“ATK özellikle yaptıkları değerlendirmelerle kamuoyunun gündemine geliyor. Tabi bütün yaptıkları değerlendirmeler belki kamuoyunun bilgisi dahilinde olmuyor. Özellikle tartışmalı konular olduğunda özellikle siyasi anlamda varsa birtakım ağırlıkları olan tartışmaların, değerlendirme konusu olan olguların o zaman kamuoyunun gündemine hep soru işaretleriyle geliyor. Bu bağımlı olma hali nedeniyle tabi verilen görüşlere güven de duyulmuyor kaçınılmaz olarak. Başından beri işini ne kadar iyi yapıyorsa yapsın, böyle bir bağımlılık ilişkisiyle karşılaşma konusu olması sıkıntı vericidir. Kaldı ki tartışma konusu olabilecek bilimle uyumlu olmayan pek çok karar çıktığını görüyoruz”

‘HASTA TUTSAKLAR BİRER BİRER ÖLÜYOR’

ATK’nin tedavi edici bir birim olmadığının da unutulmamasını söyleyen Yalçındağ, bu sebeple Demans için Türkiye’nin en donanımlı merkezinin olduğu İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji ABD’na sevkinin yapılması içinde başvurularının olduğunu belirtiyor. “Çünkü cezaevinde insan onuruna uygun koşullarda tedavisi sağlanamayacağı için kaybettiğimiz her bir gün, durumu kalıcı olarak daha da ağırlaştırmaktadır” diyen Yalçındağ, uzun yıllardır insan hakları alanında çalışma yürüten bir hukukçu olarak hasta mahpuslar meselesinin çok uzun yıllardır devam eden ve iktidarın intikamcı bakış açısını doğrudan hoyratça açıklıkla sergilemekten kaçınmadığı bir mesele olduğunu söylüyor. Yalçındağ, iktidarın siyasi bakış açısına göre politik hasta mahpuslara yaklaşılmakta, yurttaşlık hukuk uygulanmak yerine hukuk ve tıp etiğine aykırı ATK raporları sebebiyle cezaevlerinden tabutlar çıkmaya devam ettiğini belirtiyor.

‘TAMAMEN TIBBİ BİR DEĞERLENDİRME HATASI’

Şebnem Korur Fincancı, ATK’nin işleyiş bakımından bir uzmanlık alanına ihtiyaç duyduğunda,  o uzmanlık alanından birisi heyetlerde yoksa dışarıdan çağrılabileceğini söylüyor. Fincancı ’ya Tuğluk için Demans tanısı konulmasına rağmen “Cezai ehliyeti vardır” raporu verilmesi hakkındaki görüşünü sorduğumuzda şöyle yanıtlıyor,

“Tamamen tıbbi bir değerlendirme hatası.    Kasıtlı olduğu duygusu yaratıyor böyle bir değerlendirme yapmış olması. Çünkü mahkeme ara kararında böyle bir soru yok. İletilen talepte böyle bir soru yok. İşlendiği iddia edilen suçlar bu hastalığın başlamasından on sene öncesine ait, dolayısıyla zaten ceza sorumluluğu sorulmasının mantıklı bir anlamı da yok. Çünkü hastalığı 2018 yılında başlıyor oysa iddianamesindeki işlediği iddia edilen suçlar daha önceki yıllara ait. Hastalığın başlamadan önceki iddia edilen eylemlerde hastalığın nasıl bir ilişkisi olabilir, ya da ceza sorumluluğu kaldıracak o dönemde bir etkisi nasıl olabilir”

‘İNSANI DA HUKUKU DA VİCDANI DA HİÇE SAYAN BİR SARMAL İÇİNDEYİZ’

“Nörolojik bir hastalığa nasıl psikiyatrların görüşü hüküm koyabilir?” diyen Yalçındağ, hükmün, mahkeme ara kararıyla alakasının olmadığını, mahkemenin savunma yapabilir mi yapamaz mı onu sorduğunu belirtiyor. Yalçındağ, üzerlerine vazife olmayan bir şekilde sanki psikiyatr değil de birer savcıymış gibi dosyayı özetlediklerini ifade ediyor ve şöyle devam ediyor:

“Ve dediler ki: “Kişi olaylar esnasında sorumluluğunu kavrayacak durumdadır.” Siz bizim aklımızla alay mı ediyorsunuz? Aysel Hanım 2014’te, yani olayların atfedildiği tarihte, zaten milletvekilidir. Kim size Aysel Hanım’ın o zaman da bir sağlık sorunu olduğunu ya da yaptığı fiillerin sonucunu bilmediğini söylüyor ki? Özetle, ATK’nin objektiflikten uzak raporları sebebiyle bir nevi zincirleme hoyratlık ve insanı da hukuku da vicdanı da hiçe sayan bir sarmal içindeyiz Sayın Tuğluk’la ilgili. Geçtiğimiz haftalarda cezaevinde birlikte kaldığı Gültan hanımın (Kışanak) ve Edibe hanımın (Şahin) gözlemlerini ve ASM doktorunun reçete ettiği hijyen malzemelerine atıfla Kocaeli Başsavcılığına infazının ertelenmesi için yeni bir başvuruda bulunduk. Ayrıca kamu baş denetçiliğine de başvurduk. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, hastalığın geldiği kritik aşamaya rağmen infazın ertelenmesine dönük bir karar vermezse bu defa Anayasa Mahkemesinin ihtiyati tedbir konusunda karar vermesi söz konusu olabilecek.”

‘GENÇ YAŞTA YAKALANANLARDA DEMANS HIZLI İLERLİYOR’

Demans hastalığının çok farklı türleri olduğunu söyleyen Fincancı, özellikle genç yaşta Demans başlayanlarda hızlı ilerlemenin daha fazla görüldüğünü belirtiyor. Fincancı, özellikle bu durumda olan kişilerin yakın dönem öğrenme becerilerini yitirdiğini, güncele dair birtakım bilgilerden haberdar olamadıklarını, o bilgiyi artık hafızalarına yerleştirmediğini belirtiyor. Fincancı, bu hastalığa yakalananların zamanla sözcükleri yitirdiğini, dolayısıyla konuşma becerilerinin de zamanla sınırlandığını, birtakım nesneleri isimlendirmekte zorlandıklarını, sözcükleri anımsayamadıklarını, günleri, haftaları takip etmekte zorlandıklarını ifade ediyor. Fincancı genellikle genç yaşta bu hastalığa yakalananlarda daha hızlı ilerlediğinin altını çiziyor.

‘YASAL MEVZUATIN VE HUKUKUN UYGULANMASINI TALEP EDİYORUZ’

Tuğluk’un dosyasındaki çok sayıda raporların ortaya koyduğu gibi, maruz kaldığı hastalığın tedavisi imkânsız ve ilerleyici seyir arz eden kronik türden hastalık olması sebebiyle sağlık durumunun gitgide ağırlaştığını, başkalarının yardımı olmaksızın gündelik ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyleyen Yalçındağ, bu durumun avukatlar, ailesi, cezaevi idaresi ve cezaevinin bağlı olduğu ASM hekimi tarafından da açıkça gözlemlendiğini belirtiyor. Yalçındağ sözlerine şöyle devam ediyor:

“Sayın Tuğluk, geçmişte toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin siyasi alandaki tezahürüne karşı mücadele eden ve DTP kurucu eş genel başkanlığı yapmış, böylelikle tarihe kalıcı izler bırakmış bir kadın siyasetçi olarak kamuoyunda barışçıl kimliğiyle ve Kürt sorununun çözümüne dair yaratıcı refleksleriyle bilinen birisi olduğundan binlerce kadın kendiliğinden bir araya gelerek ortak bir ses oldu. Bizler sadece yasal mevzuatın ve hukukun uygulanmasını talep ediyoruz ve hastalığın geldiği aşamanın vahametinden dolayı kaygılıyız.”

‘İLERİKİ DÖNEMLERDE DAHA FARKLI SORUNLARLA KARŞILAŞABİLİR’

Fincancı da bir hekim olarak Aysel Tuğluk’la ilgili kaygılarını belirtiyor ve cezaevinde kalma koşullarının olmadığını söylüyor:

“Öncelikle bulunduğu ortamın farkında olamamak, cisimleri tanımamak vb. sorunlarla karşılaşıyorlar,  bu konularda sınırlılıklar yaşadığında bu tür hastalarda beslenme sıkıntıları ortaya çıkıyor. Yemek yiyip yemediğini hatırlamıyor ya da yemek hazırlayacak ama nasıl hazırlayacağını hatırlamıyor. Örneğin, su ısıtacak kahve yapmak için ama o su ısıtma aşamasına neyi neyle yapacağı bilgisi unutulacağı için veya başka unutmalarla kendine zarar verecek durumlarla karşılaşması mümkün. Öz bakımı gerçekleştirmekle ilgili sıkıntılar yaşanır. Bunların her biri kaçınılmaz olarak sağlığı açısından olumsuz etkileri olan süreçler. Kendi bakımını sağlayabilmesi olanaksız, yardımla ancak götürebilecek ki ilerleyen dönemlerinde daha farklı sorunlarla karşılaşacak.”

‘ATK ELİYLE BİR HUKUKSUZLUK YAŞATILMAKTADIR’

Aysel Tuğluk’un, Türkiye siyasi partiler tarihinde ilk eş genel başkanlığa geçilen DTP’nin kurucu eş genel başkanlığını yapan ve DTP’nin kapatılmasıyla siyaset yasağı getirilen tek kadın milletvekili olduğunu söyleyen Avukat Reyhan Yalçındağ “Sayın Leyla Zana’da siyaset yasağı getirilenler arasındaydı ancak 2009’da milletvekili değildi” diyor. Yalçındağ, Tuğluk’un aynı zamanda siyasete katılmadan evvel insan hakları savunuculuğunu yapmış bir hukukçu ve de tüm hayatını Kürtlerin onurlu bir barışla sonlanacak özgürlük ve eşitlik mücadelesine adamış bir kadın siyasetçi olduğunu belirtiyor. Yalçındağ, Tuğluk ile arkadaşlığının 25 yıl öncesine avukatlık yıllarına dayandığını, Tuğluk’un her ne kadar bugün siyasetçi kimliğiyle bilinen biri olmasına rağmen Yurtsever Kadınlar Derneği gibi, 90’lı yılların birçok kadın hareketinde yer aldığını da ifade ediyor.

Yalçındağ, “Verdiği emekler, yürüttüğü mücadele, kendisini adadığı yaşamdaki duruşu, yakın dönem siyasi tarihimizde derin izler bırakmış biridir. Yasal mevzuata göre tedavisi olanaksız olan ve tek başına cezaevinde yaşamını idame ettiremeyecek bir mahpusun cezasının infazının ertelenmesi zorunluyken muhalif politik mahpuslar için maalesef siyasi kararlar verilmekte ve ATK eliyle bir hukuksuzluk yaşatılmaktadır.” diyor.

‘MESLEKTAŞLARIM ADINA UTANÇ DUYDUM’

Şebnem Korur Fincancı, Aysel Tuğluk için böyle bir rapor düzenledikleri için meslektaşları adına utanç duyduğunu söylüyor. Fincancı, birincisi sorulmamış bir soruyu sorulmuş gibi kabul edip oraya işlediği iddia edilen suçları ardı ardına eklemiş olmalarından, ikincisi de muayene ve testleri çok doğru değerlendirmemiş olmalarından utanç verici olduğunun altını çiziyor. Fincancı son olarak şunları ekliyor:

“Değerlendirememişler diyemeyeceğim çünkü hepsi alanında yetkin ve bu belirtileri, bulguları, test sonuçlarını doğru değerlendirebilecek nitelikte insanlar. Ama en hafifinden orta ağırlıkta Demans. Hafif bilişsel bozukluk diye oraya tanı olarak geçirmiş olmaları tümüyle taraflı bir rapor düzenlendiği düşüncesini ortaya koyuyor. Biz hekimler bir yemin ediyoruz, din, dil, ırk, cinsel yönelim, politik görüş, sosyal durum herhangi bir ayrımcılığa yönelmeden her hastamızı aynı şekilde değerlendirme sorumluluğu taşırken burada farklı bir değerlendirme ile karşı karşıyayız”

‘TUĞLUK BİR AN ÖNCE TAHLİYE EDİLMELİ’

İHD ve TİHV gibi ilgili kurumların hazırladıkları ve her dönem Adalet Bakanlıklarına sundukları raporlarda adı geçenlerin maalesef birer birer cezaevlerinde yaşamını yitirmeye devam ettiğini söyleyen Yalçındağ, birkaç gün önce 80 yaşındaki kanser hastası mahpusun cezaevinde yaşamını yitirdiğini, tüm bunların ATK’nin “cezaevinde kalabilir” şeklinde raporlarından dolayı yaşandığını ifade ediyor. Yalçındağ da sözlerini şöyle bitiriyor:

“Bu sebeple ilgili mekanizmaların siyasi iktidar yerine kendisini koymaktan vazgeçmesi ve bilimsel objektif raporlar hazırlayarak görevini yerine getirmesi gerekirken, Tuğluk’la ilgili olarak peş peşe hazırlanan ATK raporları, inanılmaz derecede bilimden ve etikten uzak içerikler taşımaktadır. Nitekim kendisiyle birlikte kalan kadın tutukluların gözlemlerini de içeren bilgilerle birlikte başvurduğumuz TİHV aracılığıyla yeni bir bilimsel mütalaa hazırlanmaktadır. Bu saatten itibaren yapılması gereken tek şey, tahliye edilerek olması gereken yerde, teşekküllü bir hastanede insani koşullarda tedavi edilmesidir. Nitekim, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji ABD tarafından kendisiyle ilgili verilen bilimsel mütalaa doğrultusunda ivedilikle söz konusu birimde tedavi edilmesi talebimiz oldu ve bir an önce söz konusu birimde insan onuruna uygun koşullarda tedavisinin sağlanması gerekmektedir.”