Sessizlik Öldürür

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Açlık grevi, grevi gerçekleştirenlerin yemek yemeyi tamamen ya da büyük oranda reddettiği bir protesto yöntemidir.

Açlık grevinin tarihi, özellikle Hristiyanlık öncesi İrlanda’ya ve doğuda MÖ 400-750 yılları arasında, Antik Hindistan’a kadar uzanmaktadır. Antik uygulamalarda grevi yapan kişi, kendisinin hakkını elinden alanın evinin kapısı önünde grevi gerçekleştirir. Özellikle İrlanda’da bu grevin ne şartlar altında ve nasıl yapılacağına dair çok belirgin kurallar bulunmaktadır; dolayısıyla bu tip bir protesto, insanlık tarihinin önemli bir bölümü boyunca yer etmiş, toplumsal mücadelenin bir parçası olmuştur.

Elbette, tarihsel olarak açlık grevlerinin başarı yüzdesini hesaplamak oldukça zordur. Ancak amaç, erişebilir hedefler koymak ve bunun için mücadele etmek, halkın ilgi ve dikkatini çekmeyi başarmaktır.

DTK Eş Genel Başkanı aynı zamanda HDP Hakkâri milletvekili Leylan Güven’in tecridin son bulması talebi ile 8 Kasım’da başlattığı açlık grevi kritik eşiğe geldi. Tecride ilişkin Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi şu an Türkiye ve Kürdistan’daki tüm cezaevlerinde siyasi tutsakların da girmesiyle sürüyor.

Hükümetin ve dünyanın bu eylemlere göz yumması sürerken, dalga dalga büyüyen açlık grevi direnişleri, akıllara bir kez daha diktatör rejimlere karşı sergilenen tarihteki açlık grevi eylemlerini getiriyor.

Tüm demokratik, siyaset kanallarının kapatıldığına inanılan süreçlerde başvurulan bir direniş ve protesto yöntemi olan açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip olmasının yanı sıra şimdiye kadar dünyanın birçok ülkesinde başvurulan ve bütün kültürlerde saygıyla karşılanın son derece güçlü politik eylem biçimi oldu.

Roma döneminde, Hristiyanlara dönük baskıya tepki olarak Roma İmparatoruTiberius’un yakın arkadaşı ve aynı zamanda ünlü bir doktor olan Nerva, açlık grevine başlar. Tüm engelleme çabalarına rağmen Nerva, ölümünün yakın arkadaşını sarsacağına inanarak eyleminden vazgeçmeyerek ölmeyi tercih eder…

Açlık grevlerinin politik bir mücadele biçimi olarak uygulanmasının ilk örneklerinden birine de Çarlık Rusya’sında karşılaşırız. Dönemin baskı ve zulmüne karşı siyasi hükümlüler açlık grevi başlatarak direnişe geçer. Baskılara rağmen bu eylemlerinden taviz vermezler.

Açlık grevleri eylemcilerine karşı bilinen ilk zorla beslenme ise; 1889’larda Fas’ta bulunan Kara (Qara) Cezaevinde yaşanır. Grevi sürdüren kadın eylemcilere dönük zorla beslenme baskısı uygulanarak direnişi sonlandırma çabası içine girilir.

1920’lere gelindiğinde ise yine Rus coğrafyasında tarihe geçen bir açlık grevi direnişi sergilenir. Temmuz 1921’de Taganka Cezaevinde hukuksuz tutuklandıklarını söyleyen ve aralarında Fanya Baron, LevTcherny ve İvan Gavrilov gibi isimlerin de bulunduğu 13 tutsak, özgür kalma talebiyle açlık grevi başlatır. Fakat eylemin henüz ilk ayında eylemciler Sovyet birliğinin istihbarat birimi olan Çeka tarafından öldürülürler.

Taganka’daki bu eylem, katliamla bastırılmasına rağmen etkisi sonraki dönemlerde Sibirya ve Sovyet Rusya’nın çeşitli bölgelerinde devam eder. Bunlardan biri de 1966’dan 1986’ya kadar tutsak kalan Kırım Tatarlarından Mustafa Cemilev’in, insan hakları tarihinin bilinen en uzun açlık grevi eylemidir…

Açlık grevi eylemleri, coğrafyalar, zaman ve kişiler farklı olsa da rejimler karşısında hep ortak paydada buluşarak devam etmiştir. Bunun bir örneği de 20. Yüzyılın başlarında Birleşik Krallıkta yaşandı. 1990’ların başlarında İngiltere ve Amerika’da kadın haklarını savunmak için yola çıkan ve kamuoyunda Süfrajetler olarak bilinen kadınların gerçekleştirdikleri açlık grevi, o döneme damgasını vurdu. İngiliz cezaevlerindeki Süfrajetlerin gerçekleştirdiği açlık grevinden ilki, 1909’da Marion Dunlop tarafından başlatıldı. Açlık grevine yoğun tepkilerin yükselmesi sonucu Marion, serbest bırakıldı. Ardından diğer süfrajetler de açlık grevine başladı. İngiliz yetkililerin Süfrajetlerin başlattığı bu eyleme “zorla besleme” yöntemi ile müdahalede bulunması sonucu Mary Clarke, Jean Hewart, Katherine Fry ve birçok süfrajet yaşamını yitirdi.

İngiliz yoldaşları gibi Amerikalı Süfrajetler de politik bir protesto yöntemi olarak açlık grevlerine başvuranlardan oldu. Sergilenen bu direnişlerden sonra 1919 ve 1920 yıllarında ABD’de ve 2 Temmuz 1928’den itibaren Büyük Britanya’da seçme ve seçilme hakkının değiştirilmesiyle kadın hareketleri amacına ulaştı.

Yine, Hindistan ve Hindistan bağımsızlık hareketinin siyasi ve ruhani lideri Gandhi, İngiliz sömürgesindeki Hindistan’ın bağımsızlığı için açlık grevi başlatır. Birçok kez açlık grevine giren Gandhi’nin bu sivil itaatsizliği, İngiliz sömürgesinin uygulamalarına karşı sarsıcı bir etki yaratır. Gandhi tarafından “şiddet yok” sloganı ile sürdürülen bu sessiz direniş, sonraları halk hareketine dönüşür…

Gandi’nin gerçekleştirdiği açlık grevi eylemi toplumda etkisini sürdürürken, siyasi anlamda dünya tarihinin önemli süreçlerden geçtiği 60’lı yıllarda, bu kez Almanya’da direniş başka bedenlerde hayat buldu…

Almanya’da baskıcı sistem karşısında silahlı mücadele yolunu seçen Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF üyeleri, gerçekleşen birçok eylemin ardından tutuklanmalarıyla başlar bu süreç. RAF üyeleri, ağır tecrit koşullarına ve yoldaşlarının katledilmesine karşı direnişe geçer ve 1972-1975 yılları arasında 3 kez açlık grevine girerler. Bu açlık grevlerinden en uzunu üçüncüsü olur. 145 gün süren bu grev sırasında tutsaklardan Holger Meins yaşamını yitirir. Holger’in yaşamını yitirmesine rağmen geri adım atmayan yetkililere karşı, cezaevi dışında da direniş başlar. Dışarıda eylemlerin yayıldığı sırada 35 RAF militanı, açlık grevine başlar. Devlet tutsakların grup halinde kalmasına izin verileceğini ve cezaevleri arasında davalara göre tutsak değişiminin mümkün olacağına dair söz verince, tutsaklar açlık grevini sonlandırır.

Söz konusu açlık grevi direnişçileri ise akla gelen isimlerden biri de şüphesiz Bobby Sands’tır…

Biritanya sömürgesine karşı devrimci tutsaklar tarafından yürütülen açlık grevleri ile dolu olan İrlanda tarihi, Bobby Sands ve yoldaşlarının açlık grevi direnişi ile adeta bir dönüm noktası yaşar…

1970 yılında kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu üyeleri, cezaevi koşullarını ve tek tip elbise dayatmasını protesto etmek için kendilerini açlığa yatırırlar. Bobby Sands da dâhil olmak üzere 10 kişinin hayatını kaybettiği 1980/1981 açlık grevleri, siyasi bir silah olarak en meşhur kullanım örneğidir. Filmlere de konu olan Bobby Sands,  ölümünden önce Sinn Fein tarafından İngiliz Parlamentosu’na aday gösterildikten sonra milletvekili seçilmişti. Kendisiyle birlikte 10 tutsağın ölümünün ardından hükümet, İrlandalı tutsakların siyasi statülerini yeniden tanımak zorunda kaldı.

Açlık grevi direnişleri gerçekleştikleri her coğrafyada oranın toplumu, halkları için birer dönüm noktası olup, her zaman tarihin akışını değiştirmeye yönelik önemli bir potansiyeli kendilerinde barındırdılar. Bunun en somut örneği ise Kürt halkının gerçekliğinde vücut bulmuştur…

“Cehennem” olarak nitelendirilen Diyarbakır zindanlarında, 12 Eylül cuntasının tüm irade kırma ve onursuzlaştırma çabaları karşısında sergilenen açlık grevi direnişleri, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin mihenk taşlarından oldu…

Esat Oktay öncülüğünde Diyarbakır zindanında uygulanan “insanlık dışı ve onur kırıcı” işkencelere cevap olarak başlatılan ölüm orucu direnişi 17 Eylül’de Kemal Pir, Akif Yılmaz, Hayri Durmuş ve Ali Çiçek “BİZ YAŞAMI UĞRUNA ÖLECEK KADAR SEVİYORUZ” sözleriyle şehadete ulaşmalarıyla tarihe geçer… Kürt halkı için dönüm noktalarından biri olan bu tarihi eylemin gerçekleştiği 1981 ve 1984 yılları arasında Diyarbakır zindanlarında 34 kişi hayatını kaybetti.

80’li yıllarda açlık grevi direnişleri cezaevlerinde dalga dalga yayılarak bir direniş geleneği olarak sürdü. 80’lerden 2000’li yıllara kadar Alemdağ, Metris, Sağmalcılar ve Ulucanlar cezaevlerinin de aralarında olduğu cezaevlerinde birçok açlık grevi direnişi gerçekleşti. Bu eylemlerde, 13 Nisan 1984’te Metris ve Sağmalcılar cezaevinde 4 siyasi tutsak, 2 Ağustos 1989’da Eskişehir cezaevinde ve Eskişehir Özel Tip cezaevinin kapatılması için açlık grevi eylemi başlatan Mehmet Yalçınkaya ve Hüseyin Eroğlu yaşamlarını yitirdiler. 27 Mayıs ile 6 Haziran 1992 tarihleri arasında 29 devrimci tutsak tarafından Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirilen bir diğer açlık grevi eyleminde ise, direnişi bastırmak için 26 Eylül 1999 günü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde düzenlenen operasyonda 10 tutsak katledildi.

Diyarbakır zindanlarından sonra Türkiye tarihinin belki de en çok belleklerde kalan açlık grevi direnişleri 2000’li yıllarda sergilendi.

20 Ekim 2000 tarihinde Türkiye’de bulunan 18 cezaevinde 865 tutsak ve hükümlü, F-tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla açlık grevi ve ölüm orucuna başladılar…

Devletin başlatılan açlık grevi ve ölüm orucu direnişlerine yanıtı ise katliam oldu. 19 Aralık 2000’de “hayata dönüş operasyonu” adı altında açlık grevi ve ölüm oruçlarının devam ettiği cezaevlerine yönelik saldırı operasyonu başladı…

Aralarında Ulucanlar ve Bayrampaşa cezaevlerinin de olduğu yaklaşık 20 cezaevine yönelik başlatılan eşzamanlı askeri operasyon 22 Aralık 2000 tarihine kadar sürdü. Saldırılarda 2 asker ve 30 tutsak yaşamını yitirdi. Onlarca siyasi tutsak ise ağır yaralandı. Açlık grevi eylemine katılanların çoğu wernicke-korsakoff gibi etkisi ömür boyu sürecek olan hastalıklara yakalandılar.

Ve bugün bir kez daha bedenler ölüme yatmış durumda. Süfrajetlerin, BobySandsl’arın, Kemal Pir’lerin o direniş ruhu Leyla Güven öncülüğünde yüzlerce siyasi tutsağın bedeninde anlam bulmaya devam ediyor…

Bu durumda halka düşen, vatandaşları arasında eşitlik, adalet, hukuk arayan ve bunu bulamadığı için açlık grevi yoluyla protesto etmeyi seçenlere kulak vermek, seslerine ses, umutlarına umut olmaktır. Yoksa insanlar, kendilerine zarar verdikleriyle kalacaktır.

Dersim Gazetesi

Sessizlik Öldürür
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA