1. Haberler
  2. Köşe Yazıları
  3. Asil Benler
  4. İlişki ve Çelişkileriyle Alevilik ve Sosyalizm

İlişki ve Çelişkileriyle Alevilik ve Sosyalizm

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Subcomandante Marcos basına verdiği demeçlerden birinde, öncülerinden olduğu Zapatista hareketinin ortaya çıkış yıllarını anlatırken önemli tespitlerde bulunmuştu. “Sözümüz silahımızdır” şiarını rehber edinen Marcos, söz sanatında gösterdiği ustalıkla, temas ettikleri yerli halkların sosyolojik gerçeği ile yüzleştiklerini vurguluyor ve beraberinde yaşadıkları ideolojik boşluğu mütevazi bir şekilde dile getiriyordu. Özetle Marcos; on yıla yakın bir süre boyunca klasik devrim teorileri ekseninde bir mücadeleyi esas alarak yarı gizli bir tarzda örgütlendiklerini, fakat yerli Maya halkları ile organik ilişkilenme dönemine geçtikleri süreçle birlikte büyük bir şaşkınlık yaşadıklarını söyler. Marcos devamla iktidarı hedefleyen klasik devrim teorilerinin, adını koyalım ortodoks marksist kavrayışlarının, yerli halkların ana-ata’larından miras olarak taşıdıkları binlerce yıllık komünal kültür gelenekleri karşısında bir öğrenme sürecine girdiğini, herhangi bir ideolojik üstünlükçülük kaprisi veya dogmatik tutuculuk yaşamadan mütevazi ve edebi bir dille anlatır. Dikey bir örgütleme modelini esas alarak devrim için öncülük yapmaya hazırlandıkları halkın, zaten kendilerinden önce kökleri geçmiş yüzyıllara kadar dayanan bir örgütlülüklerinin var olduğu gerçeği ile yüzleşirler. Sonrasında geliştirdikleri ideolojik sentezleme yolu ile “itaat ederek yönetmek, iyi hükümet meclisleri, otonom belediyeler vb” gibi öz yönetim süreçlerini esas alan kavram ve yapısallıklar ile mücadele hatlarını yeniden üretirler. Yerli halk ile birlikte örgütledikleri direnişi de, ‘yerli halkların 500 yıllık direnişlerini’ kapsayan bir sürecin devamcısı olarak kodlarlar.¹

Yerli halkların tarihsel kültürlerini ve günümüze kadar varlığını sürdüren mücadele deneyimlerini öğrenmeye/okumaya başladığım günden bu yana, bana oldukça tanıdık gelen, aşina olduğumu hissettiğim toplumsal özellikleri ilk elden gözüme çarpmıştı. Yukarıda aktarmaya çalıştığım bilgiler ise bu durumu pekiştirmiş ve zihnimi daha fazla netleştirmişti. Evet yerli Maya halkı, hem tarihsel komünal izleği açısından, hem de günümüzün sosyal mücadeleleri ile kurdukları ilişki denklemi açısından genel olarak Alevilere, özel olarak ise en fazla Dersim merkezli Kürt Aleviliğine, yani Rêya Heq süreği toplumsallığına benzer birçok özellik barındırıyordu.

Ayrıca tüm bunların yanında yerli halkların inanç sistemi ile Dersim Aleviliğinin(etno-dinsel kimlik olarak Kirmançların) inanma biçimleri arasında ki benzerliklerde önemli olan başka bir veridir. Kainatı algılayış biçimleri kendi özgünlüğünde bir tür animistik, ezoterik ve tasavvufi yorumlar barındırır. İnanç sistemlerin de sırlamayı esas alırlar, sayılara özel anlamlar yüklenir ve ayrıca ruh göçü anlayışı vardır. Kainatın BİR olandan var olduğuna inanılır ve iyi ve kötünün daimi mücadelesi hayatı yorumlamada dualist yöntem olarak öne çıkar. Ekin ekme ritüelleri ve Alevilikte “çaranasır” tanımlamasıyla öne çıkan ateş, hava, su, toprak ve başka elementlerin kutsanma biçimleri mevcuttur.

Yukarıda sıralanan tüm bu benzerliklerin ortak tarihsel zemininin doğal toplumsal dönemin(en güçlü haliyle neolitik) kültürel özellikleri ile alakalı olduğunu fark etmek zor olmasa gerek. Doğal toplumsal dönemin Ana-Kadın öncülüğünde şekillenen komünal, eşitlikçi kültürel gerçekliği; kendini kent-sınıf-devlet yapılarıyla bir anti tez olarak örgütleyerek tarih sahnesine bir sapma olarak çıkan uygarlığın, saldırı ve müdahaleleriyle yapı bozuma uğratamadığı veya bütünen asimile ederek yozlaştıramadığı tüm toplumsal yapılarda ve inançlarda çeşitli düzeyde yaşamaktadır. Dolayısıyla yerli Maya halkının ve Rêya Heq inanç toplumsallığının, aralarında ki binlerce kilometrelik mekansal uzaklığa rağmen, deneyimledikleri benzer kültürlenme süreçlerini bu tarihsel zemini çıkış noktası olarak belirleyip izaha kavuşturmak mümkün.

İfade ettiğimiz benzerliklerin tüm analojik kurgusuna rağmen, halkları aynılaştırma gibi bir amacımız söz konusu değil elbette. Halklar ve inançlar arasında ki benzer maddi ve manevi kültürlenmeleri “Yol birliği ve sürek bin birliği” vurgusuyla açıklamak doğruya en yakın olan ifade biçimi olabilir. Buna göre, merkezi devletçi uygarlık, doğal toplumsallığa karşı anti tez olarak kendini örgütlerken, doğal toplumda komünal karakteristik özelliklerini tüm bastırılma ve zayıflatma saldırılarına karşı büyük yaralar almasına rağmen günümüze kadar korumuştur. Doğal toplumsal değerlerin savunusu “Bir Yol” olarak kendi menzilini demokratik toplum ısrarı ile korurken, bu yolda yürüyen çok çeşitli toplumsal zümreler farklı farklı varoluşlar inşa etmiş ve yürüyüşlerini özgün kılmışlardır. Temel kıstas olarak bu Yol’u kimlerin yürüdüğünü, kimlerin kendinde “birer özgün sürek” oluşturarak Yol’da ısrarcı olduğunu ve merkezi uygarlığın güzergahına sapmadığını belirlemek, söz konusu toplumsal yapıların taşıdıkları ahlaki ve politik değerlerin yoğunluğuyla ölçülebilir. Evrensel tarihin genel seyrine dahil olan ve ondan beslenip aynı zamanda onu besleyen tikel tarih yaklaşımı bu açıdan ilişkiselliğin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur.

Sol ve Alevilik

İki halkın tüm benzerliklerine rağmen, devrimci yapılarla kurdukları siyasal ilişkilenmeler sonucunda karşı karşıya kaldıkları durumlar itibariyle temel farklılıkları da vardır. Aleviler özellikle 1960’lı yıllarla beraber sosyalist örgütler ile ilişkilenmeye başladı. Rıza Şehri/Rıza Toplumsallığı gibi sosyalizme hiçte yabancı olmayan bir felsefik forma sahip olan Aleviler, dolasıyla gelişen sosyalist çıkışlara da adapte olmakta zorlanmayarak çok hızlı bir şekilde bu mücadele hattını benimsedi. Alevi gençleri birçok örgütlenmede öncü ve militan düzeyinde saf tuttular. Alevi ailelerini oluşturan neredeyse her bir birey farklı farklı sol franksiyona gönül bağladı. Ortaya çıkan tüm sol örgütlenmeler Aleviler içerisinde bir şekilde karşılık buldu. Fakat Aleviler ya da Alevilik, girişte alıntıladığımız şekliyle Marcos ve yoldaşlarının mütevaziliği ile hiçbir şekilde karşılaşmadı. Maraş, Çorum ve Gazi katliamları başta olmak üzere Alevilere yönelik gelişen katliam süreçlerinde, sol örgütler faşizme karşı siper olma amacıyla ileriye doğru atılıp, büyük bedeller ödemesine rağmen bu böyle olmadı.

Solun Aleviliğe yönelik temel yaklaşımı, Aleviliğin sosyalizme olan felsefik yatkınlığını avantajlı örgütlenme alanı olarak görmek ve franksiyoncu pragmatist yaklaşımlar ile bu alanı kadro çıkarma alanı olarak ele alma yönünde oldu. Sosyalizme toplumsal kapılarını deyim yerindeyse kendiliğinden açan Alevi inancı, kaba materyalizmin en tahripkar yaklaşımlarıyla karşı karşıya kaldı. Marks’ın din sosyolojisi üzerine dile getirdiği cümlelerden adeta cımbızlanarak seçilen “din afyondur” belirlemesi, ezbercilik ve sekterizm eşliğinde karşılaşılan tüm inanç ve dinsel kimlikleri tanımlamada tek ölçüt olarak ele alındı. Rêya Heq Alevi inancının binlerce yıllık özgün toplumsal örgütlenme modeli olan ocak sistemi ve pirlik kurumu bu sığlık içerisinde “gerici” olarak damgalandı. Kişisel düzeyde gelişen iktidarcı, menfaatçi “ocakzade” pratikleri, Aleviliğin gerçeğiymişcesine lakırdı düzeyine çıkarılarak her yerde işlendi. Aleviliğin erkân ve ritüellerinden, mitolojik yorum gücü ve jar û diyar(ziyaret) kültüne kadar neredeyse her değeri “çağı geçmiş hurafeler” olarak kodlandı.

Kemalist laik milliyetçiliğin ideolojik hegemonyasına takılarak sosyal şovenizm çizgisine kayan yaklaşımlar özellikle Dersim’de türlü türlü takkiyelere bürünerek, “ülkelerinin dünya, ırklarının insan” olduğu yönünde evrensellik bağlamında ki sloganlarla hareket etti. Buna rağmen Dersimlinin Kürt Alevi gerçekliğinde ısrar eden her düzeyde ki refleksi “gerici, milliyetçi” gibi tanımlamalarla mahkum edildi. Sosyal şoven yaklaşımlarla beraber, determinist yorumlar ve düz ilerlemeci lineer tarih kavrayışının çıkmazları da eklenince Dersim’in büyük acısı olan 1937-38 Tertele süreci dahi yıllarca “gerici bir kalkışma” olarak tanımlandı. Dersimlilerin anadili de bu yaklaşımlardan fazlasıyla nasibini aldı. Kürtçe (Kirmançkî-Kurmancî), “pazar dili olmadığı” yönünde yapılan ekonomik indirgemeci belirlemelerin konusu yapılarak değersizleştirildi.

Türkmen Alevi süreklerinin yaşadığı süreçlerde bu konuda örnek olarak verilebilir. Türk üst tabakasının Sünni İslam hilafetiyle kurduğu tarihsel ittifaktan bu yana, neredeyse bütün yaşamlarını sulta rejimlerine, ağır vergilere, yolsuzluklara ve yoksulluğa karşı direniş ve isyanlarla geçirmiş olan Türkmen Alevi sürekleri, benzer yaklaşımlar ve ilgisizlikler sonucunda adeta ulusalcı, ülkücü siyasal akımların yedeğine itildiler.

Tüm bu yaklaşımlar günün sonunda Emevilerden bu yana tarihlenen Alevilere yönelik asimilasyon politikalarına, büyük çoğunluğu niyetten bağımsız olsa da sol kulvardan onarılmaz katkılar sundu. Bu örgütlere sempati duyan gençler eliyle iç asimilasyon, toplumun en ücra köşelerine kadar taşındı. Programatik olarak ihraç edilen kalıp teoriler eşliğinde kurulan örgütlenmelerin saflarında yer tutan birçok genç, kendi zihinlerinde inşa edilen kimlik aidiyeti krizleri ile mensubu olduğu halkın içerisinde oto asimilasyon süreçleri açığa çıkardılar ve toplumun çözülüşünü içten hızlandıran durumlar yarattılar. İyi niyetli tüm çabalara ve ödenen büyük bedellere rağmen bu gerçekle nitelikli bir şekilde yüzleşilmedi. Günümüzde belli bir “tanıma” aşaması gelişse de, geçmişte yaratılan tahripkar pratiklerin tesirini düzeltmek oldukça zor gözükmektedir.

Türkiye’de gelişen 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle örgütleri büyük ölçüde dağıtılarak çoğunlukla mültecileşmek durumunda kalan birçok devrimci kadro, 1989’da reel sosyalizmin çöküşü ile de birlikte içerisine düştükleri ideolojik bunalım süreçlerini takiben deyim yerindeyse Aleviliği yeniden keşfettikleri bir dönemi başlattılar. Aleviliğin temel değerlerini yıkıma uğratan geçmiş yılların köklü bir özeleştirisi dahi verilmeden, bu kez Alevi teorisyeni kesilerek “Aleviliği en iyi biz biliriz, Alevilik şudur, Alevilik budur vs” yönünde ki çıkışlarla bu kez de tersten bir darbeleme süreci içerisine girildi. Geçmiş yılların ideolojik bagajında bulunan tezlerle Aleviliği eşitleyerek, Aleviliğin inanç sistematiği ve sosyal örgütlenme kurumları görmezden gelindi ve tek başına siyasi okumaların konusu haline indirgendi. Bütün bu yaklaşımların altında yatan toplum mühendisliği anlayışı günümüzde de Aleviliğe zarar vermeye devam etmektedir. Özellikle günümüzde ateistliklerine helâl getirmeden “Alevicilik” yapanlar, hatta kendi aile secerelerini yıllar sonra tekrardan keşfedip Pirliğe soyunan bu anlayışların sahipleri şekilci, araçsallaştırılmış, slogancı ve özden uzak bir Aleviliğin ortaya çıkmasında büyük pay sahibi oldular.

Rıza Toplumsallığına Karşı, Kapitalist Modernitenin Rıza İmalatı

Aleviliğin kainat ve yaşamı yorumlama biçiminde ki en temel kavramları ikrar ve rızalıktır. Alevilik, kozmik evrenin tüm varoluşlarını çaranasırın ikrar ve rızalaşması ile açıklar. Buna göre ateş(ışık) ve hava birbirlerine ikrar verip rızalaşmamış olsaydı, örneğin, gece ve gündüz döngüselliği yitirilir ve doğal denge kaybolurdu. Hakeza su, diğer elementlerle aynı süreç itibariyle rızalaşmış olmasaydı, canlı yaşamına dair herhangi bir emare olmazdı. Mistisizmi hakikati dile getirme yöntemlerinden biri olarak kullanan ve ekolojik yorumlayışlarla dile gelen Alevilik, aynı zamanda yaşamın diğer ilişkilenme boyutlarında ki kıstaslarıda ikrar ve rızalığı ölçü alarak yorumlar.

Toplumsal yaşamın sömürü ve eşitsizliği tanımayan ölçülerini rıza şehri/rıza toplumsallığı formülasyonları ile ele alarak, bu yönde örgütlemeyi ve sürekli kılmayı hedeflemek Aleviliğin temel felsefik önceliklerindendir. Bu açıdan bir yerde, kavramın geniş kapsamıyla Aleviliğin yaşanıp-yaşanmadığını belirleyebilmek için en temel gözlem verisi, toplumsal yaşamın tüm ilişki normlarının rızalık esaslı kurgulan bir sistematik içerisinde olup, olmadığına dairdir. Öyle ki rızalığın ortadan kalktığı, sömürü, inkar, eşitsizlik ve yoksulluk gibi politikaların iktidarlar tarafından topluma tahakküm biçimi olarak dayatıldığı uzun dönemi kapsayan tarihsel süreçler, rıza toplumu perspektifiyle hareket eden Alevi halkların Nehaklık olarak nitelendirdiği iktidar yapılarının bu pratiklerine karşı direnişlerle geçirdiği süreçler olmuştur.

Kapitalist modernite çağında ise tersinden bir “rıza imalatı” söz konusudur. Bu durum bir ironi değil elbette. Ya da kelime benzerliğinden ibaret bir vurguda değil. Kapitalizm koşullarında her şey yeniden ele alındığı gibi, aynı zamanda yeniden yorumlanır. “Katı olan her şeyin buharlaştırıldığı” bu dönem, azami kâr ilkesi gereği toplumsal çözülüşleri hedefleyerek iktidar ve sermaye biriktirme politikalarına engelsiz alanlar açar. Toplumların kutsalları, sembolleri ve ikonları da bu politikalar ekseninde metalaştırılarak, sistem için avantajlar yaratan kullanım nesneleri haline getirilir. Kapitalizm, Alevilik gibi rıza toplumsallığı(ahlaki politik) felsefesine sahip tüm komünalist toplumsal yapıların karşıtlığı temelinde gelişen bir sömürü düzenidir.

İnsanın doğayla, insanın insanla ve erkeğin kadınla geliştirdiği tüm yaşamsal ilişkilenmelerde; demokrasi ölçüleri, ekolojik bilinç ve özgürlükçü yaklaşımları esas alarak rızalık felsefesi yaratan Alevilikte bu politikalardan nasibini fazlasıyla alır. İnancın temel yaklaşımı olarak öne çıkan rızalık felsefesinde ki aşağıdan yukarıya doğru nakış nakış işlenerek örgütlenmesi hedeflenen toplumsal sistematiğe, kapitalizm koşullarında takla attırılır. Kapitalizm tersinden bir kurguyla yukarıdan aşağıya doğru işleyen hiyerarşik, iktidarcı sömürge kanunlarına rızalık üretmeyi hedefler. Toplumların ürettiği maddi-manevi tüm artı değerleri gasp ederken; güvenlik, sağlık, eğitim gibi alanlarda yine yükünü halklara yıkmakla beraber geliştirdiği sözümona yatırımlarla, örgütlediği sömürü sistemine meşruluklar sağlar ve toplumsal rıza üretimini “hizmet” anlayışı temelinde oluşturarak, yaşanılır tek düzen olduğunu ilan eder..

Doğayı insan için yaratılmış ham madde konumuna çeker ve dizginsiz bir şekilde talana açar. “İnsan insanın kurdudur” belirlemesi üzerine kurgulan liberalizmin yaydığı ideolojik savlarla yoğun bir rekabetçilik ve devamında emek sömürüsünün felsefik altyapısını oluşturur. Açığa çıkardığı işsizler ordusunun varlığını bir tehdit olarak kullanıp, emekçilerin taleplerini en asgariye çekerek dengeler. Ve kadını erkeğin şehveti ve hizmeti için yaratılmışcasına “ikincil varlık” konumunda tutarak, hem ücretsiz emeğin sahibi kılar, hem de erkek egemenlikli temellerle oluşan sistemin geleceğini garantiye almak ister. Tüm bu denklemlerde yarattığı özne-nesne ayrımını kabul ettirmek üzere, zor ve ideolojik aygıtlarını seferber ederek kurduğu düzene rızalıklar üretir.

Kapitalizm dünya üzerinde ki tüm halklara ve inançlara karşı geliştirdiği kendine yedekleme veya yok etme saldırganlığını, özgün başlığımız olan Aleviliğe de birçok noktadan yöneltir. Alevilikte var olan rızalık felsefesinin deyim yerindeyse köküne dinamit döşeyen bir durum açığa çıkarır. Rıza toplumsallığı olarak formülüze edilen ahlaki politik toplumsal doku, kapitalist çağın ulus devlet formunda, devlet egemenliği ve hukukunun tüm toplumsal kılcal damarlara sızdırılmasıyla işlevsiz konuma itilir. Alevi halkların asırlarca devlet dışı kalmış öz yönetimli toplumsal yaşamını itikadî ve sosyo-politik açıdan koordine eden ocak sistemi boşa çıkartılır. Alevilik artık toplumcu yanları budanarak, yanlızca bireysel aidiyet belirtisi haline indirgenir. “Alevilik nedir” tarzında sorulan sorulara, “Alevilik sadece yaşam tarzıdır, kültürdür, felsefedir vb.” gibi, inanç sistematiğini ve toplumsal örgüsünü ıskalayan hakim cevaplar, bu durumun göstergesi olmaktadır. Postmodern yorum ve pratiklerde her gün yeni tanımlamalar üreterek, “bireyci Aleviliğin” gelişimini bu yönde besler. Yapılan ritüel ve erkânlar Hakk için değil, seyirlik için yapılan ‘aktivitelere’ dönüşür. Sonuç olarak tüm diğer toplumsal formlara yapıldığı gibi, sosyalitesi dağıtılan Alevi talip toplulukları da ulus devlet buyurganlığıyla bireysel “vatandaşlığa” çağırılır.

Kadimden bu yana nice katliamlar yaşamış, hakaretlere uğramış ve asimile edilmek istenmiş olan Aleviliğin, tüm bu saldırılara rağmen kültürel direniş kodlarını tarihinden aldığı güç ile her defasında yeniden üreterek bugüne kadar varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkün. Fakat kapitalist modernite çağında ulus devletçi laik milliyetçiliğin ve bağlantılı olarak modernist ideolojik bombardımanların tesiri Aleviliğe çok ağır darbeler indirmiştir. Bizzat yapısal bir saldırı geliştirilerek, ocak sistemi büyük oranda tahrip edilmiş ve Alevi sürekleri tarihsel yaşam alanlarından göçertilmiştir. Doğal toplumsal komünal özelliklerin günümüzde taşıyıcı süreklerinden biri olan Aleviler, kapitalizmin azami kâr, ulus devlet ve endüstriyalizm üçlüsü temelinde açığa çıkardığı modernite karşısında, öz değerlerine dayalı stratejik kültürel savunma hattı oluşturamadığı için adeta yok olmayla yüz yüze kalmıştır.

Demokratik Sosyalizm ve Alevilik

Kapitalist modernite koşullarında Aleviliğin adeta can çekişmesi önümüze çok önemli bir gerçeği yalın bir şekilde sermektedir. Alevilik toplumcu karakteri ile genel olarak devletçi uygarlığın, özel olarak ise bu uygarlığın kapitalist formunun, toplum karşıtı işleyiş ve esaslarına uyum sağlayabilecek veya onlarla uzlaşabilecek bir inanç değildir! Bu uyumsuzluk ve uzlaşmama hali, kapitalizmin vahşi karakteri düşünüldüğünde gayet olumlu bir konumlanmadır. Fakat günlük olarak toplum kırım düzleminde işleyen modernite çarklarına karşı gerekli toplumsal refleksler geliştirilip, kültürel öz savunma hattı oluşturulmadığı ve karşılaşılan sistem yönelimlerine karşı kendi özgün komünal gerçeği ile yeniden yapılanmadığı vakit, ciddi dağılma risklerini de beraberinde taşıyan bir süreç içerisine çekilmektedir. Kökleri ilksel Aryenik inanç ve düşünce yapılarına kadar dayanan Alevilik, nasıl ki hegemonik düzeyde ortaya çıkan çeşitli semavi dinlerle karşı karşıya kaldığında içsel yapılanma sürecine girerek kendini yeni şartların ihtiyaçları temelinde yeniden üretmişse, günümüzde de modernist aklın sürekli Batı’yı işaret eden oryantalist tariflerinden sıyrılarak, kadim kökleriyle çelişmeyecek bir seyir içerisinde yeniden yapılanmalara ihtiyaç duymaktadır.

Bu açıdan sistem eleştirisi ve reddi ile beraber alternatif sistem önermelerine yönelmekte zorunlu gözükmekte. Reel sosyalizmin, “Sol ve Alevilik” başlığı altında dile getirdiğimiz yaklaşımlarını üreten sınıf indirgemeci okumaları, kaba materyalist yaklaşımları ve tarihsel toplumu derinlikli ele alamayışları ile özgürleştirici bir alternatif olamayacağı yeterince bilince çıktı. Devletçi paradigmayı moderniteden “ödünç” aldığını iddia ederek, sosyalizm için araçsallaştırma gayretine girmesi en büyük hatalarından biri oldu. Günün sonunda modernitenin kendini yeniden ve daha güçlü örgütlemesinin zemini haline geldi bu durum.

“Bozuk düzende sağlam çark olmaz” ifadesiyle dile gelen gerçekliğin ışığında, çözümün devletçi ve kapitalist düzen dışı arayışlarda olduğu kaçınılmaz gözükmektedir. Hegemonik bir dünya sistemi haline gelen kapitalizm koşullarında, Aleviliğin sistem karşıtı mücadeleden bağımsız olarak kendi içerisine kapanarak özgürleşebileceği vurguları da gerçekçi olmamakla birlikte, imkan dahilinde de değildir. Toplumsal çözülüşün sebeplerini tahlil etmekte zayıf kalan ve devamında kültürel milliyetçiliğe kaçan bu tarz yöntemlerinde çözüm olmayacağı bir gerçek. Kaldı ki bu dogmatikleşme ve muhafazakarlaşma gibi tehlikeler yaratacağı gibi, aynı zamanda Aleviliğe de aykırıdır.

Alevilerin karşı karşıya olduğu inanç kırım politikaları kendiliğinden türememektedir. Kapitalizme ayırdığımız bölümde dile getirildiği gibi dışsal bir müdahale söz konusudur. Hem bu gerçeği unutmamak, hem de “bozuk düzene sağlam çark” dikme arayışının beyhude olacağı bilinciyle, çözüm arayışlarını sistem dışında aramak başlangıç olarak belirleyicidir.

Ayrıca bu müdahalelerin benzerini, farklı düzlem ve yönelimlere maruz kalarak birçok halk ve toplumsal kesim de yaşamaktadır. Aleviler ‘nehaklık’ olarak nitelendirdiği sisteme karşı geliştirilen dönemlerin tüm sosyal mücadelelerine ikrar vermişlerdir. Dolayısıyla “mazlumun yanında olma” ilkesi ve Xızır aklının geniş perspektifi itibariyle Alevilerin dünyaya pencerelerini kapatmaları beklenemez. Deyim yerindeyse Xızır aklı Alevilerin hem evrensel aklı, hem de enternasyonalist tutumudur. “Çile” aylarında, zemheri dönemlerinde darda ve zorda kalana yetişmek bu açıdan koşulsuz bir ilkedir. Bugün hem Alevilik ve Aleviler, hem de ekolojik, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan tüm dünya zemheriyi yaşamaktadır. “Xızır yoldaşın olsun” temennisi bu açıdan geniş kapsamıyla ele alındığında, halkların baharını “birbirine Xızır olma” düsturu temelinde inşa etmenin gereksinimlerini netleştirir.

Eleştirilenin yerine alternatifler bulmak kadar, reel sosyalizmin tüm iddialı karşı koyuşlarına rağmen düştüğü tuzaklara düşmemekte önemlidir. Yine aynı doğrultuda kapitalizmin toplum karşıtı karakteri karşısında, reel sosyalizmin tüm açmazlarına rağmen, “insanda ve toplumda ısrarın özü olan sosyalizmden” ve onun hakikat arayışında ki yarattığı değerlerden vazgeçmemekte o derece de önemlidir.

Başka bir dünyanın mümkün olduğu iddiası, köklü bir hakikat arayışı olarak binlerce yıllık bir serüvene sahip. Bu serüven devam etmekte. Büyük insanlık özgür yaşamın formüllerini arıyor. Buldum diyerek dört elle sarıldığı yerde, yanılgıları ile yüzleşiyor. Bu süreçler içerisinde yeniyor, yeniliyor. “Yenilgi yıllarını iyi birer okul” haline getirip gerekli dersler çıkarıyor. Bu açıdan düşünsel birikimi donuk değil, evrimsel ve akışkan olarak ele almak doğru olanıdır.

Gelinen tarihsel aşamada kapitalist araçlarla sosyalizm amacına ulaşılamayacağını, amaç-araç ilişkisini doğru kurmanın ne derecede önemli olduğu geçmişin öğreticiliğinde yeterince açığa çıktı. Devletçi paradigmaların çözüm getirmediği de bu noktada deneyimlendi.

Kapitalizm nasıl ki kendini bir modernite (azami kâr, ulus devlet, endüstriyalizm) olarak devletçi uygarlığın kümülatif büyüme esaslarına dayanarak inşa etmişse, ezilenlerin tarihsel birikimini de bir alternatif önermeler silsilesi ile sistematize etme gerekliliği doğdu. Bu sistematik zeminde şüphesiz ki tarihten bu yana ahlaki politik değerler etrafında oluşlar biriktiren ve bir kültürel nehir misali devletçi uygarlığa rağmen günümüze kadar akıp gelen demokratik uygarlık eksenin de mevcuttur. Demokratik uygarlık; merkezi devletçi uygarlığın yaklaşık 5500 yıllık kurduğu egemenliğe rağmen, toplum olmakta ısrar edenlerin, tebaalaşmayanların, köleleşmeyenlerin, velhasıl Alevi sürekleri gibi kendi yolundan giderek devletler dışı kalan toplumsal öznelerin ürettiği, çok yönlü maddi-manevi toplumsal değerlerin birikimi olan bir uygarlıktır.

Demokratik uygarlık geleneği, tarihin diyalektik seyrinde nasıl ki devletçi uygarlık karşısında çok çeşitli düşünsel ve eylemli var olma refleksleri gösterdiyse, kapitalist modernite karşısında da yine aynı tavırdan geri durmayacağı şüphe götürmezdir. Günümüz de bu tavrın sistematik ve bilimsel ifade ile kapitalist moderniteye alternatif olan modeli; komünal ekonomi, demokratik ulus ve eko-endüstri anlayışlarına dayanan demokratik modernitedir

Demokratik modernite Alevilikle en uyumlu toplumsal ilke ve esaslara sahip olduğu gibi, yine Alevilerin en özgün ve özgür haliyle yaşayabileceği sistemsel ifade olmaktadır. Demokratik ulus, komünal ekonomi ve eko-endüstri bağlamında ki üçlü sacayağı ile tarife kavuşan demokratik modernite, Aleviliğin felsefik açıdan taşıdığı değerler ile kökten uyumludur. Sırasıyla rıza toplumsallaşması, rızalığa dayalı ekonomi ve doğa ile rızalı yaşam bu değerlerin hem benzeşen, hem de paralel olarak tanımlamaya kavuşan kavramsallaşmalarıdır.

Somut ideolojik ifadesi ile demokratik sosyalizm başlığında toplayabileceğimiz bu vurgular, Alevilerin kelimenin tam anlamıyla Alevice yaşayabileceği bir sistemsel önermedir. Demokratik Sosyalizm; reel sosyalizmin düştüğü hataların eleştirisi üzerine kendi modernitesini oluşturarak, araç ve amaç ilişkisine doğrultu verir ve demokratik moderniteniyi özgürlük zemini olarak işler. Tekçi ulus devlet milliyetçiliği ile ortadan kaldırılan farklılıklar arasında ki tarihsel bir arada yaşayış gerçeğini, demokratik uluslaşma süreçleri ile temas ettiği her topluluğu yaşam sistematiğinde özneleştirerek eşit ve özgür ilişkilerin güvencesine alır. “72 milleti bir gören” Alevilik ilkesi, bu açıdan tekçi ulus devlet milliyetçiliğinin cenderesinde değil, demokratik uluslaşmanın özgürleştirici çevresinde hayat bulabilir. Demokratik Ulus fikriyatı devlet ve iktidar yapılarına tenezzül etmeyen stratejik yaklaşımıyla, öz yönetimli tarihsel toplumsal yapıların kendi özgünlüğünde yaşamalarına olanak tanıyacak konfederalizme dayalı formüller üretir. Köy ve mahallelerden, ilçe, il, bölge, ülke ve dünyaya doğru genişleyen meclis ve komünler aracılığıyla “siyasal olanı toplumsallaştırır ve toplumsal olanı siyasallaştırır.” Bu açıdan aynı zamanda ocak sistemi çerçevesinde Mürşid, Ana-Pir, Rayber, Talip ve devamında kirvelik ve musahiplik gibi kurumsallaşmalarla hem itikadî açıdan toplumsal ideolojik işlevselliğini ören, hem de yapılan bu görev tanımlarıyla sosyal yaşamın koordinasyonunu ahlaki ve politik açıdan sağlayan Rêya Heq Alevi cem toplumsallığının, kendini özgürce icra etmesine olanak yaratacak bir modeldir.

Komünal ekonomi anlayışı ise, ekonomi üzerinde ki tekelci sömürüyle uzlaşmayan, kooperatifler ve komünler aracılığıyla topluluk ekonomisini inşa etmeyi esas alan ilkelere dayanır. Finans kapital çağın tanrılarından biri haline gelen para, bu vesileyle toplumları baştan çıkartarak yutan konumundan alaşağı edilir. Rıza şehri ütopyasında “paraya” karşı geliştirilen ilkesel tutum, komünal ekomoninin kârı değil, doğayı ve toplumsal faydayı gözeterek esas aldığı ilkeleriyle gayet uyumludur. Bu kavramsallaşmanın kapsadığı çerçeve aynı zamanda yaşamı Xızır aklıyla dayanışma ve paylaşım esaslarıyla karşılayan, yapılan her edimde kurdun-kuşun, kolu-komşunun hakkını gözeten ve toplumsal işlerini daima imece usulüyle idame etmeyi esas alan rızalığa dayalı ekonomi anlayışına da felsefik açıdan alan açar.

Bir diğer boyut ise eko-endüstri anlayışıdır. Kapitalizmin sermaye ve iktidarı esas alan politikaları sonucunda, endüstrinin doğa ve canlı yaşamını gözeterek kurgulanması gereken fikriyatı tersine çevrilerek, sömürü ve talana hizmet eden bir düzleme çekilmiş ve bu düzlemde ideolojik bir nosyon(endüstriyalizm) kazandırılmıştır. Bu durum gelinen aşamada canlı yaşamını tüketecek sınırlarda dolanması ve yaşanılan iklim krizleri gibi ağır sonuçları itibariyle, endüstriyi kaçınılmaz bir şekilde ekolojiye duyarlı hale getirmeyi dayatmaktadır. Dolayısıyla demokratik modernitenin bu sacayağıda; ateş, hava, su ve toprak bütünlüğü ile bilince çıkarılan ve kutsal doğa anlayışı temelinde ifade bulan Alevi ekolojik bilinciyle köken olarak paraleldir.

Özet vurgularla ifade ettiğimiz çerçeve demokratik modernite kuramı etrafında inşa edilen sosyalizmin, Alevilikle kuracağı bağda bir özgürlük zemini olabileceğini göstermekte. Herhangi bir tikel topluluğun özgür ve korunaklı yaşamı, ancak sistemsel açıdan güvence oluşturan evrensel bir düzenle mümkündür. Alevilikte buna kendi literatüründe Hak düzeni der. Emeğe, ekolojiye, kadına, topluma, insana ve bütünen yaşama dair hakikat rejimi kurma arayışında ki demokratik sosyalizm, bu açıdan Alevi diyalektiği ile kazan-kazan ilişkisi kurabilir.

Tüm bu gerçeklere rağmen iki toplumsal formülasyonu birbiriyle birebir aynı kılmamak önemlidir. “Sol ve Alevilik” başlığıyla yukarıda tartıştığımız dönemin sancıları, güncele kadar yansıyan versiyonlarıyla bu durumu çokça gündemleştirmektedir. Bu algılayışa göre geçmişte Aleviliği “gerici” olarak kodlayan akıl, günümüzde ise “Alevilik Sosyalizmden daha ileridir, Alevilik dışında başka hiçbir ideolojiye gereksinim yoktur” gibi çıkışlarla aynı tahribatlarına tersinden de olsa devam etmektedir. Bu tarz kıyaslamalar doğru olmadığı gibi, kısır tartışmalara neden olduğu için çok anlamlıda değildir. Reel Sosyalizmin mücadele araçları, pozitivist okumalarını, iktidara, devlete, doğaya, devrime, tarihe, topluma, kadına, din ve inançlara dair yaklaşımlarını eleştirdiğimiz kadar, onun yetmezliklerini sistematik eleştiri ve özeleştiriler kapsamında aşarak, tarihsel ideolojik dayanaklarını özgürlük sosyolojisi temelinde oluşturan bilimsel demokratik sosyalizmi de bu açıdan doğru değerlendirmeliyiz.

Reel sosyalist okumaların dikey bir şekilde geliştirdiği araçsal ve faydacı “Sosyalist örgüt için Alevilik” pratikleri, demokratik sosyalizmin ideolojik sistematiği içerisinde ki kavram ve kuramsal yaklaşımlarla tersine çevrilir. Tarihsel toplumu ahlaki ve politik açıdan tahlil ederek, günümüze kadar gelen işleyiş ‘yasalarını’ derinlikli ele alır. Batı oryantalizminin gözlere çektiği perdelerden arınarak, Ortadoğu’da gelişen dinsel, mezhepsel, inançsal ve etnisite eksenli çıkışların, anti iktidarcı ve komünalitelerin de ısrar etme yönünde ki tutumlarını kendi tarihi olarak benimser ve günümüze kadar taşınan bu özelliklerde ki varlıklarını sürekli ve demokratik kılmak adına özgürlük alanları açmayı hedefler. Bu açıdan demokratik sosyalizmin Alevilikle kurduğu ilişkilenmelerde faydacı ve araçsal yaklaşımlar değil, Aleviliği toplumsal açıdan özneleştirme yönü öne çıkar. Reel sosyalist akımların kurduğu dikey ilişkilenme tersine çevrilerek, “Alevilik için Sosyalizm” anlayışı ile yaklaşılır. Aleviliğin ocak sistemine dayalı itikadî komünal tarihsel gerçeğinin tekrar inşa edilerek canlandırılmasını, geniş açıdan sosyalizme katacağı katkıların farkındalığıyla karşılar.

Demokratik modernite kuramı, sıfırdan toplum kurma iddialarını temelsiz bulur. Hakim devrimci algılayışların “iktidarı ele geçirerek sosyalist toplum kurma” hedeflerini, toplumsal mühendislik yapıldığı yönünde eleştirir. “Çağın devrimciliğini komünarlık” olarak belirler. Buna göre devrimcinin görevi sıfırdan toplum yaratmak değil, toplumsal olgunun ilk oluş zamanıyla beraber başlayan ve devamında tarih içerisinde çeşitli evrimler geçiren ahlaki ve politikliğin güncelde devam ettirebilmesinin önünde ki engelleri kaldırmaya yöneliktir. Toplumsal olgunun demokratik toplum olarak yaşayışına yönelik geliştirilen iktidarcı, devletçi, sömürgeci saldırıları toplumla beraber boşa çıkarmayı esas alır. Ahlaki ve politik özelliklerin bastırılıp engellendiği oranda, bu özelliklerin tekrar özgürce açığa çıkmasının yol ve yöntemlerini arar.

Konu başlığımız olan Rêya Heq Alevi toplumsallığı için bu belirlemeleri netleştirecek olursak; devrimci özne asimilasyon ve inkar girdabına çekilen Aleviliğe sözümona “ilericilik” adına bir darbede kendisi indirmez. Aksine kendine ocak sistemi etrafında komünal izlekler oluşturan Aleviliğin, özgür yaşayış ve inanış koşullarını inşa etmek adına emek ve çaba gösterir. Pir’in talibi ile buluşmasının önünde ki engellerle mücadele eder. Aynı zamanda demokratik toplum olma özelliklerini içten dejenere eden ve toplumu iktidarlara götüren anlayışlarda bu açıdan mücadele eksenine girer. Devrimcilik burada dışardan gelen “kurtarıcı” değil, iç sosyolojinin yarattığı dervişane bir makam olarak öne çıkar.

Zapatista hareketinin girişte belirttiğimiz ideolojik evrimi, bu ve benzeri açılardan yerli halklarla bütünleştiği oranda kıymetlidir. Rêya Heq coğrafyasında ise bu ideolojik evrimi Kürt siyasal hareketi güçlü sorgulamalar sonucunda en rafine haliyle paradigmasal düzeyde yaratabilmiştir.

Mani, Mazdek, Babek, Karmati, Şeyh Bedrettin vb gibi önsel Alevi çıkışları, hiç şüphesiz ki yaşadıkları dönemin sorunlarına karşı sosyalist/komünalist değerlerle bezenerek ortaya çıkan kalkışmalardı. Mücadele hedefleri ve örgütlenme modellerini de bütünlük açısından bu değerlendirmeye dahil edebiliriz. Alevilikte tüm bu önsel dinamikleri sentezlemiş ve muhattap olduğu yerellerde inanç toplumsallığı şeklinde örgütlenmiştir. Bu gerçekliğin izinde tekrar denilebilir ki günümüzde Alevilik en özgür haliyle, yerel sosyolojilerin önemini asla göz ardı etmeyerek bir dünya sistemi önermesi olarak sunulan demokratik sosyalizm koşullarında yaşar.

Dolayısıyla günümüz Alevi hak mücadelesi, aynı zamanda bir sistem mücadelesi programı ile eşzamanlı yürütülmek durumundadır. “Bizim davamız Ol kapının kendisiyle” vurgusu, bu açıdan inkar ve asimilasyon üreten sistemi bütünlüklü ele almak için rehber olabilecek bir vurgudur. Güncel koşullarda inkarla mücadele edildiği gibi, inkarı üreten ve toplumsal çözülüşe sebep olan kapitalist sistemle mücadelede bu açıdan göz önünden kaçırılmamalıdır. Tüm bunların yanında rıza toplumsallığını, rızalığa dayalı ekonomiyi ve doğa ile rızalı yaşamı yeniden inşa etmek adına bir perspektif edinilmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Peşi sıra başta yaşam alanlarımızda olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerinde demokratik sosyalizm mücadelesi yürüten halklar ve topluluklarla ortak zeminlerde buluşmanın koşullarına yönelinmelidir.

Bijî 1 Gulan!

Biciwîyo 1yê Gulan!

Yaşasın 1 Mayıs!

*Bu yazı Demokratik Alevi Derneklerinin yayın organı olan Zülfikar dergisinin Mayıs-Haziran-Temmuz 2025 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Bknz :
(1) G.M.Ramirez-Ateş ve Söz
(2) https://demokratikmodernite.org
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2025 casino siteleri/div>