ÖZLEM ÖZTÜRK
Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu (EHESS) Profesörü Hamit Bozarslan, Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirdi.
Trump Erdoğan’ı neden övdü?
Trump Erdoğan ilişkileri çok iyi fakat bu ilişkiler geçmişte bazı gerginliklerin oluşmasına da engel olmadı. Hatta “aptal olma yeniden seni arayacağım” diye bir mektup gönderdiğini de hatırlayalım. Trump’ın önceki dönemi biraz fırıldak siyaseti dönemi olabilir ama bu dönem aynı olacak mı onu bilemiyorum. Çünkü Cumhuriyetçi Parti içerisinde Türkiye’ye karşı epeyce tepkiler bulunmakta, bunlardan birisi Trump’a çok yakın olan ve Cumhuriyetçi Parti içerisinde çok güçlü olan Lindsey Graham’ın mesajları.
Sanıyorum şu ana kadar hiçbir zaman İsrail bu kadar büyük bir nüfuza sahip olmadı Amerika’da ve Lübnan’da Hizbullah’ın yenilmesi, aslında İsrail’in itibarını bayağı artırdı. İsrail’in Suriye’nin Türkiye’nin bir oyun sahasına getirilmesini istediğini pek düşünmüyorum, o yüzden bir belirsizlik dönemindeyiz. Büyük bir ihtimalle Mart-Nisan gibi bir dönemi beklemek gerekecek.
ABD batıdaki rejim değişikliğinin mimarını Türkiye gibi gösterip, potansiyel suçlardan mı arınıyor?
Trump’ın ilk döneminde artık Amerika’nın Ortadoğu’da bulunmasını istemediğini hatırlıyoruz. Trump, Afganistan’daki trajediden Biden yönetimini sorumlu tutuyor. Çünkü ABD, Çin’de ile bir rekabet savaşına girmek istiyor ve bununla sınırlamak istiyor kendi stratejisini. Fakat bu ne kadar mümkün olabilir? ABD gibi bir gücün izolasyonist bir çizgiye girebilmesi Trump döneminde mümkün olamadı, Obama döneminde de daha önce mümkün olamamıştı, ikinci bir Trump döneminde bu mümkün olabilecek mi bunu bilemiyorum. Dediğim gibi aynı zamanda İsrail faktörü var ve Trump’ın ilk döneminde aslında bu kadar önemli bir faktör değildi. Çünkü Gazze Savaşı yaşanmamıştı, Lübnan’da şu ya da bu şekilde bir statü devam etmekteydi. Cumhuriyetçi Kanat içerisinde siyonist Hristiyanlar olarak bilinen bir akım var, bu akım ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesini kesinlikle istemiyor, en azından İsrail’in korunması nedeniyle. Her şey Trump’a kalmış olsaydı sanıyorum Trump sadece Çin’de bir ticaret savaşına razı olurdu.
Erdoğan HTŞ’i kontrol ediyor mu? HTŞ’yi kim kontrol ediyor?
Hiç kimse Suriye rejiminin bu kadar kof olduğunu düşünemiyordu. Gabriel Marquez’in kitabından her zaman bahsediyorum Başkan Baba’nın Sonbaharı. Sanıyorum Beşar Esad’ın düşmesinin en önemli nedeni, rejimin içten içte koflaşması, çürümesi, boşalması. Bunun yanı sıra tabii Rusya’nın ve İran’ın son derece zayıflaması da etkili. Türkiye tabii bu yeni rejimin hamisi olmaya çalışacak, bunu belli bir ölçüde başarabilir. Çünkü Suriye’nin ekonomik durumu gerçekten çok kötü, Suriye’nin şu anda bir ordusu yok. İran faktörü yok, Rusya faktörü yok o yüzden Türkiye’nin büyük bir nüfuz kazanacağı kesin. Fakat aynı zamanda HTŞ de Ankara’nın emrinde olan bir örgüt değil kendi stratejileri olan bir örgüt. Çok büyük bir ihtimalle Türkiye ile ilişkilere nazaran; HTŞ açısından ABD ile ilişkilerin kurulması, Avrupa’yla ilişkilerin kurulması çok daha önemli.
Suriye planının aslı mimarları kimler?
7 Ekim gerçekleştikten sonra Hamas, İsrail’in muhakkak yok etmek istediği bir düşman haline geldi. Onun ötesinde Gazze bir toplum olarak bir düşman ilan edildi. 8 Ekim’de Nasrallah’ın Hizbullah’ın saldırılarını başlatması ikinci bir aşama oldu ve sanıyorum burada kendisini direniş cephesi olarak tanımlayan cephe, büyük bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi askeri bir yenilgi, çünkü Filistin meselesi siyasi bir mesele, Filistin meselesinin askeri olarak çözülebilmesi mümkün değil. Ama silahlı aktörler düzeyinden aldığımızda her iki aktör de çok ciddi bir yeniliğe uğradı ve bu rasyonalite kaybını ele almadan şu anda olup bitenleri de görebilmemiz ya da anlayabilmemiz çok zor. Hizbullah’ın çökmesi aslında İran’ın bütün stratejisinin çökmesi anlamına gelmekteydi ve İran’ın bölge stratejisi 1982’den bu yana Şii milis güçlerine dayanmakta. Hizbullah’ın zayıflaması, İran’ın da zayıflaması anlamına gelmekteydi ve İran’ın artık Suriye rejimini ayakta tutabilecek imkanları yoktu. 2013’te Suriye rejimini ayakta tutan; Devrim Muhafızları ile Afganistan’dan ve Pakistan’dan gelen Şii milis güçleri olmasaydı rejim ayakta kalamazdı. Rusya’da da ister istemez bir içe çekilme söz konusu.
Türkiye için Esad’ın düşmesi Kürtleri bölgeden ‘temizlemek’ için bir fırsat mı?
Erdoğan bunu defalarca dile getirdi, Rojava’daki yapının yok edilmesini. En azından hedef bu. 1990’ların ve 2000’lerin Türk stratejisi dış politikası tümüyle Irak Kürdistan’ı olan yapılanmanın imhasını hedeflemekteydi, Irak Kürdistan’ın oluşumunun kabul edilmesi 2009’lardan sonra oldu ki burada dış faktörler de önemli bir rol oynadı. Türkiye’nin stratejisine baktığınız zaman temel hedef, Kürt hareketinin ortadan kaldırılması. 2012’de Türkiye kendisini Ortadoğu’nun lideri olarak görmekteydi ama 2013’ten sonrasına baktığımız zaman Kürt meselesi aslında belirleyici mesele oldu. Rusya uçağının düşürülmesinin nedeni Rusya’nın o dönemde Kürt aktörlerine destek vermese bile Kürt aktörleri korumasıydı. Türkiye o tarihsel bir refleksi ortadan kaldıramıyor, Türklüğü tehdit eden düşmanlar ki bunların başında Ermenilik geliyordu vakti zamanında, şu anda Kürtlük bu Ermeniliğin yerini almış durumda. Biz bölgemizde ya da sınırımızda Kürt istemiyoruz söylemleri, 100 yıllık fikri sabitler, korkular, paranoyaların sonucu.
ABD’nin Kürt politikası ne olacak?
ABD’nin Suriye’deki varlığı ve Kürtlerle olan ilişkisi sanıyorum iki ayrı faktör olarak görmek lazım. Türkiye’de YPG’den bahsediliyor mesela YPG aslında Türkiye’ye karşı kurulmadı ve YPG Türkiye’ye karşı hiçbir zaman savaşmadı, Türkiye’ye hiçbir zaman saldırmadı. YPG’nin var olmasının nedeni cihadist hareketler, bu cihadist hareketlerinin başında El Nusra vardı ki şu anda HTŞ, El Nusra’nın bir yeni versiyonu. Diğer yandan IŞİD var ve hem ABD hem Avrupa bu cihadist hareketlerin bitmediğini yeni bir dinamizme sahip olabileceğini görüyor. Gerçi bu dinamizm daha çok Afrika gibi çökmüş ülkelerde ortaya çıkmakta, fakat yarının Suriye’sinde bu cihadist hareketlerin bir şiddet üretme potansiyeli var ve bu şiddet üretme aynı zamanda batıya da yayılan ya da batıya da ihraç edilebilen bir şiddet. O yüzden sanıyorum ABD orada şu veya bu şekilde bu cihadist güçlere karşı bir bariyer oluşturabilecek bir güç olmasını istiyor.
Diğer yandan Kürt meselesi ABD açısından biraz hissi bir mesele olmaya başladı. Kobane, IŞİD’in ilk yenilgisini tattığı yerdi ve o yüzden şu anda ABD’de Kürtlerin terk edilmesini istemeyen bir akım var, çok güçlü bir akım bu. Fakat aynı zamanda ABD dış siyasetinin ne kadar kinik bir siyaset olduğunu da bilmekteyiz. Mesela Trump’un Erdoğan’a olan 2019 mektubunu yeniden okumak gerekli, “Aptal olma ben seni yeniden arayacağım” demişti. “General Mazlum Abdi’yle konuştum” demesi, bir yandan yani Kürtleri bir güç olarak gören ama diğer yandan da bir ticari ilişki içerisinde alan veren mantığıyla neyi feda edebilirim, neyi kazanabilirim mantığıyla yola çıkan bir siyaset. O yüzden çok dikkatli olmak gerekiyor gelecekle ilgili öngörülerde. ABD ne İran’ın ne Türkiye’nin hükmedebileceği de hâkim olacağı bir bölge istemiyor.
Bölgenin yeni patron İsrail mi olacak?
İsrail aslında şu anda hiç tahmin edemeyeceği çok büyük bir başarı kazandı, 2 yıl önce İsrail’de en çılgın siyasetçiler bile bunu tahmin edemezdi ve bu başarının ilk adımı Hizbullah’ın gerçekten zayıflatılması ve ikinci adımı İran ve Lübnan arasında bir köprü rolünü gören Suriye ordusunun elimine edilmesi ve Suriye ordusunun tümüyle imha edilmesi. Hizbullah’ın kendisi de bunu açıkladı artık Suriye köprüsünü kullanarak İran’dan silah alabilmeleri mümkün değil.
Türkiye Rojava’ya neden tahammül edemiyor? Bunun tarihsel bir altyapısı mı var, psikolojik bir altyapısı mı?
Osmanlı’nın çöküşü olgusuyla Türk ideolojisi diyebileceğimiz bir ideoloji var, bu ideoloji Türklüğün bir dünya hakimiyet hakkına sahip olduğunu dile getiriyor. 1960’ların sonunda 70’lerin başında Osman Turan diye turanist bir lider vardı bir tarihçi, onun kitabını muhakkak okumak gerekiyor. Türk cihan hakimiyeti mefkuresinden bahsediyordu. Fakat bu Türklüğün cihan hakimiyeti hakkının şu ya da bu şekilde dış düşmanlar tarafından tehdit edildiği Osmanlı’nın dış düşmanlar tarafından çökertildiği aynı zamanda iç düşmanların da buna ittifak halinde olduğu sürekli tekrarlanan bir vurgu. Bu iç düşmanlar arasında tabii Ermeniler var Yunanlılar var Rumlar var Boşnaklar var Araplar var aynı zamanda Kürtler var. Bu iç düşmanlar arasında batılılaşmayı kabul etmiş olan bir entelijensiya olgusu var ve bürokrasi olgusu var. Erdoğan’ın ve Erdoğan’a yakın olanların okuduğu kitapların çok önemli bir kısmı 1970’lerde bu temele dayanan kitaplar, komplo teorilerine dayanan, Türklüğün İslam’ı yönetmek üzere yaratılmış olan bir güç bir etnik grup olduğunu dile getiren İslam’ı Türklükle belirleyen ama aynı zamanda Türklüğü de İslamlıkla belirleyen kitaplar.
Bu sadece Türkiye’de geçerli olan bir olgu değil, bunu Putinizmde de görmekteyiz. Putinizm ve Erdoğanizm arasında çok ciddi ortaklıklar var ve Putin’in söyleminde de Rusluk sınırının olmadığı dile getirilir.
Bahçeli iç cepheyi güçlendirmekten bahsetmişti fakat İsrail hiçbir zaman Türkiye’yi tehdit etmedi ama “bir gece ansızın gelebiliriz, nasıl ki Libya’ya gittik girdik nasıl ki Karabağ’a girdik İsrail’e de gireriz” söylemi Erdoğan tarafından dile getirildi ya da “Atina’yı gerekirse füzelerle bombalarız” söylemi. Sosyal Darwinizm, milletleri birbirlerinden farklı ve birbirleriyle savaş halinde olan türler olarak gören biyolojik türler olarak gören bir akımdır ve 1945’e kadar olan Avrupa tarihini ele aldığınız zaman bu Sosyal Darwinizm son derece önemli bir rol görmekteydi. Savaşların temelinde bu vardı.