Gerçekten de o kadar sevdik ki birbirimizi, Tebriz’e indiğimizde gözlerimiz onları aradı. Bazîd’e (Doğubayazıt) kadar telefonlar susmadı.
Gündüzler kuzey dağlarından, geceler hemen ötedeki devasa çöllerden belirdi. Dönüş vakti geldi çattı.
Yağmur tatlı bir dalgınlıkla yağıyordu. Sonradan bir kısmının sayfa uçlarının zehirle sıvandığını öğrendiğim el yazması Kürtçe şiirleri kopyalamak için bir bağ evine doğru yürüyorduk. Az sonra büyük soğan tarlalarını görünce, bir dakika deyip daldım tarlalara. Yerden aldığım bir soğanı yüz metrede Usain Bolt’u geçmiş bir atletin madalyası gibi gururla havaya kaldırarak, “İşte en büyük bilimsel keşfim bu: Bu büyük soğan tarlalarına bakarak diyebiliriz ki burada yaşayanlar kesinlikle Kürt’tür!” diye bağırdım. Fotoğraf çeksinler istedim, kitaba kapak yapacağız!
Elbette her şey bu kadar keyifli değildi. Uzun süre kitaba bir “Teşekkür” kısmı koyup koymamayı düşündüm. Dünyanın her tarafındaki Kürtlerin benzer bir kaderi vardı sonuçta! Bu yüzden anı olarak da yazamayacağım şeyler var. Ama “yüz yıllardır burada gurbetteyiz” diyen ve nedense Silvanlı büyük dayılarıma çok benzettiğim Alî’yi anabilirim.
Dodan’dan Guleman’a, Alan’dan Kîkan’a, Qamişlû’dan Pertegan’a kadar her yer o kadar tanıdık ki! Hele Aşxanê’deki göçebe çadırları. O zarif giysileriyle beyaz bir gölge gibi oradan oraya koşturan kadınlar. Kendi evimdeyim. Yüzlerce yıllık uzaklık bir çadır içinin güvenli serinliğine dönüşüyor. Kömür gözlü kuzular bile tanıyor beni.
Malatya’da, Dersim’de, Erzincan’da “Biz Horasan’dan buraya göçmüşüz, Türküz” diyen çok kişiyle tanışmıştım. Horasan’da ise, “Biz Malatya’dan, Dersim’den, Erzincan’dan buraya göç etmişiz, Kürdüz” diyen çok insanla tanıştım. Ama neyse ki Horasanlılar bizim yaşadığımız tekçi kabus yüzyılını yaşamamışlar. Karmaşık aşiret sosyolojisi, barışçıl bir kültüre dönüşmüş burada. Kuzey Horasan eyaletinde Kürt olmayan Tirman (Türkmen), Fars, Özbek, Beluc ve diğer uluslar da Kürtçe şarkılar eşliğinde düğün yapıyorlar. İran devletinin bütün baskı ve yasaklamalarına karşın Kürtçe baskın kültür olarak varlığını sürdürüyor.
Uzun, şöyle enlemesine dağların kuşattığı Horasan’da beyaz ovalar, sonsuz göğe uzanan konik biçimli tepeler, orada burada uç veren pınarlar arasında on gün. Ferah ve ışıklı ağaçlarla donanmış şehirlerde dünyaya sığmayan insanlar arasında on gün. Dilleri, şarkıları, nefesleri birbirine karışmış, yaşadıkları yere “Gurbet Kürdistanı” diyen içli adamları, İran’ın yas rengini allı pullu fistanlarıyla rengârenk bir ovaya çeviren kadınları ile sessiz bir barışı yaşayan, bir ucu Türkmenistan’a sokulan diyar: Kuzey Horasan eyaleti. Kalbimi orada bir yere gömdüm. Akademinin suratsız cümleleriyle değil, üstü başı yayla rüzgârıyla dolu bexşîlerin, ozanların, dengbêjlerin, bir bardak su gibi bakan kadınların kokusuyla doldurdum içimi. Akik bir tespih gibi gururla yaşayan babam Evdilhekîm’in en büyük yemin diye bildiği “Xwedanê Şev û Rojê”ye yemin ettim.
Gündüzler kuzey dağlarından, geceler hemen ötedeki devasa çöllerden belirdi. Dönüş vakti geldi çattı. Meşhed’den Tebriz’e uçak var. Meşhed’de yaşayan sevgili dostum Gulî’yi arıyorum. “Ne yemek yapayım sana Temo?” diye soruyor telefonda. “Atlara ne veriyorsanız onu!” diyorum. Dokuz gündür günde dokuz defa et yemekten iflahımız kesilmiş. Gulê, Meşhed’deki modacı ablasının evindeki altı kişilik yemek masasını otla, yeşillikle doldurmuş! Mücver de var!
Meşhed’de sabah uçağına doğru yürürken, Semih, “İster misin bizi kederle uğurlayan bu dostlar bizden önce varıp Tebriz’de bizi karşılasınlar!” diyor. Gerçekten de o kadar sevdik ki birbirimizi, Tebriz’e indiğimizde gözlerimiz onları aradı. Bazîd’e (Doğubayazıt) kadar telefonlar susmadı. “Sınır”a yaklaştıkça telefonlardaki sesler karşılıklı olarak mahzunlaştı, eridi, birer iç çekişe dönüştü.
Orada taradığımız veya telefon ve kameraya kaydettiğimiz her edebî metni internet bulduğumuz her yerde mail adreslerimize gönderdik. Hiçbirini, malum birileri bizden alsa bile, kaybedemezdik; yüzlerce yıl önce birbirini kaybetmiş akrabaların birbirini yeniden kaybetmesi olurdu bu!
NOT: Dört yazı boyunca öncesi ve sonrasını anlattığım araştırma, “Sürgünde Bin Yıl: Horasan Kürtleri” adıyla sonbaharda çıkacak. Aslında sonuncu yazıyla aynı anda çıkmasını planlamıştım. Ama bahar badem dallarında gülümsedi. Bunu görünce yıllık tembelliğimin bir bölümünü kullanmaya karar verdim. Ayrıca görmesem de olur dediğim kitaplara ulaştım, okumamaya kıyamadım. Şimdilik tarihsel hikâyeleri hakkında bir şeyler öğrendiğim Horasan Kürtlerinin edebî metinlerini bilen tek insan olma özelliğimin tadını çıkarmama izin verin lütfen. Sonbahara doğru ne derlediysem, edebiyatın kardeş sofrasında paylaşacağım, söz!
**Kürt şair, yazar Selim Temo’nun Gazete Duvar’da yayınlanan Horasan Yolları 4 isimli yazı dizisidir.