Eşi Alişêr’e “heval” diye seslenen Zarife, Kürt ulusal çıkarlarının propagandacısı olmakla yetinmedi; eşiyle birlikte elde silah bu uğurda savaştı. Dêrsim’de kalleşçe katledilen Zarife, Kürtlerin ilk kadın gerillası oldu.
Kemalist yönetimler döneminde devam eden “etno-dinsel arındırma”, “tek- tipleştirme” ve “Türk-İslamlaştırma” sürecinde ulus, sınıf ve inanç bağlamında tek tipleştirmeyi sağlamak için çok ulusluluk, çok sınıflılık ve çok inançlılık gerçeği ret ve inkar edilerek, devlet zoruyla tarihsel ve toplumsal gerçekliklere meydan okunarak “tek millet tek din ve tek kitle” temelinde bir yapı kurulmaya çalışılıyordu.
Abdülhamid döneminde “Osmanlı-İslam” şiarıyla başlatılan bu yeni toplum kuramı, İttihad ve Terakki’den sonra “Türk-İslam”a evrildi. Yeni millet “Türk milleti”, yeni din Hanefi Müslümanlığı eksenli “Türk Müslümanlığı” olacak; sınıf gerçeği de reddedilerek “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış kitlenin” zoraki kabulü ikame edilecekti.
Bu politikanın en acımasız uygulamalarından biri 1915’teki Ermeni ve Süryani soykırımıydı. Bu dönemde başlayan toplum mühendisliği projeleriyle, ülkenin demografik yapısını değiştirme temelinde birçok uygulamaya başlanmış ve raporlar hazırlanmıştı ki, I. Dünya Savaşı yenilgisiyle bu proje tümüyle hayata geçirilememişti.
1919 yılına gelindiğinde bu projenin askeri uygulayıcılarından Sakallı Nureddin Paşa, Ermeni Kıyımı’nı kastederek, “Zo diyenlerin işini bitirdik, sıra lo diyenlere geldi” diyordu. Bu, sıranın Kürtlere geldiğinin habercisiydi. Zaten bu aşamada Kürt demokratik örgütlenmesi fiilen yasaklanmış ve Kürt aydınlanma hareketi “Kürt Azadî Komitesi” adıyla illegaliteye kaymıştı. Daha sonra Kürt Azadî Cemiyeti’ne evrilen, Osmanlıca’da Kürd İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürtçe’de Azadîya Kurdistan Cemiyeti olarak adlandırılan bu örgüt, İstanbul gibi büyük metropollerin yanı sıra Kürdistan’ın birçok ilinde de örgütlenmişti ve bugün elimizde örgütlenme şeması ile programı dahil birçok belge bulunmaktadır. Bu örgüt, 1925 Kürt İhtilali’ni örgütlediği gibi 1927’de kurulup Ağrı-Zîlan Hareketi’ni örgütleyen Kürt Özgürlük Örgütü Xoybûn’un omurgasını da buradan gelen Kürt yurtsever aydınları oluşturuyordu. Ayrıca bu örgütün 1925 Hareketi öncesi ve sonrası Talepler Bildirgesi de bugün elimizde bulunmaktadır.
Lozan ‘güvencesiyle’ ret ve inkar
Abdülhamid yönetiminin başlatıp İttihad ve Terakki Hareketi’nin yarım bıraktığı bu proje, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ile Ankara’daki Meclis’in kabul ettiği Misak-ı Milli Bildirgesi’nin yanı sıra, Erzurum, Amasya, Sivas Kongreleri protokolleri ve Mustafa Kemal’in Ankara’daki Meclis konuşmaları ile rafa kaldırılmış görünüyordu. Nitekim bu yeni süreç, Kürt aydınlanma hareketi içinde de bir bölünmeye ve yarılmaya yol açmıştı. Birkaç yıl sonra 1925 Kürt Milli Hareketi dolayısıyla idam edilecek olan Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdülkadir ve arkadaşları, “Bu vaatler karşısında Türk kardeşlerini yalnız bırakmanın onları arkadan hançerlemek anlamına geleceğini” söyleyerek bir Kürt milli hareketine karşı çıkarken Bedirxanlar’ın öncülüğündeki kadro ile Cemiyet’in Dêrsim-Koçgirili üyelerinin büyük bölümü bu tutuma karşı çıkarak vaat edilen hakların güvence altına alınması için siyasi ve diplomatik girişimde bulunuyorlardı.
Bu konuda bölge mebusları ile görüşmeler yapılmaktayken dönemin Sivas Valisi Sakallı Nureddin Paşa, Mustafa Kemal’le gizlice haberleşip Karadeniz’den Laz Topal Osman çetelerinin yardımıyla gelip 140 Koçgiri köyünü yerle yeksan ediyor ve büyük bir yıkım yapıyordu. Kemalist rejimin bu katliamı, sonraki uygulamaların habercisi olduğu gibi İttihadçılar’ın eski plan ve projelerinin bu hareketin varisi konumundaki Kemalist yönetim tarafından 1921 Koçgiri Katliamı ve aynı yıl TKP liderlerinin Karadeniz’de boğdurulmasından başlayarak uygulamaya konulduğunu gösteriyordu.
1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve Kemalistler’in kendilerini güvencede görmesiyle birlikte tam bir “ret ve inkar politikası” başlamıştı. Dahası, 1924’te “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter” yollu sloganlar dillendirilmeye başlanmıştı.
Demokratik Kürt örgütlenmesinin yayınlarının ve kimliğinin tümden yasaklanmasıyla sonuçlanan bu ret ve inkar politikasının ardından meydana gelen, dönemin aydınlarının “Kürt İhtilali” dedikleri 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi’nin bastırılmasıyla birlikte artık gerçek “İttihadçı-Kemalist” kimlikle ortaya çıkmanın zamanı gelmişti. Bu yeni dönemde yasaklanan üç temel kimlik vardı: Kürt kimliği, Alevi kimliği ve sınıf kimliği.
1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun (Susturma Yasası) ve askeri yönetimlerin gölgesinde Kürt kimliği, hazırlanan gizli Şark Islahat Planı ve resmi İzale-i Şekavet Kanunu’yla; Alevi kimliği, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun çıkarılması ve Diyanet örgütlenmesiyle resmen yasaklanıyordu.
Devletin hedeflediği 4 lider: S. Rıza, N. Dêrsimî, Alişêr ve Zarife
İşte Kızılbaş-Kürt kimliğiyle Koçgiri ve Dêrsim, tam da bu politikanın merkezine yerleştirilmişti. Tüm bunların uygulanabilmesi için de Kemalizm’in sorgulanmasını da beraberinde getirecek olan bu trajik olgunun irdelenmesi yakın zamana kadar yasaklanmış ve tabulaştırılmıştır.
Nitekim Koçgiri ve Dêrsim Katliamları’nın bir numaralı tanığı Vet. Dr. M. Nuri Dêrsimî’nin 1952’de Halep’te yayımladığı “Kürdistan Tarihinde Dêrsim” adlı eseri, Türkiye’ye sokulması yasaklanan yayınların başında geliyordu. Yetiştiğimiz dönemde ismi halk arasında “efsane” gibi dolaşan bu kitabı tesadüfen elde edenler ise büyük bir gizlilik içinde okuyor ve bir silahtan daha özenle saklıyorlardı.
Kendi payıma Dêrsim’le ilgili en çok yayın yapan araştırmacılardan biriyim. Nuri Dêrsimî’nin “Hatırat”ı dahil bu konuda birçok yayın yaptım ve kitap yazılmasına ön ayak oldum. Ancak hemen belirteyim ki, bugüne kadar Dêrsim konusunda yaptığım yayınlarla yazdığım yazıların hemen tümünden dava açıldı ve kiminden ceza aldım. İlk ceza aldığım ürün, başta Dêrsim’in efsanevi dinî önderi Seyid Rıza ile bölgenin efsanevi şairi Alişêr ve ilk Kürt kadın gerilla olarak adlandırabileceğimiz eşi, yoldaşı Zarife de dahil on binlerce Dêrsimli’yi işleyen, 1980 başlarında yayımladığım bir Dimilkî/Zazakî ağıtlama/kilam derlemesi olmuştu.
Kemal Kılıçdaroğlu, bizden de Dêrsim’le ilgili kaynak istediği bir süreçte, 1980’li yılların sonlarında Yalova’da, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamını organize eden İhsan Sabri Çağlayangil ile bir röportaj yapar. Çağlayangil, burada açıkça söyler: Dêrsim’e tam yetkiyle kor-komutan olarak atanan Abdullah Alpdoğan, aşiret reisleriyle yaptığı görüşmede, 4 kişinin “başını” istemektedir ki, bunlar Seyid Rıza, Nuri Dêrsimî, Alişêr Efendi ve Zarife Hanım’dır. Bunlar katledildiğinde Dêrsim’in “başsız” kalacağını devlet de bilmektedir.
Dêrsim aşiret reisleri heyeti bu talebi kabul etmeyince Nuri Dêrsimî, Seyid Rıza’nın isteğiyle durumu dünya kamuoyuna bildirmek üzere Suriye’ye çıkar; Koçgiri Katliamı’nın ardından Dêrsim’de Seyid Rıza’nın yanına giden Alişêr Efendi ve eşi Zarife, sığındıkları mağarada kalleşlikle katledilirler; Erzincan’a görüşmeye çağrılan Seyid Rıza ise hileyle yakalanıp düzmece bir mahkemede idam edilir…
Alişêr’in eşi, yoldaşı, “hevali” Zarife
Dêrsim-Koçgiri’nin efsanevi şairi ve toplum önderi Alişêr’e, tüm yaşamında eşlik eden Zarife, dost-düşman tüm gözlemcilerce takdirle karşılanan bir kişiliktir. Dêrsim katliamında bizzat görev alıp devletçe satın alınan ihanetçiler marifetiyle Feri Palaxine mağarasında Alişêr ve Zarife’nin katlini organize eden Nazmi Sevgen bile, “Alişêr’in karısı Zarife dikkate şayan bir tiptir. Kocasının mücadelesinde bu kadının etkisi çoktur. Kocasına silahlı olarak her zaman refakat ve eşlik etmiş, sonunda o da kocasıyla birlikte kaçınılmaz sona ermiş fakat bu anda dahi Vanklı Efendi adında birisinin canına kıymıştır” diyerek dolaylı olarak takdir duygularını dile getirmektedir. (Bkz. N. Sevgen: Yakın Tarihin Esrarla Örtülü Hadiseleri ve Koçkirili Alişir, Tarih Dünyası, Sayı:9/ 1950).
İkiliyi yakından tanıyan, yakın dostları Nuri Dêrsimî, Zarife Hanım’ı şöyle değerlendiriyor: “O aslan ki, kendi döneminde okuma yazma bilen, hem siyasi hem de askeri bir Kürt kızıydı. Çok sefer Alişêr, bir şey yapmadan önce onun düşüncesini sorar, fikrini alırdı. Ona sormadan karar vermezdi. Zarife savaşçıydı. Çok sayıda kadın da onunla birlikte savaştılar. Onlar da silahlıydı. Çarpışmalar başlamadan önce ondan silahlı eğitim aldılar.” (Evin Çiçek; Qoçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketinin 85. Yıldönümü Vesilesiyle; Kızılbaş Dergisi; Şubat 2008 ve M. Bayrak; Dêrsim-Koçgiri; 2. bas.; Özge Yay.; Ankara; 2012; s.83).
Milli gayelerin propagandacısı
Nuri Dêrsimî, ünlü eserinde de Kürt kadınının kahramanlığı bağlamında bir örnek olarak ona yer verir: “Zarife, kocası gibi Kürt milli davasına bağlı, aynı yüksek gayeleri takip eden, eşsiz bir Kürt kızı olduğunu, hayatında doğrudan ispat etmiştir. Zarife, Kürt kadınları arasında milli uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişêr’in milli faaliyetlerinde onun sağ kolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarife, Alişêr’e daima Kürtçe’de ‘arkadaş’ anlamına gelen ‘heval’ sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki fikir ve duygu itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin bir çocuğu olmamıştır.
Zarife, uzun boylu, iri yarı ve her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip, simasında bir erkek cesareti ve yiğitliği okunan, eşsiz bir Kürt kızı idi. Her yıl Dêrsim’e gider, milli gayeler hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki çelişkileri ciddi bir hakim gibi hallederdi.” (Vet. Dr. N. Dêrsimî; Kürdistan Tarihinde Dêrsim; Halep; 1952; s. 279).
Zarife’nin bu nitelikleri, olayların doğrudan tanığı Dêrsimlilerce de teslim edilmektedir. Bugün elimizde bu konuda birçok tanıklık ve anekdot bulunmaktadır. (Bunların “savaşçı kadın tipi” ekseninde bazı örnekleri için bakınız: E. Aydar; Sanatı ve Savaşı Birlikte İşleyen İnsan – Alişer ve Zarife; Zülfikar Dergisi; Sayı:25/1998, M. Öztürk; Kürdistan’da İz Bırakan İhanetler; Özgür Politika; 6. 12. 1999, F. Tepeli; Tarih, Unuttuklarımız ve Öncü Bir Kadın Portresi: Zarife Xanım; Zülfikar Dergisi; Sayı:41/ 2001, Munzur Çem; Alîşêr û Zarîfa; Vate Dergisi; Sayı: 16/2002, E. Alataş – S. Yıldız; Tarihe Düşmüş Güçlü Satırlar; Yedinci Gündem; 2-8 Mart 2002 ve İsyanların Kadınları; Özgür Politika, 1 Nisan 2002; D. Munzuroğlu; Dağlara Şecere Yazan Adam: Alişêr ve Zarife; Dêrsim’de İklim; Aralık 2006, H. Tekin; Alişêr ve Zarife’nin Katli; Dêrsim Post; Haziran-2007, R. Çelik – H. Kartal; Alişêr ve Zarife; Newede Dêrsim; Sayı:6/2009, Der. A. Dêrsimî; Dêrsim-Koçgiri Direnişleri/ Alîşêr Efendi ve Zarîfe Xatun; Peri Yayınları; İstanbul; 2010, S. Şahin; Besê ve Zarife; Politik Art; Sayı:29/2009, A. Tunç; Koçgiri Başladı Harba; Özgür Politika; 11.7.2012)
Dêrsim – Koçgiri konulu kitabımdan giderek 2012 yılında “savaşçı kadın” tipi ekseninde Zarife konusunda özellikle dikkatimi çeken ilk kişi sevgili Zeynep Tozduman olmuş ve bu konuda bir çalışma yapmak için benden kaynak istemişti. Kendisine arşivimdeki konuya ilişkin yayınları yolladıktan bir süre sonra Zeynep, inceleyip görüş bildirmem için şu yazısını yollamıştı: “Kızılbaşlık’tan Kesikbaşlığa Giden Bir Kadın Gerilla: Zarife”. Bu yazı, bir yıl sonra İzmir’deki Dêrsim Derneği’nin yılda bir çıkardığı “Dêrsim” dergisinde yayımlanacaktı.
Kürt kadınının tarihinde en ilginç simalardan biri, 1854’te Osmanlı ordusu bünyesinde, bu devletin İngiliz ve Fransızlarla birlikte ortak cephe halinde Ruslara karşı gerçekleştirdiği Kırım Harbi’ne 300 süvari ve piyadenin başında katılan Maraşlı Kızılbaş Kürt kadını Fataraş’tır (Kara Fatma). Osmanlı kadınını belli bir kimlik olarak Batı literatürüne en çok sokan kadın odur. Bu nedenle de Batı literatüründe o, “Kürdistan kahramanı, Kürt prensesi, Kürt Amazonu” gibi sıfatlarla anılır. O, Osmanlı veya Batı literatüründe bir “kahraman kadın savaşçı“ olarak nitelendirilse de bir “kadın gerilla” olarak adlandırılamaz. Çünkü her şeyden önce halkının kurtuluşu için savaşan bir “savaşçı” değil, devletin ordusunda kahramanlık gösteren bir “milis kuvveti komutanı”dır. Bu nedenle de konumu Koçgiri’de ve Dêrsim’de mücadele veren Zarife’ninkinden çok farklıdır.
‘Hevalêmin hepimizin doğruları var…’
Alişêr ile Zarife’nin Dêrsim günlerine ilişkin ilginç anekdotlardan birini D. Munzuroğlu aktarmaktadır. Görüşme, Lozan Görüşmeleri sırasında Meclis’e milli giysilerle giden ve 1925’te idam edilen Dêrsim Mebusu Hasan Hayri Bey, Dr. Nuri Dêrsimî, Alişêr Efendi ve Zarife Hanım arasında cereyan etmektedir. Buna göre Hasan Hayri Bey, Mustafa Kemal’in Kürtlerin haklarını kabul edeceğine inanmakta ve diğerlerinin görüşlerine karşı çıkmaktadır. Herkes görüşünü beyan eder ve sonunda Zarife, Alişêr’e dönerek şunları söyeyecektir: “Hevalêmin, anlaşılan o ki, hepimizin kendi doğruları var. Belli ki herkes kendi yolunda yürüyecektir. Dileğim o ki, ileride karşılaşacağımız yer Dêrsim’in selameti olsun. Biz kendi yolumuzu yürüyelim. Kanımca bu müzakerenin devamında bir fayda yoktur. Gelecek, davrananın olacaktır. Bizim daha çok yürüyecek yolumuz var, kalk gidelim.” (Agy)
Bu görüşmeden bir süre sonra Hasan Hayri Bey Elazığ/Harput’ta idam edilecek; Nuri Dêrsimî 13 Eylül 1937’de Suriye’ye geçecek; Alişêr ile Zarife, bulundukları mağarada kalleşlikle katledilecek ve Alişêr’in bir sandık dolusu kitabı ile defterine el konularak Genelkurmay Harp Tarihi’ne gönderilecekti. Nazmi Sevgen, Alişêr’in el konan eserleri arasında bir “Dêrsim Destanı”nın da bulunduğunu söylüyor ki, bunun bugün elimizde bulunan Dêrsim şiirinden farklı bir manzum eser olduğunu sanıyoruz.
Sözlerimizi, katkımızla hazırlanan ve 1992’de yayımladığımız “Koçgiri” ve “Dêrsim” destanlarının şairi, dostumuz Ozan Telli’nin dizeleriyle noktalamak istiyoruz:
Uğrular uğursuzlar
gelip geçmişler buradan
Salgınlar/ saldırganlar
Kabuk kazıyor yaradan
Kan içmişler
Düğümcü İskender
Topal Timur
Barbar Hülagu
Ve Uzun Hasan
Ve kötülük tanrısı Ahriman.
Ve yine de her zaman
Tırnaklarını avuçlarına saplamış
Isırmış dişleriyle dilini Dêrsim
Dilememiş düşmandan aman…
(…)
Söylenmemiş bir başka
türküdür bu
Ermail’den Kermail’den beri
Biraz ateş
Biraz çelik
Biraz su
Bu toprağın tutkusu
Özgürlüktür…
MEHMET BAYRAK