Dersim’in ilçelerinin kitabını derleyen Prof. Şükrü Aslan: Bu şehrin geçmişine çok ihtiyacı var

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Şükrü Aslan: Biz yerel dinamikler olarak kendi geleneğimizi, meşrutiyetimizi kabul ettirmeye yönelik müdahale ve pratikler ürettiğimiz zaman, dönüştürücü bir etki sonuç yaratabiliriz. Bizim o coğrafyaya bir borcumuz var. Bu bizim hikâyemiz. O hikâyeyi biz anlatmazsak, yazmazsak, üretmezsek hiç kimse yapmaz. Yapan da bizim gibi yapmaz. Kendi zaviyesinden yapar.

 

 

Dersim’in ilçelerini kitaplaştırma fikri nasıl oluştu, hangi sosyal ihtiyaçlardan kaynaklandı?

Dersim’le ilgili 2010 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan bir çalışma yapmıştım; Herkesin Bildiği Sır Dersim diye, o çalışma Dersim’in geneline ilişkindi ve tabi aynı zamanda ekonomisini, demografisini, toplumsal ve siyasi tarihini, tarihinin kırılma noktalarını 1938’i içeren bir kitaptı. Fakat o çalışmayı yaparken şunu fark ettim; Dersim’in her bir ilçesi ve hatta köyleri bile böyle bir çalışmaya konu olabilecek özellikler içeriyordu. Bazı köyler var ki mesela sırf onların demografisine dair bir kitap çıkarabilirsiniz, sırf onların toplumsal ve iktisadi tarihine dair bir kitap yapabilirsiniz. Böylesine zengin, siyasi ve toplumsal geçmişi olan yerleşimler. Bu fikir oradan çıktı. Herkesin Bildiği Sır Dersim kitabı evet pek çok araştırmacı için bir başvuru kaynağı oldu. Doğru ama o şemsiyenin altında hala bakmamız gereken birçok yer vardı. Birçok konu vardı onları nasıl yapabilirim diye düşündüm, aynı metodoloji ile hemen hemen her bir ilçenin hikayesine bakabilirim diye karar verdim.  Ve sonradan bunların bir tanesiyle başlama noktasında bir karara vardım. Ve böyle bir ihtiyaçtan çıktı. İlk örnek de Pülümür kitabı oldu.

Neden Pülümür?

Şüphesiz benim Pülümürlü olmamın da bunda bir etkisi var. O sıralar Pülümür köylerine, coğrafyasına dair tanıklık ettiğim pek çok vaka vardı, pek çok mekân vardı. Pülümür’le başladım. Pülümür kitabı, bizim aslında böyle çok hızlı yaptığımız bir çalışma oldu çünkü yazmaya hevesli çok arkadaş vardı. Bunların büyük bölümü Dersimli akademisyen arkadaşlardı. Dersimli olmayan arkadaşlar da vardı. Aşağı yukarı aynı metodoloji ile Pülümür’ün tarihine, demografisine baktık. Toplumsal yapısına, gündelik hayatına baktık, inançlarına, inanç mekanlarına baktık, kimliğin nasıl kurulduğuna ve nasıl dağıtıldığına baktık. Devlet politikalarının etkilerine baktık, diline ve dillerine baktık. Öteki kimliklerine, Ermeni kimliğine baktık. Neticede bu çalışmamız 2016 yılında ütopya yayınları tarafından yayınlandı.

Pülümür kitabının bu kadar ilgi göreceğini tahmin ediyor muydunuz?

Doğrusu bu çalışmanın bu kadar ilgi göreceğini beklemiyordum çünkü biz akademisyenler bu şu kadar ilgi görür, şu kadar satar diye çok düşünmeyiz.  Sonuç olarak Pülümür kitabımız yanılmıyorsam üç ya da dördüncü baskısını yaptı. Yayınlandıktan çok kısa bir sonra iki ay içerisinde baskısı bitti.

İkinci kitap olarak Hozat’ yaptınız.

Evet ikinci çalışma olarak Hozat’ı yaptık. Üçüncü çalışma olarak Mazgirt’i, dördüncü çalışma olarak Ovacık’ı yaptık.

   

Ovacık kitabı sayfa sayısı olarak epey bir hacimliydi.

Evet, Pülümür kitabından iki misli kalındı. Onun da nedeni yazmak isteyen arkadaşlar çoğaldı. Kitap akademik ortamda tanınınca Ovacık’a dair ben de yazmak isterim diyen çok arkadaş oldu. Genelde derleme çalışma yapan arkadaşlar çok zorlanırlar; şunu kim yazar, onu kim yazar diye. Biz ise hangisini seçelim, kim yazsın derken birden fazla taleple karşılaştık. Onlar içerisinden bir seçme yaptık.

Derlemeyi oluştururken katılımcı yazarları hangi kriterler üzerinden belirlediniz?

Tabi burada şuna dikkat ettik. Biz de akademisyen olmayan fakat pek çok akademik çalışmayı bile geride bırakacak, nitelikli eserler çıkarmış arkadaşlar var. Onlara danıştık, ulaştık. Onların kendi bakış açılarından, neyi çalışmak, neyi yazmak istiyorlarsa onu dâhil edebilecekleri alanlar açtık. Dahası aynı zamanda bizim coğrafyamız politik bir coğrafyadır. Sol politik bir coğrafyadır. Dolayısıyla bu kitaplara, bu ilçelerdeki sol politik geleneğin kuruluş ve gelişme biçimlerini de dahil ettik. Bunu bazen akademisyenler yazdı. Bazen o siyasal geleneklerin içinden gelen arkadaşlar yazdı. Hozat kitabında doğrudan o siyasi geleneğin içinden gelen bir arkadaş yazdı ama mesela Ovacık kitabında, toplumsal hareketler üzerine çalışmaları olan Ovacıklı bir akademisyen arkadaş yazdı. Dolayısıyla aslında kapsayıcılık açısında bir denge var. Dışarıda bir şey bırakmamaya dikkat ettik. Ama yine de pek tabii olarak dışarıda kalmış birçok şey vardır.

Toplumsal cinsiyet dengesi ve Kırmancki dili açısından kitapları nasıl değerlendirirsiniz?

İki şeye dikkat ettik: Kadın yazarlar bir de kendi ana dilimizde yazı yazılması. Aslında bu ikisinde de biraz zorlandığımızı söyleyebiliriz. Kadın erkek dengesi diyelim, toplumsal cinsiyet dengesi bizim zorlandığımız hususlardan biri oldu. Onu ihmal ettiğimizden değil de, çoğu kez herhangi bir konuyu yazabilecek kadın araştırmacı ya da kadın akademisyen bulmaktaki zorluklardan kaynaklandı. Aynı zorluğu kendi anadilimizde de yaşadık. Anadilimizde kim yazabilir? Neredeyse her kitabımıza bir iki ya da üç tane yazı koyduk. Dolayısıyla bütün kitaplarımızda bu kriterler var. Ama bu da çok yeterli, tatmin edici düzeyde değil. Tabi burada da şöyle bir zorluğumuz var; kendi anadilimizde akademik metin yazma yeteneği pek yok. Bu da belki hepimizin kusurudur ama bizden çok sitemin kusurudur.  Biz asimilatif bir süreçten geliyoruz. Dolayısıyla geriye dönük bırakalım kendi dilimizde yazı yazmayı, konuşmayı bile çoğu arkadaşımız bilmez. Mesela kendimden örnek vereyim; ben anadilimi konuşurum, akademik ortamlarda da kendimi anadilimle ifade ederim ama yazmaya gelince mesela yazamam. Çünkü onun ayrı bir eğitim olması lazım.

Şimdiye kadar kitabı çıkan ilçeler Pülümür, Hozat, Ovacık, Mazgirt.  Bu kitapları Pertek, Nazmiye, Çemişgezek kitapları da izleyecek mi? Sıralamaya nasıl karar verdiniz?

Açıkçası bu çalışmaları yaparken, başlangıçta önce şunu yapayım diye hiç düşünmemiştim. Belki de bunu düşünmeye zaman kalmadı. Sebebini de bilmiyorum ama Pülümür kitabı çıktıktan sonra o sıralarda Hozat’la çok ilgiliydim. O sıralarda arşivlerde yaptım araştırmalar beni sürekli Hozat’a götürüyordu. Hozat’la o ilgili bir belgeler görüyordum, bilhassa özellikle Agzunik. Sadece Ağzunik değil tabi, eski Ermeni köyleri, Sin köyü bunlar özel olarak gidip incelediğim yerlerdi. Ve buralarda dinlediğim hikâyeler beni dehşete düşürmüştü. Yani Hozat’ın ikinci sıraya geçmesinin nedeni o günkü yoğunluğumdu. Hozat ve buna Ovacık’ı eklersek coğrafyasının büyük bir bölümü 1938’de tasfiye edilmişti. Mesela Hozat 1915’te de büyük kırımın mekânıydı. Bize ulaşan verileri çalışma konusu yapmak, toplamak, yazmak, yayınlamak bu nedenle çok önemliydi.

Mazgirt’in üçüncü sırada olması ise Mazgirtli arkadaşlardan bize gelen talepler doğrultusunda oldu. Dolayısıyla sıralamayı biraz da ilçelerden gelen talepler yön verdi. Şu anda beşinci sırada Nazmiye var, altıncı sırada Çemişgezek ve son olarak da Pertek ilçesini çıkaracağız.

Şimdiye kadar çıkan yayınlarda kapsam ve ölçek açısından genel olarak Dersim incelendi ama bu çalışmayla belki de ilk defa ilçe düzeyinde Dersim’e bakılıyor. İlçeler düzeyinde bakıldığında Dersim nasıl alımlanmış?

Birçok farklı parametrelerden bakabiliriz. Her şeyden önce incelediğimiz her ilçe, adına Dersim dediğimiz coğrafyanın bir parçasıdır. Ve öyle olduğu için de hemen hemen bütün hususiyetleriyle adına Dersim dediğimiz coğrafyanın özelliklerinin tipik bir temsili mekânıdır. Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Mesela öteki kimliğe mensup olmak bu nedenle de siyasal hedef haline gelmiş olmak Pülümür’de, Ovacık’ta da, Mazgirt’te de, Çemişgezek’te de var. Yani bütün ilçelerde var. Mesela devlet raporlarına ta Osmanlı’dan beri konu olması hemen hemen hepsinde var. İnanç sistemi, biçimleri konusunda gayri medeni, medeniyet dışı sayılması hemen hemen bütün Devlet raporlarında ve devlet yetkililerin konuşmalarında var. Ya da öteki parametrelerden bakarsak tarıma dayalı olmakla birlikte esas olarak hayvancılığa dayalı bir iktisadi hayatı var, dolayısıyla aslında yoksulluk da var. Aşiretler var mesela farklı aşiretler ama adını değiştirdiğinizde, bir aşirete başka bir aşiretin adını koyduğunuzda öteki ile aynı oluyor. Tarih içerisinde karşılaştığı zulüm gerek kitlesel imha gerek sürgünler bakımından çok benzer. Bazı ilçeleri bundan çok etkilenmiş bazıları ise görece daha az etkilenmiş. Mesela Ovacık ve Hozat en fazla etkilenen ilçeler. Mazgirt, Nazimiye, Pertek görece daha az etkilenmiş. Bu ilçeler görece daha az etkilenen ilçeler ama uygulama hepsinde hemen hemen aynı, her yerde bir toplu katliam hikâyesi görebiliyorsunuz, mekânını görebiliyorsunuz, öldürülen insanların kimler olduğuna dair bilgiler görebiliyorsunuz, dinleyebiliyorsunuz. O hikâyeler size anlatılıyor. Dolayısıyla şöyle diyebilirim; benim kendi akademik araştırmalarımda gördüğüm Dersim’i, ben her bir ilçenin kitabını yazdığımda yeniden görüyorum.

İlçelerin sosyal ve kültürel tarihi, kitaplar düzeyinde açığa çıkarılması Dersim’in tarihsel ve toplumsal hafızası için önemli bir girdi fakat bu girdilerin toplumsal hayat üzerinde hala bir karşılığı oluşturulmadı. Öyle ki Dersim’de tarihsel ve toplumsal sorunları, olay boyutunu aşıp, rejim krizinin asli bir konusu olmasına rağmen, Dersim bu krizi, kentsel mekânın üretimi, kimlik, hafıza, dil, temsiliyet ve kamusallık açısından bir sosyal yapıya taşınamadı. Belediyeler yetersiz kaldı. Sizce neden?

Çok güzel bir şey sordun. Bu biraz da benim yaramdır, bu vesileyle hissiyatımı tam olarak anlatayım. Bizler Dersim’in tarihine dair bellek üretirken bunun Türkiye’nin kendi geçmişiyle yüzleşmesi, Türkiye’nin Dersim’le yüzleşmesi ve Dersim’in de kendi geçmişinin farkına varması gibi bir motivasyonla hareket ettik. Dahası değişik sosyal ve politik kesimlerin geçmişe dair bellek üretme çabasına bir altlık, materyal oluşturmak istedik.

Diyelim ki Ovacık’ı yazarken Seyit Rıza’ya dair bir makale yazdık. Ovacık Belediyesi eğer Seyit Rıza imgesine dair bir mekânsallık üretmek istiyorsa mesela bir bellek evi, müze, anıt alanı gibi, materyal elinizin altında buyurun yapabilirsiniz diyoruz. Hatta Seyit Rıza’nın yaşadığı konağın bir benzerini yapabilirsiniz ve bütün bu materyali onun içine koyup sergileyebilir, müze haline getirebilirsiniz.  Ben bu yüzleşmenin, bütün sosyal kesimler açısından söylüyorum, devlet de dâhil, bu yüzleşmenin esas olarak bu bilginin üretilmesi, mekânsallaşması ve kamusallaşmasıyla ilerleyebileceğini düşünüyorum. Biz bunu kalıcı hale getirirsek bunu yapabiliriz. Dünyanın her yerinden insanlar Seyit Rıza’yı merak ediyor. “Kimdir bu, devlete kafa tutmuş?” diyen var. “Devlet bu masum insanları götürüp katletmiş” diyen var. Biz o hikâyenin bilgisini üretiyoruz. Üstelik bu bilgiyi üretirken sadece devlet arşivlerine, sözlü anlatılara dayanmıyoruz. Ulusal ya da uluslararası ne kadar literatür varsa bunların hepsine dayanıyoruz. O zaman bütün bu bilgiyi götürelim mekânsallaştıralım. Bir yer yapalım, koyalım. Dünyanın neresinden insanlar geliyorsa Seyit Rıza’yı mı merak ediyor, onu doğrudan Ağdat köyüne götürelim. O Konağın içinde dolaşmasını sağlayalım. Hem coğrafyayı görsün hem köyü görsün hem de o belgelerden bütün bu hikâyenin detaylarını öğrensin. Bunun Türkiye çapında gerçekleşebilmesi, Türkiye Cumhuriyeti rejiminin geçmişi ile yüzleşmesi ile mümkün.

Mümkün mü, bu konuda umutlu musunuz?

Değilim, umutlu olmak için sebep yok. Ne yazık ki göremiyorum. Ama biz yerelde Dersim toplumu olarak bunu yapabiliriz. Burada esas sorumluluk alması gerekenler belediyelerdir. Ben aynı zamanda yerel yönetimler konusunda akademik çalışmalar yapan birisiyim. Yani yerelde bunun yasal olarak da yapılmasının da mümkün olduğunu biliyorum. Altını çiziyorum yasal olarak da bunu yapabilirsiniz Bu mümkün, size politik bir müdahale olur mu? Olur! Elbette olur, Türkiye böyle bir ülke; ama siz hem meşruiyet açısından hem yasallık açısından kendi geçmişinizi mekânsallaştırabilirsiniz, anlatabilirsiniz. Bu kitapları yazıyoruz, hazırlıyoruz bu kadar emek veriyoruz ki çalışmaları ortaya çıkardığımız için de çok mutluyuz ama belediyeleri yöneten arkadaşların bu materyallere, birikime sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Bugün ben kendi şehrime gittiğimde bu kadar bilgisi üretmiş bir akademisyen olarak kendi şehrime gittiğimde çoğu kez Orta Anadolu’nun bir kasabasına, bir şehrine gitmiş gibi hissediyorum çünkü bir fark yok. Geçmişimize dair mekânsal hiçbir şey yok. Bizim farkımız dilimizdir mesela, o da konuşulmuyor. Çorum’a Çankırı’ya gittiğinizde ne görürsünüz? Cumhuriyet Meydanı, Atatürk Anıtı, İnönü Caddesi bunları görürsünüz. Bizde de hemen hemen öyle yani bize dair bir şey yok. Dersim dünyada dolayısıyla Türkiye’de, Alevilerin çoğunluk olduğu tek şehir. Bu bir özgünlük, sosyolojik olarak baktığında bu özgün bir şey ama bizim şehir merkezlerimizde bu özgünlüğü gösteren hiçbir şey yok.

Seyit Rıza heykeli bir istisna olabilir.

Allah’tan ki Edibe Hanım belediye başkanıyken Seyit Rıza heykelini dikmiş. Emin ol Seyit Rıza heykeli de olmasa geçmişimize dair hiçbir şey yok. Dersim’in Çankırı’dan bir farkı olmayacaksa o zaman bütün bu bilgiyi niye üretiyoruz? Bu bilginin artık bir karşılık bulması gerekiyor. Daha ilginç bir şey söyleyeyim. Bizim hemşerilerimiz kendi politik geçmişleriyle çok övünürler.  Toplumsal mücadele, sosyalizm, muhalefet vesaire. Bizim şehrimizin Türkiye’nin sol politik geleneğinde merkezi rol oynadığını gösteren bir iz ve işaret gösterebilir miyiz? Oysa Dersim, Türkiye devrimci hareketinin bir dönem kalbiydi. Onun bir bellek evi yok, müzesi yok. Hiçbir şeyi yok. Avrupa’da herhangi bir şehre gittiğimizde ne görürüz? O şehrin geçmişini anlatan bir mekân. Amsterdam’a gittiğinizde Yulaf Müzesi’ni bile görebilirsiniz. Çünkü yulafıyla ünlü.

1915, 1938 Kırımını yaşamış, Alevi, Kürt ve sol politik geleneğiyle öne çıkmış bir şehirde bu özgünlüklerden hangisinin bir izi var? Hiçbiri! O yüzden belediyelerimize çok iş düşüyor. Yerel seçimlerden sonrası için biraz umutluyum. Bir yerel yönetim çalıştayı yapılmalı ve üretilen bu bütün bilginin kamusal, mekânsal hale getirilmesinin yolları tartışılmalı. Belediye başkanlarımız bu noktada bir sorumluluk almalı yani bizlere “hocalarımız siz bunu yazdınız, hadi kurun deseler” hiçbir maddi beklentimiz olmadan gidip kurarız. Yeter ki o politik irade gösterilsin. Bu şehrin geçmişine çok ihtiyacı var. Eğer bu memlekette bir yüzleşme olacaksa şimdiyi ve geleceği kuracaksa ancak böyle adımlar atılarsa, atabilirsek kurabiliriz. Bakın bir şey daha söyleyeyim benim ve arkadaşlarımın bu çalışmalardan maddi bir kazancı yok. Kitapların, çalışmaların bütün satış gelirleri, Dersim’deki bellek çalışmaları, hafıza mekânı inşası için kullanılıyor. Misal Pülümür kitabının gelirleri, 17 Ağustos 1938’de Pülümür deresinde katledilen 16 kanaat önderinin anısına inşa edilen hafıza mekânı için kullanılıyor.

Bütün bu süreçte egemen siyasete yön veren siyasi aktörler değişmiş olmasına rağmen inanç, dil ve kimlik açısından asimilasyonun yönü ve nesnesi değişmemesini nasıl yorumlanmalı?

Biz yerel dinamikler olarak kendi geleneğimizi, meşrutiyetimizi kabul ettirmeye yönelik müdahale ve pratikler ürettiğimiz zaman, dönüştürücü bir etki sonuç yaratabiliriz. Bizim o coğrafyaya bir borcumuz var. Bu bizim hikâyemiz. O hikâyeyi biz anlatmazsak, yazmazsak, üretmezsek hiç kimse yapmaz. Yapan da bizim gibi yapmaz. Kendi zaviyesinden yapar.

Pertek, Çemişgezek hakkında da bir şeyler sormak istiyorum. Bu iki ilçe gelinen noktada (özgül tarihi ve politik gelişmelerle birlikte) tarih, siyaset, inanç ve kimlik açısından Dersim şehir bütünlüğünün zayıf halkaları olarak öne çıkıyor.  Geçenlerde Dersim gazetesinde okuduğum bir haberde, eski AKP Dersim İl Başkan Yardımcısı İbrahim Enes Somyürek, Çemişgezek Belediye Başkanlığı’na adayı gösterilmesinin ardından hazırladığı seçim vaatleri arasında belediyeye 100 tane güvenlik korucusu alınacağını duyurdu. Ne dersiniz?

Şehirlerde enteresan bir iktisadi ilişkiler ağı var. Şehrin önemli bölümü devletten yardım alıyor. Yaşlılık maaşı, fakirlik maaşı alıyor. Kamuda çalışanları kastetmiyorum. Zaten önemli bir bölümü kamuda çalışan nüfus. Onun dışında kalanlar da bir şekilde devletten yardım alıyor. Bu iktisadi ilişkinin sosyolojik karşılığı şudur; şehir aslında devlete bağlı ve şehir, devletten aldığı yardımlarla geçiniyor. Bu sosyolojik vaka üzerinde bir sürü politik analiz yapabilirsiniz.

Şehirde kamuya eklemlenmek, kamudan yardım almak bir öncelik haline geliyor. Alamayanlar varsa onlar da bir şekilde devletten destek almak gibi bir çaba içerisinde oluyorlar. Bunun için onu onları kınayamıyorum. Çünkü şehir onlara başka bir seçenek sunmuyor. Belediye Başkanı kendi ilçesinde korucu olmak isteyen çok sayıda insan olduğunu biliyor. Dolayısıyla belediye başkanının söyleminden çok, bizim şehrimizde korucu olmaya hevesli insanların sayısının çokluğunu konuşmamız gerekir. Biz başka ne gibi seçenekler üretebiliriz? Eğer o seçenekleri üretirsek zaten emin olun kimse korucu olmaz, öyle bir çağrı da yapılmaz.

Ovacık ve Hozat gibi ilçelerde farklı politik geleneklerin moral ve politik varlığı, toplumsal hayat üzerinde siyasetin canlılığı nedeniyle korucu olmak, iktisadi gerekçeleri ne olursa olsun ahlaki ve politik açıdan kınanan bir davranıştı. Bu nedenle de koruculuk bu ilçelerde göreli olarak “gizli” yapılan bir şeydi ama Çemişgezek ve Pertek’te böyle bir şey göremiyoruz. Sizce neden?

Çemişgezek ve Pertek demografik yapıları bakımından eski metinlerde de çok ayrı bir yere konularak değerlendirilmiştir. Cumhuriyetin ilk dönem metinlerinde “Pertek ve Çemişgezek’i ayırmak lazım” gibi cümleleri çok gördüm. Orada da, o coğrafyanın Türk ve Sünni kültürüne ait olmayan kesimler hedef haline gelmiş, köy köy biliyorum. O demografik yapı kısmen değişmiş olmakla birlikte bugün de sürüyor. Biz onun izlerini seçimlerde görüyoruz. Sanırım oralarda daha spesifik görevlerimiz var. Mesela Çemişgezek kitabını hazırlarken bir arkadaşla konuşuyorduk, dedim ki burada Sünni bir popülasyon var. Biz o kesime bir alan açmalı ve o kesimin de bize alan açmasını sağlamalıyız. Kapı komşularının nasıl bir geçmişten geldiğini komşularından dinlemeli, onların yazısından, makalesinden, kitabından okumalı.

Dersim’in tarihsel kimliği bakımından bu iki şehri yeniden “bütüne” dahil etmek, Sünni popülasyonu eşit yurttaşlık hukuku açısından içermek, kapsamak ve bir demokratik bir mutabakat dili geliştirmek bu açısından çok önemli. Çemişgezek ve Pertek kitaplarını merakla bekliyorum.

 Şehrin de ülkenin de gelecekteki barışı açısından çok önemli. Orada da böyle ihtiyaçlarımız var. Belki onlara da bu yönüyle diğer kitaplarımızdan farklı olarak özel bir yer ayıracağız.

 İlçelerin sınıfsal yapısında meydana gelen derin değişimler, arsa ve maden spekülasyonları, konut fiyatları, turizm üzerinden tüketim ve eğlenceye dönük hizmet sektörünün geliştiriyor. Yeni sosyal sınıfların yükselmesiyle demografik, sınıfsal ve kültürel anlamdaki dönüşüm süreçlerinin yarattığı sosyal tablo nasıl değerlendirilmeli? Çünkü bu sosyal tablo, siyasal süreçler üzerinde de bozucu etkiler yaratıyor? Turizm iktisadi bir kaynak olarak görülmeli mi?

 İlk söylediğin şey Türkiye’nin genelinde de görebileceğimiz bir mesele. Sosyoloji literatüründe biz bu duruma “yeni köylülük” diyoruz. Şehirden tekrar köye göçüyor, orada kendine bir iş yeri açıyor, ev yapıyor, evinin bahçesine bir havuz yapıyor. Hatta evine şifre ile girilen kontrol mekanizmaları kuruyor. Bunların yarattığı pek çok sosyal gerilim de var. Yerelde kalan ve orayı hiç terk etmemiş insanlarla arasında bir gerileme de yol açıyor. Çünkü orada kalıp göç etmeyen insanların kalma gerekçesi zaten iktisadi. O imkânları yok. Ve sonra eskiden kendisi gibi olanlar böyle yepyeni büyük imkânlarla geriye dönüyorlar, bu da başka bir sosyal çatışmaya yol açıyor. Tabi bu sadece Dersim’e özgü bir şey değil, Türkiye’nin genelinde de o gözlemleyebileceğimiz bir şey.

Üzerinde çok kafa yorduğum, çalıştığım için rahatlıkla söyleyebilirim. Dersim’in kendisini iktisadi olarak üretilebilmesinin en önemli ayağı ve kaynağı turizmdir. Altını çizerek söylüyorum. Turizmin yıkıcı, tahrip edici bir tarafı da var. Bunu da biliyorum. Turizmin yıkıcı ve tahrip edici tarafı kontrol altında tutulmazsa turizm Dersim’i mahveder. Dersim’de turizmi organize etmeden önce bir turizm çalıştayı yapılmalı. Dersim’in bütün paydaşlarının katılacağı, kendilerini ifade edebileceği temsil kabiliyeti olan bir çalıştay. Arkasından bu çalıştaydan çıkan sonuçların organize edilmesi ve politik bir irade gerçekleştirecek, belediyelerin üst kuruluşu olacak şekilde yani turizmi ortaklaşa denetlemek ve yönetmek için Turizm çalıştayı planlanmalı.

Turizmin bizim öngördüğümüz amaçlara ulaşabilmesi için bütün paydaşların bu çalıştayın için de olması gerekiyor. Misal Valilik bu çalıştayın içinde olmazsa siz istediğiniz kadar turizme dair projeler geliştirin. Valilik güvenlik nedeniyle bir karar aldığında bütün o hazırladığınız projeler çöker. Bizim şehrimizde kamu yöneticileri daima şehri öteki olarak görüyorlar. Kendinden bir parça o olarak görmüyorlar hep ıslah edilmesi gereken bir yer olarak görüyorlar.

Peki, bunu nasıl yapabiliriz? Bu da mümkün kılacak mekanizmalar üretildi. TÜRSAB üzerinden böyle bir mekanizma üretmiştir. Halk katılsın, yerel sivil örgütler katılsın ama Valilik de katılsın. Büyük emekler harcadığımız çalıştay için her şeyi yaptık. Günü belli oldu ve biz o gün kalktık gittik. Hatta o turizm çalıştayının en önemli kısmı forumdu. Kentte sadece kurumlar değil, bireyler de Turizme dair bir şeyler söyleyecekler. Forum kısmının sorumlusu bendim. Ve esas olarak biz yerelin taleplerini çalıştaydaki forumdan çıkaracaktık. Bu çalışma bir şekilde sabote edildi.

Kim sabote etti?

Tunceli Valisi Tuncel Sonel.

Nasıl sabote etti?

Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nu konuşturmadı. Bir şehirde Vali yetkisini kullanıp, belediye başkanını konuşturmazsa bu çalıştayı sabote etmek için yapımmış bir hamledir. Maçoğlu haklı olarak Vali’yi protesto etti ve çıktı. Zaten o andan itibaren çalıştay bitti. Biçimsel olarak devam etse de gerçekte bitti.

Dersim kurumları ve ilçe belediyeleri nasıl bir tutum oldu?

Şehrin kurumları dâhil olmak üzere ilçe belediyelerinin hiçbirinden ses çıkmadı. Bizim belediyelerimiz bu gibi konularda kendi aralarında birlik kurup, ortak politikalar üretseler bazı durumlarda Valiliğin hamle yapmasının önüne geçebilirler. Birlik olmadığınızda Vali Tuncel Sonel, Maçoğlu’nu konuşturmamak gibi keyfi bir karar verebiliyor. Hâlbuki sen atamayla gelmişsin, Maçoğlu ise seçimle gelmiş. Çalıştayın organizasyonunda görev almış, emek vermiş birisi olarak belediyelerimiz arasında bir istişare mekanizmaları kurulması bir zorunluluktur. Ortak tepki oluşturmak, şehrin çıkarlarını örgütlemek ve hızlı müdahalelerde bulunmak için istişare mekanizmalarına çok ihtiyacımız var.

 Dersim’e diğer coğrafyalarla ilişkili bir mekân olarak baktığımızda Dersim’in “özgünlüğünün” yanı sıra “ilişkiselliğini” konu etmeliyiz. Kenti, özgül bir siyasal ve ekonomik bağlam içinde toplumsal sistemin bir parçası olarak analiz ettiğimizde küresel gelişmelerin izlerini Dersim’de de görüyoruz. Küresel sermaye düzenine neoliberal esnekleşme programlarıyla dahil olan Türkiye ekonomisi, ihracata dayalı düşük faiz-yüksek kur ve ucuz emek üçlüsüyle tekstil, turizm, inşaat ve maden sektörlerine yaslanarak krizi sermaye lehine bir fırsata dönüştürüyor.  Özellikle maden işletmeleri doğanın en ucuz maliyetle talan edilmesi ve metalaştırmasına dayandığından, yerli yabancı sermayenin doğrudan hedefi konumunda.

 En son Erzincan İliç’te olanlara yakından tanık olduk.  Dokuz işçi hala siyanürlü toprağın altında. Çöpler köyündeki Kanadalı Anagold altın maden şirketinin izlerini Ovacık’ta da görüyoruz. Yeraltı kaynakları bakımından en fazla çeşitliğe ve zenginliğe sahip olan Dersim’de 145 maden projesi bulunuyor ve daha şimdiden 6 saha,  maden sahası ilan edilmiş durumda. Dersim ve ilçeleri büyük bir tehdit altında.  Bu tehdidi nasıl açıklanmalı?

 Şöyle aslında hem tehdit hem de avantaj dediğimiz ikili bir etkisi var. Dediğiniz şeyler tehdit ama bunlar eskiden de vardı. Bu tehditlerin bir kısmı çok görülemiyordu. Belki de küreselleşmenin avantajlarından bir tanesi de bunun tehdit olduğu bilincinin gelişmiş olmasıdır. Biz o bilinci nasıl öğreniyoruz? Başka tecrübelere bakarak. Hemen yanı başımızda çok vahim bir şey oldu. O mesela bizim için Ovacık’ta neye izin vermemiz gerektiğine dair bir veri, bilinç sağladı. Ayrıca Dersim zaten kendi coğrafyasına müdahale edilmesine yatkın bir topluluk değil. Bu müdahale illaki iktisadi olması gerekmiyor. Kültürel müdahaleye de yatkın değil, mesela demografik yapıyı değiştirmeye de yatkın değil. Türkiye’nin her yerinde hükümet bir alanı seçiyor orada diyelim ki Suriyeliler için konut yapıyor ama Dersim’de yapmıyor. Belki de en çok yapmak istediği yerlerden biridir. Yapmıyor çünkü Dersim coğrafyası ona izin vermez. Anında tepki gösterir. Bu sosyal duyarlılık aslında Dersim’i ayakta tutan temel dinamiklerden biri. O yüzden bu tehditleri rahatlıkla aşabilir. Yeter ki bu tehditlerin geldiğini, gelmekte olduğunu, planlandığını, hesap edildiğini ve yapılmak istendiğini bilsin. Bence problem biraz burada. Bunu bilmek için de kamunun çok özel bir görevi var. Yani kamu kimdir bizde? Belediyelerdir. Bu süreci belediyelerin takip etmesi gerekiyor. Bir resmi yazışma var mı? Bir yerde altın arıyorlar mı? Kim, nereye, kime, ne zaman, nerede satmış? Bunları takip eden bir mekanizma gerekiyor. Neticede bunun kurumsal bir şemsiye altında olması gerekiyor. Eğer bu olursa o tehditler Dersim’de rahatlıkla bertaraf edilir. Çünkü Dersim kendisinin kabul etmediği bir şeye müsaade etmez.

Küreselleşmenin bir de şöyle bir avantajından söz edebilirim. Dersim şimdi kendini dünyaya anlatabiliyor, dünyanın herhangi bir yerindeki kendisine benzeyen ya da benzemeyen herhangi bir topluluğa kendini ifade edebiliyor. Kendi mekanizmalarını kullanarak iletişim ve ulaşımdaki kolaylaştırıcı araçları kullanarak kendi mücadelesini, kimliğini, tarihini, geçmişini çabucak iletebiliyor. Çabucak dünyadan kendisi için partnerler bulabiliyor. Dolayısıyla aslında küreselleşmenin aynı zamanda avantajlarından da bahsedilebilir.

Dersim’in ilçelerinin kitabını derleyen Prof. Şükrü Aslan: Bu şehrin geçmişine çok ihtiyacı var
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA