Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne dair Meclis Genel Kurulu’nda konuştu. Tülay Hatimoğulları, 20’inci yüzyıl düzeninin çöktüğünü ancak yenisinin henüz kurulamadığını söyledi. Tülay Hatimoğulları, büyük bir belirsizliğin yaşandığını, bu nedenle eşitsizlirler, iklim krizi, yoksulluk, yolsuzluk, cinsiyetçilik ve kutuplaşma gibi pek çok durumun giderek yayıldığını kaydetti.
Durumu “Kızılca kıyamet” olarak nitelendiren Tülay Hatimoğulları, “Dünya ölçeğinde silahlanma yoğun bir şekilde artıyor. Geçtiğimiz yaz Lahey’de yapılan NATO Zirvesinde, üye ülkelerin gayrı safi yurt içi hasılalarının yüzde 5’inin NATO’ya verilmesi yani silahlanma için harcanması kararı alındı. Benzer bir karar yine 2014’te yüzde 2’ye çıkarılmıştı. Ama ne güvenlik sağlandı ne sulh. Bilakis savaşlar arttı. Barış ve güvenlik silahla değil adil, özgür ve demokratik bir düzenle sağlanır” dedi.
‘Emperyalist savaş senaryolarına karşı bölge halkları dur demeli’
Küresel ve bölgesel çatışmalara değinen Tülay Hatimoğulları, “Rusya-Ukrayna Savaşı, İran-İsrail Savaşı, İsrail eliyle bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışılması hamleleri ve Doğu Akdeniz dolayısıyla da Kıbrıs sorunu bu parlamentonun gündemine ehemmiyetle alması gereken konulardır. Ortadoğu ve Afrika’daki savaşlar, batının yüksek teknolojili silahlarıyla yürütülüyor ama ne yazık ki bu silahların finansmanını da bölgedeki petro dolardan sağlanıyor. Emperyalist güçler adeta bir savaş filmi yazıyorlar ve bu savaş filmi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da oynanıyor. Bizler birbirimizi öldürüyoruz. Onlarsa senaryosunu kendi yazdıkları filmi büyük bir keyifle izliyorlar. Bizler artık bunlara dur demeliyiz. Bölgemizin trajedisi bitmiyor. Bakın Gazze 2 seneyi aşkındır yoğun bir işgal altında. Ateşkes olmasına rağmen fiilen hayata geçmediğine hepimiz tanıklık ediyoruz” diye konuştu.
Suriye’nin çözümü adem-i merkeziyetçiliktir
Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi:
“Suriye’de rejim değişikliğinin üzerinden tam bir yıl geçti. Ama orada sular durulmuyor. Süveyda’da Dürzilerin, Sahil bölgesinde Alevilerin yaşadığı katliam büyük bir insanlık dramı ve hala devam ediyor. Bu baskılar Hristiyanlar, Sunni seküler Araplar üzerinde de devam ediyor. Suriye’de çözümün yolu karmaşık ya da dolambaçlı değil. Bütün halkların kimliklerinin siyasi ve hukuki düzlemde özgürce var olabileceği bir model çözüm üretir. Suriye’nin çoğulcu yapısı göz önünde bulundurulduğunda oranın tek çaresi adem-i merkeziyetçiliktir.
Demokratik ve eşit yurttaşlık temelli yeni anaya
10 Mart mutabakatında da ifadesini bulduğu gibi; Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Hristiyanların ve ez cümle Suriye’deki bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde yazılmış olan demokratik bir Suriye anayasası Suriye’nin çözümüdür ve reçetesidir. Türkiye’ye bu anlamıyla çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Türkiye’de bu parlamentoya bu konuda da çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ve şunu gerçekten artık aklımızdan çıkarmalıyız. 914 kilometrelik Suriye sınırımızda Kürt kardeşlerimizle kuracağımız ittifak, Kürt kardeşlerimizle kuracağımız barışçıl ilişki bizim sınırlarımızın güvenliğinin teminatıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye stratejisi tam anlamıyla buraya odaklanmalıdır. Suriye’de çözümün de demokratik entegrasyonun da yolu adil, eşit, seküler, kadın özgürlükçü ve yerinden yönetim demokratik bir Suriye’nin kurulmasının önünü açacaktır.”
Çoğulculuk tehdit değildir
Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değil. Ortak ve kamusal yaşamı koruma iradesiyle müştereklerin ortak bileşkesidir. Eğer cumhuriyet bir toplumsal sözleşme ise bu sözleşmenin en temel eksikliklerinden birisi Kürt kardeşlerimize burada yer verilmemiş olmasıdır. Kürt meselesi cumhuriyetin kurucu hukuk sözleşmesinin eksik bırakılmış yanıdır ve mutlaka tamamlanmalıdır. Türkiye çoğulculuğu asla bir tehdit ve tehlike olarak görmemelidir. Farklı halklardan ve inançlardan 72 milletten insan olarak bizler Türkiye coğrafyasının her birimiz bir zenginliği, her birimiz kıymetlisiyiz. Buradan hareket edilmelidir. Cumhuriyet 2. yüzyılında bütün bu zenginlikleri sahiplenen bir yerde durmalıdır.
Sürece dair: Eşit yurttaşlık vurgusu
Sayın Öcalan’ın şu vurgusunu hatırlatmak isterim; Bu süreç Kürtlerin cumhuriyete hukuk yoluyla katılımını sağlama ve demokratik cumhuriyeti en geniş toplumsal birliktelikle inşa etme sürecidir. DEM Parti olarak biz bu ülkenin yararını olacak olan asgari demokratik programı kısaca özetlemek isteriz. Barış ve demokratik çözümün sağlanması. Bu ülke artık çatışma düzeninin yükünü taşımak istemiyor. Barış bu toprakların en insani talebidir, hayata geçmelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü halkların ve özgürlüklerin anayasal güvenceye kavuşması hepimizin ortak çıkarınadır.
İkincisi demokratik cumhuriyet ve eşit yurt yurttaşlık. Türkiye’nin ihtiyacı çatışma, kutuplaşma ve ayrımcılık değil. Eşit yurttaşlık hakkının anayasal güvence altına alınmasıdır. Üçüncüsü toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlükçü yaşamdır. Kadınların ve LGBTİ+’ların gençlerin, çocukların yaşam haklarını ve özgürlüklerini yok sayan bir bütçe hiçbir politika demokratik olamaz. Toplumsal cinsiyet özgür ve demokratik yaşamın kuruluş ilkesi olmalıdır. Dördüncüsü adil bölüşüm ve emekçi odaklı ekonomidir. Emekçiler yoksullaşırken sermayeyi koruyan her bütçe toplumsal adaletsizliği daha da derinleştirir. Çözüm çok açık ve çok net. Üretenlerin söz ve karar sahibi olduğu emek, eşitlik, adalet odaklı bir ekonomi. Beşincisi ekolojik yaşam ve iklim adaletidir.
Demokratik yerel dönüşüm şarttır
Türkiye’nin doğası, toprağı, suyu, ormanları beton ve rant politikalarıyla yok ediliyor. Özellikle AKP iktidarı hem Türkiye’nin varlıklarını hem bütçesini yandaşa peşkeş çekiyor. Bunun için en acımasız yöntemler kullanılıyor. Doğayı koruyan, iklim adaletini esas alan, enerji ve tarım politikalarını ekolojik dengeyi gözeterek yeniden kuran bir yaklaşım zorunludur. Altıncısı yerelden başlayan demokratik dönüşümdür. Beleyelere kayyım atayan, belediye başkanlarını ve eşbaşkanlarını tutuklayan, yerel insiyatifi bastıran, yereli yok sayan, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir. Kayyım 21. yüzyılda bu iktidarın kendi eliyle alnına yapıştırdığı bir utanç vesikasıdır. Yerel demokrasi, yerinden yönetim, halkın katılımını merkezine alan bir toplumsal dönüşüm şarttır. Güçlendirilmiş yerel yönetimler olmadan kentlerimiz nefes alamaz, yerel demokrasiden asla bahsedilemez. Bizler bu demokratik dönüşüm zeminini DEM Parti fikriyle hayata geçireceğiz.
Kalıcı barış için çağrı: Tüm taraflar süreci doğru okumalı
Bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Hepimizin ama hepimizin kalıcı bir barışı bu topraklarda tesis etmesi lazım. Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı sadece Kürt halkına ya da DEM Parti’ye değil, bütün Türkiye halklarına yapılmış bir çağrıdır. Ve şunu özellikle altını çizmek isterim ki PKK bu çağrıya icabet etti, gereklilikleri yerine getirdi ve geçmiş dönem deneyimleriyle kıyasladığımızda atılmış en somut adımların bu dönem atıldığının altını çizmemiz lazım. Dolayısıyla burada hem devlet, hem muhalefet, hem iktidar herkes bu süreci çok doğru bir şekilde okumalı, çok doğru bir şekilde değerlendirmelidir. Her kim ki bunu araçsallaştırmaya kalkışırsa kendi kaybeder.
Türkiye’ye de ciddi anlamda kaybettirir. Hukuka dayalı barış yasası ve demokratik entegrasyon yasalarının bir an önce çıkması lazım. Bu yasalar asla bir pazarlık konusu değil. Bunlar sürecin doğası gereği olması gereken, yapılması gereken şeylerdir.
Devlet Yurttaşa ‘Yok’, Vergiye ‘Var’ Diyor
Yurttaşın taleplerinin ihtiyaçlarına yok çeken devlet sıra yurttaştan vergi almaya gelince de kepçe kepçe almasını biliyor. Asgari ücretle çalışanlar, memurlar, emekliler insanca yaşayabilecekleri bir maaş ister ama devlet yok çeker. Fakat aldıkları sakızdan, ekmekten, undan, sudan bol bol vergi alır. Öğrenciler ve aileleri okullara temizlik malzemesi ya da temizlik görevlisi ister. Devlet yok çeker ama öğrencinin kullandığı silgiden bile vergi alır. Çiftçi yasal hakkı olan milli gelirin yüzde 1’ini almak ister. İktidar yok çeker ama çiftçiden aldığı mazotun vergisi neredeyse mazotun fiyatını geçer. KHK’liler hak, hukuk ve görevine iade talep eder.
Soluduğumuz havadan vergi
Öğretmenler atama bekler, iktidar ‘yok’ der ama onların soluduğu havadan da vergi alır. Küçük esnaf, bu kadar vergi veriyorum. Bütçe geliri gelirinden bir tas su ben içeyim der, iktidar yok şeker ama söz konusu vergi, stopaj, SGK olunca küçük esnafın gözünün yaşına bakmaz. Ve bu arada deprem bölgesindeki esnafımız ben burada da Sayın Cumhurbaşkanı yardımcısı burada. Kendilerine de bizzat iletmek istiyorum. Deprem bölgesindeki esnafımız ve mükellefler ve ayrıca muhasebeciler mücbir sebebin yeniden deprem bölgesinde uygulanmasını talep ediyorlar. Sizler de biliyorsunuz ki özellikle belli başlı kentlerimiz Hatay, Maraş, Adıyaman gibi kentlerimiz hala deprem yaraları ağır ve sarılamamış.
Şüpheli kadın ölümleri
Türkiye son bir yılda biz kadınların yaşadığı tabloyu sadece böyle bir resmetmeye kalksa şiddetin alasını görecek. Toplumsal eşitsizlikler, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor. Yargı erkeği korumaya devam ediyor. İktidarın kadınların kazanımlarına dönük saldırıları devam ediyor. Kadınlar işyerlerinde mobbinge maruz kalıyor. Kadın işsizliği ve kadınların evdeki bakım yükü gittikçe artıyor. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz çalışan kadın sayısı gittikçe artıyor. Dilovası’nda parfüm atölyesinde yanarak can veriyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendiren mekanizmalar zayıflatıldı. Kayyım uygulamalarıyla eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemi ve belediyelerimizin kadın odaklı hizmetleri özel olarak hedef alınıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiler. Şimdi de 6284 sayılı kanunu etkin bir şekilde hayata geçirmek geçirmemek için ellerinden gelen her türlü çabanın içindeler. Ama biz bütün bu karanlık tabloya karşı kadınlar asla enseyi karartmıyoruz. Binlerce yıldır erkek egemen sisteme karşı nasıl mücadele ettiysek şimdi de aynı şekilde mücadele ediyor, etmeye de devam edeceğiz.
Bu bütçeye baktığımızda bu bütçede kadının adı yok. Kadın yoksulluğu ekonomik olduğu kadar politik bir meseledir. Çözümü de politik kararlılıkla ve politik mücadeleyle olur. Bu mücadelenin en önemli başlıklarından biri toplumsal cinsiyete duyarlı bütçenin olmasıdır. Ortaya koyduğumuz bu çerçeve sanılmasın ki basitçe bir ekonomik taleptir. Bu yaklaşım aynı zamanda erkek egemen düzene politik bir müdahale ve mücadeledir. Ve sevgili kadınlar işte tam da bu nedenle DEM Parti olarak sözümüzü net söylüyoruz. Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz. Her şeyden önce acilen bir Kadın Bakanlığı kurulmalıdır. Eşit işe eşit ücret verilmelidir. Güvenceli çalışma hakkını, bakım hizmetlerinin kamusal sorumluluk taşımasını, ev içi emeğin hakkının savunulmasını, sonuna kadar mücadelesini yürüteceğiz. Bunun için de emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerinde tahakküm kurmak isteyen erkek egemenliğine karşı eşitlik ve özgürlük mücadelemizi ilmek ilmek örmeye devam edeceğiz.”
Kaynak: MA
