Birkaç ay önce, Birleşmiş Milletlerin (BM) Cenevre Bürosu’ndaki İnsan Hakları Oturumlarında Türkiye konulu özel oturum yapıldı. Buradan çıkan düşünce ve ifade özgürlüğü raporu çarpıcıydı. BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye’nin imzasını taşıyan 21 sayfalık raporda şöyle deniyor:
“Belirsiz ‘terörle mücadele’ yasaları kapsamında sanatçılar ve sanat hedef haline getirildi. Sanata ayrılan fonlarda kısıtlamalara olduğu gibi, yine özel raportörün yaptığı görüşmeler kapsamında birçok filmin gösteriminin yasaklandığı biliniyor. Yine Kültür Bakanlığı filmlerin nasıl olması gerektiği konusunda yetkilidir.”
Freemuse da benzer içerikteki raporunda, Türkiye’nin, sanatsal ifade özgürlüğü konusunda ciddi hak ihlallerinin yaşandığı ülkeler sıralamasında 2015’e göre altı sıra yukarı çıkarak yedinci sıraya geçtiğini açıkladı. Raporda, 11 sanatçının cezaevinde olduğu, üç sanatçıya ve sanat eserine saldırı düzenlendiği, iki sanatçının da tehdit edildiği aktarıldı.
AKP-MHP’nin yönettiği Türkiye’de Kürtçe sanat da yeniden hedefte. Kürt sanatçıların konser organize etmesi de yine Kürtçe söyleyen sokak müzisyenleri de bu karanlık ittifakın kıskacında. Ahmet Kaya’ya yönelik linç girişiminde ortaya çıkan gerçek, bu ülkede Kürt sorunu ve onun etrafında şekillenen ırkçı, milliyetçi zihniyetten kaynaklanmıştı. Bu zihniyetin bugün yeniden hayat bulduğu söylenebilir.
Son aylardaki, kültür-sanat alanındaki hak ihlallerine göz attığımızda, hem mevcut iktidar anlayışının hem de onun OHAL pratiğinin bizler için nasıl riskler barındırdığını fark ediyoruz.
SON AYLARDAN
Mesela son aylardan birkaç örnekle derdimizi açalım:
Zehra Doğan, gazeteci ve ressam. Sokağa çıkma yasağı döneminde Mardin, Nusaybin’de çizdiği resimleri sosyal medyada paylaştığı ve 10 yaşındaki bir çocuğun notlarını haberleştirdiği için 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezası aldı.
Aşık Mahsuni Şerif’in Maraş’ın Afşin ilçesindeki köyü olan Berçenek’de yapılması planlanan anma etkinliği”, Afşin Kaymakamlığı tarafından OHAL bahanesiyle yasaklandı.
Dersim’de 17. Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nin OHAL bahane gösterilerek vallilik tarafından yasaklanmasını protesto etmek için Dersim’in çeşitli noktalarında müzik dinletileri ve tiyatro gösterimleri düzenleyen BEKSAV sanatçılarına Kabahatler Kanunu kapsamında para cezası verildi.
Yazar Mehmed Uzun’un isminin verildiği parkın tabelası ve Kürtçe harfler ile “Hilbe Agrî” marşının bir dörtlüğünün üzerinde bulunduğu kitap anıtı kaldırıldı. Kaldırma talimatı, Diyarbakır Yenişehir Belediyesine atanan Kayyum Serdar Kartal’dı.
D&R, rehin tutulan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yazdığı ‘Seher’ kitabına ‘raf sansürü’ uyguladı.
Pınar Aydınlar açıkladığı düşüncelerinden dolayı hapis cezası aldı.
“Alman LGBTİ Film Günleri” 16-17 Kasım’da düzenlenecekti ancak Ankara Valiliğince yasaklandı.
TRT Erdal Erzincan’a yasak koydu.
Manisa’da MHP’li büyükşehir belediyesi Barış Atay’a ‘Sadece Diktatör’ oyununu sanatseverlerle buluşturması için salon vermedi.
Adıyaman Kahta Sulh Ceza Hâkimliği, aralarında Gazeteci Yazar Fehim Taştekin’in “Rojava/ Kürtlerin Zamanı” adlı kitabının da yer aldığı 3 kitap hakkında toplatma kararı verdi.
İlahiyatçı Yazar İhsan Eliaçık Kayseri Kitap Fuarı’nda saldırıya uğradı, onur konuğu olarak davet edildiği Trakya Kitap Fuarı’nda da sansürlendi.
Türkiye’deyseniz ve sanatçıysanız, devletin en üst kademesi, mesela Cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterilmeniz de mümkün. Meltem Cumbul bu örneği yaşadı.
BARIŞ VE ÖZGÜRLÜĞÜN PROPAGANDASINI YAPTIK!
Ve çok sayıda sanatçı, düşüncelerini açıkladıkları için “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargı kıskacına alındı. Bunlardan biri de ben oldum. Soruşturmalar nedeniyle son iki yılımı savcılıklarda ifade vermekle geçirdim. Bu soruşturmaların akabinde, “Cumhurbaşkanına Hakaret” ve “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” iddiasıyla hakkımda iki ayrı dava açıldı. “Terör Örgütü Propagandası yapmak” iddiasıyla açılan dava nedeniyle ilk duruşmam gerçekleşti. Bu duruşmada söz konusu iddiaları çürüten bir savunmamız oldu ve duruşma, savcının mütalaası için 27 Mart 2018 tarihine ertelendi. Her iki dava nedeniyle hakkımda talep edilen hapis cezası 10 yılı aşıyor.
SANAT MI, İHANET Mİ?
Mevcut iktidarın politikaları, onunla bağdaşmayan çözüm önerilerini, sanat alanında muhalif eserler ortaya koymayı hedef haline getiriyor. Politik duruş ve etnik kimliklerinden dolayı muhalif olan sanatçılar günümüzde hem ekonomik hem de siyasal baskı boyutuyla büyük bedeller ödemektedir. Bu düşmanlık politikası, yaşadığımız ülkede giderek hayatımızı zorlaştırmakta, baskıyı ve sansürü olağan hale getirmektedir. Mevcut iktidarın, savaş siyasetine teslim olmamak ve her şeye rağmen direnerek var olmayı başarabilmenin önemi gün gibi ortada. Hayatın geliştirilen bu korku ve linç zihniyetiyle karartılmasına öncelikle sanatçılar olarak biz, izin vermemeliyiz.
Bu iktidar yandaş görmediği sanatçıya “konuşma”, “yazma”, “söyleme, “çizme”, “dayanışma” ve hatta “öldüysen anılma da” diyor. Oysa biz, doğrudan kendi alanımızda üretirken de, bu üretimini genel olarak toplumun dertlerine dönük işleyerek sanatçılığı hak edenleriz. Bizden sanata ihanet etmemiz isteniyor. Bizse sanata ve onun değerlerine sahip çıkmaktan yana ısrarımızı sürdürüyoruz. Bu mücadele egemenler ile aramızdaki güncel olmayan, tarihsel gerçeklere dayanıyor. Tarihe de ihanet etmekten yana olmadığımızı her platformda göstermeliyiz.
Dünyanın her yeri, sanatçıların özgürlüğüyle güzelleşiyor, değişiyor. Teknik olarak bir insanın düşüncesini engellemenin mümkün olmadığını Gandi, “rüzgarı zapt etmekten daha zor” diye tarif eder. Sanat bir rüzgâr.
2018 yılı, geçmişin acı deneyimlerinden dersler çıkartarak daha güçlü ve yaratıcı olmayı önümüze bir görev olarak koyuyor. İhanetin değil, halkların sanatçıları olarak varız ve var olmaya devam edeceğiz.