Sivas Bağlamında, Yakarak Cezalandırmanın Arkaplanı!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Girirş:

Mezopotamya’nın kadim/eski inançlarından olan Bâtıni Aleviliğinin bağlıları, asırlardan beri katliamlara, soykırımlara, zindanlara, sürgünlere, asimilasyonlara ve türlü entrikalara maruz kalmışlardır. Kürt Alevileri (Réya/Raa Heqi) ise, yukarıda sıraladığımız bu yaptırımların mislisini yaşamış ve halen bile yaşamaktadırlar. Buna karşın yolun Réberleri, zerre kadar ödün vermeden hümaniter ve doğa-insan eksenli bu antik inançlarını, bedeller ödeyerek 21. yüzyıla kadar taşımışlardır. Bundan tam 28 yıl önce 2 Temmuz 1993 tarihinde, “Pir Sultan Abdal Şenlikleri“ sırasında, Sivas merkezindeki Alevilere ve onların nezdinde Alevilerin dostlarına karşı toplu halde bir kıyım yaşatıldı. Devlet destekli bu katliam, Alevi tarihine “Sivas Katliamı“ olarak geçti. Yıllardan beri bu katliam üzerinde çok şey yazıldı ve konuşuldu. Eskilerin dediği bir söz vardır, “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür!“ yani İnsanoğlu, unutkandır! Nitekim unutkanlık bir insani haldir, doğaldır! Dolayısıyla biz bu çalışmamızda; 28 yıl önce Sivas’da yükselen dumanların gölgesinde inanç ve düşüncelerinden dolayı diri diri yakılarak mahsum insanların cezalandırılmasının (!) arkaplanına kısaca bakmaya çalışacağız. Çünkü “Ateşte yakarak cezalandırma” yöntemi, tek Tanrılı dinlerin hinterlandı içerisinde özellikle Ortaçağda; sıkça başvurdukları bir yöntemdi! Şu ana kadar incelediğimiz yazılı kaynaklarda Sivas bağlamında “yakma” eylemini ele alanlar; birazdan göstereceğimiz gibi bu ibretlik gerçekliklere mâlesef hiç deyinmemişlerdir. Oysa Sivas yangınının tarihteki arkaplanı, çok ama çok önemldir. Zira hiç kuşku yok ki; Sivas yangını, Kur’an ayetlerinde ve uygulamalarında gizlidir. Hiç bir olay kendiliğinden gelişmez ve toplumsal belleklerde yer edinmez.

Kitabi Dinlerde Ateş ve Yakma Fiilleri

Avesta’da toplamda 400’e yakın yerde Ateş’den sözedilir. Yasna’da özel bölümlerde kendisine yer verilen Ateş’e; dualar ve övgüler dizilir. Avesta’da “iitar” olarak geçen Ateş; Phl. iitas, iites, iidur; Eski-Hind. agni; Kürt. Agir ve benzeri isimlerle anılır. Avesta’da kutsal görülen ve ocakra/adırgahlarda sürekli yanması gereken Ateş, Alevilerde de kutsanmaktadır. Alevilerdeki bütün seremoniler ateşle, ışıkla başlar. Kürt Aleviler (Réya /Raa Heqi İnancı), Ateşi kutsayarak Pirlerine; “Ocaxzâde (Ateşin oğlu)” kavramını kullanırlar. Bütün inançsal formlarını Ocak ve ateş örğüsü içerisinde ele alırlar.

Tevrat’ ta yakmak fiili yakşık 300’den fazla yer almaktadır. Daha çok “Yakmalık sunular ve sunak” lardan sözedilir. Örneğin Mısır’da Çıkış (38:1-7) 27. Bölümünde “Yakmalık Sunu Sunağı” ve benzeri bağşlıklar vardır. Ateş ise tıpkı Zerdüştilerde (Avesta) olduğu gibi daha çok kutsanarak; “Sunağın üzerindeki ateş sürekli yanacak, hiç sönmeyecek.” Benzeri tamlamalarla yaklaşık 200 den fazla yer almıştır. Peygamber Musa, Sina dağında bir ateşin içinde belliren Rabbi ile ilk karşılaşmasını görüşmesini yaptığını da buraya not edelim.

İncil’de yaklaşık 90’dan fazla yerde Ateş’ten sözdilir. Mecazi anlamlarla ateşle ilgili bölümler vardır. “Yu.15: 6 Bir kimse bende kalmazsa, çubuk gibi dışarı atılır ve kurur. Böylelerini toplar, ateşe atıp yakarlar. Mat.3: 10 Balta ağaçların köküne dayanmış bile. İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır“. Yine Cehennem’den sözedilince Ateş metaforuna başvurulur ve denir ki; Mat.5: 22 Kim kardeşine ahmak derse, cehennem ateşini hak edecektir. Mar.9: 43-44 Eğer elin günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek elle yaşama kavuşman, iki elle sönmez ateşe, cehenneme gitmenden iyidir. Yakma konusu ise tıpkı Tevrattaki gibi kurban sunularıyla alakalı olup, toplamda 7 yerde geçer.

Kur’an’da toplamda 150’den fazla sürede Ateş’e yer verilmiştir. Ateş daha çok Cehennemle özeşleştirilmiş ve bir korku aracı olarak dile getirilmiştir. Kur’an ayetleri Ateşi; kâfirler için hazırlanmış bir ceza olarak göstermektedir. Kuran’da cehennemin tarifi ve oradaki azabın, ilk başta ateşle yüzleşmeyle başlayacağı anlatılmaktadır. Kur’an’da cehennem ve ateşine ilişkin muhtelif bir çok ayet bulunmaktadır. Bunlardan sadece bazıları şunlardır:

Nisa-56: “Doğrusu ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında azabı tatmaları için derilerini değiştireceğiz” Mümin-71-72: “Boyunlarında demir halkalar vezincirler olduğu halde kaynar sulara sürülüp sonra da ateşte yakılacaklar” A’raf Suresi 7:41.  “Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız“ Muminun Suresi; 10: “Orada ateş yüzlerini yakar, bu yüzden dudakları kasılacağı için dişleri sırıtır” Beled Suresi 19.20: “Âyetlerimizi inkâr edenler ise, işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir. Al’i İmran süresi 131: Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.“ Dinlerarası bir interaktif hal alan “insan yakma” eylemi, günümüze kadar gelmiştir. Kitabi dinlere ait bu kısa verilerden de anlaşıldığı gibi daha çok Kur’an da, ateşle cezalandırmak, cehennemle bağlantılı ayetlerde bulunmaktadır. Yani burada ateşte yakarak cezalandırmak sadece Allah’a mahsusdur! Yani Ona (Allaha), Kur’an ayetlerine, elçisine inanmayanlar ve islam’a teslim olmayanlar, Sünneti ve farzı ifâ etmeyenler için Cehennemde kızgın ateşler, kaynar kazanlar vardır. Ve fakat Halifeler döneminde bu kurala uyulmamış ve topluca ateş hendeklerinde-çukurlarında insanlar yakılarak öldürülmüşlerdir. Bu mihmalde İslam  halifelerinin, İslama teslim olmayanları ateşle yakarak cezalandırdıkları bazı konulara kısaca deyinelim. Konumuzla alakalı 1. el yazmalar (-asıl kaynaklar), çalışmamızda gösterdiğimiz kaynakların içinde yer almaktadır. Bu kaynaklar, güvenirliği sabit hadis ve ilgili klasik İslam tarihi kaynaklarına aitt bilgilerdir. Hem kaldıki şu ana kadar hiç bir İslam tarihcisi bu kaynakları ve buradaki konumuızla ilgili bilgileri tenkit etmemiş, yok saymamıştır. Hazırsanız, başlıyalım!

İslam Halifeleri ve İnsanı Yakarak Cezalandırmalar

Ateşle yakarak cezalandırma eylemi Arap toplumunda eskiden beri vardı. Araplar karşı düşüncelere sahip olanları yada düşmanlarını ateşle yakarak cezalandırma yöntemlerine sıkça başvurmaktaydılar (Balcı, 2006: 25). Anlaşılan o ki; bu cezalandırma geleneği İslamiyetle birlikte aynen devam edegeldi. Emeviler, Abbasiler, Selçukiler, Osmanlılar ve Cumhurriyet dönemlerinde gerek bireysel, gerekse toplumsal bazda karşıt inanç ve düşüncedeki insanlar yakılarak öldürülmeye devam edildi. İslamiyetle birlikte Halifeler dönemiyle başlayan bu süreç, çeşitli hadislerle/anlatılarla günümüze kadar geldi. Konuyla alakalı olarak Halifeler dönemine bakınca olayın muhtevası hakkında yeterince bir görüş sahibi olmak mümkün!

1. Halife Ebubekir (573-634)

İslam Peygamberi Muhammed’in (570-632) ölümünden sora İslam devletinin başına geçen 1. Halife Ebubekir; bu süreçte topluca başgösteren dinden (-İslamdan, Müslümanlıktan) dönme (“ridde”) olayları sırasında komutanlarına şu talimatı vermişti: “Daha da direnirlerse demirle dağlayın, ateşte yakın! Bu emir dikkat edilirse yukarıda verdiğimiz ayetlerin içeriğiyle uyum içerisindedir. Ve bu talimat uygulanmıştı: Hâlid Ibnü ”l-Velîd, savaş sırasında, “ateş çukurları” açtırmış, yaktırdığı ateşin içine, birçok kimseyi diri diri attıp yaktırmıştı. Kadın da vardı bunların içinde. Bir tutsak kadına, Müslüman olması önerilir. Kadın kabul etmez. Bunun üzerine yanan ateşe atılacağı söylenir. Kadın, “Hoşgeldin ölüm! Yazık ki başka kurtuluş yolum yok. O yüzden kendimi atyorum ateşe.” anlamındaki şiirini okuyarak kendini kaldırıp ateşe atar. Ebubekir’e “ateşte diri diri yakma cezası’nı nasıl verdiği sorulduğunda; Peygamberin bu tür cezaya izin verdiğini söyler” (Kaynaklardan aktaran Dursun, 1990: 54,55).

Halife Ebubekir’in, Müslümanlıktan dönen insanları yakarak cezalandırdığına dair hadis kaynaklarında birçok anlatım bulunmaktadır. Taberî, mürtedlerle (Müslümanken, İslam’dan çıkan, Müslümanlıktan vazgeçenler) savaşmak için görevlendirilen komutanların her birine, Hz. Ebû Bekr’in uzunca tavsiyelerde bulunduğundan söz eden bir mektubuna yer verir ve bu mektuptaki tavsiyeler arasında Halife’ye ait şu ifadeleri aktarır: “Allah mürtedlere karşı komutana zafer nasip ederse, komutan onları silahla ve ateşte yakma dâhil her çeşit usulle öldürür” (Kaynaklardan aktaran Balcı, 2006: 32). İşte bu alıntıda görüldüğü gibi Müslümanlıktan vazgeçenlerin cezası, ateşle yakılmaları, direnirlerse kızgın demirlerle dağlanmaları bir şerri hüküm olarak uygulanmıştır.

  1. Halife Ömer (592-644)

Yakarak cezalandırmalara karşı Ömer’in, halife Ebû Bekr’e, Halit Bin Velid’i kastederek; “Sen Müslümanları öldüren ve ateşle azap eden bir adam gönderdin’ diye kızarken, (Balcı, 2006: 43) kendisi halife olduğu zaman ise aynı yöntemi olduğu gibi kullanır. İsrafil Balcı, Buhari’ye atfen Halife Ömer dönemine ait yakarak cezalandırma vakkasına sadece bir olayada rastlandığını berlirtmektedir (Balcı, 2006:38). Yani sonuçta Ömer’de halife olmadan önce karşı çıktığı, yakarak cezalandırma eylemlerini, halife olduktan sonra bizatihi kendisi de uygulamıştır.

  1. Halife Ali (599-661)

Eski inançlarını bırakıp, Müslüman olmuyorlar diye, İnsanları "ateş çukuru"na attırıp yaktıranlardan birinin de Ali olduğu, İslam tarihi kitaplarında aktarılır: Buhârî'nin de yer verdiği bir hadiste, Ali’nin “bir topluluğu ateşe attırıp yaktırdığı”  İbni Abbas’a (-Ali’nin amcası) söylendiğinde, İbni Abbas’ın şöyle dediği belirtilir: “Ben olsaydım bunu yapmazdım. Çünkü Peygamber “Tanrı’nın verdiği biçimde ceza vermeyin!”demişti. Ben olsaydım öldürürdüm yalnızca!” (Değişik kaynaklardan aktaranlar; Faruk, 2020: 184, 185; Dursun, 1990: 54, 55; Bulut, 2011: 173, 304; Balcı, 2006: 29). Burada da anlaşılacağı gibi, Alevilerin bir kült meteforuna döndürdükleri İmam Ali’de, kendisine karşı çıkanları, İslamı kabul etmeyenleri ve hatta kendisini “Allah” yerine koyan taraftarlarını dahi yakarak cezalandırmıştır. Yakarak cezalandırmak, İslamiyetin başlangıcında ve hem de halifeleri döneminde başvurulan bir yöntemdi. Bu cezalandırma biçiminin en son tezahürü 1993 yılında
Sivasta kendisini gösterecekti. Fakat ne acıdırki; “Ya Hak ya Muhammed ya Al”i deyip Semah dönenler, İmam Ali’nin yaktıklarıyla eşdeğerde cezalandırılacaklardı. Bilinç düzeyi yüksek, hakikat arayışcıları için, aslında bu büyük bir paradoks olarak karşımızda durmaktadır. Düşündürücü ve bir okadar da acı verici bir sonuçtur! Devam edelim:

İşkence Sonucu Yakılarak Katledilenler

Alevi cenahında 16. yüzyılın ünlü Şeyhülislamlarından Ebussuud Efendi’nin (1490-1574) fetvaları sıkça dile getirilir. Kendisine “Birisi … “Gerçekten Hallacı Mansur’un davası Doğrudur derse ne yapılır?“ diye sorulduğunda, Ebussuud Efendi; “Hallacı Mansur’a yapılan yapılır!“ diye cevap veirir (Zelyut, 1986: 37-44). Peki Hallac’a ne yapılmıştı? Hallacı Mansur (858-922), ”Enel hak“ ben Tanrıyım, Tanrı bende, Hak insan da İnsan hakta” dediği için 64 yaşında Zındık/kafir suçlamasıyla, işkenceler sonucu derisi yüzüldü. Kol ve bacakları çarpaz kesildi ve en sonunda yakılarak, külleri Dicle nehirine savruldu. Mansur, Alevi geleneğinin yazılı tarihinde belki de ilk yakılarak katledilen bir yol önderidir. Ebusuud ve benzerleri, Kur’an ayetleri ve uygulamaları adına nice Kızılbaş ve dahi gayri müslim olan inasnların yakılarak öldürülmeleri için fetvalar dizdiler. İşte bu yüzdendirki Ebussudların olmadığı ve fakat kendisini Onun yerine koyan devletin gizli unsurları tarafından 1993 yılında Sivas’ta, Mansurlar yakılarak katlediliyordu. Bu vesileyle Sivas yangını, bütün bunlarla birlikte ele alıp, toplumsal hafızamızda yeniden aktüalize etmeliyiz!

Osmanlıda Yakılan Kızılbaşlar

Ahmet Refik (1932- 1994), incelediği Osmanlı belgelerindeki Kızılbaşların; verilen fetvalarla nasıl yakılıp, sularda boğdurulduğuna dair verileri günümüze taşımıştır. Refik, ilgili eserinin “Osmanlı Devrinde Rafizîlik Ve Bektâşilik (1558 – 1591)” başlığı altında (Refik, 1994: 13). Anlatımlarını şöyle sürdürür: “1558 yılına gelinceye kadar, Osmanlı tarihlerinde dinî hareketlere dair görülen bilgiler bundan ibarettir. Fakat, gerek dinî hareketler ve gerek dinî içtihada dayanan olaylar, Osmanlı yönetiminde hiç bir zaman eksik olmamıştır. Râfizîlerin “Defterleri tutulup” öldürülmeleri, bazılarının “Kızılırmağa atılıp” bazılarının “İhrak-ı Bi’nnâr” edilmeleri yani ateşte yakılmaları düzenli bir sistem içinde uygulanmıştır” (Refik, 1994: 33). Osmanlıda ateşte, diri diri yakma olayına “İhrak-ı Bi’nnâr” denilir. İşte bir “İhrak-ı Bi’nnâr” eylemi daha;

Bursa beyine yazılan bir emirnamede, Bursa Zindanında yatmakta olan bir Kızılbaşın Ateşte yakılarak öldürülmesi istenmektedir. Buna göre uzunca olan mektupta sonuç şudur;” İmdi, adı geçenin “ateşte yakılması’nı emredip buyurdum ki: Buyruğum geldikte, adı geçeni ateşte yakıp, emrinin yerine geldiğini yazıp bildiresin” 13 Rebiül-evvel 975 (M. 1567) (Kazasker arzetmiştir. Kethüdası Kara Çavuş’a verildi (Refik, 1994: 61, 62).

Osmalı yazılı tarihinde Kızılbaşların yakılarak, sularda boğularak, asılarak, türlü işkencelerle katledilerek ortadan kaldırılmalarına ilişkin yığınla bilgi-belge bulunmaktadır. Bunların, İslamiyetin başlangıcında ve hem de halifeleri döneminde başvurulan bir yöntemdi. Bu cezalandırma biçiminin en son tezahürü 1993 yılında Sivasta kendisini gösterecekti. Fakat ne acıdırki; “Ya Hak ya Muhammed ya Al”i deyip Semah dönenler, İmam Ali’nin yaktıklarıyla eşdeğerde cezalandırılacaklardı. Bilinç düzeyi yüksek, hakikat arayışcıları için, aslında bu büyük bir paradoks olarak karşımızda durmaktadır. Düşündürücü ve bir okadar da acı verici bir sonuçtur! Devam edelim:

tümünün tek gerekçesi, “Kızılbaşların Müslüman olmadıkları, İmanın-İslamın şartlarına uymadıkları, sazlı-sözlü kadınlı-erkekli eğlenceler düzenledikleri, Kur’anın Tanrı Vahiyi olmayıp, Muhammed’in sözleri olduğu”, ve benzeri karşı görüşler geliştirdikleri için topluca katledilmeleri ve mallarının, kadın-kızlarının halel olduğu, bu uğurda ölenlerin ise şehitlik mertebesine yükseldiğine dair fetva ve uygulamalar bulunmaktadır. Nokta!

Edirne’de Yakılan Hurufiler

15.yüzyılın ortasında Edirne’de Hurufilerin önderi olan Fazıl Tebrizi ateşe atılarak diri diri yakılmış, diğer Hurufilerin de boyunları vurulmuştur. Geriye kalanların da sıkı biçimde izlendiklerini ve öldürüldüklerini yazılı belgelerde anlamaktayız (Zelyut, 1986: 130). “II. Murad (1421-1451) döneminde Edirne Müftüsü olan Fahreddin Acemi (-İmam Ali soyundan olan Seyyid Şerif’in öğrencisi olup, Onun tarafından eğitilmişti) Hurufileri ataşe atarak yakıyordu. Bir keresinde yaktırdığı Hurufilerin ateşini üflerken sakalı bile yanmıştı. Fahrettin- Fahr-ı Acem, Hurufileri yakacak ateşi yükseltmek için özenli ve sürekli biçimde çalışmıştır. Hurufilerin öldürülmeleri için hazırlattığı ateşi kendisi üfürürken kutsal sakalı bile yanıyordu” (Zelyut,1986: 133). Tıpkı Sivas’da, Otel katlarına çıkarak elindeki benzin bidonlarını taşıyanların da o esnada yaralandıkları gibi…!

Cumhurriyet Döneminde Yakılan Aleviler

Tarihsel süreç; kronolojik seyri içerisinde ciddi bir şekilde incelendiğinde, İslamiyetin başlangıcından günümüze kadar inanç ve düşüncelerinden ötürü “ötekiler” ateşle yakılmak süretiyle cezalandırılmıştır. Bu türden cezalandırma yöntemlerini, Ortaçağdaki “Hırıstiyan Engizisyonu” paralelinde “Müslümanların Engizisyonu” bağlamında da ele almak mümkündür. Cumhurriyet döneminde özellikle Alevilere karşı yapılan toplu katliyamlar  genellikle Ramazan ayında ve özellikle de hep Cuma günleri gerçekleştirilmiştir. Bu Alevilere verilen çok ilginç bir mesajdır! Öyleki bu durum, adeta “hayırlı cumalar!” dileklerinin bir tezahürü, sonucu gibidir. Sivas’daki Madımak Otelinin benzinle tutuşturulması, Cuma  hutbesinden sonra gerçekleştirilmiş ve dünyanın gözü önünde 8 saat yardım bekleyen mahsum insanlar, Askerler ve polislerin gözetiminde diri diri yakılmışlardır. Haddizatında sadece Aleviler diri diri yakılmıyorlardı. Ermeniler ve Rumlar’da bu vahşice işlenen suçlardan nasibini alıyorlardı. Meselâ Topal Osman ve çetesi; 1919’da, henüz Koçgiri’ye gitmeden önce, 1917-18 yılları arasında Karadeniz bölgesinde Ermeni ve Pontus Rumlarını gemi kazanlarına atarak diri diri yakıyor, sonrasında M. Kemal’in en has adamı olarak Koçgiri soykırımıında kendisine özel yetkilerle görevler tevdih ediliyor ve en sonunda ise Ankara’da kendisinin özel muhafız alayının başına getiriliyordu (Yalgın, 2021: 17-23).

Aleviler Neden Yakılır?

Doğal bilimlerin diliyle konuşacak olursak; Ekolojik bağlamda Doğa-insan ekseninde gelişen, antik kültürel katmanlarla beslenen Mezopotamyadaki Aryenik değerlerin son halkasını yaşatan Aleviler; tarih boyunca farklı isimlerle anılmışlardır. Bu tanımların çoğunu genellikle hep karşıtları, Onlara vermişlerdir. Verilen isimler, daha çok İslami gelenek içinde Alevileri ortadan kaldırmaya yönelik pejoratif (hakaret içerikli, aşağlayıcı) tamlamaları içermektedir. Bunlardan bazılarına örnek olarak; “Zındık, Kâfir, Râfızi, Kızılbaş, Mülhid“ ve benzerlerini gösterebiliriz. Müslümanların ortak algısında bu tanımlar; “Tanrının varlığını yanısıyan ve ona şirk koşan! Tanrıya ve ahirete inanmayan! Dinden çıkan, dinsiz, imansız, kitapsız olan! Ana-bacı tanımayan vs.!“ anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla gayrimüslim toplulukların; Kur’an aytelerine ve hadis-i şeriflerin verdiği emre göre ortadan kaldırılmaları gerekmektedir. Bu uğurda cihad eden Müslümanlar, cennete gidecekleri gibi, ortadan kaldırılanların malları ve kadınları kendilerine helal kılınmıştır. Onlara göre bu tür topluluklara, cehennemi ve cehennem ateşini, bu dünyada tattırmak vaciptir. Dikkat edilecek olursa tarihteki toplumsal ve bireysel bütün Alevi kıyımları, bu veriler üzerinden fetvalarla hareket edilerek gerçekleştirilmiştir. Bu uygulamalarla Alevilerin, esasen Müslüman olmadıklarını, Kur’an’a inanmadıklarını, İslam peygamberi Muhammed ve halifelerine biât edip-tabî olmadıklarını, bundan ötürü de elbette Cehennem ateşinden yakılmaları bir Tanrı kelâmı gibi caiz olduğu açığa çıkmaktadır. Bu babda, isterseniz kısaca Maraş’a da dokunarak devam edelim:

19-22 Aralık 1978‘ de Maraş’da Yakılarak Katledilen Kürt Alevileri

Alevi Entelijansiyasında; Maraş’ta gerçekleştirilen katliamın değişik fragmanları sürekli dile getirilmiş ve konu üzerinde bir çok yazılı araştırmalar ortaya konulmuştur. Fakat, Maraşta gerçekleştirilen ateşte ve kaynar kazanlarda yakılarak katletme fiilleri hakkında detaylı veriler hep gözden kaçırılmıştır. Ne hikmetse Mezopotamya/Anadolu topraklarında “insan yakma” fiilinin kökenine ilişkin arkaplanı üzerinde hiç durulmamıştır. Bu fiili gerçekleştirmek için hangi parametreler üzerinden haraket edildiği gerçekliği dikkatlerden uzak tutulmuştur. Meselâ Maraş’ta “Komünistler Camiileri yaktılar” söylemiyle görünüşte Türkçü-İslamcı gruplar; Müslümanları, Alevileri yakmaya davet ve teşfik etmişlerdi. Katliam hakkında geniş araştırmalar yapan Aziz Tunç, konuya ilişkin şu hususslara dikkat çekmektedir; “Maraş’ın her tarafında, binlerce yangının alevleri yükseliyordu. Evlerin yakılması katliamın önemli bir parçası olarak tasarlanmıştır. Yaktıkları evlerin söndürülmesini istemeyen saldırganlar, buna karşı hazırlıklıydılar. İtfaiyenin bu yöndeki bütün girişimleri, katliam boyunca, engellenmiştir. Kaldı ki zaten itfaiye içinde katliamcıların yandaşlarının bulunması da bu gelişmeyi kolaylaştırmaktaydı. Katliamcılar evleri ve içindeki insanları yakmış, destekçileri zevkle seyretmiş, mağdurlann dostları ise, çaresizlik içinde ve yangını yüreklerinde hissederek izlemişlerdir…19-22 Aralık 1978 tarihleri arasında cereyan eden olaylar; sonraki günlerde cereyan eden yakma, yıkma, öldürme, yaralama, devlet kuvvetlerine karşı gelme olaylarının meydana gelmesinde şüphesiz ki büyük etken olmuştur“ (Tunç, 2011:301, 342).

Sivas’da Yakılan Canlar

Sivas’da, 2 Temmuz 1993 tarihinde, Cuma namazını ifâ eden Müslümanlar eliyle gerçekleştirilen Alevi katliamı, şiddet pedegojisiyle haraket eden katiller tarafından çekilen yakım anının görüntüleri, izlenmeye değer anların arşivi niteliğindedir!(*) İnternet ortamında da yer alan toplamda 1 dakika 48 saniyelik bir video görüntüsünde, yamalak Türkçeli cehennem bekçilerinin konuşmaları yer almaktadır. “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla harakete geçen ve yakma işine gidenlerin, görüntüler eşliğinde yaptıkları yorumlar, şunları içermektedir:

“Gir içerden yak oğlum ya! Aha yaktı! Ha öbürü de aradan onun yanına çıktı! Çok iyi görünüyo buradan, harika oldu ya…! Yakacan ki bunları böyle, bez olacak ki bez bez..! Aziz Nesin içerde mi, Aziz Nesin! Tü..! laylon laylon!. İçerdemi adam? Herkes içerde biliyo! Adam içerde ya! Çıkmıştır yaa! Yakamıyorlar! Gaz-maz, hiç bir şey yok mu? Çık ulan yukarı? (-cehennem zebanisi, Polislerin gözetimi altında bu sırada yukarıya çıkıyor) Bak öbürünü görüyonmu bak, polis molis dinlemiyor! (-katil üst kata çıkınca, kalabalıkta ıslık tezahürat başlıyor) Bak! Yine öteberi atıyorlar! Lan yakın la… Yakın la! (ıslık bağırışlar başlıyor) A… koyayım valla yaktı, valla billa ya! Orayı ben tamir ederim yakın..! Aha televizyonu bile attılarlan! Üst katlara üst katlara! (-aniden ateş alevleri yükseliyor) Allahım o senin ateşin, içeriye beni de..! Cehennem ateşi işte! Kafirlerin yanacağı ateş! Hükümet istifa!” sloganları, bağırışlar ve görüntü bitiyor! Yakılarak katledilen Canların ardından, akabindeki günlerde yazılı ve görsel medyada katledenlerle aynı duygu ve düşünceyi paylaşanların kaleminde adeta kan damlıyordu. Bu ateşli katliamı haklı göstermek için biribirileriyle yarışıyor ve oraya gidenleri suçluyorlardı. (Yalgın, 5.7. 2016).

Bu konuşmalardan da anlaşılacağı gibi Sivas’ta yakılan Canların, Kur’an ayetlerine binaen yapıldığı ve yakılan ateşin; Kur’an ayetlerindeki Cehennem ateşi olduğunu, yakılanların ise Kur’an ayetlerindeki İslamı kabul etmeyen müşrikler (Tanrıya ortak koşan), kafirler (Tanrıya inanmayan, dinsiz-imansız) olduğu çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. İşte bundan böyle, bu eksende konu ele alınmalı ve toplumsal algı, bu değer yargıları üzerinden yeniden gözden geçirilmelidir. Yada hiç gocunmadan, bir yol ayırımına gidilmelidir! Çünkü günümüzde belki göreceli de olsa fiili yakım işlemi durdurulmuştur. Velakin unutmamak lazım ki; günümüzde sosyal, inançsal, kültürel (-beyaz katliam) yakım asimilasyonu devreye girmiştir. Zira Aleviler arasında bile artık, ”hayırlı Cumalar, iyi Ramazanlar- bayramlar “ ve benzeri temmeni dilekler ağızlarda pelesenk olmaya başlanmıştır! Esas itibariyle Aleviler için bu durum, daha da tehlikeli bir sürece işaret etmektedir!

Son Söz

İslamiyetle birlikte sadece Ortadoğunun değil, bir bütün olarak Dünyanın ikliminin değiştiği bir gerçekliktir. Fakat “İslamı kabul etmedi”, yada “Müslüman değil” diye insanların katledilmesi ve hele hele ateşle sınanması gibi zalimce ortadan kaldırılması hiç bir haklı gerekçeyle açıklanamaz! Alevilerin “biz de Müslümanız! Biz de aynı dine, aynı kitaba inanmaktayız! Bakın biz de Ehl-i beyiti seviyor ve Ali taraftarlarıyız! benzeri söylemler geliştirmeleri dahi, Onların toplu kıyımlardan kurtulmalarına asla ve asla kalkan olamamıştır. Artık bu gerçeklik görülmelidir!

Aleviler, 21.yüzyılın bu gelişmiş ortamında kendilerini hiç bir dinin bendesi-bağlısı olarak göstermek zorunda değiller! Zira tarihler boyunca bunu bir takkiye maksadıyla hep denediler ve fakat yinede toplu kıyımlardan muaf tutulmadılar. Öyle ise kendi köklerine sarılmak ve hakikati tarihsel bellekte aramak gerekir. Kan-gen uyuşmazlığı yaşadıkları kitabi dinlere ve özellikle de İslamiyete, kendilerini bağlamak zorunda değiller. Hem toplumsal bütünlüğü içerisinde kendilerine ve hem de İslamiyete, Kur’an’a, Müslümanlığın farz ve sünnetine haksızlık etmemelidirler. Öte yandan kendi özlerini dar’a çekmelidirler! Kendileriyle ve geçmişleriyle yüzleşmelidirler! Ahlaki değerler perspektivinde geliştirecekleri farklı sorularla yol almalıdırlar! Meselâ Sivas’ta Canları yanarken üzülen, ağlayan ağıtlar yakan, yazılar döşeyen Aleviler, İmam Ali’nin yaktığı canlara’da acaba aynen üzülüyorlar mı? Sivas’da Canlarını yakanları yuhalayan bu Aleviler, relativ olmadan samimi bir şekilde, tarihte Can yakan İmam Ali hakkında ne düşünüyorlar? Paradoks ikileme düşmeden, ancak bu ve benzeri sorularla inançsal hakikata ulaşarak, ruh ve beden sağlığına erişilebilinir! Ruh ve beden sağlığı, bireyden topluma yansıyan en değerli varlıktır! Kalın sağlıcakla!

Hak ile kalın!

*Video:
Daha Önce Hiç Yayınlanmamış Yeni Görüntüler – Madımak Sivas Katliamı – 2 Temmuz 1993 – YouTube

Kaynaklar/Bibliografya
BALCI, İsrafil “Mürtedlerin Yakılarak Öldürüldüğüne Dair Rivayetlerin Tahlili” Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI (2006), sayı: 4, sayfa 23-47
BULUT, Faik (2011)”Ali’Siz Alevilik” Berfin yayınları ist.
DURSUN, Turan, (1990) “Din Bu l “ Kaynak yayınları ist.
FARUK, Ahmed, (2020) “Eshab-ı Kiram“ Hâzırlayan Hüseyn Hilmi Işık, Hakikat kitabevi, İst. 97. Baskı.
REFİK, Ahmet (1994) “Onaltıncı Yüzyılda Rafizîlik Ve Bektaşîlik” Ufuk Matbaası İst. Sadeleştiren: Mehmet Yaman
TUNÇ, Aziz (2011), “Maraş Kıyımı”Belge yayınları ist.
YALGIN, Erdoğan,”Sivas katliamını alkışlayanlar” Özgür Politika gazetesi, 5.7. 2016
YALGIN, Erdoğan, “Koçgiri Soykırımı Ve Ankara‘daki Osmanlı Oyunları“ Semah dergisi Mart/Nisan 2021, Sayı: 50, Sayfa: 17-23
ZELYUT, Rıza (1986) “Osmanlıda Karşı Düşünce-Düşünceleri Nedeniyle İdam Edilenler” Alan yayıncılık İst.

Sivas Bağlamında, Yakarak Cezalandırmanın Arkaplanı!
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA