Mevcut hükümet öncesi iktidarların kademeli ve hummalı çalışmaları, AKP döneminde meyvesini verdi. Şimdiye kadar laiklik kisvesi altında örtülü tutulan ayrıcalıklı Sünnilik, AKP döneminde çoğunluk olmaktan çıkıp iktidara oturdu. Böylelikle Sünnilik, 20 yılda iktidarın bütün imkanları ile kendisine hizmet edilen devlet mekanizması, devlet dini halini aldı.
Devlet dini sıfatıyla da Sünnilik, bunun gereğini yaparak her alanda kendini konumlandırdı. Böylece yaşam; dar alanda var olma mücadelesindeki farklı etnik gruplar, inançlar, dinler, diller için olduğu gibi Aleviler için de daha çekilmez bir hal aldı.
Oysa gelinen noktada, Alevi’ye uygulanan yüzyıllık terminolojik devlet şiddeti ters tepmiş, aksine bu şiddet silsilesi Alevileri hedeflenen Türk-İslam ideolojisinden iyice uzaklaştırmıştı. Köylerinden şehirlere sürülen Aleviler; saklanmak, kendi içine çekilip sinmek yerine devlete karşı tavır almaya, korunmaya, başka alternatif çıkışlar aramaya koyuldu. Özellikle 1990’lı yıllarda Avrupa Alevilerinin de başını çektiği yoğun, ivedi örgütsel bir çalışma başladı. Aleviler kendi imkanları çerçevesinde Cemevleri, kültür merkezleri inşa etmeye başladılar. Kendilerine uygulanan nefret paradigmasına karşı, çıkışın; örgütlenmekten ve bir araya gelip güç oluşturmaktan geçtiğine odaklandılar. Bu bağlamda hareket eden örgütlenmiş Alevilerin yanında yer almaktan çekinenler de dahil, asimilasyon süreçlerinde zarar görmüş kimselerin, değerlerine dönüş yaptıkları da gözlendi. Yine Kızılbaş- Aleviliğinin özünü, Aleviliğin İslam öncesi evveline, tarihsel ve siyasal çalışmalara da yoğunlaşan az da olsa bir Alevi kesiminin de bu dönem oluştuğundan söz edebiliriz.
Böylelikle eş zamanlı olarak Alevinin talepleri artmaya, “kardeşin değiliz, eşit yurttaşlık istiyoruz,gereğini yap” diye direten; tarihsel, siyasal, örgütsel bir rüzgârı arkasına almış bir Alevi uyanışı başladı. Eskiden “kâfir, kestiği-pişirdiği yenilmez’’ şeklinde itibarsızlaştırılan, sindirilen zındık Alevilik; ülke genelinde esen sol hareketler, sol partiler etrafında politikleştikçe “bölücü, devlet düşmanı, terörist’’ şeklinde kriminalize edildi. Müesses nizamın kindar, barbar şiddetine maruz kaldı.
***
Aleviler, son beş yüz yıllık İslam’la sınırlandırılan Alevîlik dışında, iki bin yıllık geçmişinin hak yolu ışığında (Raa Heq) sesini yükseltmeye başladı. Osmanlı’nın “zındık’’, Cumhuriyetin “ötekinin ötekisi” Alevisi, bu sefer “İslam dışına çıkmakla, dini bölmekle suçlanır’’ oldu. Bu öze dönüş hali elbette birilerinin dikkatini çekti. Önce yol düşkünü kimselerle Camii-Cemevi projeleri denendi. Ama halk ilgi göstermedi. Ama pes etmediler. Şu günlerde de olduğu gibi devlet Alevinin peşine düştü. Çıktıkları bu yoldan geri dönmeleri istendi. Zira Alevi kendisine biçilip ölçülenin dışına çıkıyor, “biz İslam’ın özüyüz” takiyesini bırakıp İslam’ın dışına everiliyordu. Alevinin devletin izni olmadan çıktıkları bu keşif; tekçi, ırkçı, Türkçü Sünni İslam için büyük bir tehlike olarak algılandığı için, nizama getirilmeliydi. Maraş, Çorum, Malatya, Sivas’taki gibi yakıp yıkarak, yok ederek yola getirmek kolaydı. Fakat Aleviler artık eski Alevi olmamakla birlikte, örgütlü güçleri ile gereken itirazı gösteriyor, tepkiyi organize edebiliyorlardı.
O halde yeni bir yol bulunmalıydı. Günümüzde tam da bunu yapıyorlar; Aleviliği yeniden tanımlama derdine düştüler. Ayırma, ayrıştırma, birbirine düşürme siyasetine hız verdiler.
20.yy’ın başında Anadolu karış karış gezilerek oluşturulan Baha Said’in ‘’Türklüğün otantik taşıyıcıları ve Türklüğün özü Aleviler’’ raporlarını referans olarak alacak, Aleviliği bir tek Türklükle ilişkilendirip, diğer Alevi etnik grupları özellikle Kürtleri saha dışına itmek istiyorlar.
Türkolog Fuat Köprülünün ‘heterodoks İslam Alevilik’ araştırmalarını karıştırıp Aleviliği “İslam’ın içinde’’ tutma gayretine girmişler. Bununla son beş yüz yıllık İslam’la sınırlı Aleviliği; iyice Şiiliğe hapsetme hesabı yapıyorlar.
Ve nihayet Alevi açılımı-maçılımı derken baklayı ağızlarından çıkardılar. Şöyle bir tarif en yetkili ağızdan kamuoyuna açıklandı: ‘’Irk, dil, mezhep farklılıkları öne çıkarılarak Müslümanlar arasındaki fay hatları keskinleştiriliyor. Her gün beş vakit aynı kıbleye yönelenler arasına nifak tohumları serpiliyor. Belirli çevreler arasında ayrı bir din gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Batıda pişirilen ve son dönemde ülkemize ihraç edilmeye çalışılan Ali’siz Alevilik gibi yıkıcı projelerin toplum içinde pohpohlanmasının gerisinde bu var. Açık ve net söylüyorum Alman devleti Ali’siz Aleviliğe ciddi bedeller ödemek suretiyle İslam dünyasında ve özellikle ülkemizde bölünmenin tohumlarını ekmek istiyor.” (Recep Tayyip Erdoğan)
Üstteki alıntıda da görüleceği üzere “Ali’li Alevîlik, Ali’siz Alevîlik ikilemi pimi çekilmiş bomba gibi Alevilerin arasına bırakıldı. Böylece kontrol altına alamadıkları Aleviliği; Yol’un zenginliği olan Bin Sürek’le vuracak, Aleviliğin son beş yüz yılını iki bin yılı ile çatıştıracak mekanizmayı harekete geçirmiş olacaklar.
Yöntem farklı olsa da amaç bildik, tanıdık: makbul tebaa Alevilere nizam vermek, Alevileri yola getirmek, Aleviliği İslam yaftalı çuvalın içinde eritip dönüştürmek, asimile etmek!
Bunun için uygulamalar hayata çoktan geçirildi bile. Devletin yeni buluşu; yerli, öz be öz Alevi kayyımlar yaratmak-atamak oldu. Cemevi dedelerini, kurum çalışanlarını, başkanlarını maaşlı kayyım olarak beslemeye başladılar. Yıllarca Alevinin tekçi sisteme karşı direnerek, büyük uğraşlar ve yokluklarla oluşturdukları kurumlarda, inşa ettikleri Cemevlerinde bizi bize kırdırmak. Bir üzümü engür suyu yapıp kırk kişi ile içen, bir elmayı bir Ceme paylaştıran dayanışmacı, paylaşımcı birliğin içine nifak tohumu ekmek istiyorlar. Bu yolla da Aleviliği, Alevi kurumlarını sisteme entegre etmeye çalışmak hedefindeler.
Peki Alevi kurumlarında devletin bu yaptığının karşılığı var mı?
Kısmen olduğu söylenebilir. Böyle bir kitle, üstte de belirttiğimiz gibi çoktan yaratıldı. Yol’a göre düşkün sayılabilecek bu tayfa ile Alevi toplumsallığına yönelim başlamış durumda.
Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas’ta “bir ölüp bin doğan’’ Alevilere karşı; gri pasaportlu dedeler ve düzenin değirmenine şu taşıyan popülist başkanlar ile çıkıyorlar artık.
Aylarca Alevi kurumları çatısı altında, gizli kapılar ardında iktidarla pazarlıklar yapıldı. Kurulan bu tezgâha düşmeyen kurumlar olduğu gibi; sistemin kurguladığı bu değirmenine su taşıyanlar da az olmadı. Bunu da iktidarın kapı kulu yandaş bir gazetecinin kaleme aldığı, büyük puntolu haberlerden öğrendik.
Gelinen aşamada Aleviliğin çatısı, Aleviliğin orijini Dersim’de, Dersim Cemevinde, sistemin her türlü yönelimi karşılık bulmaya başladı. Bu yönelimler de devletin yerel unsurları aracılığıyla tabana yayılmaya çalışılıyor.
Üstteki soruyu tekrar soralım: Peki karşılığı var mı?
Evet var; temeli çoktan atılmış bir karşılığı var.
Evet var; Şia kisvesine bürünmüş Sünni İslam Alevi kurumları içinde cirit atmaya başlamış bile. Evet var; zira Alevilerin örgütlendikleri bu kurumlar, bugünkü haliyle “takvimsel anmalardan, dini inanç ve cenaze kurumu’’ olmaktan öteye gidememiştir.
Hemşericiliğin, hısımlığın tavan yaptığı bu kurumlar; aynı başkanlar, aynı yönetimler etrafında dönüp durmuş, kendi burjuvazi tabakasını yaratmış ve Alevi tabandan uzaklaşmıştır.
Devletin tekçi, mukaddesatçı yönelimine karşı olduğunu söyleyen kurumlarımız, önce özünüzü dara çekin; sonra ‘Aleviliği İslam’la sınırlamayın. Beş yüz yıl öncesi de var. Yüzünüzü iki bin yıl öncesine dönün’ diyen seslere kulak verin.
Aleviliğin sadece dogmatik inanç yönünü önceleyip; onun materyalist, batini felsefesinden, mazlumdan yana paylaşımcı, ideolojik özünden ve akılcı düşün dünyasından uzaklaşmayın! Anaç Kızılbaş-Alevi inancına burun büküp kurumlarınızı “eril gücün’’ hizmetine sunmayın! Kadını aşure pişirsin diye kurumların mutfağına tıkamayın! Bilerek yahut bilmeyerek, Aleviliği devletin tekçi paradigmasına kendi ellerinizle teslim etmeyin.