“Dinlediğim için
bir hikâye anlatıcısıyım.”[1]
Dersimli kadim bir dostu(mu)n, 11 yıl 10 ay hapis cezası çarptırılıp,[2] Elazığ (2 No’lu Yüksek Güvenlikli CİK) Zindanı’nda yatan kardeşim Ergin Doğru’nun ‘Ateşten Yaşamlar’[3] başlıklı romanından söz etmeden önce Lucius Annaeus Seneca’nın, “Kitap okumayan insan kör, sağır ve dilsizdir”; Ray Bradbury’ın, “Kitaplar aptal, salak olduğumuzu bize hatırlatmak için var”; Cesare Pavese’nin, “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır edebiyat,” saptamalarının altını çizmeliyim.
“Neden” mi?
Ergin Doğru’nun ‘Ateşten Yaşamlar’ını okuduktan sonra ölümle yaşamın, cesaretle korkunun, çaresizlikle umudun nasıl kol kola olabileceğini; inançla mücadelenin insanîliğini; direnişi gördüm. Sanıyorum ki ‘Ateşten Yaşamlar’ tüm bunların toplamını olanca netliğiyle yazan direnenlerin romanı…
* * * * *
Galiba, “edebiyat gibi edebiyat”ın hakkını verenlerin yapması gereken de bu. Edebiyat, insan(lık)ın yaşam-ölüm makasındaki var oluş öyküsünün dökümünden başka nedir ki?
Kolay mı?
Edebiyat anlatmanın, göstermenin, soru sormanın insanî erdemidir; yerkürede ve coğrafyamızda tarihinin dayattığı çok katmanlı gerçekliklerle yüz yüzeyken; sözcükler elbette çok değerlidir ve bilinç(ler)i tutuşturmak, hakikâti açıklamak konusunda büyük imkânlar sunar.
Yaşa(tıl)dığımız coğrafya sürgünler, katliamlar, savaşlar, acılar ile tanımlıyken; bunlar yazarın kaleme aldığı, alması gereken hayattan başka olabilir ki?
Hem de “… ‘Özgürlük’ benim ülkemde politik mahkûmların yattığı bir cezaevi, pek çok terör rejimine ‘demokrasi’ deniyor; ‘aşk’ sözcüğü insanla otomobili arasındaki ilişkiyi tanımlıyor ve ‘devrim’den yeni bir deterjanın mutfakta yapabilecekleri anlaşılıyor; ‘zevk’ belirli marka yumuşak bir sabunun ürettiği bir şey ve ‘mutluluk’ sosis yemenin verdiği bir duygu,”[4] biçiminde betimlenilmesi mümkün bir çürümenin orta yerinde çok şeyin içi boşaltılmışken, zamanın ve yaşamın tanıklığına soyunuyor Ergin Doğru…
Hem de ahmaklaştırma çarkları tam istim dönerken; edebiyat artık “piyasaya” düş(ürül)müş ve değeri de medyada yer alışı ile belirlenmekte iken…
Edebiyatın bir dil işçiliği olduğu sorumluluğuna sırt dönmeden; “edebîlik”(?) adına(!) arabeski yeniden üretmeden; var olanı restore etmeden; yeniden kurgulamadan, yani döne döne “Yenil, yine yenil, daha iyi yenil” hikâyeleri anlatmakla sınırlanmayıp; “Kazanacağız” diye haykırarak…
Yani arabeskin “kaderci”, “bireyci”, “çıkışsızlık” içeren “hâlet-i ruhiye”sine itiraz ederek, egemenlerin topluma ve dış dünyaya dayattığı uyumu reddedip; metalaşmış dünyanın ikiyüzlü ilişkilerini açığa çıkartarak…
Belirtmeden geçmeyeyim: “Düşünceyi yaşamında kullanamıyorsan hiçbir etkisi olmamış demektir. Etkisi olması için o düşüncenin kullanılması gerekir,” diyen Aziz Nesin’in sözlerini anımsattı bana Ergin Doğru’nun ‘Ateşten Yaşamlar’ındaki vurgular…
Korku imparatorluğundan korkulmaması gereğini, korkuyu doğuranın üstesinden nasıl gelineceğini, korkuyu yenmenin yollarını yani insan(lar)ın korkuyu yenmesinde edebiyatın işlevini hatırlattı bana; Yaşar Kemal’in, ‘İnce Memed’indeki üzere…
* * * * *
Ergin Doğru’nun yazdıklarını önemsiyorum. Çünkü karşımıza vicdan duygusuyla yazan, meselesi olan bir romancı kimliğiyle çıkıyor. Tıpkı Gabriel García Márquez’in, Yaşar Kemal’in zengin derinliğini anımsatırcasına.
Romanındaki edebî bakışın elbette bir dünya görüşü, yaşam felsefesi var; romanına yansıyan temel olgular da bunlar.
Bir yapıt açısından etkilerinin, kalıcılığın “sırrı” da buradadır. Kimilerinin gör(e)mediği ve olduramadığı da budur zaten.
İşte bu özellikler ‘Ateşten Yaşamlar’ı, “Niçin okumalıyız” sorusunun da yanıtıdır. Yani tutumu, düşünce yapısı, bakış açısı, dünya görüşü, vicdanî ve ahlâkî duruşu, tarih bilinci, ufuk açıcı birikiminden…
Bunları çoğaltabiliriz. Ancak fazlasına gerek yok. Bir okuru yazara götürenler aşağı yukarı bunlardır. Bir şeyi daha eklemeden geçmeyeyim: Edebiyat düş gücüdür ya da düş gücünün kaldıracıdır. Çünkü insan(lık)ın düşleri için özgürlükçü/ eşitlikçi yeni bir dünya özlemi dillendirmek edebiyatın vazgeçilmez tutkusudur. Sakın ola unutulmasın: Özgürlükle, ölümsüzlükle birlikte insan(lık)ın en büyük tutkusudur düş gücü.
Düş olmazsa yaşam anlamsızlaşır; düşler insan(lık)ı insanlaştırır.
İnsanın özgürlük ve ölümsüzlük özlemleriyle birlikte en büyük tutkusu olan düş gücü romantizmle, yaratıcılık, tarihsellik, bireysellik, duyguyla edebiyatın başat öğesidir.
* * * * *
Edebiyatın görevlerinden birinin de egemen güçlere karşı soru sormak ve yeni ifadeler üretmek olduğu bilinciyle ‘Ateşten Yaşamlar’, egemen aklın Kürtlere yönelik geliştirdiği politikaları tartışmaya açıp; alternatif yaşamın politik pratiğine içkin gerçekliği dillendiriyor.
“Yeni başlangıcın anlam ve değer kazanması, aynı zamanda hakikâtine yapacağın yolculukla orantılıdır. Zor koşullarda, imkânsızlıklarda var olma, hakikâti açığa çıkarma ve kendi hakikâtimizden geleceği kurmaya çalışıyoruz,” diyerek…
Üniversiteli gençliğin siyaset ile buluşmasını; verili düzenin devletin ideolojik aygıtları, özellikle de aile aracılığıyla gençlere mal ettiği “olağan”ın gerçek hayatla çelişkisini; bu uğurda direnen, hatta ihanet zayıflığına düşen ve aşk ile mücadele arasında seçim yapmak zorunda kalanları anlatıyor.
Özetle: 90’ların başında İstanbul’a üniversite okumaya gelen bir grup Kürt öğrencinin içine girdiği arayışlarla özgürlük hareketiyle tanışmalarıyla birlikte, kendilerini dair edindikleri bilinçle, bireysel ve toplumsal gerçekliklerini anlamaya başlamaları ve bu doğrultuda hayata karşı aktif ve sorumlu tuttum almaya karar vermeleri ve böylece de gerektirdiği yeni bir kişilik ve yaşam yaratısına girişmeleri anlatılıyor yapıtta.
Bu girişimin güncel mücadeleyle bağlantısını kurarak attığı adımlar 38 Dersim’iyle “buluşur”ken; tarih canlanıyor…
“Kayıp çocuk”ların asimilasyonu ve ötesi…
Köktenci dönüşümlerle egemen politikanın iflası…
Ali ile Nevres’in aşkına mündemiç soru(n)lar…
Mücadelenin ideolojik yapısından sapan başkalaşım ve bunun beşerî ilişkilere yansıması…
Geriye dönüşler, hafıza yolculuğu…
Bir tarihsel döneme tanıklık…
Arzularına yenik düşen kişi(lik)ler…
Kanımca ‘Ateşten Yaşamlar’, Ergin Doğru’nun ilk romanı olsa da onuruna, tarihine, mücadeleye sahip çıkan insanlar ustalıkla betimliyor.
* * * * *
“Paranın ve ölümün övülmesine hayır diyoruz. En çok malı olanın en değerli olduğu, mallara ve insanlara fiyat biçen bir sisteme hayır diyoruz. Silahlara her dakika iki milyon dolar harcayan ve her dakika otuz çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya hayır diyoruz,”[5] haykırışını anımsatan Ergin Doğru’nun ‘Ateşten Yaşamlar’ına dair son sözüm: “Pro captu lectoris habent sua fata libelli/ Kitapların kaderi okuyucunun algısına bağlıdır,”[6] olacaktır.
Şimdi sıra sizde okuyucular; Elazığ zindanından yanıtınızı bekliyor yazar(ımız)
N O T L A R
[1] John Berger.
[2] “Eski DBP ve HDP Yöneticilerine Hapis Cezası”, 20 Şubat 2018… https://www.haberler.com/eski-dbp-ve-hdp-yoneticilerine-hapis-cezasi-10585487-haberi/
[3]Ergin Doğru, Ateşten Yaşamlar, (Dersim Araştırmalar Merkezi (DAM) Yay., 2021, 567 sahife.[4] Eduardo Galeano, Biz Hayır Diyoruz, çev: Bülent Kale, Metis Yay., 2008, s.27.
[5] yage, s.193.
[6] Latince Güzel Sözler Antolojisi, der./ çev: Çiğdem Dürüşken, Alfa Yay., 2015.