Mehmet Çetin‘le bu söyleşi Temmuz 2019’da Munzur Kültür ve Doğa Festivali sırasında Eyüp Hanoğlu tarafından yapılmıştır.
Kimi tanımlama ve kodlamalar, niyetimizden de bağımsız olarak bazı anlamlar üretir ve sonuçta bir zihniyet dünyasına da tekabül eder. Örneğin, yazı dilinde notlarımda kullandığım Dersim dili tanımı, üstelik bununla ilgili pek çok tartışmayı eskitmişken yine birçok şeye tekabül eder. Varoluşla ilişkimizi aidiyet mi yoksa mülkiyet üzerinden mi tanımlayacağımız sorusu mülkiyet kısmına denk düşer. Niye? Çünkü Dersim’de tek bir halk yaşamıyor. Dersim’de tek bir dil yaşamıyor. Her ne kadar çoğunluğu diyelim ki Kırmançlar oluştursa da, bu topraklarda Kırdaşki konuşulur, bu topraklarda Türkçe konuşulur ve yine bu toprakların kadim dillerinden biri olan Ermenice konuşulurdu. Bu, Zazacı söylemlerin geriye çekilme süreçlerinde çıkardıkları bir tanımdı. Ki üzerine yürümüştük; Dersimce diye bir dil, aynı mülkiyetçi yaklaşımdı. Oysa içine doğduğumuz Kırmancîya Belekê kültürlenmesinin bize devrettiği ve bizim felsefi düzlemde yeniden kuracağımız, kurmaya çalıştığımız söylem nedir: farklılıkların biraradalığıyla var olacağı bir coğrafya idealidir.
Dersim dili ya da Dersimce tanımının tekabül ettiği yanlışlardan biri de, küçük farklara ya da lehçe farkına tekabül etse de, burada konuşulan Kırmançki’nin hemen yanıbaşımızda, az ötemizdeki insanlar tarafından da konuşuluyor olmasıdır. Bu gittiğimiz bir yerde Zazacadır, Dara Heni’de Kırdki’dir, Gımgım’da ya da daha yukarısında Zone Ma’dır. İşte Siverek, Gerger hattında Dımılki’dir. Farklı isimlerle anılsa da bunlar aynı dildir. Dolaysıyla burada kendimizi Kürdistan coğrafyasındaki bu dili konuşan diğer halklardan ayıran şeye tekabül ettiriyoruz.
Dolayısıyla Dersim Dilleri demenin daha doğru bir tanım olacağını, hele de Hermenice’nin özellikle hatırlanmasının ve yine nüfusun belli bir toplamına hitap eden Kırdaşki’nin hatırlanmasının elzem olduğu kanaatindeyiz. Sohbetlerimizde biz hangi kültürlenmeden söz ediyorduk; elbetteki Kırmanciye Beleke’den… Neydi bu; yaşadıkları sosyal siyasal süreçler sonunda Dersim’e sığınan diller, inançlar ve halklar vardı. Bu, ocağına sığınmaktır senin, o saatten sonra onlar ayrı-gayrı değillerdir. Onlar oraya dâhildirler.
Şimdi aidiyet mi mülkiyet mi tartışmasında, hatırlarsan uzun yıllar önce yazdığım, “egemenlikçi, mülkiyetçi insan türcüdür, ırkçıdır, cinsiyetçidir”den kasıt biraz da budur. Oysa Kırmanciye kültürlenmesi nedir; öncelikle türcü değildir. Baba Mansur’lu Pir’in dediği gibidir:“Biz toprağı hak biliriz.” Topraktan kastımız da, o toprağın üzerinde yaşayan, varlığını sürdüren her varlığa yaklaşım biçimidir. Yani bunun felsefi düzlemde tekabüliyeti budur. Türcü değiliz mesela, o yüzden av yoktur bizde. Değişik formatlarla bunu günah ya da benzeri tanımlarla yaşayıp gelmişiz ama bu aynı zamanda da Kırmanç kimliğinin oluşmasında etkisini gösteren bir şeydir.
Bu aynı zamanda itiqatıyla, etnik kimliğiyle buradaki varoluşun birlikte tanımlanış halidir. Alabalığa Mase Muzuri deriz, Ğezellere Ğezelê Xızıri deriz; şu veya bu gerekçeyle biz o canlıların yaşam hakkına kast etmeyiz. Çok ontolojik bir şeydir bu, türcü değildir. Devamında ırkçı bir varoluş üzerinden değil, daha total bir ontolojik varoluş üzerinden kendisini tanımlar. Dediğim gibi inancıyla, kültürlenmesiyle bir toplama tekabül eden tanımdır.
Bu dil kapitalizmde özellikle gelişen ‘böl ve parçala’ haline karşı bütünlüğü savunma halidir aynı zamanda. Üzerinde yaşadığımız toprak, birlikte yaşadığımız der û ciran, varlığından haz aldığımız theyr û thur, bütün bunlar bir toplama tekabül eder. Parçalanmaya karşı aynı zamanda bütünselliği savunma halidir bu. Irkçı olmayan zihniyet cinsiyetçi de olamaz. Her ne kadar içinden geçip geldiğimiz toplumsal süreçlerde kadına ya da erkeğe dair bazı devralınan ya da farkındalık eksikliğinden kaynaklanan unsurlar olsa da, felsefi düzlem budur, bir karşılığı vardır. Dolaysıyla dersim’e ait bir tartışma yürütülürken eskittiğimiz pek çok tartışmayı doğru hatırlamak lazım.
Günümüzde modern dünyanın, modern dünyadan ödünç alınmış tanımlar, kavramlar ve yaklaşımlar nedeniyle, buradaki varoluşumuz tahrip edilmektedir. Biz toprağı hak bilen bir kültürlenme isek, tıpkı Dersim’in şairlerinin piri Sey Qaji’nin dediği gibi: “Ma, araqê xo ramıto /çînîto /bınê keşî nêkınıto.” Buradan çıkan şey bir felsefedir: “Biz alın terimizi ektik, biçtik, başkasının kuyusunu kazmadık.” Bunun hatırlanması lazım. Buradaki ‘başka’nın illa da insan olması gerekmiyor. Yaşam hakkına saygı buradaki itiqatın, inancın, varoluşun merkezindedir. Bunun şu veya bu şekilde tahrip edilmesi, şu veya bu şekilde kötü örneklerinin olması bizim bir çıkarsama olarak, felsefi ve ontolojik düzlemde elde etmemiz gereken bu sonucu incitmez. Bizim bunu öne çıkarmamız gerekmektedir.
Bundandır ki günümüzdeki tartışmalarda hâlâ atlanan, ısrarla ya da bilinerek atlanan, en görülmeyen şeylerden biri de bu olsa gerek. Biz buraya bir aidiyet üzerinden tanım geliştirmeliyiz. Bu aidiyetteki yerimiz teyr û tur’un yeri kadardır, bu aidiyetteki yerimiz yaşam hakkını savunduğumuz diğer varlıkların yeri kadardır. Yine o yazıda atıfta bulunmuştum, bizim xırmançık meselesindeki anlayışımız da budur.
Belki sezgisel, belki deneysel bilgi olarak devraldığımız, yani bize aktarılmış olan bu kültürlenmenin felsefi karşılığı nedir dersek; theyr û thur’un rızkıdır, der û ciran’ın rızkıdır. Bunun çıkarsaması nedir; mülk edinme hakkı değil, paylaşım halidir. Ortaklaşmacı haldir. Biz bu topraklarda birlikte yaşıyoruz, payımıza düşeni paylaşmasını bilmeliyiz. Rızalıktan kastımız da budur. Felsefi anlamda tartışmaya açtığımız ciraniyelikten kastımız da budur. İlla da insan komşumuzdan söz etmiyoruz. Birlikte yaşadığımız doğadaki diğer varlıklarla ilişki biçimimizden, ilişki hukukumuzdan söz ediyoruz aynı zamanda.
Dolaysıyla bu toprağın hakkı diye tanımladığımız, kurdun kuşun ya da şunun bunun hakkı- hukuku diye tanımladığımız hikâyeler bizim geçmiş kültürlenmemizdeki mülk edinmeme, ya da mülkiyetçilik yerine paylaşımcılığı öne çıkaran kültürlenmedir. Bunu felsefi anlamda bayrak kılmamız gerekiyor. Yine Sey Qaji’in dediği bir şeydir: “Kafır, to tacê xo gonîya kamî de şûto? Mealen diyor ki; her iktidar, mikro ya da makro ölçekli her iktidar bunu temsil eden, sembolize eden birilerinin kanında yıkanarak elde edilen bir şeydir.
Bizden önce söylenenleri doğru anlamamız gerekiyor. Bunları günümüzün ihtiyaçlarına göre doğru konumlandırmamız, doğru felsefi sonuçlara tekabül ettirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. O yüzden pek çok güncel, modern dünyadan, modern düşünceden devralınmış ve bizi tahrip eden söylemlere, tutumlara ve tavırlara karşı geliştireceğimiz tavır, bizim buraya aidiyetimizdir. Burayı mülkümüz olarak görmüyoruz. Buranın her dilini toplamın dili, buranın her itikatını toplamın itikati, buranın varlığını toplamın varlığı olarak görmeyi gerektirir.
Meramımız budur.