MEHMET HANİFİ
Helmer adeta bir yalnızlığın içine doğmuştur, bunu ona babası miras bırakmıştır kendi yalnızlığından. İkisi arasında kapanmaz bir uzaklık vardır, baba buna onay vermez, Helmer’in yalnızlığıyla kalmasına ortam yaratır. Kapanmayan bir yaradır bu. Çocuk, babaya ulaşmaz, geri çevrilir her defasında. Babanın yalnızlığı katıdır, esneme payı bırakmaz. Bu bir tercihtir, baba, ikizini seçmiştir ikisinin arasında. Düşünü kurduğu fotoğrafın başköşesine onu oturtmuştur, çiftliğin başına getirmek için onu hazırlıyordur, baskın olan, evirip çeviren odur. Helmer’se etkisiz elemandır, elinden bir şey gelmeyen, sümsüğün tekidir, gölgede bırakılmaya alıştırılmıştır. Daha çok annesine çekmiştir. Annesi, güzel bir kadın değildir, hiçbir iddiası yoktur, ömrünü suskulukla geçirmiştir. Elli beşinci yaşına kadar Helmer’in buna bir itirazı yoktur, hayatının bu rutin çizgisi böyle uzanır, otoriteye itaat etmeyi öğrenmiştir ama canına tak etmektedir artık.
Romanın tamamında hâkim olan o dingin hava, kitabın başkarakteri için de geçerlidir. Sorgulamaz, hayatın böyle bir şey olduğunu düşünür, makine gibi tıkır tıkır işliyordur döngü. Ta ki Riet yaşamın içinde mektupla yüzünü gösterinceye kadar. İçindeki tozlanmış fotoğrafa bakar, geçmişine gider. Yüzleşme ve hesaplaşma için kapı aralanır, eski dosyalar çekmelerden çıkarılır.
İlk adım romanın hemen başında ikisinin arasında diyalogdaki gerilim kura sirayet etmez mi? Okura hazır ol, der Bakker. Üstelik çatı katına taşınan ve orada unutulmaya bırakılan bir baba vardır. Çatışmalar, sakinlikle, suskunlukla ve uzlaşılarak sonuçlanır. Her ikisinin birbirine söyleyecek bir şeyi kalmamıştır.
Riet, Henk’in sevgilisidir, bir parça da Helmer’indir, aynı kadına gizlice gönül vermiştir ama o ikizine gitmiştir, Helmer’inse derinliklerindeki ateş çoktan küllenmiştir. Cinsel eğilimi de yalnızlıkla örülmüştür, kendinin dışında neredeyse etrafındaki kişiler bu eğilimden habersizdir. (Dürbünle, perdesi çekilmiş pencerede varlığından haberdar olduğu komşusunun ondan beklentisi vardır, Helmer’in iki çocuğuna baba olmasını dilemektedir. Dürbün sahnesi bir film sahnesi gibi etkileyicidir ve dokunaklıdır. Okur metnin içinde kaldıysa, yutkunur o bölümde.) Çiftliğin kâhyasının onu dudağından öpmesi aklından bir türlü çıkmaz. Onu böyle kimse öpmedi. Bu sahneye tanıklık eden babası, olay ete kemiğe bürünmeden kâhyayı çiftliğinden savurmuştur, yol vermiştir ona.
Riet de yalnızdır, o da ağır bir yalnızlığın içine itilmiştir. Soğuk ve sert baba onu bir keresinde evden uzaklaştırmıştır, yıldızları barışmamıştır hiç. Riet’in, aile fotoğrafına, gelin adayı olarak girmesine razı gelmez. Riet kendini yeniden anımsattığında, yalnızlık Helmer’in canına tak etmiştir, üstelik bu kez omuzlarında bir başkasının da yalnızlığını taşımaktadır. Bu, Henk’ten kalmıştır, onun yalnızlığına giderken tereddüttü etmez, bir yol ayrımına girmiştir. (Bakker’in karakterleri, kitabın başından sonuna doğru muazzam bir değişim ve dönüşüm geçirir, bu, bir başkasıyla gerçekleşir, yalnızlıktan sıkılmışlardır, bir başkasına baktıklarında kendini görürler ve eski hayatından çıkarlalar. Roman bittiğinde, varoluşsal arayış da rayına oturmuştur, fırtına dinmiştir. Kahramanımızın gittiği yerden dönmeye niyeti yoktur hiç. Bir hayatın içinden çıkıp bir başka hayatın yerleşmiştir. Yalnızlık meselesini mekân değiştirerek çözmüşlerdir.)
Riet, iki hatta üç kişinin yalnızlığı toplamında, hayatın yorduğu bu yükten kurtulacağının hesaplarını yapar. Helmer’le birleşmektir derdi, çiftliğe taşınmayı ima eder ama Helmer’in sıcak baktığı söylenemez bu fikre. Yine de diyalogu kurarken nezaketi ve inceliği elden bırakmaz. (Kitabın hemen hemen tamamında karakterlerin birbirine incelikli yaklaşımı gözden kaçmaz. ) İkisinin de çabası birbirini anlamaya dönüktür, can sıkıcı yalnızlıktan kurtulmaktır, arada, aklından çıkaramadıkları Henk’in yalnızlığı vardır. Helmer’in, Henk’in yerini alması mümkün görünmemektedir. Ama ondan kalan çocuğunun yanında bir süre kalmasına göz yumar, çünkü çocuk ona Henk’i yaşatmıştır, onda ikizini görür. Deneyimlerini onunla paylaşır ama burada tutmaya hiç niyeti yoktur, onun hayatı söz konusudur ve yalnızlıkta boğulmasını istemez. Onunla yatağını paylaşır, bisikletini kullanmasına göz yumar, evin içinde sigara içmesine karşı gelmez, kendisi de, ağzına sürmediği sigaraya başlar birden, şarap içerler.
Helmer’in babasının ölümünden sonra çiftliği terk etmesi, tatile gitmesi ve kâhyayla yeniden bir araya gelmesi, yeni hayatının işaretleridir. Yalnızlık geride kalmıştır. Bir yerden bir başka yere geçmiştir. Üstünden çıkarmadığı baba gömleğini çıkarıp duvara asmıştır. Belki arada sırada yerinde duruyor mu diye bakar sadece.
Yukarıda Ses Yok, uygarlık adına Avrupa’da ifadesinin bulan yalnızlığın ve bundan çıkmanın fotoğrafını çeker, yalnızlık krizinden çıkmanın yolunu gösterir. Avrupa, bir baştan bir başa bireyi kemiren koca bir yalnızlığın anakarasıdır. Hollanda, bu amansız coğrafyanın içinde izole olmuş bir çiftliktir. Yalnızlığın yolu, aşkla, hesaplaşmayla, yüzleşmeyle aydınlanır. Yeni bir yer mutlaka vardır cesaret gösterene.
Gerbrand Bakker, romanın bütün unsurlarını etkileyici ve ustalıkla kullanarak okura nitelikli edebiyatın yolunu gösterir. Anlatıda yarattığı boşluklarla, okura düşünebilme alanını geniş tutar, her bir okura farklı bir pencere açar.
Nitelikli edebiyat bu değildir de nedir ki.
Yukarıda Ses Yok, Gerbrand Bakker, Metis Yayınları