1. Haberler
  2. Güncel
  3. Kuruluş Mitosunun Harcı Soykırımlar

Kuruluş Mitosunun Harcı Soykırımlar

featured
Kuruluş Mitosunun Harcı Soykırımlar
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dr. Sharo I. GARİP*

Almanya’da Duisburg-Essen ve Berlin Üniversitelerinin ortak projesi olan Academy in Exile tarafından 18-20 kasım 2021 tarihleri arasında bir çok sivil toplum kuruluşunun katılımıyla Tanınmayan Soykırım Dersim 1937-1938 (“Der Nicht Anerkannte Genozid Dersim 1937-1938”) konulu bir sempozyum düzenlendi. Sahne efektinin, düşünsel dizaynın ve aktörlerin özenle seçildiği çok açık. Beyazın damgasını vurduğu konferansa, meşruluk kazandırmak için Kürtler bir dekor olarak düşünülmüşler. Bu etkinliğin arkasında güçlü düşünce cemaatleri ve lobilerinin olduğu da elbette gözden kaçmıyor. Bu lobilerin güçleri, dayandıkları farklı sermaye türleri, devlet olmanın sağladığı sembolik-ekonomik sermaye ve de entellektuellerinin sembolik-kültürel sermayeleriyle orantılı. Üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve sanatçıların katılımı ile biçimsel açıdan çok sesliliği sembolize eden bu güçlü sahne effekti, içerik açısından sadece moderate (ılımlı) tezlerin zırhı olma görevini görüyor. Kürdistan’ın alenen tanınmadığı bir platformda, moderate görüşlerin patikası hakim tarihçilik anlayışı tarafından belirlenmiş durumda. Siyahlık-beyazlık ya da feminizm tartışmalarından aşina olduğumuz üzere, burada da mağdurlardan çok faillerin söz aldığını ve konferansa damgasını vurduğunu görmekteyiz. Ayrıca mağdur adına konuşanlar da çoğu zaman failin dili ile konuşan subjelerden ziyade objeler konumundadırlar.

Konferansta Hamit Bozarslan’ın tezleri dışında kayda değer tez yoktu denebilir. Hamit Bozarslan, kolonyalizm teorisinin Dêrsim ve diğer Kürt soykırımlarının analizi için güçlü kavramlar ve enstrumanlar sunduğunu savundu. Bozarslan’ın bir başka tezi ise soykırımcı sömürgeciliğin fail iken mağdur rolünü üstlenerek soykırımının meşruiyet temellerini oluşturduğu ve üstün ırk olarak medeniyetini yayma ve hükmetme hakkını iddia ettiğiydi.

Konferanstaki hakim yaklaşımlardan biri, Dêrsim’in Kürtlükten, Kürdistan’dan soyutlanarak ele alınma çabasıydı. Bu çaba esasen bu konferans dışında da uzun zamandır bilinçli olarak yürütülen bir böl-yönet stratejisidir. Bu tip yaklaşımlarla Koçgiri, Zîlan, Dêrsim arasındaki ilişki görünmez kılınmak istenmektedir. Koçgiri’nin Dêrsim’den ayrı okunması tamamen kasıtlı değilse bile yanlış bir okumadır. Oysa ki Alişêr’in Koçgiri’den Dêrsim’e geçip mücadelesini orada devam ettirmesi, Kürt ulusal kurtuluş savaşları arasındaki organik bağı ve sürekliliği göstermektedir.

Ne var ki Dêrsim’deki Kürtler deyim yerindeyse bir dini cemaat düzeyine indirgenerek, ulus-toprak ilişkisi ortadan kaldırılıyor. Dikkati çeken bir başka husus ise Kürt soykırımları üzerinde yeni resmi tezler oluşturulma çabasıdır. Maalesef bu kurgusal, steril tezler entellektuel tarih yazıcılığından öteye gidemiyor. Konferansta ileri sürülen zorlama tezlerden biri de, Dêrsim’de saklanan Ermeniler gerekçe gösterilerek oraya sefer yapıldığıydı. Acaba Şeyh Said (Azadi) direnişinde kimler saklanmıştı da Sunni-Kirmanc Kürt hareketi bastırıldı. Konferansın katılımcılarından Kazım Gündoğan’ın “Dersim’de isyan yoktu” iddiası ise son yıllarda birçok çevre tarafından sıkça ileri sürülmektedir. Benzer şekilde Prof. Burak Çopur’da sosyal medya hesabında “İsyan yok iskan vardı. Kürtler cumhuriyete karşı değildi,” diyor. Ama cumhuriyet Kürd’e karşıydı, biz bundan eminiz (Kürdün inkarı bunun göstergesidir); ayrıca şunu da vurgulamak gerekir ki isyan yok ama işgal vardı ve Kürtler vatan savunması yaptı. Prof. Hamit Bozarslan’da bu durumu “isyan yok direniş vardı” diye formüle etti. İleri sürülen bu moderate tezlerin ortak paydası özellikle Kürt soykırımı denilmemesi konusunda hasas davranılmasıydı. Oysa ki Ermeniler ve Yahudiler söz konusu olduğunda Ermeni veya Yahudi soykırımı denilmektedir. Kürtler söz konusu olduğunda ise Dêrsim örneğinde görüldüğü gibi soykırım, Alevi en kötü ihtimal Kızılbaş katliamı olarak adlandırılıyor. Duymayan-yaşamayan da kurgusal tarihin avutucu ve uyutucu tezlerine dayanarak sanır ki devlet sunni, ezidi Kürdü katletmemiş, Zilan, Koçgiri veya Şeyh Said Hareketi esnasında soykırım yapmamıştır. Oysa ki Roboski ve Afrin’de yaşayanlar, zamanında Koçgirililer gibi başına getirilenlerin sebeplerini kürsü sahibi tarihcilerden çok daha iyi bilmektedirler. Basit mantıksal sorular bile bu kurgusal ve zorlama tezleri zor durumda bırakmak için yeterlidir. Eğer ki devlet sadece Alevileri ortadan kaldırmak istiyorsa neden Tokat’ı ve Amasya’yı haritadan silme girişiminde bulunmadı ya da neden oradaki Aleviler devlete karşı ayaklanmadı?! Tokatlı Alevilerin evleri başına yıkılıp, kızları Diyarbakır pazarında Kürt subaylara hizmetçi diye mi verildi? Veyahut onların Türkçe konuşmaları mı yasaklandı?

Bu konferansta kurgusal tarih yazıcılığının tanınan isimlerinden olan Taner Akçam’da vardı. Elbette Akçam’ın konferansa katılımı şaşırtmadı. Akçam bir yıl evvelki hiddet dolu Ilk Gece Hakkı iddialarından sonra kendisini eleştiren Kürtlere “Durun, ben daha size göstereceğim! Dersim soykırımını da çalışıyorum,” demeyi ihmal etmemişti. Akçam Ermeni Soykırımı’ndaki revizyonist tarih yazıcılığı performansını, Dêrsim Soykırımı’nda da göstermek için, başka bir deyimle failin suçunu hafifletmek üzere sahnede yerini almış.

Taner Akçam soykırımları ucuzlatmaya ve tarihi kriminal olaylar üzerinden okumaya devam ediyor. Akçam bilimsel bir metoddan ziyade ideolojik bir metoda başvuruyor; dolayısıyla yeni bir resmi tarih yazmaktan ileri gidemiyor. Akçam bu tarih revizyonunun ana temasını “Yeni bir kuruluş hikayesi” olarak tanımlıyor.

‘‘Türkiye’de anlatılan ve hepimizin ezberlemiş olduğu kuruluş hikâyesi artık bu ulusu bir arada tutmaya yetmiyor. Yaşanan bir ‘toplumsal doku dağılması’, ‘kumaş yırtılması’dır. Son yıllarda, çok sınırlı da olsa var olan hukuk devletinin ve demokratik kurumların son derece ciddi erozyona uğramasının arka plan nedenlerinden birisi de bu bilinen kuruluş hikayesinin çökmüş olmasıdır. 2023’e giderken yeni bir Cumhuriyete ve buna uygun yeni kurucu bir hikâyeye ihtiyacımız var.

Yani, savaş deneylerinin aktarılması eksenli oluşan bir kuruluş efsanesi, bize savaşın bugün hala devam ettiğini hatırlatıyor. Söylemde hala devam eden, bitmemiş savaş bugünkü en temel problemimizdir. Bu kuruluş savaşının artık bitirilmesi ve bu savaş döneminde oluşmuş dile bir son verilmesi gerekiyor (Akçam, 2021).

Sabiha Gökçen, Dersim Soykırımında Alman bombardıman uçakları kullanmıştı.

Taner Akçam’ın Birikim Dergisi’ndeki yazıları okunursa, kendisine göre iş bitirilmiştir, toprak ve sınır sorunu halledilmiştir. Ona göre devlete düşen görev sadece soykırımdan arta kalan vatandaşını tekrar kucaklamaktır. Akçam aslında burada kendi devletine ve siyasi sınıfına akıl verip telkinde bulunuyor; bu minvalde ‘kurtarılmış toprak’ ve ulus üzerine fiziki savaş tartışmasının kapatılmasını, başka bir mecrada ideolojik savaş yürütülmesi gerektiğini öneriyor.

‘‘…düşman olarak tanımlanan ve zaferin kendilerine karşı kazanıldığı söylenen kesimlerin yine bu ülkenin vatandaşları olduğunun görülmemesi sonucunu doğuruyor. Sözü edilen kuruluş savaş(lar)ı aslında Osmanlı-Türk devletinin kendi vatandaşlarına karşı yürüttüğü bir savaş idi.’’

  Dêrsim`deki soykırımı, devletin kendi vatandaşına karşı yürütüğü savaşların sonuncusu olarak yorumluyor! 40 yıldır sürdürülen savaşı ise hiç duymamış gibi davranıyor. Diğer azınlıkları ve Kürtleri Osmanlı’dan devralınmış, Türklerin ebedi mülkü yani vatandaşı olarak görüyor. Akçam bir yandan da Koçgiri ve Dêrsim üzerine konuşurken, Kürtler ve Aleviler olarak çok bilinçli bir ayrım yapıyor.

 ‘‘Hıristiyan’ın, (Ermeni, Rum, Süryani) Yahudi’nin, Kürt’ün, Alevi’nin çektiği acıyı yeni kuruluş hikayesinin harcı haline getiremezsek yarını kuramayız.’’

Akçam, soykırıma uğrayan mağduru nasıl katili ile aynı kuruluş hikayesinin yapı taşı yapabiliyor, akademiden geçmiş-geçmemiş her insanın anlamakta zorlanacağı bir mantık doğrusu. Almanya’da Nazi rejimi ve Hitler ile gaz odalarında can verenleri aynı kuruluş hikayesinin inşa taşları yapma önerisinde bulunsanız soykırım destekçisi olmaktan yargılanırsınız. Doğrusu sömürgeci tarihçilerin bu cürretkarlığı üzerinde, soykırıma uğrayanların ve ardıllarının önemle düşünmesi gerekiyor.

Akçam Türk tarihçilerinin geleneğini devam ettiriyor ve ideolojik tarih yazıcılığını kriminal anlatımlarla besleyerek inandırıcı kılmaya çalışıyor. Akçam daha önce yaptığı gibi, olayı Müslümanlık-Hristiyanlık ya da Sunnilik-Alevilik çatışması üzerinden kuruyor.

‘‘1937-38 katliamının önemli nedenlerinden birisi de Dersimlilerin Ermenileri korumuş olmalarıdır. Katliamdan kurtulan bir görgü tanığı, askerlerin bazen öldürmelerden önce bazen de sonra, erkeklerin pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarını kontrol ettiklerini aktarır. Örneğin Xêçe’deki katliamın yapılma sebebinin buranını ahalisinin Ermeni olmasından kuşkulanılmasıdır. Tanık, Xêçe katliamı sonrası, askerlerin erkeklerin donlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına baktıklarını söyledikten sonra, hükümetin “biz bunları Rum-Ermeni sandık” diyerek “pişman olduğunu” aktarır.’’

 Taner Akçam’ın bu konferanstan sonra Bianet’te yazdığı yazıda ve Arti-Tv’de Hayko Bağdat ile yaptığı röportajda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme hamlesinin Türk siyasal hayatında eşi benzeri görülmemiş bir açılım olduğunu söylüyor. Bu helalleşme kavramı karşısında hesap verme tartışması yürütenlere, alışık olduğumuz seviyesi düşük bir üslupla karşılık veriyor: “Helalleşme ile hesaplaşma ayırımı son derece suni, saçma, lüzumsuz bir kabadayılık ayırımı.” 2012’de barış süreci devam ederken Akçam`ın Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e (2012) verdiği röportajda, “Federasyon, otonomi istersen kan çıkar” şeklindeki tehditkar kabadayılığı, aslında soykırımlarla nasıl yüzleşmek istediğini ya da nasıl bir çözüm öngördüğünü gösteriyor. Şimdiyse sözümona yargılayıcı, suçlayıcı ve cezalandırıcı değil onarıcı bir yüzleşme öneriyor. Zira soykırımın acıları tamirci üstübüsüyle onarılacak acılar değildir. Akçam, hesap verme noktasında “Failler belli değilse ve hepsi ölüyse kimi yargılayacaksınız?” gerekçesine sığınıyor. Akçam insanlık ve soykırım suçlarının zaman aşımına uğramayacağını bilmiyor sanırım. Eğer fail arıyorsa Roboski, Çukurca ya da Efrin’in failleri, Kemal Bey’in de imzasının altında bulunduğu Cumhuriyet rejimi, siyasi erkanı ve tetikçileri hala yaşıyor. Akçam’ın sadece tetikçiye odaklanan bu yaklaşımı, tarihsel araştırma-analiz metodundan ziyade hileli bir dedektifliktir; oysaki Eichman davasında Hannah Arendt’ın da dediği gibi, daha fazla bu sisteme ve mekanizmanın mantığına odaklanmak gerekiyor.  Akçam “Hatayı ötekinde aramadan konuşalım,” diyor. Yani katil ile katledileni eşitliyor ve birbirlerine hakkını helal etmeyi öneriyor. Soykırımla yüzleşmeden öte, pişkince bir alaturka yüzsüzleşmeye yol döşüyor. Hesap verme uzerinden yükselen taleplere, ikinci Kuvayi Milliyeci Taner Akçam, ikinci Kemal’in eteklerine tutunarak, entelektuel kabadayılıkla “Bu savaş istemektir,”  şeklinde karşılık veriyor. Devletinin hizmetine hazır olduğunu ifade eden Akçam, 1923’teki 1. Cumhuriyeti savunurken kuruluş hikayesinin yıprandığını, 2023’e giderken yeni kuruluş hikayesinin (mitos) zorunluluğunu dile getiriyor. Akçam Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nun desturu ve finansmanıyla, kendisinin özenle seçtiği 20 sözlü tanık üzerinden bir tarih çalışması yürütüyor. 2. Kuvayi milliyeci Taner Akçam Ermeni meselesini hallettikten sonra Dêrsim’e yeniden bir sefer düzenliyor. Tarihte eşine az rastlanır bir riyakarlıkla, fail taraf olarak sadece sahnede soykırıma uğrayanlar adına konuşmakla yetinmiyor, onların adına tarih yazma daha doğrusu tarih karartma işini de üstleniyor.

Sonuç olarak soykırım suçlarının helal edilecek bir tarafı yoktur. Ayrıca yüzleşmenin önemli bir aşaması  soykırım suçu ve suçlularının yargılanmasından geçiyor. Samimi yüzleşme ve özür dileme örnekleri arıyorsanız Willy Brandt’in hafızalara kazınan tarihi özür dileme sahnesine bakmanız yeterli. Bu ucuz alaturka hellalleşme, soykırımla yüzleşme değil soykırımı yozlaştırma girişimidir. Taner Akçam’ın yeni kuruluş mitosu dediği resmi ideolojinin bir Manifesto gibi okunmasini taleb ediyor, evet bu manifesto Kürtler açısından neo-sömürgeciliğin yeni adıdır. Unutulmaması gereken önemli bir nokta da, konferansa ev sahipliği yapan Almanya’nın, soykıran gazlarla Dêrsim Soykırımı’na iştirakının es geçilmiş olmasıdır. Oysa aynı Almanya eski sömürgelerine tazminat ödemektedir! Uzun lafın kısası konferanstan geriye kalan akademik burs ve bonus oldu.

 

* Köln Üniversitesi/Ortadoğu Çalışmaları

 

Kaynaklar:

  • Akçam, Taner (2021). Kılıçdaroğlu, tarihle yüzleşme ve yeni kurucu hikaye (Online erişim. 12.2021:

https://m.bianet.org/bianet/siyaset/253605-kilicdaroglu-tarihle-yuzlesme-ve-yeni-kurucu-hikaye

Kuruluş Mitosunun Harcı Soykırımlar
Yorum Yap
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin