Kürtler, bir kez daha ülkenin geleceği için tarihi rolünü oynadı: AKP’ye İstanbul’da tarihinin en büyük yenilgisini tattırdı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tek adam rejiminin 2023 hayali, İstanbul’da ortaya çıkan bu ağır yenilgiyle bitmiştir. Türkiye’ye nefes aldıracak ilk adım, belki de erken seçim kararı olacak.
Selahattin Demirtaş şahsında HDP’li siyasetçilerin özgürlüğü ve demokratikleşme, sadece HDP’nin değil, CHP’nin de öncelikli görevi olmalı. CHP, gerçek bir sosyal demokrat kimliğin, cesaretin, ortak mücadelenin zafer getirdiğini bu vesileyle kabul edip, bu kulvarda siyaset üretmelidir.
Evet, Kürt halkı, kendisini düşmanlaştıran AKP’ye büyük bir ders vermiş; Ekrem İmamoğlu’na verdiği destekle, demokrasinin yeniden inşası için büyük fırsat yaratmıştır. Ekrem İmamoğlu ve demokrasiye oy veren herkesin olağanüstü başarısını kutluyorum.
Evet, 31 Mart yenilgisini hazmedemeyen İktidar, 23 Haziran’da İstanbul halkından çok daha büyük bir tokat yedi. Mazbatasını gasp ettikleri Ekrem İmamoğlu’nun dönüşü çok daha muhteşem oldu.
Erdoğan’ın Zihni ve Ahmet Kaya
Erdoğan’ın Ahmet’in mezarını Türkiye’ye getirebileceğini söylemesi, tartışma yarattı. Hepimiz beslendiğimiz, büyüdüğümüz, kucaklaştığımız topraklarda yaşamak ve yine o topraklarda ölmek isteriz. Bunu sevgili Ahmet Kaya da hepimiz kadar çok isterdi. Peki, bu neden mümkün olmadı. Dahası, ne oldu da sevgili Ahmet’i sürgünde kaybettik?
Ahmet, yargı süreciyle birlikte hedef haline getiren zihniyeti bugün temsil eden, yine Erdoğan’ın bizzat kendisi değil mi? Ahmet bu zihniyet yüzünden ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. O zaman lince başvuranların aklı, halihazırda ülkeyi yönetiyor ve tam da o geleneği temsilen elinden geleni daha hoyratça yapıyor.
Tayyip Erdoğan’ın rejimi, Ahmet’e yapılanı onun yoldaşlarına, dostlarına, halkına yapıyor. Ahmet, düşüncesinden ödün vermediği için haksızlığa uğradı. Tıpkı, binlerce kişinin Erdoğan’ın talimatlarıyla yargılandığı, hapsedildiği gibi.
Ahmet, yıllar önce de Erdoğan’a değil, onun düşüncelerini söyleyebilmesine destek vermişti. Çünkü özgür, adil bir ülkede yaşamayı istiyordu. Erdoğan ise Ahmet’in özlemini günbegün çiğneyip geçti. Fikrini söyleyen, muhalefet eden kimsenin güvende olmadığı bir ülke yarattı.
Kendisine yönelik sıradan eleştirilerimi hakaret sayıp hakkımda iki ayrı dava açanın adil olduğuna mı inanacağım? Yönlendirdiği, talimat verdiği yargının verdiği 30 yılı bulan hapis cezaları nedeniyle evimden, ülkemden uzağım. Yine pek çok sanatçı ile birlikte gazeteciler, siyasetçilerin sürgünde ya da hapiste olma sebepleri ile Ahmet’in serüveni birebir aynı.
Ahmet’i linç eden güruh ise şimdi Saray’ın en sadık dostları, Erdoğan’ın ‘sanatçı’ diye topluma sunduğu kimseler. Şimdi onlara aynı görevi hükümet veriyor. Magazinel bu tipler vasıtasıyla gerçek sanatçılar hedef gösteriliyor.
Ciddi, kalıcı demokratik bir hamle yapılmadığı sürece, Erdoğan’ın zihni “en iyi Ahmet, ölü Ahmet” olarak bilinecektir.
40 Yıllık Sanat Hayatımın İlkleriyle bir Albüm; “Marşlar ve Ağıtlar”
Dinleyiciyle buluşturmuş olduğum “Marşlar ve Ağıtlar” albümü, 40 yıllık sanat hayatımın en önemli politik bir belgesi niteliğinde. 40 yıl önceki gibi bugün de hayatımız marş ve ağıtları andırıyor. İktidarların barbarlığı en fazla biçim değiştirerek sürdü.
Yine özgürlük, yine adalet derdimiz var. Dahası, kimi başlıklarda da mevcut iktidar, 40 yıl önceki kadar gizli saklı da suç işlemiyor; apaçık, meşru sayarak bu kirli tarihi devam ettiriyor. Acılarımızın daima farkında oluyoruz belki ama marşlarda dile gelen direnişlerin de çözüm olduğunu hafızamızda canlandırmalıyız. Bir aradalık, itirazlar, direniş yöntemleri dün de bugün de güzel neticeler getiriyor.
Yaşam hikâyem bu ağıtlarla başladı aslında. Yaşam serüvenimiz de ‘marş’ ve ağıt’ gibi ilerledi hep. Direniş de acı da eksik olmadı hayatımızda. Birbirini tamamlayan, besleyen olarak rotamızı belirledi. Toplumun kederini dillendirmeyi önemsedim. Çünkü farkındalıklar, umutlar ve ruhumuz için hakikatle sanat arasındaki bağa ihtiyacımız var.
Ferhat Tunç