DİL BİR HALKIN VAR OLMA GERÇEĞİDİR

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dersim’e devlet otoritesi 1938 ile birlikte girer. Tanzimat sonrası sıklıkla başvurulan askeri operasyonlar aralıksız devam ederse de istenilen otorite gerçekleşmez. Cumhuriyet dönemi farklı taktik ve stratejiler içerse de, devlet şiddete dayalı operasyonel bir güç olarak varlığını sürdürüyordu. Devlet aygıtının zor ve cebir araçları halkın ona bağlılığını veya aidiyet duygusunu getirmedi. Kışlaların, karakolların varlığı ve yapılan atamaların halk açısından bir meşruiyeti de yoktu.

Esasen hegemonya soykırımın akabinde tesis edilir. Sonraki yıllarda kesintisiz devam eden bu hegenomik anlayış bölge halkı tarafından çok da meşru görülmedi. Çünkü yeni olarak addedilen devlet, otuz sekizin yara bereleri üzerine oturmuştu. Otoritenin tesisinden kasıt askeri anlamda bir hâkimiyetse, evet bu hakkı teslim etmemiz gerekiyor. Zira asker potinin değmediği bir karış toprak bırakılmadı. İnsan ölümünün çöp değeriyle ölçüldüğü bu yıllarda Dersim içe kapandı ve susmayı tercih etti. Öyle ki zulmün bu hoyratlı yıllarında zorunlu kalmadıkça o kapıya gitmedi. Zira o kapı kendisi için yağlı urgan demekti. Ondansa ezelden beri ikrar verdiği doğanın adaletine sığınmayı yeğledi. Tarifsiz bir barbarlıkla gelenler can almakla yetinmediler toprağın dilini ve töresini de tarumar ettiler. Kadim kültürler bu toprağın beşiği sayılırdı. Ama ne ki, son yüzyılda o bahçenin kadim renkleri birer birer yok edildiler.

Dersim’de uygulanan zulüm politikaları hakkında bugüne dek çokça şey yazıldı ve çok şey konuşuldu. Koçgiri ile başlayıp Şex Sait, Ağrı, Zilan ve Dersim kıyımıyla sonuçlanan yok etme planı, dönemin iktidarı tarafından çıkar yol olarak görülmüştü. Bugünün Türkiyesi’ni yöneten siyasal zihniyetler ne yazık ki bu anlayıştan kurtulamadılar ve aynı güzergâhta yol alıyorlar. Bir ara yarım ağızla gelen özür umut kapısını aralar gibi olduysa da geleneksel politika yine baskın çıktı ve dünün tekçi diline yeniden sarıldılar.

Görünen o ki devlet algısı tek dilden vazgeçmiyor ve ördüğü kalın duvarlardan bir taş çekilsin istemiyor. Yüzyıllık asimilasyonla kat ettiği mesafeyi çıkar yol olarak görüyor. 1930’lu yıllarda Dersim’de Türkçe konuşanı mumla ararken, bugün ana dilin o duruma düşmesini uygulaya geldiği politikanın hanesine yazmak istiyor.Şark ıslahat planının hazırlayıcıları Dersim’in ıslahı daha erken ve çabuk olacak demişlerdi. Dil bir toplumun var olma nedenidir. O yok edilirse kadim bir kültürde beraberinde yok olur. Yasakçı zihniyet tekçi dil politikasını bilerek ve isteyerek uygulamıştı. Zira dil ölürse o halkta ölür. Dolayısıyla kuşatma çok yönlü olmalıydı, nihai zafer için kolonileştirme yegâne çözümdü. Nitekim bugün de ardılları şark ıslahat planını harfiyen yerine getirmede kusursuzca yol almaktadırlar.

Anadil birilerinin icazetiyle konuşulan bir dil değildir. Sen vazgeçersen o dil yok olur.

Tarihin seyri bizimle aynı kaderi paylaşan halkların mücadele deneyimleriyle doludur.Bu deneyimler bizler için rehber niteliğinde olmalıdır. Yüzyıllara yayılan bu mücadeleler kendi gerçekliğine bağlı kalarak kazanımlara dönüşmüştür. Bazen dayatılanı reddetmek uzun vadede en azgın düşmanı dize getirebilir. Bilinçli bir suskunluk teslimiyet gibi algılansa da, özde ısrar efendinin bütün hükümlerini hiçleştirebilir. Kanımca noksanlığımız iyilik ve kötülük arasında bir türlü netleşemiyor olmamızdandır. Sayısız oyun, entrikanın deneyimlerinden geçmiş olan bir halkın bu farkındalık üzerinden yürümesi gerekmez mi? Ya da diline daha çok sahip çıkıp yaşamına dâhil etmesi gerekmez mi? Entegrasyon gönüllü ilişki üzerinden olursa doğru bir tercih olur. Bizdeki gibi efendinin buyruğu ile gerçekleşirse buna zoraki birliktelik denir. Oysa iyi olan gönüllü birlikteliktir ve onun esaslarına uymaktır.

Örneğin okul sezonunda binlerce aile ilköğretimden başlamak kaydıyla ana dil talebini gündemine alsa ne olur? Başta milli eğitim bakanlığı olmak üzere bu isteği dilekçelerle talep etseler ne gibi sakıncası olabilir? Varsın talebimiz dikkate alınmasın, yıllara yayılacak bu talep sizce ne kadar karşılıksız kalabilir? Bir yabanıl hayvanın neslinin tükenmemesi için verilen haklı mücadele son derece saygındır. Peki, yok olmakla yüz yüze kalmış bu dil benzer bir duyarlılığı hak etmiyor mu?

İstedikleri kadar diline yasak koysunlar, inancını tanımasınlar, sen onu ruhsal dünyanda öldürmediğin müddetçe o sevgi sende hep baki kalır. Çünkü bu bir nevi seni sen eden bir bilinçtir. Yaşlılarımızın değerlerine olan bağlılığını hatırlayalım. Kanımca bizde hızlı adaptasyon gördükleri içindir ki Dersim’de çok yönlü bir asimilasyon politikasına bu kadar hız verdiler.

Son günlerde Dersim halkına dayatılan koruculuk gibi onur kırıcı bir girişimde benzer duyarsızlığın bir ürünüdür.Dersim kadınına, erkeğine neden koruculuk reva görülür?İl ve ilçelerde açılan korucu kadrosuna kadınların da dâhil edilmesi sıradan bir olay olarak görülmemelidir. Kadın olsun erkek olsun, halkımız neden savaşla, silahla istihdam ediliyor?

Kayyumcu vali Dersim halkına şirin bir vitrin sunmakta başarılıydı. Ama bana göre ikinci bir Kenan Güven’di, zira sonuçları itibarıyla bilindik tekrarların tekerrürü mütemadiyen devam ediyor.Özetle topraklarımızda sonu gelmez oyun ve hileler birazda sayemizde hayat buluyor. Onun için başarıyorlar ve onun içinde diledikleri gibi politikalarını yaşama geçiriyorlar. Efendinin insanlığı olmaz ama kölesi olur. Bizim insanlığımız ise onun efendiliği ve egemenliği altında yaşanan köleliktir.

DİL BİR HALKIN VAR OLMA GERÇEĞİDİR
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA