“22. Munzur Kültür ve Doğa Festivali” bugün, start almış oldu. Dersimlilere ve dostlarına kutlu olsun.
22 Temmuz 1999’da yapılan baş vuru reddedilse de bu, festivalin başlangıç tarihidir. İlk festivalden bugüne oldukça uzun bir zaman dilimi. Festival, dönem açısından Dersim’in karşı karşıya olduğu baskı ve kuşatmayı yarmak için, atılan tarihi bir adımdır. Öte yandan söz konusu 25 yıllık zaman dilimi, artık gelenekselleşmiş bir festivalin göstergesidir.
Açık ki, böylesi bir festivalin en önemli yanı, daha başlangıçtan itibaren “Kültür ve Doğa” teması ile gerçekleşiyor olmasıdır. Tema dikkate alındığında ve aradan geçen zaman dilimine bakıldığında, geçmişten beslenerek kültür aktarımının dinamik bir şekilde sağlandığı bir etkinliğe dönüşmüş olması gerekirdi. Gene kadim toplumsallıkta, her karışıyla kutsanarak yaşamın temel anlam kaynağı görülen doğaya yönelik yeni bir anlam pekiştirmesi, yeni bir bilinç sıçraması yaratması gerekirdi.
Şunu çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, bizim kuşağımız teorik olarak doğa ve ekoloji tartışmaları yaparken, kadim Dersim toplumunun, doğa bağlamında sahip olduğu mana dünyasının çok gerisinde duruyor. Evet, modernite koşullarında onlar gibi yapamayabilir, onlar gibi yaşayamayabiliriz. Fakat sahip oldukları o derin anlam dünyasından öğreneceğimiz çok şey var. Bu konuda yabancılaşma halimizin farkına varabilirsek eğer, adına festival düzenlediğimiz, kutsallığın ana kaynaklarından olan Munzur’u nasıl anlam kaybına uğratarak canına okuduğumuzu fark edebiliriz.
Farkındalık önemlidir. Uyanma halidir. Festival bu konuda daha işlevli olabilirdi.
Ancak mevcut tabloya bakıldığında festivalin bu yanıyla gereken düzeyde dönüşüm yarattığı söylenemez. Üstüne üstlük geçmiş yılların umudu, coşkusu, dayanışması, gelinen aşamada yerini bezginliğe ve hüzne bırakmış görünüyor.
Bu ruh hali içinde yürütülen tartışmalar, festivalin miadını doldurduğuna ve artık gereksizleştiğine kadar vardırılmış durumda.
Peki, gerçekten festival miadını doldurup, gereksizleşti mi?
Elbette değil. Aksine, Dersim toplumu ve coğrafyasının karşı karşıya bulunduğu ağır sorunlar bağlamında, festivalin, çok daha yaşamsal hale geldiğine özellikle dikkat çekmek gerekir. Çünkü festival, kültürel aktarım yanında toplumsal buluşmanın en önemli ve en dinamik aracıdır.
Realite şu ki, Dersim toplumu günümüzde artık bir diaspora toplumudur. Önemli bir kesimi Türkiye metropollerinde, bir o kadarı da başta Avrupa olmak üzere dünyanın farklı ülkelerine dağılmış durumda.
TÜİK’in 2017 verilerine göre ‘Tunceli’ nüfusuna kayıtlı olup İstanbul’da yaşayanların sayısı 86.651’tir. Gene Tunceli nüfusuna kayıtlı olup doğduğu bu kentte yaşayanların oranı ise yalnızca 59.079’dir.
‘Tunceli’ nüfusuna kayıtlı olup farklı şehirlerde yaşayanların toplam sayı ise 216.212’dir. Kaldı ki, metropollerde yaşayan çok sayıda Dersimli’nin ‘Tunceli’ nüfusuna kayıtlı olmadığı da, bilinen bir durum. Bu demektir ki, farklı şehirlerde yaşayanların oranı TÜİK’in verilerinden çok daha yüksektir. Diğer yandan Avrupa ve farklı ülkelerde yaşayanların oranı ise, 300 binin üzerinde olduğu yönündedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu rakamlar geniş Dersim coğrafyasını değil, Tunceli il sınırlarını kapsamaktadır. Etnik, inanç ve kültürel göçertme bakımından kadim Dersim coğrafyası için durum daha da vahimdir.
Yaşanan demografik göçertme hali, gelecek açısından kaygı vericidir. Dolayısıyla kültürün ana karası dışında yaşamaya mecbur bırakılmış Dersim toplumunun kendi kutsal coğrafyasıyla ilişkisini canlı tutmak, günümüzün en önemli sorunudur.
İşte, festivalin en önemli işlevinin böyle görülmesi gerektiği kanısındayım. Çünkü bu türden etkinlikler, çok geniş buluşmalara kaynaklık eder. Ülkenin ve dünyanın dört bir yanından gelecek katılımcıları aktif olarak birbirine bağlar.
Hiç şüphesiz bu tür kutlama anlarında bir araya gelen topluluk üyeleri kolektif temsillerle ve sembollerle topluluk kimliğini pekiştirir ve yeniden üretir. Katılımcı her bireyin kendine has topluluk bilincinin yükselmesine, aidiyet duygusunun güçlenmesine katkı sağlar.
Fakat belirtilen bu kapsamda sorunların olduğu da çok açıktır. Bu çerçevede kimi zaman negatif yanları ağır basan tartışmalar nedensiz değil. Çünkü bu tartışmalara kaynaklık eden, festivali yaşadığı anlam kaybıdır, işlevsizleşmesidir.
O halde bir yüzleşme kaçınılmazdır.
Kadim Dersim havzasında yaşanan kültürel erozyona, belleksizleştirmeye, doğa kırımına ve çok yönlü yıkım pratiklerine karşı festivalin yeniden bir kaldıraç rolü oynayabilmesi için, son yıllarda yaşamakta olduğu anlam kaybına karşı yeniden anlamlandırılması elzemdir.
Bu başarılabildiği oranda 25 yıldır düzenlenen festival, toplumsal hafızanın canlı bir biçimde ayakta kalmasını sağlayacak çok daha işlevsel bir etkinliğe dönüştürülebilir.
Fakat konu tartışılırken geçmişten bugüne verilen emeği, sergilenen çabayı ve özveriyi de hiçleştirmeden, hakkını teslim etmek gerekir. Yeni bir çıkış, geçmişin birikimini sahiplenerek, eksiklerini aşarak mümkündür.
Daha nice festivallerle özlediğimiz güzel günlere.