1. Haberler
  2. Toplum Yaşam
  3. Amerikalı misyoner Riggs’in Dersimli Seyid Mustafa ile 1911’de yaptığı söyleyişi: DERSİM KÜRTLERİNİN DİNİ

Amerikalı misyoner Riggs’in Dersimli Seyid Mustafa ile 1911’de yaptığı söyleyişi: DERSİM KÜRTLERİNİN DİNİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 “Her Cuma akşamı ehl-i imana (Aleviler) ait erkek kadın ve çocuklar ibadet ettikleri evde bir araya geliyorlar. Orda tanrıyı sesli çağırıyorlar/tanrıya sesli dua ediyorlar ve dürüstlük kibarlık ve arîlik/temizlik konularında bir birini dara çekiyorlar. Daha sonra hep birlikte Hak Lokması yiyorlar. Bu İnançtan olmayanlar bu toplantılara alınmıyor.”

Amerikalı Henry Riggs’in 1911 yılında The Missionary Review of the World’de, Dersimli Seyid Mustafa ile yaptığı ve Dersim Kürtlerinin inancını merkeze aldığı bu söyleyişi, asimilasyon altındaki Hakyolu (Raya Haq) Aleviliğinin, değişimi hakkında önemli veriler sunuyor. Yazar, zaman zaman oryantalist ve aşırı Hristiyan yanlısı tutumu hasebiyle doğru analizler yapmamış olsa da yazının bütününde oldukça geniş bir Dersim İnanç ve sosyal yapısının resmini çizmiştir. Bu tarihi yazıyı ilginize sunuyoruz.

DERSİM KÜRTLERİNİN DİNİ
Henry Riggs

Türkiye’nin doğusuna yaptığım yolculuk sırasında önce bir botla Yukarı Fırat’a geldim. Su çok hızlı akıyordu ve derindi. Bot olarak kullanılan külüstür teknede bunun heyecan verici bir yolculuk olduğunu söylemem gerekir. Biz teknede atlarımızı hazırlarken tekne sahibi ve yanındaki arkadaşının yardımıyla yaşlı bir adam bota bindi. İkisi de yaşlı adama çok büyük bir saygı gösteriyorlardı. Teknede bir yere otururken yaşlı adam beni bir Hristiyan öğretmen olarak kabul edip selamladı ve bana “İsa peygamberi analım mı?” dedi. İçtenlikle onayladım onu. Teknemiz kıyıdan uzaklaşıp köpürerek akan suda bata-çıka ilerlerken yaşlı adam yüzünü yukarı kaldırıp dua etti: “Yüce (Tanrı Ç.N.) İsa bizi koru. Yüce İsa!” Bu adam tabii ki bir Hristiyan değildi. Türkiye’de yaygın olan dinlerin kabaca sınıflandırılmasında Müslüman olarak sınıflandırılırdı. Aynı zamanda bir Kürt aşiretinde dinsel nüfuzu olan bir adamdı.

İsa’ya duası tamamen içtendi. Ama ona da sadakati, aşiretinin diğer fertlerininkinden daha fazla bir şey ifade etmiyordu. Bütün Müslümanlar İsa’yı peygamber olarak kabul ederler. Fakat Fırat nehrinin batı ve doğu kolları arasında “Dersim” olarak adlandırılan bu dağlık bölgede yaşayan Kürtler Hristiyan inancına Ortodoks (Sünni Ç.N.) Müslümanlardan çok daha yakındır. Çünkü onlar diğer Müslümanlardan farklı bir biçimde Allah’a ibadet ederler. Ortodoks Müslümanlar bu insanları aşağılayıcı bir anlamda “Kızılbaş” (Red-head) olarak adlandırmaktadır. “Kızılbaş” terimi en güçlü kalesi İran’da olan Şii Müslüman mezhebinin hepsine birden atfedilir. Fakat Dersim Kürtleri onları kendine özgür bir sınıfa sokan ve belki de tarihlerini aydınlatmada onlara ışık tutacak ilginç özelliklere sahiptir.

Kürtler genelde ilkel, vahşi ama cana yakın, konuksever, cömert ve samimi bir halktır. Onların evindeki candan konukseverliğe hiç bir zaman başka bir yerde rastlamadım. Sıhhatli ve temiz yaşarlar. Aynı zamanda kaba ve ateşli insanlardır. Aralarındaki aşiret savaşları süreklidir. Onların topraklarında (ülkelerinde Ç.N.) onların koruması altında olmadan seyahat eden bir yolcu soyulmayı çoktan hak etmiştir.

Dersim’e her yıl askeri sefer yapıldığı halde, bu bölge hiç bir zaman Türk devleti tarafından tamamen zapt edilmemiştir. Dağlardaki doğal korunakları sayesinde, Kürtler kendilerine karşı gönderilen bir çok orduyu kurnazlıkla yenmeyi ve onları usandırmayı başarmışlardır.

Fakat 1908 Devrimi’nin ülkeye anayasal bir hükümet getirmesinden sonra Jön Türkler (Young Turks) bu kural tanımayan aşiretlerle bazı taktiklerle yeni ilişkiler kurmaya çalıştılar. Öğretmenler ve siyasi liderler Dersim’e gönderildiler. Yeni özgürlüklerden onların da faydalanacağını anlatmaya çalıştılar. Bir Kürt siyasi kulüp kuruldu, günü geldiğinde devlete sadakatlerini gösterdiler. Binlercesi uçuşan bayrakları ve omuzlarında tüfekleriyle Harput
Eyaletinin başkentine doğru yeni hükümete bağlılıklarını bildirmek için yürüdüler. Bu insanlar için artık tüm Türkiye’deki ırklara olduğu gibi yeni bir gün doğuyor. (Yeni bir çağ başlıyor. Ç.N.) Fakat bizim bu insanlarla ilgilenmemiz daha çok dinleri nedeniyledir.

Dersim Kürtlerinin dini hakkında onlara komşu bölgelerde yaşayan insanlara sorarsanız, yanıtlar çok çeşitli olacaktır. Ama yine de bu  yanıtlar ortak bir kaç noktada toplanabilir. Onlar Müslüman’dır. Fakat günde beş kez namaz kılmaz ve Ramazan Orucunu tutmazlar. Güneşe ve ateşe çok büyük bir saygı gösterir ya da taparlar. Ölünce ruhun başka bir canlıya geçtiğine inanır, mutlaka dinsel törenlerini gizli yaparlar.

Kürtlerin kendileriyle yaptığım konuşmalarda dışarıdan söylenenler teyit edilmiştir. Onlar, özellikle dinsel liderleri, Müslüman olduklarını söylüyor. Fakat dua ve namazın tamamıyla yüzeysel ve keyfi olduğu gerekçesiyle yapılmamasını savunuyorlar. Yine de ben onları Ortodoks Müslümanlardan (Sünnilerden) inanç ve uygulamalar açısından hangi noktalarda ayrıldıkları konusunda oldukça yetersiz buldum. Muhtemelen ancak bir kaç tanesi bu
özelliklere ilişkin konularda fikir sahibi.

Bir kaç ay önce bu Kürtlerin dinini öğrenmek için umulmadık bir fırsat geçti elime. Onların seyid’lerinin (dinsel liderleri) konuğu oldum. O yaşlı adam (ona Mustafa diyeceğiz bundan böyle) bir kaç kez beni Harput’a çağırmış, köyünü ziyaret etmem konusunda ısrar etmişti. Bir keresinde, eğer o yoldan geçer ve onun köyünde durmazsam, arkamdan adam göndereceğini ve beni soyduracağını söyledi. Tabii şaka olarak söylenmiş bir şeydi bu ama yine de bir parça gerçek de taşıyordu. Sonraki bir zaman o yoldan geçtim ve Seyit Mustafa’nın evinde konakladım. Arkadaşıma ve bana görkemli bir eğlence düzenledi. Akşamleyin konuşma dinsel konulara kaydı ve gece geç saatlere kadar tamamen özgür bir biçimde dinsel inançlarımızı ve alışkanlıklarımızı konuştuk.

Konuşma bir Hristiyan misyoneri için çok ilginçti. Çünkü çok dindar olan yaşlı adam yakın bir zaman önce okuduğu İncil’le de ilgilenmişti. Sonunda bana inançlarımız arasında fazla bir fark olmadığını ve hatta Allah’ın krallığından (ülkesinde n, kutsal katından Ç.N.) uzak olmadığını söyledi. Fakat bu makalenin amacı benim o konuşmayı tekrar yazmam olmadığı için sadece seyidin kendi inancı ve halkının görenekleri konusundaki sözlerinden bazılarına değinebilirim.

Bu Kürtler kendilerini Müslüman değil fakat Ehl-i İman (The people of fa-ith) olarak adlandırırlar. Bu isim önemlidir. Çünkü Ortodoks Müslümanlığının temel ilkesi kaçınılmaz kaderin kişiselleştirilmesi (simgeleştirilmesi Ç.N.) olan Allah’a kör bir itaatken, bu ilkel Kürtler hiç değilse bazıları için hayati ve kişisel yaşamla ilgili bir inanca sahiptir. Hiçbir yerde onlardaki Tanrı fikri, benim yaşlı arkadaşımda olduğundan daha açık olarak açıklanmamıştır. Bana önce biz Hristiyanların inandığı Tanrı’nın nerede bulunduğunu sordu. Ona “her yerde hazır bulunan Tanrı” fikrimizi söyledim. Fakat bu onu tatmin etmedi. “Biz Tanrı”nın kullarının kalbinde bulunduğuna inanırız. Nerede dürüst bir insan varsa onun kalbinde de bir Tanrı da vardır” dedi. Bu da onun bu düşüncesinin sadece hayal meyal konur-tanrıcı (Pantheistce) bir öğe değil, aksine maddi yaşam ve kişisel ilişkiye ait olduğunu kanıtlıyordu. Çünkü o böyle bir inancın onu güçlendiren içtenliğiyle konuşmuştu.

Tanrı’nın her yerde hazır ve nazır olduğu fikri onların dua fikrini de belirler. Onlara göre, Müslümanların itinalı mırıltıları ve günde beş kez namazda diz çökmeleri ancak bir gülünçlüktür. Bunları yapmadıkları için zulme uğrasalar bile, asla yapmayacaklardır. Seyit Mustafa’nın dediği gibi ‘’dürüst bir adam her nerdeyse Tanrı onun kalbindedir’’ ve bu adam her nerede olursa olsun herhangi bir zamanda dua edebilir. Ölümden sonraki hayata ilişkin olarak arkadaşımın sahip olduğu o Tanrı fikriyle ruhun başka bir bedene geçmesi dışında başka bir şeye
inanmıyor görünüyordu.

Bizim inancımızı sordu. Ben, ölümden sonra ruhun hemen Tanrı’nın huzuruna çıktığına inandığımızı söyledim. O; “Ama Tanrı kullarının kalbindedir. Bu yüzden bir insan öldüğü zaman onun ruhu bir başka vücutta yaşamayı sürdürme” dedi. Bir ruhun bedeni olmaksızın var olabileceğini ve Tanrı’yla ilişki kurabileceğini kavranılmaz bir şey olarak düşünüyor, görüyordu.

Bu insanların inancı ve öğrendikleri şudur: Bir insan öldüğü zaman onun ruhu hemen yeni doğan bir bebeğin bedeninde tekrar yaşama başlar. Yeni doğan bebeğin karakteri de kendisine geçen ruhunkinin devamıdır. Bu iyi insanlar için de kötü insanlar için de değişmeyen bir gerçektir. Tanrı ondan korkanların kalbinde yaşamayı sürdürür. Mekânsız Tanrı düşüncesi Kürtleri din öğretmenlerini ve peygamberlerini kabul etmede son derece evrensel (cathdic) yapar. Seyit bana dünyadan seksen bin peygamberin gelip geçtiğini söyledi. Eski Ahit’in kutsal kişileri İsa ve havarileri, Muhammed ve halifeleri, bir çok Müslüman azizleri ve şehitleri bunların hepsi Tanrı’dan gelen ve biri diğerinden üstün olmayan habercilerdir. Her birinden Tanrı’ya nasıl kabul edilebileceğimize dair öğütler alabiliriz. O, Muhammed’in peygamberler arasında en üstün olduğunu düşünmüyordu. Çok daha yaşamsal (maddi) bir inancın şehidi olan Hasan ve Hüseyin, Muhammed’in devrinden çok sonra kâfir gibi katledilmişlerdi. Onlar bir bakıma Kızılbaşların özel peygamberleriydiler. Ancak Muhammed’in yerine geçen kuruculardan ayrıydılar. Seyid olmak isteyen birinin Hasan ve Hüseyin’in mezarında hep yapılan bir şey olmazsa da dua etmesi gerekir. Onlar kutsal kitapların kabulünde de tıpkı peygamberlerde olduğu gibi çok özgür düşüncelidirler.

Tüm ulusların kutsal kitaplarının değerli oldukları kabul edilmiştir ama ben sadece Kuran’la İncil’i huzura (Tanrı’;nın huzura Ç.N.) gerçekten çıkacak kitaplar olarak varsayıyorum. Nitekim arkadaşım da İncil’i diğerlerine tercih etti. İnciller ile ilgili, onların daha derindeki dinsel yorumları hakkında zekice sorular sordu. Bana Kürtlerin kendilerine ait bir kutsal kitaplarını olduğunu söyledi. Kitap tarihten, Kürtlerin şeceresinden bahsediyor ayrıca, dinsel öğütler de veriyordu.

Adem Peygamberin oğlu Şit (1) Peygamberin başlattığı bu kitaba ondan sonra gelen peygamberler de bir sayfa eklemişlerdir. Seyid ailesinin soy şeceresi bu kitapta kayıtlıdır. Her köyde bu kitabın kopyaları olduğunu garanti etti ama görmem için bana bir tane veremeyeceğini söyledi. Türkler (Sünniler) Kürtleri (Alevileri) kafire yakın bir terimle; ‘’kitapsız’’ olarak adlandırırlar.

Gerçeğin ne olduğu tam olarak açık olmadığı halde gözüken sahip oldukları kitaplar her neyse bunlar onu yazan yazarların üsluplarına veya başvurdukları kaynaklara göre değişen çeşitli kaynakların toplamıdır. Onların kitaplarından duyduğum tüm alıntılar rahatlıkla Kuran’a veya İncil’e mal edilebilecek materyallerdir.

Ateşe tapma bu insanlara başkalarından miras kalan bir adettir. Seyid Mustafa bu konuda açık bir fikre sahip görünmüyordu. Güneşin tüm yaşamın kaynağı olduğunu bu nedenle her sabah doğan güneşe saygı gösterdiklerini söyledi. Ateş’in Tanrı’nın en büyük hediyesi olduğunu, Kürtlerin kalplerinde ateşe karşı kutsal bir saygı duyduklarını söyledi. Ateşin kutsallığı konusunda kesinlikle net bir fikri yoktu. Tanrı’nın en büyük hediyesi güneşe ve ateşe olan saygıları daha çok bu yüksek ve çok soğuk yerlerdeki keskin kış gecelerinden onları koruyan titiz koruyuculuk için duyulan minnettarlık olarak görünmektedir.

Bir keresinde Dersim’den geçerken bir aşiret savaşı sırasında dağlarda korumasız duran yakacak odun yığınını görünce çok şaşırdım. Kendisi bir Kürt olan rehberim odunların tamamen güvencede olduğunu söyledi. Hiç bir Kürt bu odunları çalamaz ve yakmak için yıkamazdı. O savaşta düşman hiç bir vicdan azabı duymaksızın öldürür, hatta evini de tamamen yakardı ama yakacak odunlarına asla dokunamazdı. Yakacak odun kutsaldır. “Eğer düşmanlarımın odunlarını yakarsam, benim kendi evim de mutlaka aynı yıl içinde bana ceza olarak yanıp kül olacaktır” dedi bana.

İlk Hıristiyanlarda olduğu gibi Kürtlerin de dinsel törenlerini kadın erkek birlikte gizlice gece düzenlemeleri onların çevrelerindeki ahlâksız insanlar arasında şüphelere, iftira dolu rivayetlere yol açmış. Yaşlı Seyid bu gibi iftiraları hor gördüğünü açıkladı. Bu toplantılarda geleneksel olarak yapılanları ikna edici bir üslupla dosdoğru bir biçimde bana anlattı. Her cuma gecesi Ehl-i îman (İnanan İnsanlar) erkekler, kadınlar, çocuklar ibadet evlerinde toplanırlar. Orada Tanrı’ya dua ederler. Birbirlerini onurlu temiz ve hoşgörülü bir yaşam için teşvik ederler. Bundan sonra hep birlikte, basit bir ekmek parçası olan “Hak Lokmasını” (Morsel of righteousness) paylaşırlar. O hafta boyunca dürüstçe yaşamak için Tanrı’nın huzurunda verilmiş karşılıklı bir söz olarak onu hep birlikte yerler. Bu lokmayı huzurda yiyen herkes değil ancak gerçekten samimi olanlar bu sözü tutacağına emindir. Bu toplantıların havasından sezdiğim bir ipucu ile bazı sorularıma yanıt buldum. Seyid’e toplantılarda liderlik

yapıp yapmadığını, diğerlerine öğüt verip vermediğini sordum. Sanki zorla konuştu. O toplantılarda ondan daha bilgilileri vardı. Çok şaşırdım. Bu meselenin içinde biraz kıskançlık olup olmadığını merak ediyordum. Orada olan genç adamlardan biri açıkladı ki; o bir Seyid olduğu, hepsinden daha yaşlı (büyük) olduğu halde daima kapının yanına (en düşük yer) oturur ve çok az konuşurdu. Yaşlı adam gerçekten kendisinin değersiz olduğunu söyledi.
Orada, genellikle Ortodoks Müslümanlar arasında hiç bilinmeyen bir şey olan alçak gönüllülüğün gerçek bir inanç olduğu görünüyordu. Onların inancından olmayanların bu toplantılara katılmalarına izin verilmez. İnanç sahipleri ise zorunlu değildir. Orada olduğum gece, cuma gecesiydi. Seyid’e beni törene götürmesini, orada onlarla aynı hisleri duyacağımı garanti ederek söyledim. Fakat o, buna izin verilemez dedi. Beni orada bulunmaktan alıkoymaması için bir kez daha üsteledim. O da peki o zaman dedi. Besbelli ki konuğunun isteğini, haftalık ibadette bulunuştan daha yüksek bir görev olarak düşündü.

Müslümanlar arasında birçok olayda din hayattan tamamıyla ayrı bir şeydir. Gerçekte bu anlama gelen çok bilinen bir söz vardır. Dinsel görevlerinin hepsini yapmış bir insan tehlikeli bir kişidir. Çünkü birçok günahı işlemek için ona izin verecek kadar yeterli kredisi vardır Tanrı’nın kitaplarında. Kürtlerin dini şekli olmadığı için aynı durum onlarda olmaz. Onların seyidleri konuşmalarında yaşamın ve dinin birliğini sık sık vurguluyorlar. Israrla belirttikleri
meziyetler dürüstlük, temizlik ve iyiliktir. Onlardaki dürüstlük fikri batıdakiyle aynı anlamda değildir. Onlar tarafından soyulmuş herhangi bir yolcu bunu kanıtlayacaktır. Yine de kesin olarak sahip oldukları bir dürüstlük ölçüleri vardır. Onların düşüncesindeki yol keserek yapılmış yağma, bizdeki ticari kârlarla ayrı sınıfa girer. Fakat bir Kürt kendisine herhangi bir biçimde konuk olmuş birisini aldatmamak ya da soymamak için aşırı titizdir. Onların komşu ve arkadaşlarıyla yaptıkları anlaşmalar yüksek düzeyde bir dürüstlüğe dayanmaktadır.

Ev sahibim bunun bir örneğini şöyle verdi: “Sen benim evimde altın bir para düşürsen ve sen gittikten sonra ben bu parayı bulsam, ben bu parayı kullanamam. Senin hemen arkandan gelmeli ve paranı sana teslim etmeliyim. Ya da seni bulamazsam eğer parayı fakirlere vermeliyim. Eğer parayı kendim için harcarsam bana felaket getirir.”

Erkek ve kadın arasındaki ilişki ve kadınların durumu Müslüman fikirleriyle çok kesin bir zıtlık içindedir. Hatta bu ilişkiler az ya da çok Müslüman geleneklerden etkilenmiş Hristiyan ırklarda olduğundan daha yüksektir. Kürt kadınları peçe ile örtünmez ve erkeklerden ayrı bir yerde yaşamaz. Evdeki hakları ve sorumlulukları erkeklerde eşit olarak paylaşır. Dinsel yaşama erkeklerle birlikte katılırlar. Toplumsal ilişkilerinde tam bir özgürlük ve karşılıklı saygı görülmektedir.

Yaşlı Seyid Mustafa Türklerin düşük ahlâk anlayışı hakkında sert bir küçümsemeyle konuştuğu zaman tüm halkının duyarlılığını dile getirdi “Her kadın benim kardeşimdir, (bacımdır Ç.N.) O halde ne diye onunla konuşmayayım ve çalışmayayım? Ama şehvetli düşüncelerle onu düşünmek ve ona o gözle bakmak en korkunç günahtır” dedi bana. Müslüman ahlâkı ile ilgili bu bilinen görüşler Müslüman biri için yabancı sözcüklerdir. Cömertlik ve konukseverlik Kürtlerin en büyük meziyetidir. Bu insanları tanıyan onların arasında seyahat etmiş herkes şunu doğrular ki; dışarıdan bir Kürt evine gelen yolcular gerçek bir konukseverlik olduğundan herhangi bir evi tercih etseler de oradan hoşlanacaklardır. Seyit arkadaşımın bana anlattığı aşağıdaki hikâye onların Tanrı’ya nasıl bir hizmet düşündüklerini gösteriyor. Hatta Kürt konukseverliğinin anlamını aydınlatmada güzel bir ışık tutuyor.

“Musa Peygamber bir gün Tanrı’ya onun şerefine büyük bir ziyafet düzenlemek için kendisine hak vermesi için dua etti. Tanrı buna razı oldu ve hazırlamasını buyurdu. Bunun üzerine Musa yüz koyun ve yüz öküz kesti. Büyük bir ziyafet hazırladı. Musa ilahi konuğunun gelmesini beklerken kapıda bir yolcu durdu. Musa, kalbinde bazı kuşkularla onu içeri buyur etti ve yemek yemesini söyledi. Ondan sonra gelen bir dilenci de diğeri gibi beslendi. Musa umutla ziyafetine şeref vermesi için Tanrı’yı uzun bir süre bekledi. O beklerken fakirler ve açlar geldiler. Hepsi buyur edilip doyuruldular. Büyük ziyafetin hepsi bitirilene kadar Musa bir kaç gün bekledi. Hâlâ Tanrı görünmemişti. Musa Tanrı’ya tekrar dua etti ve onun için hazırlamış olduklarını başkalarına verdiği için kendisini affetmesini istedi. Fakat Tanrı onun yaptığından çok memnun olduğunu, ihtiyacı olan insanları doyurmakla, Musa’nın bütün ziyafeti aslında Tanrı’ya sunduğunu söyledi.” Bu garip ve çekici dini bir insan ne kadar çok öğrenirse o kadar soruya boğulur. Bu dinin kaynağı nedir? Kendilerinden daha bilgili komşularında olmayandan daha fazlasına sahip bu basit ve cahil halkın tarihi nedir? Yanıtlar özellikle belirlenmiş bir çok gerçek açısından hemen hemen açıktır. Bunlardan bazılarından söz etmem gerekiyor: Tüm Dersim bölgesinde birçok yıkılmış kilise ve manastırlar vardır. Kürtler bu kilise ve manastırları büyük bir saygıyla kutsal olarak kabul ederler.

Dersim’deki mezarlar Türklere göre utanılacak bir şeydir. Çünkü mezarlar geride bırakılan yaşamdaki at, silah vb. şeylere ilişkin kabaca yapılmış, oyma resimlerle yoğunca süslüdür. Bu mezarlarda göze çarpan bir şey de mezardaki diğer tüm oymalara göre çok fazla yapılmış bir koyun figürünün sık görülmesidir. Türkler bu şekillerin put olduğunu söylüyor ama ben hiç bir Kürt’ten onların anlamlarına ilişkin bir açıklama duymadım. Dersim’e yakın, komşu bölgelerde Ermeni kilisesine mensup artık Ermenice konuşmayan, Ermenileri hiç andırmayan Hristiyan topluluklar vardır. Dilde geleneklerde, dış görünüşte ve kişisel özelliklerde onlardan yalnızca farklı dinden olan Kürtlere benzerler. Ayrıca Kızılbaş Kürtlerin arasında Ermeni isimlerine ara sıra rastlanmaktadır. Köy, aile ve insan isimlerine de. Bir keresinde yolda bir Kürde nerede oturduğu sordum. Khozakpiur’da diye cevapladı. İsim domuz pınarı anlamına gelen Ermenice bir isimdi. Kürtlerin İslam düşüncesine göre iğrenç olan domuz ismine hoşgörü göstermeleri beni hayrete düşürdü. Fakat sonunda anladım ki adamın bu ismin ne anlama geldiği konusunda hiç bir fikri yoktu. Köy tamamen bir Kürt köyüydü ve hiç Ermeni yoktu orada.

O bölgedeki yolculuğumda fark ettim ki Müslüman köylerinde kadınlar onların kutsal günü olan cumaya hazırlık için elbiselerini perşembe günü yıkıyorken, Kızılbaş köylerindeki kadınlar cumartesi günü yıkıyorlar. Kuşkusuz onlar da kutsal olan pazar için yapıyorlar bunu. Bu fakir köylülerin tören için ayırdıkları sadece bir takım elbiseleri var. Kutsal günlerden sonra bunun bir önemi yok. Nedeni sorulduğunda sadece şu cevabı verebilirler: “Köyümüzde bu hep bir gelenek olmuştur.” Tüm bu gerçekler oldukça açık bir hükme götürüyor bizi. Yüzyıllar önce Hristiyanların Kürtlerin atası olduğu anlamına gelen ilişkileri bulmak hiç şaşırtıcı değildir. Önceki bilgilerimize dayanarak bir varsayım kurmak zor değildir. Osmanlı Türkleri ülkeyi işgal ettikleri zaman bu dağlı Hıristiyan aşiretlerle karşılaştı. Kendi milliyeti ve dili olan Ermeni topluluklarıydı bunlar. İnsafsız istilacılar bu insanları Müslüman yapmaya çalıştılar. Dinsel çabalarını sadece şiddet olduğunu gösterircesine kiliselerini yıktılar. Ama Kürtleri yumuşak başlı bir ırk olarak bulamadılar. Bazıları yeni inancı kabul etti ve tüm Hristiyanlığını kaybetti. Bunlar Ortodoks (Sünni) Müslüman Kürtlerdir. Öte yandan diğerleri tüm kalpleriyle Hristiyanlığa sarıldılar. İşte bunlar da hâlâ var olan Hristiyan Kürtlerdir. Dersim Kürtleri ve diğer bazı kabileler sözde Müslümanlığı kabul ederken ve Hristiyanlıktan uzaklaşırken ancak kısmen dönüştürülmüşler gittikçe İslam adı altında ama daha çok Hristiyanlığın ruhunu ve biçimini içeren bir din geliştirmişlerdir.

Böylece onların gizli yaptıkları ibadet zulüm zamanında oluşmuş bir alışkanlık olmuştur. Hak Lokması belki de modern Hristiyan törenlerinin önemli seremonilerinden ilk çağlardaki Aşai Rahbani Ayin’ne (2) daha yakın bir şeydir. Onların Hristiyanlık zamanlarına ait olan ahlaki ve dini fikirleri haftalık ibadet toplantılarında kuşaktan kuşağa geçmiştir. Mezarlardaki Kuzu (3) resimleri taşıdıkları Hristiyan isimleri eski ibadet yerlerine gösterdikleri derin saygı bunların tümü onlardaki ilk Hristiyan bağlılığından kalan şeylerdir. Dinlerindeki Hristiyan olmayan özellikler bile onların Hristiyan komşularına olan yakınlıklarını (akrabalıklarını) gösteriyor. Çünkü nehrin karşısındaki Ermeniler çeşitli ayinler ve festivaller kutlarlar. Bunlar açıkça ateşe tapma geleneğinden arta kalan törenlerdir. Kürtlerin savunduğu ruhun başka bir bedene geçmesi fikri Ermenilerin de yarı inanç olarak savundukları bir şeydir. Bir çocuk doğduğu zaman onun anne ve babası bazen şu özlerle kutlanır: “Babanız (ya da anneniz) ölüden (yeniden) doğdu.” Dersim Kürtlerinin dini kıymete değer bir çalışmadır. Bu varsayım doğruysa eğer Hristiyan kilisesinin ilginç bir bölümü hakkında çok şey öğrenilebilir. Fakat gerçekler çok daha fazla önemlidir. Gerçekler bu kabilelerin Hristiyanlığa ne kadar yakın olduğunu ve bu yüzden de İslam mezhepleri yerine garip bir biçimde İncil&’in etkisinde olduğunu gösteriyor. Onlar doğal düşmanları ve baskıcıları olan  Türklerden nefret ederek büyüdüler. Birçoğu Hristiyanlığın atalarının inancı olduğuna inanıyor. Hristiyanlığa düşmanlıkları da böyle bir sevecenlikleri de yok.

Bir kaç yıl önce bu kabilelerden birinin baş seyidi Harput’taki Amerikan misyonerlerine geldi ve tüm kabilenin (eğer misyonerler onları zulümden koruyabilirse) Hristiyan olmaya hazır olduğunu söyledi. Kuşkusuz zulüm olasılığı onların arasında misyonerlik çalışması yapmakta hâlâ ciddi bir engeldir. Ama eğer ince ve akıllı taktiklerle çaba sarf edilirse aşılmayacak bir engel değildir. Burası öncü bir misyonerliği tam bir umutla bekleyen daha tam olarak el değmemiş bir alandır.

1- Şit Peygamber Ç.N: Adem ve Havva’nın üçüncü oğlu. 912 yaşında öldüğü ve Allah’ın ona 50 sayfa (sual) indirdiği söylenir.
2- Aşai Ruhbanı (Ç.N.): Hristiyanların Kudas ayininde yedikleri ekmek ve şaraptan ibaret yemek,
bu ayinde okunan dua.
3- Kudas: Hz. İsa’nın havarileriyle yediği son yemeği anmak üzere Hristiyanların kilisede bir kap
içinde şarap ve ekmeği takdis ettikleri tören. İngilizce yde kuzu demek olan Lamb "The Lamb"
şeklinde yazıldığında Hz. İsa anlamına gelir.
 
Kaynak: Rev Henry H. Riggs; The Religion of the Dersim Kurds (Dersim Kürtlerinin Dini-
Harput/Türkiye), The Missionary Review of the World, Ekim-1911

– İngilizce’den Çeviren: Zafer Avşar, İngilizce metinden çeviri düzeltmesi yapan: Nihat Sarı
– Bu yazının ana metni Mehmet Bayrak’ın ‘‘Alevilik ve Kürtler’’ kitabından alınmış ve İngilizce
orijinal metinden düzeltme yapılmıştır.

Amerikalı misyoner Riggs’in Dersimli Seyid Mustafa ile 1911’de yaptığı söyleyişi: DERSİM KÜRTLERİNİN DİNİ
Yorum Yap
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin