuyla kutsar, dervişi ile ömrünüzün çırasını korur.
Kırmanciyenin* tılsımıdır bu.
Ve o derviş hikayeleri kulağından eksik olmaz çocuklarının; kutsal ve özel anlatılıp durur. Göz yaşı ve niyaz ile harmanlanır. Doğan güneşten, batan güneşe niyaz da hikayedir bir bakıma çünkü hikaye evrenle başlar, inanılandan. Sonra insanlık, sonra en büyüğünden en küçüğüne diğer canlılar ve en son kendi vardır insanın.
Bu kutsiyet içinde pek çok dervişle içselleşen dağ keçilerinin hikayesi en çok dile gelenlerden. Ana Fatma’dan Sarık Sırvan’a; Munzur Baba’dan Düzgün Baba’ya çobanı ve koruyucusu olduğumuz Xızır’ımızın davarı… Görünce heyecandan yüreğimizi hoplatan o kutsal ve dokunulmaz olan.
Divane ve deli olmak arasındaki farkı en iyi ortaya koyan Xızır davarının (Bezuvar veya Şamua olarak da seslenebilirsiniz) hikayesi olmuştur benim için. Bir duyguya pervane olup onun divanesi olmakta korku yoktur, bağlılık ve sevgi vardır. Ama deli olmakta korku ve ihanet vardır. Kendi olmaktan çıkmak vardır.
Günümüzde en derin ve popüler arayış kendini bulmak… Özellikle pandeminin yalnızlaştırıcı ve yıkıcı etkisiyle geçen iki seneden bu yana, derinden artan bir arzu. Bu yolculuk bir başınalık taşımıyor elbet, insan olarak doğadan uzaklaşıp ona verdiğimiz zarar artık soframızdan havamıza kadar hissedilir durumda.
Ama hala şirketler maden çıkarmak için savaşta. Su HES’lere kurban ediliyor, ormanlar yakılıp canlılardan arındırılmaya çalışılıyor.
Ruhumuzun divane mi, deli mi olmayı seçeceği zamanlardayız. Herhangi bir izimiz dünyadan kaybolmuyor, yitip gitmiyorken.
Bugün dağ keçilerine de aslında inanç temsiliyetinin bir kelimesi olarak bakıp, bir kenara itebilmek mümkün ama ardında suyu, ala balığı, turnası, ağacı her şeyi olabiliyor Dersim’in. Ve hepsinin isyanını barındırıyor.
Onlara kıyanların hikayeleri tam burada çıkıyordu bizlerin karşısına, kutsal olan biziz ve ona kıyarsan sen, sen olamazsın. Bir daha kendini bulamazsın.
Sevim Kahraman ve Özkan Ulucan da bu hassasiyetle Dersim halkının kutsal saydığı bu canlıların yasal ve yasa dışı olarak avlanmasının önüne geçilmesine, bunun hukuksal olarak güvence altına alınmasına, Dersim inancının zedelenmesinin önlenmesine destek olmasını umarak bir belgesel hazırladı.
Belgeselde konuşan Prof. Dr. Ahmet Kılıç dağ keçilerinin Güney Toroslar, Doğu Toroslar, Doğu Anadolu gibi yerlerde yaşadığını belirterek Hakkari üzerinden İran’a kadar bir habitat alanı oluşturduklarını belirtiyor. Dağ keçilerin dağlık alanlarda yaşadığını ancak tarım alanları, yerleşim alanlarının genişlemesi, sanayi ve avcılık nedeniyle hayatlarının ciddi tehlike altında olduğunu belirtiyor.
Dağ Keçileri Yaşasın belgeselinde Prof. Dr. Ahmet Kılıç gibi pek çok doğa ve insan hakları savunucusu, aktivist, yerel temsilciler ve bölge halkı da dağ keçileriyle ilgili bilgiler veriyor, ancak en çarpıcı kare yöre halkının sesleriyle başlayan ilk dakikalar “Onları öldürenler en büyük günahı işler” diyor bir kadın anadiliyle.
Sivil Düşün desteğiyle hazırlanan 35 dakikalık “Dağ Keçileri Yaşasın!” isimli belgesellerinin ilk gösterimi Dersim’de yapıldı ve şimdi sosyal platformlarda ulaşılabilir durumda. Belgeseli Sevim Kahraman ve Özkan Ulucan’la konuştuk.
“DAĞ KEÇİLERİ KÜLTÜRÜMÜZDE ÖNEMLİDİR”
Kahraman sözlerine şöyle başlıyor: “Her inanç, her toplumsal şekilleniş ayrı düşünce yapısı ve farklı farklı özgünlükleri barındırıyor. Bu coğrafyanın insanlarının, özellikle yaşlılarının kutsallık atfettiği dağ keçilerinin kültürel yaşayış açısından büyük bir önemi var. İnanıyorum ki; Dersim’de yaşayan Alevi halkı, bu çalışma ile kültürel dokularını gelecek kuşaklara aktarıp, doğa ile bir bütünlük içerisinde kendisini var etmeye devam edecek.”
Kahraman’ın sözünden devamla belgeselleri ile toplumsal bir duyarlılık yaratmayı amaçladıklarını söyleyen Özkan Ulucan ise meramlarını şu ifadelerle dile getiriyor:
“İnsan-ı kâmillerin anlatımlarından dağ keçilerinin mitolojik olarak kutsallığını, dernek ve gönüllülerden hayvan haklarını, hukukçulardan gerekli yasaların işletilmesini dinleterek ve en önemlisi dağ keçilerinin özgür yaşamlarını göstererek insanlarda yeni bir bakış açısının oluşmasını istedik.”
AVCILARA REHBERLİK YAPANLAR PİŞMAN
Yerelde yabancılara av konusunda rehberlik etmiş fakat sonrasında avcılığı bırakmış kişilere de gittiklerini ekleyen Ulucan, bu pişmanlığın avcılık yapanlarda ve yaptıranlarda caydırıcılık etkisi yaratacağını düşünüyor. Ve ekliyor:
“Toplumun farklı kesimlerinde dağ keçilerine yönelik avcılığın ortadan kaldırılması için birliktelik yaratmalıyız; her coğrafya kendi doğasını korumalı, doğadaki canlılarına sahip çıkmanın insani sorumluluk olduğunu kabullenmeli ve her türlü haksızlığın ortadan kalkması için bilinç düzeyinin geliştirilmesini sağlamalıyız ancak bu şekilde kazanacağımızı düşünüyorum.”
Kamuoyu tepkileri, alınması gereken önlemler, avcılığın neden yasaklanması gerektiği gibi sorular ile avcılığa karşı söylemleri sürekli gündemde tutmak istediğini de aktaran Ulucan, avcılığa ve bu konuya ilişkin yasalara karşı da kamuoyu baskısı yaratmak istediklerini vurguluyor.
Kahraman son günlerde açılan av sezonuna da dikkat çekiyor ve bunu ‘katliam’ olarak adlandırarak sözlerine şöyle devam ediyor.
“Ayrıca son günlerde yeniden spor adı altında bu katliam sezonu açıldı. Yasal kılıf altında uygulamaya konan av sezonu sürecince Dersim’de milli park hariç, yörenin tamamı av alanı ilan edildiği duyuruldu. Bu haberler aslında bu tür çalışmaların ne kadar elzem olduğunu gösteriyor.
Sessizliği bir şekilde kırmak gerekiyor, biz de yapabildiğimiz ölçüde dağ keçilerinin sesini duyurmaya çalıştık. Bu ve buna benzer çalışmaların çoğalmasını ve halkın duyarlılık göstermesini istiyoruz.”
GÖSTERİME İLGİ BÜYKÜ
Dersim Belediyesi salonunu dolduranlara gösterim öncesinde kısa bir konuşma yapan Özkan Ulucan, Dersim coğrafyasında dağ keçilerine yönelik yıllardır süren avcılığın bir katliam olduğunu, bunun önüne geçebilmek düşüncesiyle çalışmayı yaptıklarını söyledi.
Dersim coğrafyasının kutsallarından birinin de dağ keçileri olduğunu belirten Ulucan, “Dersim halkı dağ keçileri için Xızır’ın davarı, Düzgün’ün davarı ve Ana Fatma’nın davarı diyor. Dersim’in kutsalları bizim için önemli o yüzden biz de dağ keçilerinin katledilmesinin nasıl önüne geçebiliriz diye düşündük ve böyle bir çalışma yaptık. Biz hiçbir canlının öldürülmesini istemiyoruz” ifadelerini kullandı.
Dağ keçileriyle ilgili son sözü yine Prof. Dr. Ahmet Kılıç’a verelim. Dağ keçilerinin yaşam alanlarının korunması için üniversitelere ya da sivil toplum kuruluşlarına destek olunması gerektiğini söylüyor Kılıç: “Halkımız da bu konuda duyarlı, dağ keçileri bu yörenin efsanelerinin kahramanları, zaten Dersim halkı doğayı seven bir halk. Fakat son zamanlarda maalesef bu konuda biraz geri kaldık.”
*Hardê dewreş: Derviş toprağı
*Kirmancki: Dersim’de konuşulan dil