İlhakçı Devlet, bir toplumu, diliyle, kültürüyle, coğrafyasıyla ve bir bütün olarak varlığını ortadan kaldırmak istediğinde veya buna karar verdiğinde, önce o toplumun kanat önderlerini toplumdan izole eder, ardından halkın kendini savunmak için güçlükle temin ettiği silahları toplar; sonunda da hem katliam uygular hem de sürgüne yani tehcir ettirir. Biz bunu Ermeni tehcirinde gördük, Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgüne gönderilen Kürtler de gördük, Dersim’de canlı canlı yaşadık ve en sonunda 12 Eylül faşist askeri cuntanın uygulamalarında gördük, yaşadık ve deneyledik….
Bu konuda devletin resmi görüşü şöyledir: Dersim olaylarının tek sebebi olmasa da en önemli sebebi aşiret reisleri ve aşiret yapısıdır. Bu nedenle aşiret reislerinin “tedip”i yani, o coğrafyadan uzaklaştırılmaları gerektiriyor. Aşiret reisleri yerlerinde kaldıkları sürece gerek kendileri ve gerekse maiyetleri üretken olmaktan daima uzak kalıyorlar ve tufeyli (asalak) olarak yaşamaya devam ediyorlardı. Batı’ya sevk edilecek aşiret reislerinin orada asalak olarak yaşayamayacakları için çalışmak zorunda kalacaklar. Böylece geride kalan, Dersim’de aşiret reislerinin tahakküm ve telkinlerinden kurtulan halk da meşru kazanç yollarını daha kolaylıkla sevk edilebilecekti. Aşiret reislerinin yanı sıra aileleri, akrabaları ve reis olmak istidadında olanlar ve öteden beri reislerinin çapulculuğuna alet olan şahısların da behemehal (kesinlikle) Dersim’den uzaklaştırılmaları gerekir. Aksi takdirde Dersim’de kalan halkın başında yeni aşiret reisleri türeyebilir. Öte yandan, Dersim, yıllardan beri yörenin suçlularını barındırır olmuş, hükümet güçleri bu suçluları bir türlü yakalayamamıştı. Askeri harekâttan yararlanılarak silahlar tamamen toplandıktan sonra bunlarında hemen tutuklanmaları gerekir.
Özetlenen devletin resmi bu görüşü; Osmanlı Döneminin Mutasarrıfı Mardinli Arif Bey tarafından 1903 yılından yazılan rapordan, Cumhuriyet Döneminin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından 1931 yılında yazılan rapora kadar ve arada yazılan onlarca raporun temel konusu budur: Dersim sorunun baş sorumlusu toplumun önde gelen Aşiret Reisleri ve Kanaat Önderleridir. Bunların bir şekilde halk ile ilişkilerinin kesilmeleri ve Dersim’den uzaklaşmaları sağlanırsa, Dersim sorunu çok kolay ve hatta kendiliğinden çözülecektir. Sorunun bu kadar basite indirgenmesi, bölgede yapılacak katliamları perdelemenin biricik aracı olacaktır. Bu anlamda, yazılan raporlardan birkaç örnek verirsek:
1903 yılında Mutasarrıf Mardinli Arif Bey tarafından yazılan raporun en önemli maddesi 3. madde ve bu maddenin D bendidir. Bu maddede, Dersimin, kanaat önderlerinde arındırılması ve onların sürgüne gönderilmesi talep edilmektedir. 3. madde ve D bendi şöyledir:
3-Dersimin ekseriyeti nüfusunun teşkil eden ve fenalıkların da amili olan Şiiler aktı nikâh ve gusül ve defni emvat gibi işleri yapan ve sazla ve sözle mesaili diniye hakkında halkın manaviyatına hâkim olan Dede ve Seyitlerle halkın dünyevi umuruna hâkim, ruhu şekavetle melûf ikiyüzlü ve müfsit olan ağalar elinde esirdir.
D-Seyit, Dede ve Ağa unvanı altındaki şekavet ve mefsedet, muharrik ve müşevvik ve amilleri yakalanarak bir daha Dersime ayak basmamak şartile maa ile İşkodra, Trablusgarp ve Fizan gibi uzak yerlere sürmek. (…)
Dersim ekseriyetle Türk’tür. Fakat Kürtleşiyor. Dersim silahlı ve cahil olduğundan mütecavizdir. Islahı için evvelâ silahsız bir vaziyete getirmek ve badehu imar ve temdin işlerine girişmek lazımdır. (Sılan, 2010;192-194)
1906 yazılan Mutasarrıf Celal Bey’in Raporunda: “Dersim Islahatı için ilk iş ağavat ve rüesayı Dersimden çıkararak efradı aşair üzerinden ağavatın izalei müfuzudur.” (Sılan, 2010;195-197)
1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey tarafından yazılan Rapor; Dersime karşı yazılmış en zalim ve en düşmanca rapordur. Bu raporda kanaat önderleri hedef alınmış ve uzaklaştırılmaları istenmiştir. Raporun en önemli maddelerinden:
A-Seyit Rıza’nın bütün aşiretleri ittifakına alması ve harekete şubatta geçmeleri ihtimali hakkındaki keyfiyeti teyit ve tevsik kabil olamamıştır. Yakın bir mülâkatın vereceği netayiç ve malumatı arz edeceğim gibi Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor. Tehlike büyüyor.
B- Dersim, hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kat’i bir ameliye yapmak ve ihtimalâtı elimeyi önlemek, selâmeti memleket namına farzı ayindir. (…)
2-Silah topladıktan sonra halkın bir esareti hayvaniye ile merbut ve emirlerinde tamamen münkat, bulundukları reis, şeyh, bey, ağa namlı eşhas ve mütegallibeyi ve bunların akarip ve müteallikatını derhal uzak vilayetlere nakil ve iskân etmek. (Sılan, 2010;198-201:JUM Raporu;2010;223-225)
1931 yılında Birinci Umumi Müfettişliği tarafından yazılan raporda: “Seyit, Rüesa (aşiret reisleri) ve halifeleri umumiyetle Dersimden çıkarılarak vatanın aksayı Garbına (Batı’ya) gönderilmeli; toprakları köylülere verilmeli, tekmil silahlar alınmalı. Adliyece aranan suçlular tutulmalı, magsubat kurtarılmalı, eski yeni vergiler aranmalı, topraksız ve şuna buna kul olmuş fukara halk yine Garba nakil ve iskân edilmeli, dağ başlarında veya hâkim noktalardaki münferit evler ve köyler yakılmalı ve ahalisi her halde Garba nakledilmeli ve dağlık olmayan yerlere iskân olunmalıdır.”
Bu raporun en dikkati çeken kısmı ise: “Dersim işini kökünden halledecek kuvvet ve kudrette bir harekete taraftar olduklarına ve mamafih müfettiş umumilik mıntakası dâhilinde Dersim işinden evvel temizlenmesi lâzım gelen Sasun, Mutki gibi mühim mıntakalar olduğu mütalaa olarak bildirdiler. Vekâlet de Dersime karşı yapılacak her hangi bir hareketin Cumhuriyet hükümetinin şerefine mütenasip ve kat’ı neticeler verecek mahiyette olması noktai nazarında olduğundan ve böyle bir hareket için ise daha esaslı tetkikata ve zamana da lüzum olduğundan 931 senesinde her hangi bir harekete taraftar olmadı.” (Sılan, 2010;206-215:JUM Raporu;2010;223-239)
Ne acıdır ki, devlet kendi halkına karşı yapacağı temizlik hareketinde kesin sonuç almak için zamana ihtiyacı olduğunu raporlarla kayıt altına almakta sakınca görmeyecektir. “ Cumhuriyet hükümetinin şerefine mütenasip ve kat’ı neticeler” almak için daha zamana ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor; o zaman nihayet 1937-38 yıllarında gelecektir.
1931 tarihli Erkânı Harbiye Reis’inin raporunun c bendi: “ Reislerin, bey ve ağaların, seyitlerin bir daha gelmemek üzere Garbi Anadolu’ya nakli”
3-Dersim evvelâ Koloni gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır. (Sılan, 2010;213-219:JUM Raporu;2010;241-242)
1931 tarihli İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunun D bendi: “Reisler bir daha Dersime dönmeyecek ve kaçamayacak surette Garp vilayetlerine teb’it edilmelidir” diyor. (JUM Raporu;2010;257)
Görüldüğü gibi devlet Dersim’deki sorunun temelinde Dersimli Reisleri görmektedir. Şayet reisler ve seyitler toplumdan dışlanırlarsa ve sürgüne gönderilirse, toplum kendiliğinden uysallaşır, uygarlaşır, askerlik ve vergi gibi sorumluklarını yerine getiren, devletine sadakatle bağlı yurttaşlar olurlar. Bundan olacak ki, devlet her türlü ideolojik baskı araçlarını kullanarak toplumun önderlerini kötülemeye ve toplumdan soyutlamaya çalışır.
O dönemin en etkili ideolojik baskı araçları ise, halk ozanları tarafından dilendirilen destanlardır, satın alınan ve siparişle yazdırılan destanlardan birkaç örnek verirsek:
Dağbek köyünden Ali Çavuşun destanı:
Az mı çektim ben de ağa kahrını,/Ezdi beni aldı elimdekini,
Paraydı herifin imanı dini,/Emer gene gibi damardan kanı. (…)
Seyyit sakızını yeter çiğnemek,/Türktür soyun sopun, övünmek gerek,
Özden vatandaş ol, ver yurda emek/Topla sünbülleri kokla reyhanı.
Başpınarlı Aşık Durmuş ‘da destanın da:
Sanki illet gibi kemirmiş bizi,/Bükmüş belimizi, devirmiş bizi,
Soymuş da soğana çevirmiş bizi,/Zalim ağa, Seyyit denen hayınlar. (…)
Ha hayvan sürüleri, ha insan aşireti,/Ağa, Seyyit insanın en hınzır, en şirreti,
Çok şükür başımızda bekler gördük devleti,/Her şeyden üstün onun, şefkati sahabeti.
Fayda yok ne dededen, ne şeyhten, ne müritten,/Ne belâ geldi ise seyittendir, seyitten.
Tez kökünü kaldırsın yer yüzünden yaradan,/Ne belâ geldi ise ağadandır, ağadan. (Sılan, 2010;291-300)
Kemalist rejim, Dersim’in kendine has etnik, kültürel ve sosyal varlığını görmemezlikten gelerek, Dersim halk gerçekliğini coğrafyasıyla birlikte ortadan kaldırmak için uydurduğu en bariz yalandır: Dersim halkının kanaat önderlerini suçlu göstermek. Dersim reislerinin, halkını sömüren, soyguna ve talana teşvik eden birer cani varlık olarak tanıtmaya çalışmıştır. Dersim’de, halkı sömürecek, köle gibi çalıştıracak genişlikte tarım toprağının olmadığını Kemalist rejim çok iyi bilmektedir; keza Dersimlinin neden soygun yaptığını, talana neden çıktığını, üretimin yetersizliğinden kaynaklandığını da Cumhuriyet hükümetleri çok iyi bilmektedirler. Var olan bu soruna çözüm üreteceklerine, yoksul halkın sahip olduğu bir iki keçiden de vergi talep etmektedir; kazanılmayan bir gelirden vergi talebi karşılıksız kalınca Dersimliyi şaki ilan etmek, zorbalık değil de nedir?
Dersim kanat önderlerinin, sıradan bir Dersimliden farklı yaşadığını kimse iddia edemez. Yaşanmış bir olayı size aktarırsam: Günün birinde iki tahsildar memuru, köyün birindeki ağa gidiyorlar. Köye yaklaşırken, sırtındaki sepetiyle, tarlasına, hayvan gübresi taşıyan bir köylü ile karşılaşırlar. Köylüye ağanın evini sorarlar. Köylü evi tarif ettikten sonra yoluna devam eder. İki tahsildar evde istirahate çekilirken yaklaşık bir saat sonra gübre sepetiyle yolda karşılaştıkları köylü eve gelir ve misafirlerine “hoş geldin” der. Misafirlerinin şaşırdığını görünce onlara: ”Bu köyün ağası benim” der ve devamında: “Ben işimin (evimin) hamalıyım, halkımın da hizmetçisiyim” der. Dersim’deki ağa/halk gerçeği budur…
Doğrudur, bölgedeki hâkim üretim ilişkileri feodaldir, düşünce feodal düzeydedir, ama Türkiye’nin bütünü de bundan farklı değildir ki. Bundan olacak ki Dersim’in kanaat önderlerinin ilime, irfana karşı geldiklerini ileri sürmek külliyen yalandır. Bugün olduğu gibi, o günde Dersim’de herkeste okumaya ve aydınlanmaya karşı büyük bir istek ve heves vardır. Karşı çıktıkları Cumhuriyetin ilim irfanı değildi, onların dayattıkları Sünni İslam inancı ile zorunlu Türkçe eğitim diliydi. Dersimli, anadilinde eğitim görmek istiyordu; doğa/felsefi inancından da taviz vermek istemiyordu; buydu haklarında çıkarılan bunca fermanın nedeni….
Kemalistler bu tezlerini o kadar ileri götürdüler ki, Dersim’in kanaat önderlerini, cumhuriyetin aydınlık yüzüne ihanet eden kimseler olarak göstermeye çalıştılar ve herkesi de bu konuda ikna etmeye çalıştılar. Başta Türkiye Komünist Partisi olmak üzere Komintern yapılan katliamları görmemezlikten gelerek Kemalist görüşler doğrultusundan bildiriler yayınladılar, raporlar hazırladılar. Kemalistlerin bu konudaki yalanları o kadar çok etkili oldu ki, 1960’dan sonra gelişen Türkiye sol hareketleri bile Dersim konusunda Kemalistleri haklı gördüler ve Dersim rüesasın da feodal ve gerçi olarak gösterdiler; bu etki bugün de tam kırılmış değildir.