TOPRAĞINA AŞKLA BAĞLI OLAN BİR OZAN: HÜSEYİN DOĞANAY

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Mezarımı Gülmeztepe’ye kazın
Munzurlar benden görünsün”

Onu çocukluk yıllarımda tanıdım. At sırtında ve omuzunda sazıyla köylerde dinletiler veriyordu. Misafir olduğu köylerde insanların ilgi alakası görmeye değerdi. Dinleti verdiği konakların merdiven basamaklarına, pencere diplerine çömelen köy sakinleri sedası kulağımıza gelsin yeter diyorlardı. 1968’li yıllar olacak, Ovacık Söğütlü köyünde Cem tutulmuştu. Konağın içi hınca hınç doluydu. Yer sorunu nedeniyle biz çocuklar dışarı çıkarılmıştık. Pencere önlerini gençler tutmuş, çocuklar konağın üstüne çıkarak bacadan gelen sesle yetinmişlerdi. O günün hatırası unutulmazdı. Zira o çocuklar yere çömelerek dinledikleri Hüseyin Doğanay’ı ve kılamlarını yüreklerine nakş eylediler, hiç mi hiç unutmadılar.

Cem anında ağlama sesleri eşlik etmişti Doğanay’ın sedasına. Yaralı toplumun kanayan yaraları, temburun inleyen telinde dile gelmişti sanki. Geç saate kadar devam etti o tewt hali, evliyalara seslenildi ve yolun hakikatine uygun mısralar dökülüverdi ozanın dilinden. Sabah köyden ayrılırken herkes oradaydı ve herkes kendince bir hediye bırakıyordu atın eyerine asılı duran heybe içine. Uzaklaştıkça kemale ermiş köyün yaşlıları, herkes bizim kılamları söylüyor, ama bu adam insanın yüreğini sallıyor dediler. Gerçekten de Doğanay Dersim’i salladı sonrası yıllarda. Varlığından çoğumuzun haberdar olamadığı birçok ağıt ve sevda yüklü kılamları gün yüzüne çıkardı, yorumladı ve onları yaşanılır kıldı. Dilini bu kadar güzel kullanan bir ozan tarifi yapılacaksa Doğanay o köşe taşlarının arasında kılamların piri olarak yerini alır.

1976 yılında Erdem Plak aracılığı ile ilk resmi çalışması yayınlandığında müthiş bir etki yarattı Dersim’de. Söze “Bizim dilimiz tarihi bir dildir” çıkışıyla başladı ve devamını da öyle getirdi. Diline vurulmak istenen kelepçeyi eliyle söküp attı. Bizim dilimiz dedi ve o makam üzerinden inkara, asimilasyona meydan okudu. Cegerxwîn’in ustalıkla kaleme aldığı Şivan’ın Kîne em’i ile eşdeğer bir çıkıştı sanki Doğanay’ın Sahan Ağa çığlığı. Aradan yıllar geçti 1996’da Hüseyin Doğanay’ı Harbiye açık hava tiyatrosunda Tunceli Kültür ve Dayanışma Derneğince tertiplenen geceye çıkaracaktık. Yöneticilerimizden Mustafa Yerlitaş aradı ve Doğanay’la bir arada olacaktık. Mekâna vardığımda etrafı hayli kalabalık ve sevenleriyle bir aradaydı. Muhabbet Dersim’den meseller ile başladı, kullandığı duru ve temiz aksan, insanda doyumsuz bir tat bırakıyordu. Sonra unutulmaz bu buluşma anı, sevda yüklü kılamlarla devam etti.

O akşam karar verildi, gece sonrası gözlerini açtıracaktık. Gün geldi, yapılan muayene sonucunda doktor sağ gözünü kurtarabilirim demişti. Hastane çıkışı Doğanay o naif aksanıyla, “Mıstéfa (Mustafa), siz Xızır’ı seviyorsanız beni ameliyat etmeyin. Bırakın ben kendi dünyamla baş başa kalayım ve bu sırrımla öleyim.” Ardından yüksek bir kahkaha ile“Ama vereceğiniz ameliyat parasını da isterim ha” dedi. Evet uzun yıllar Dersim’i seyyah misali dolaşan Doğanay, umarım genç ozanların dilinde hep yaşar ve yaşatılır. O Elazığ’da, 11.04.2005 tarihinde son nefesini verirken: “Mezarımı Gülmeztepe’ye kazın, Munzurlar benden görünsün” demişti ve öylede oldu. Ölümünün on altıncı yılında Kırmanciye’nin bu emektar ozanını saygıyla anıyoruz ve onu unutmayacağız.

TOPRAĞINA AŞKLA BAĞLI OLAN BİR OZAN: HÜSEYİN DOĞANAY
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA