ERDAL LAÇİN
I.
Zaman yorucu yaz sıcaklarından arınıyor.
Ve değişim gelip kapıyı çalarak etrafa hoşnutluk veren sonbahar serinliğiyle ruhlara ve yüreklere naif dokunuşlarda bulunup yeni yolculuklara hazırlanıyor.
Ağaç dallarındaki yapraklar bir bir o göz doldurucu görüntülerini terk edip sararmaya başlıyor.
Bağ ve bahçeleri, ovaları ve vadileri, dağ yamaçlarını ve ormanları süsleyen çokça renk adeta güzelliklerini bir başka zamanda sergilemek istercesine vedalaşırken ortalıklardan çekiliyor.
İnsanlar kendisini bekleyen zor günlerin telaşıyla son hazırlıklara sarılıyor ve bir şeyleri biriktirmek için sağa- sola koşuşturup zamanın akışına yetişmeye çalışıyorlar.
Belirsiz bir hüznün ve burukluğun gelip insanların yüreğine konduğu zamanın kederli yolculuğu yaşanıyor. Bir şeylerin yitirildiği , elden bir şeylerin kayıp gittiği duygusunun gelip kapıyı çaldığı zamanın yolculuk anı.
Ve ayrılıklar, özlemler depreşir. Dalgaların kıyıyı dövmesi gibi, ruhu dövüp durur. Zaman devingenliğiyle ayrılıkların ağırlığını, ulaşılamayanların özlemini derinleştiriyor.
Yeni umutlara, yeni başlangıçlara yüzler çevrilir. Farklı mekanlara ve arayışlara yelkenler açılır. İç gıdıklayıcı yolculuklarla zamana sarılmanın ve zamanla yarışmanın heyecanı canlanır.
II.
Bir başka yüzü daha var Eylül’ün.
Çokça insanın içinin ısınmadığı, hep bir şeyleri alıp götürdüğü, acılarla, kayıplarla, gözyaşı ve korkularla resmolur hafızalarda.
Çünkü yarının en gür ve en güzel ütopyaları Eylül’de darbelendi. En yalın ve en özgür düşüncelere yine Eylül’de neşter atıldı. Yeşermesin, yüreklere kök salıp dağılmasın diye aydınlık fikirler yok edildi.
Yarınları özgür ve eşit yaşamının sevinçli bakışları suç sayıldı. Ve yüzlere konan devrimci gülüşler kesilmek istendi. Toplum mengeneye alındı. Sadece fiziki değil, ruhları, duyguları ve hayalleri ezildi.
Bundandır Eylül her dokunuşta, her seslenişte ve her bir hikayede endişenin, korkunun ve zulmün en katmerlisi olarak dile gelir.
İnsanlar en çok bu ayda hakarete uğradı, aşağılandı ve incitildi. Nice genç beden yerlerde sürüklendi. Yaşanmışlıkların ağır yükü altında yorulan, bakıma muhtaç nice yaşlı bedenler yumruklandı, tekmelendi. Kaç kadının bedeni salya salanların saldırısına uğradı. Henüz yeni boy vermiş ve adeta taze bir çiçek narinliğiyle yaşama tutunan kaç çocuğun geleceğe dair özlem ve hayalleri öldürüldü.
Sayısız anne ve baba, abla ve abi vakitsiz zamanlarda evlerinden alınıp götürüldü. Belirsiz adres ve mekanlarda aç, susuz ve çıplak bir halde işkence tezgahlarına yatırıldı.
Acıların ve yaraların dayanılmazlığına karşı sızlanmaya ne fayda?
Bağırışlar, haykırışlar ve inlemeler kime ne?
Duyulmadı çoğu kez bedenlere ve yüreklere saplanan işkencelerin verdiği ağır acı. Bilinmedi, o karanlık ve izbe adreslerde insan bedenleri üzerinde sergilenen hayvani tiyatro.
Yasaklar en çok Eylül’de hayallerin üstüne korkutucu bir karanlık gibi çöktü. Evlerin kapı ve pencereleri en çok Eylül’de açılmadı. İnsanlar en çok Eylül’de sustular ve saklanmak için bir yerlere kaçtılar. Kapı ve pencerelerin ardına gizlenerek , “aman ha, birileri bizi duymasın!” Deyip sessiz ve ufak harflerle konuşmaları en çok Eylül’de yaşandı.
İçteki saklı acılar her gün yürekleri daha ağır dövüp durdu. Kalplerdeki sancılar ise zamanın nasıl karşılandığını unutturdu.
Nice dost, nice sevdalı ve nice yol arkadaşı birbirini unutur oldu.
Ve çocuklar…
Ürktüler, oyunlarından koparıldılar. İçlerine kapandılar. Neşeli ve coşkulu yüzlerini yitirdiler. Anne ve babalarının, abla ve abilerinin yaşadıklarına tanık oldular.
Kaç türkü, kaç şiir, kaç kitap yasaklandı sayısı belli olmadı. Kalemler yazamaz oldu. Düşünceler suç sayıldı.
Baskıya uğramayan köy, kasaba ve kent kalmadı gibi.
Son sözlerini geri kalanlara söylemeden yitip gidenler, bir şafak vakti alınıp götürülenler, buluşma anına yetişmeyenler hep yürek pareleyen birer öykü olarak belleklerde yer edindiler.
III.
Ve barışı düşünmek Eylül’ün birinde.
Kentler yakılıp yıkılmasın, kaybedilmesin binlerce insan, yaşanmasın trajediler ve yüreklerde kapanmayan yaralar açılmasın deyip gelecek güzel günler için barışı haykırmak.
Yaşanılacak zamanın bile iktidarların mezesine dönüştürüldüğü , kuşatmaların ruhlara ve vicdanlara kadar indiği şimdiki zamanda işgale uğramayan yüreklerden köprü kurarak umutlu yarınlar adına barışı istemek.
İnsanın insana düşmanlığını, nefretini değil; unutulmayacak dostlukları ve paylaşılan lokmaları konuşmak. Yıkımlar ve trajediler değil; yaşamın, güzel olanın ve özgür sevdaların tutkusunu şiirleştirmek.
Ve köşklerinde, saraylarında zevk u sefa sürdürenlerin pişkinlikleri altında ezilmeden yarınlara koşabilmek sonbahar esintisi gibi.
Saltanat ve ahlak düşkünlerine inat yaşamın ve yaşatmanın ulviliğiyle ruhlara dokunmak; bir çocuğun gülüşündeki berraklıkla barışı düşünmek ve tüm insanların kardeşçe birbirine sarıldığı günlerin özlemiyle barışı seslendirmek.
Ne güzel bir duygu başkalarıyla hesapsız ve pazarlıksız kol kola girip acıları paylaştırmak, umudu ortaklaştırmak ve yaşamın paylaşıldıkça yaşanabileceğini görmek. Birlikte gülmek, çığlık atmak ve birlikte avuçlamak özgürlüğ, eşitliğe dair her şeyi.
Ve tıpkı bir kuşun özgürce kanat çırpması gibi korkusuzca, tüm kötülüklere meydan okurcasına her Eylül’ün birinde barışın yolculuğunu sürdürmek. Ulaşabilmek diğer coğrafyaların acılarına.
Ve bir kelebeğin nazikliğiyle bir dünya örmek barış uğruna.
Eylül’ü bir de böyle düşünmeli ve yaşamalı insan.